son beğenilen tanımları genel istatistikler
derviş, sermayesi muhabbet ve aşk olan zâttır. aşk kendinden başka her şeyi yok ettiği için, malını mülkünü, varlığını ilâhi aşk yolunda harcetmiş, rızâ kapısına tamamıyla yok olarak, benlikten sıyrılmış olarak gelen zata derviş denir. bütün alışverişleri muhabbettir: gül alırlar gül satarlar gülden terazi tutarlar gülü gül ile tartarlar çarşı pazarı güldür gül yârin muhabbeti ile oturur, yârin muhabbeti ile kalkar, onunla konuşur, onunla duyar. muhabbet deryasının balıkları gibidir onlar. zira, bazı muhabbetler yemek içmek gibidir, arada bir ihtiyaç veya zevk için ifâ edilir. bazı münasebetler -af buyrun- def-i hâcet gibidir, zaruretten icra edilir. fakat dervişlik muhabbeti demek, hava gibidir, nefes gibidir. bu muhabbetsiz yaşayamayan, başka bir deyişle ancak bu muhabbetle yaşayan zâta derviş denirmiş. derviş, farsça bir kelime olmasına rağmen, kavramayı kolaylaştırmak için türkçede şöyle anlatılmıştır: derviş, orjinal yazılışında 'd', 'r', 'v', 'y', 'ş' harflerinden oluşur. terk makamları düşünülerek derviş; dünyayı, riyâyı, varlığı, yalanı ve şehveti terk eden kişinin ünvanıdır denilmiştir. kastedilen dünyayı terk, gaflete sevk edici, kişiyi hakk'ı anmaktan alıkoyan, aslî vâzifesini unutturan, dünyaperestlik ve dünya nimetlerine aldanma hâlidir. yoksa çalışmamak, hüner ve kabiliyetini kullanmamak, dünyevi ve içtimai(sosyal) sorumluluklarını yerine getirmemek değildir. burada hz. mevlânâ'dan şu hakikati nakletmek lâzım: "dünya nimetleri bir deniz; kalp ve ruh ise gemi gibidir. geminin yürümesi için su lâzımdır ve makbuldür. fakat geminin içindeki su, geminin yavay yavaş veya ansızın batmasını muhakkak kılar." sen, dünya nimetlerinden en güzel şekilde istifade et. fakat bunun sevdasını, muhabbetini kalbine koyma. hâsılı, el kârda, gönül yârda olacak, vesselâm. * (bkz: Keşkül Dergisi)
yakışıklı, güçlü kuvvetli, müheykel biri olduğu söylenir. omuzlarının genişliğinden dolayı sonradan platon adını almış derler. soylu, zengin bir ailenin çocuğudur. Ä°yi bir eğitim görmüş, matematikte ve şiirde sivrilmiştir. olimpiyatlarda yarış kazanmış ünlü bir atlettir. hocası sokrates baldıran ağusuyla öldürüldüğü vakit yirmi sekiz yaşındadır. sevgili hocasının ölümü ona düşüncenin hem bir tek insanın, hem de bütün insanların hayatına neler getirebileceğini göstermiştir. eflatun, bütün ömrünü sokrates'i öldürmeyecek, tersine onu ve onun gibileri baş tacı edecek bir toplumun, bir devletin nasıl kurulabileceğini düşünmekle geçirmiştir. sokrates'i öldüren demokrasiden uzaklaşıp dünyayı dolaşmaya başlamıştır. mısır, Ä°talya, anadolu ve hindistana gittiği ileri sürülür. kırklı yaşlarında tekrar atina'ya gelir ve bir kır evine yerleşir. sonradan dünya akademilerine adını verecek olan akademos'un bahçesinde gençlerle buluşup sokrates gibi kendini sevdiren bir hoca olur. en önemli eserlerinden biri devlet'tir. ve bu kitapta, mistik ve metafizik dünya görüşlerinin üstüne kurulduğu ünlü mağara benzetmesi yer almaktadır.
eskiden epeyce yaygın olan bu hitap şeklinin kullanımı günümüzde pek azalmıştır. bunda biraz da kelimenin yüzeysel mânâsına bakılarak 'köleniz, mensubunuz' ifadesinin insana ve insan değerine yaraşır bir bir uslûp olmadığı şeklinde algılanmasının tesiri olmuştur. böylesi yanlış kanaatlerin aksine, 'bendeniz', ifadeyi kullanan kişiyi alçaltmaktan çok çok uzak, tam tersine ulvîleştiren ve hatta ulvî âlemle irtibatını gösteren, yücelten ve hakikî hürriyeti işâret eden bir hitap şeklidir. zira köleliğimizi beyan, karşımızdaki şahıs için değildir. bu hitap, o şahsın nezdinde hakk'a kulluk ilânından ibârettir. çünkü karşınızdaki kişi; allah'ın ruhundan ruh üflediği hazret-i insandır, ilâhî emânetin hâmilidir, eşref-i mahlûkattır. sûreti insan olan her kişi, hazreti insan namzetidir. bu âlemde, insanın insanla karşılaşması ve söyleşmesi, ruhlar âlemindeki güzellikleri ve hâdisatı hatırlatmaktadır, hatırlatmalıdır da... 'bendeniz', bu âşinâlığın, bu hatırlayışın söze, lisana dökülüşüdür. hâsılı 'bendeniz' hitâbı âdeta şöyle demektir: hakkın emanetini hâiz, sıfatına mazhar ey sûreti ve sîreti insan olan can! ben sizdeki emanete köleyim. geldiğim yeri unutmadım. her sûreti insan olanda, ahdimi ve vaadimi bir kez daha tazeliyorum. hakk, sizde tecelli etmiştir, gönlümle selâm ederim. sizin nezdinizde hakk'a niyaz ederim.
yitürdüm yûsuf'um ken'ân ilinde yûsuf'um buldum ken'ân bulunmaz yûsuf, yârdır, ken'ân ağyârdır. yûsuf'dan murâd, vahdet; ken'ân'dan murâd, kesrettir. kesret, ken'ân'da; yûsuf, vahdette bulundukda yûsuf olup ken'ân görünmez. nitekim hz. mısrî, bu sırra işâret buyurur: ben sanurdum âlem içre hiç bana yâr kalmadı ben beni terk eyledüm gördüm ki ağyâr kalmadı enâniyyet ken'ân'dır; mahviyyet, yûsuf'tur. kemâl husûlünde enâniyyet fânî olur. yûsuf'dan murâd, rûhdur. ken'ân'dan murâd ceseddir. ken'ân-ı cesede, yûsuf rûh-ı sırr oldu. görünmez, ne makâm olduğu bilinmez. "yusuf'um buldum ken'ân bulunmaz" demek, rûh, bakîdir; lâkin, ken'ân, cims-i fânîden her zaman ele girmez. elde iken kadrini bilip âlet-i cevârihı hak yoluna sarf eylemektir. (bkz: sefine-i evliya, 2.cilt, sf.183)
naz, âşık ile mâşuğun aşkını ziyâde etmek içindir. âşık, daima 'mâşuk'una hüzn-i zan edecektir. su-i zan ettiği zaman arada perde olur zirâ. âşık, muhabbetinde eksiklik duyduğu zaman, " 'sevgili' beni terbiye ediyor, yanmamı istiyor..." gibi düşünmelidir ki aradaki râbıta devam etsin. hâsılı 'mâşuk', âşığından vazgeçmez!
sevgiyi çiçeğe benzetmişlerdir. çiçeğin gıdası nasıl sulanmasındaysa, sevginin gıdası da izhârındadır. çiçeğe su vermezseniz bir müddet sonra kurur, ölür gider. işte aynen öyle, muhabbeti besleyen şey de muhabbetini belli etmekte, göstermekte ve belki de izhârın en âşikârı olan söylemektedir. illâ ki kelimelerle mi izhâr edilir. hayır. sevgiyi izhâr etmenin bin türlü yolu vardır; bazen bir bakış yeter izhârına, bazen sevdiğinin sevdiğini sevmektir, bazen onun için dua etmektir. belki söyleyeceğiniz şeyin ağırlığını kelimeler kaldıramayacaktır. belki de kelimelerin sizi sınırladığını düşünüyorsunuzdur. *orası size kalmış! fakat bir şekilde izhâr lâzımdır. çünkü beklemek ateşten daha yakıcıdır. onun kadar yakıcı olan bir şey varsa o da muallakta kalmaktır, emin olamamaktır. ve denir ki hâlife sevilmeden 'müstahlef'e muhabbet edilemez! mutlaka bir muhatab lâzımdır. fakat bunu illâ ki cinsiyet olarak düşünmemelidir. hâsılı sevmek çok güzel, çok mûcizevî bir şeydir ve hiçbir şeyi sevmeyenin insanlığından şüphe edilmiştir.
âşıkları, zar zar ağlatan mahbûbedir. meftûn yine dil bir sanem-i mâh-cemâle elden ne gelir ağlamadan başka bu hâle
hemen aklıma geliveren bir şeyi teberrüken yazayım: bazı zevât-ı kirâmı kastederek söylenmiş "bu meydanda nice nice başlar, kesilir hiç soran olmaz veya duyan olmaz" diye bir söz vardır. evet, işte sırlarını ifşâ etmedikleri için nice başı kesikler vardır. bu gibi sır ehli için, sırrını âleme ilân etmektense, başını verip cânını o sır uğrunda kurban etmek evlâdır. zira, tasavvufta sırrını ifşâ edenlere de pek hoş bakılmaz, hatta bu nevi kişiler için "ağzı kara" tabiri kullanılır.
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz. sözlük sistemi ile geliştirilmiştir. |