derviş

    derviş; benlikten sıyrılan, hak kapısının eşiğinde dâim niyâzda olan, rıza üzere sâbit kadem bulunan, nefsini ârif olmakla hakk'ı ârif kılınan, her tecelliyi hakk'la bilip hakk'la idrak etmeye çalışan, hakk yolunun hakkını vermek üzere azm ü gayret gösteren, malı, mülkü, varlığını sevgilisi uğruna sarf eden, benden senden geçip o'nu bulan, marifet ve hakk'a kurbiyyet kapısının eşiği...

    derviş, sermayesi muhabbet ve aşk olan zâttır. aşk kendinden başka her şeyi yok ettiği için, malını mülkünü, varlığını ilâhi aşk yolunda harcetmiş, rızâ kapısına tamamıyla yok olarak, benlikten sıyrılmış olarak gelen zata derviş denir. bütün alışverişleri muhabbettir:

    gül alırlar gül satarlar
    gülden terazi tutarlar
    gülü gül ile tartarlar
    çarşı pazarı güldür gül

    yârin muhabbeti ile oturur, yârin muhabbeti ile kalkar, onunla konuşur, onunla duyar. muhabbet deryasının balıkları gibidir onlar. zira, bazı muhabbetler yemek içmek gibidir, arada bir ihtiyaç veya zevk için ifâ edilir. bazı münasebetler -af buyrun- def-i hâcet gibidir, zaruretten icra edilir. fakat dervişlik muhabbeti demek, hava gibidir, nefes gibidir. bu muhabbetsiz yaşayamayan, başka bir deyişle ancak bu muhabbetle yaşayan zâta derviş denirmiş.

    derviş, farsça bir kelime olmasına rağmen, kavramayı kolaylaştırmak için türkçede şöyle anlatılmıştır: derviş, orjinal yazılışında 'd', 'r', 'v', 'y', 'ş' harflerinden oluşur. terk makamları düşünülerek derviş; dünyayı, riyâyı, varlığı, yalanı ve şehveti terk eden kişinin ünvanıdır denilmiştir. kastedilen dünyayı terk, gaflete sevk edici, kişiyi hakk'ı anmaktan alıkoyan, aslî vâzifesini unutturan, dünyaperestlik ve dünya nimetlerine aldanma hâlidir. yoksa çalışmamak, hüner ve kabiliyetini kullanmamak, dünyevi ve içtimai(sosyal) sorumluluklarını yerine getirmemek değildir. burada hz. mevlânâ'dan şu hakikati nakletmek lâzım:
    "dünya nimetleri bir deniz; kalp ve ruh ise gemi gibidir. geminin yürümesi için su lâzımdır ve makbuldür. fakat geminin içindeki su, geminin yavay yavaş veya ansızın batmasını muhakkak kılar." sen, dünya nimetlerinden en güzel şekilde istifade et. fakat bunun sevdasını, muhabbetini kalbine koyma. hâsılı, el kârda, gönül yârda olacak, vesselâm. * (bkz: Keşkül Dergisi)
    (12.10.2006 21:53)

zenne

    bir kaynakta 'zenne' kelimesinin arapçada 'vızıldamak' mânâsına gelen bir kelimeden türediği yazıyordu. 'kadın' için kullanılması da çok manidar ve hatta bazen bazı hanımlar için çok hakikat...* * *
    (12.10.2006 21:29)

platon

    "benim tek bildiğim, bir şey bilmediğimi bilmektir." ve "kendini tanı" gibi sözlerin sahibi sokrates'in meşhur öğrencisi, filozof platon'un bizdeki adı diyebiliriz.

    yakışıklı, güçlü kuvvetli, müheykel biri olduğu söylenir. omuzlarının genişliğinden dolayı sonradan platon adını almış derler. soylu, zengin bir ailenin çocuğudur. Ä°yi bir eğitim görmüş, matematikte ve şiirde sivrilmiştir. olimpiyatlarda yarış kazanmış ünlü bir atlettir.

    hocası sokrates baldıran ağusuyla öldürüldüğü vakit yirmi sekiz yaşındadır. sevgili hocasının ölümü ona düşüncenin hem bir tek insanın, hem de bütün insanların hayatına neler getirebileceğini göstermiştir. eflatun, bütün ömrünü sokrates'i öldürmeyecek, tersine onu ve onun gibileri baş tacı edecek bir toplumun, bir devletin nasıl kurulabileceğini düşünmekle geçirmiştir. sokrates'i öldüren demokrasiden uzaklaşıp dünyayı dolaşmaya başlamıştır. mısır, Ä°talya, anadolu ve hindistana gittiği ileri sürülür. kırklı yaşlarında tekrar atina'ya gelir ve bir kır evine yerleşir. sonradan dünya akademilerine adını verecek olan akademos'un bahçesinde gençlerle buluşup sokrates gibi kendini sevdiren bir hoca olur.
    en önemli eserlerinden biri devlet'tir. ve bu kitapta, mistik ve metafizik dünya görüşlerinin üstüne kurulduğu ünlü mağara benzetmesi yer almaktadır.
    (07.10.2006 20:33)

bendeniz

    'bendeniz' farsça 'bend' kelimesi ile türkçe 3.çoğul şahıs ekinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. 'bend': bağ, zincir mânâsına gelir. bu kelime, farsçadaki 'hâl kökü' denilen kalıba sokularak edilgen şeklini almış, 'bende' yani 'bağlanmış', 'mensup' hatta 'köle' anlamına gelmiştir. bu kelimeye türkçe 3. çoğul şahıs eki, yardımcı sesle (-niz) ilâve edilmiş, 'bendeniz' yani 'köleniz, mensubunuz' tabiri ortaya çıkmıştır.

    eskiden epeyce yaygın olan bu hitap şeklinin kullanımı günümüzde pek azalmıştır. bunda biraz da kelimenin yüzeysel mânâsına bakılarak 'köleniz, mensubunuz' ifadesinin insana ve insan değerine yaraşır bir bir uslûp olmadığı şeklinde algılanmasının tesiri olmuştur. böylesi yanlış kanaatlerin aksine, 'bendeniz', ifadeyi kullanan kişiyi alçaltmaktan çok çok uzak, tam tersine ulvîleştiren ve hatta ulvî âlemle irtibatını gösteren, yücelten ve hakikî hürriyeti işâret eden bir hitap şeklidir. zira köleliğimizi beyan, karşımızdaki şahıs için değildir. bu hitap, o şahsın nezdinde hakk'a kulluk ilânından ibârettir. çünkü karşınızdaki kişi; allah'ın ruhundan ruh üflediği hazret-i insandır, ilâhî emânetin hâmilidir, eşref-i mahlûkattır.

    sûreti insan olan her kişi, hazreti insan namzetidir. bu âlemde, insanın insanla karşılaşması ve söyleşmesi, ruhlar âlemindeki güzellikleri ve hâdisatı hatırlatmaktadır, hatırlatmalıdır da... 'bendeniz', bu âşinâlığın, bu hatırlayışın söze, lisana dökülüşüdür.

    hâsılı 'bendeniz' hitâbı âdeta şöyle demektir:
    hakkın emanetini hâiz, sıfatına mazhar ey sûreti ve sîreti insan olan can! ben sizdeki emanete köleyim. geldiğim yeri unutmadım. her sûreti insan olanda, ahdimi ve vaadimi bir kez daha tazeliyorum. hakk, sizde tecelli etmiştir, gönlümle selâm ederim. sizin nezdinizde hakk'a niyaz ederim.
    (30.09.2006 22:30)

su

    bildiğimiz mânâsının dışında, bir de çince'den gelen 'saat, zaman' anlamında bir kullanımı mevcut imiş. meselâ: iki sularında...
    (30.09.2006 21:24)

yusuf

    Âşık yûnus hazretleri ne güzel buyurmuştur:

    yitürdüm yûsuf'um ken'ân ilinde
    yûsuf'um buldum ken'ân bulunmaz

    yûsuf, yârdır, ken'ân ağyârdır. yûsuf'dan murâd, vahdet; ken'ân'dan murâd, kesrettir. kesret, ken'ân'da; yûsuf, vahdette bulundukda yûsuf olup ken'ân görünmez. nitekim hz. mısrî, bu sırra işâret buyurur:

    ben sanurdum âlem içre hiç bana yâr kalmadı
    ben beni terk eyledüm gördüm ki ağyâr kalmadı

    enâniyyet ken'ân'dır; mahviyyet, yûsuf'tur. kemâl husûlünde enâniyyet fânî olur. yûsuf'dan murâd, rûhdur. ken'ân'dan murâd ceseddir. ken'ân-ı cesede, yûsuf rûh-ı sırr oldu. görünmez, ne makâm olduğu bilinmez. "yusuf'um buldum ken'ân bulunmaz" demek, rûh, bakîdir; lâkin, ken'ân, cims-i fânîden her zaman ele girmez. elde iken kadrini bilip âlet-i cevârihı hak yoluna sarf eylemektir. (bkz: sefine-i evliya, 2.cilt, sf.183)
    (30.09.2006 21:16)

naz

    lügat mânâsı, kendini beğendirmek amacıyla takınılan edâlı tavır, cilvedir; bir şeyi istediği hâlde kendini ağıra satmak için hemen kabul etmeyip istemiyormuş gibi davranmaktır. (bkz: misâlli büyük türkçe sözlük)
    naz, âşık ile mâşuğun aşkını ziyâde etmek içindir. âşık, daima 'mâşuk'una hüzn-i zan edecektir. su-i zan ettiği zaman arada perde olur zirâ. âşık, muhabbetinde eksiklik duyduğu zaman, " 'sevgili' beni terbiye ediyor, yanmamı istiyor..." gibi düşünmelidir ki aradaki râbıta devam etsin. hâsılı 'mâşuk', âşığından vazgeçmez!
    (28.09.2006 13:41)

sevgi

    sebeb-i hilkat-i âlemdir sevgi, yani yaradılış sebebidir. 'dâd-ı Hakk' da denir, çünkü Allah vergisidir. irâdî olmadığını söylerler, çünkü severken sebepli ya da hesaplı sevmezsiniz. belki neyi, kimi niye seviyorum diye düşünmezsiniz. zaten akıl işi değil gönül işidir.
    sevgiyi çiçeğe benzetmişlerdir. çiçeğin gıdası nasıl sulanmasındaysa, sevginin gıdası da izhârındadır. çiçeğe su vermezseniz bir müddet sonra kurur, ölür gider. işte aynen öyle, muhabbeti besleyen şey de muhabbetini belli etmekte, göstermekte ve belki de izhârın en âşikârı olan söylemektedir. illâ ki kelimelerle mi izhâr edilir. hayır. sevgiyi izhâr etmenin bin türlü yolu vardır; bazen bir bakış yeter izhârına, bazen sevdiğinin sevdiğini sevmektir, bazen onun için dua etmektir. belki söyleyeceğiniz şeyin ağırlığını kelimeler kaldıramayacaktır. belki de kelimelerin sizi sınırladığını düşünüyorsunuzdur. *orası size kalmış! fakat bir şekilde izhâr lâzımdır. çünkü beklemek ateşten daha yakıcıdır. onun kadar yakıcı olan bir şey varsa o da muallakta kalmaktır, emin olamamaktır.
    ve denir ki hâlife sevilmeden 'müstahlef'e muhabbet edilemez! mutlaka bir muhatab lâzımdır. fakat bunu illâ ki cinsiyet olarak düşünmemelidir. hâsılı sevmek çok güzel, çok mûcizevî bir şeydir ve hiçbir şeyi sevmeyenin insanlığından şüphe edilmiştir.
    (28.09.2006 13:26)

sanem

    lügat mânâsı itibariyle, 'put' demektir. fakat çok güzel, âfet-i devrân, yüzüne bakmaya doyamayacağınız hanımlar için de 'sanem' tâbiri kullanılmıştır.
    âşıkları, zar zar ağlatan mahbûbedir.

    meftûn yine dil bir sanem-i mâh-cemâle
    elden ne gelir ağlamadan başka bu hâle
    (27.09.2006 14:58)

ser verip sır vermemek

    'sır' bilinmesi istenmeyen, âşikâr edilmeyendir. bir acip muammadır! belki anlamakta âciz kaldığımız şeydir. iki 'şey' arasındadır sır ve o iki şeyden çıktığı zaman artık sır olmaktan da çıkar. genelde bunu iki insan, iki varlık olarak anlarız fakat hz. mevlânâ'nın beyânına göre bu iki şeyden maksûd, iki dudaktır. ve denir ki, ser verilir sır verilmez!
    hemen aklıma geliveren bir şeyi teberrüken yazayım: bazı zevât-ı kirâmı kastederek söylenmiş "bu meydanda nice nice başlar, kesilir hiç soran olmaz veya duyan olmaz" diye bir söz vardır. evet, işte sırlarını ifşâ etmedikleri için nice başı kesikler vardır. bu gibi sır ehli için, sırrını âleme ilân etmektense, başını verip cânını o sır uğrunda kurban etmek evlâdır. zira, tasavvufta sırrını ifşâ edenlere de pek hoş bakılmaz, hatta bu nevi kişiler için "ağzı kara" tabiri kullanılır.
    (27.09.2006 14:43)

elif

    bir gün ortaköy'de arkadaşlarıyla yürürken, içlerinden birinin söylediği sözü, kulağının azizliğine uğrayarak, 'cümle âlem gizlidir bir erikte, bana bâde yedirtme" şeklinde anlayıp, "allah allah? bu da ne demek? hepsini geçtik, bâde yenmez, içilir."diye kendini mânâ arama yollarında telef eden, "acaba kim söylemiş bunu?" suâline aldığı "yunus emre!" cevabıyla bir kez daha hayretler içinde kalan ve "o söylemişse illâ ki bir mânâsı vardır." diye kendini bir mânâ bulmaya icbar eden, "yani, çıktım erik dalına, demiş. erik, muhakkak ki bir remizdir..."diye sesli düşünürken, "yahu ne demiş bir daha söyleyiversene" diyerek işin asılının "cümle âlem gizlidir bir elifte, bana bâ dedirtme!" olduğunu anlayan ve o an kahkahalara boğulan ve bu hâtıraya hürmeten ve de tabiki bu adı çok sevdiği için kendine rumuz olarak elif'i seçen kişidir.
    (26.09.2006 13:45)

withlove

    pek bir nekre, pek bir muziptir kendileri. zannımca cem yılmaz ve benzerlerinin tahtını sallayacak bir kudrettedir. kedi babasıdır fakat biraz sert bir babadır * sanatkârdır.
    (25.09.2006 17:51)

uydurellezine velbeceruhu

    kendisini daha yeni yeni tanırken, bir arkadaş\ dost meclisinde sohbet esnaında, orada bulunan bir kalem erbâbına hitâben söylediği "hocam, zât-ı âlînizin mecmuada neşretmiş olduğu ayaz hikâyeleri hakkında biraz malumat lutfeder misiniz?" cümlesiyle beni hayrette bırakan zât-ı şeriftir. ikinci kez ise "kâni karaca merhumun bu eseri iki 'cede'den mi müteşekkil?" sorusu karşısında 'taaccüp' * ettiğim fakat daha sonra bu nevi cümlelere ve bu konuşma üslubuna alıştığım *, ihtimal ki tevellüdü 1900lerden önce olan fakat o devirlerin insanın nasıl olduğunu bizlere göstermek üzere bir numune-i imtisâl olarak asrımızda zuhur eden, mütebahhir allâme olmasına rağmen 'öz türkçe' diye tâbir edilen zamâne kelimeleriyle pek geçinemeyen, tanıdığım için kendimi bahtiyar hissettiğim, hoşsohbet, nekre, hezarfen, az buçuk da hezeliyatçı * biraderim, insan güzeli...
    (25.09.2006 17:28)

benlicenan

    benlicenan öyle bir güzeldir ki târif etmeye kelâm bulamıyorum. yine de şu kadarını söyleyeyim ki şeker mi şeker, hoşsohbet, latîf, nüktedan, afîfe, ilim ve irfan sâhibi, muhabbetten behredar olan bir insan güzelidir. kendisini tanıdığım ve dostuluğuna yakınlığına mazhar kılındığım için bahtiyâr olduğum ve ayrıca bunun için Allah'a şükr ettiğim nâdir insanlardandır. ve her şeyden de önemlisi, Ä°stanbul'da olmasını cân u gönülden niyâz ettiğim gönül ehli zât-ı şâhânedir.
    (25.09.2006 17:13)

aselban

    yazdıklarını okurken bir âşinâlık hissettiğim, 'yahu kim ola bu kişi' diye düşünürken, Tanpınar muhabbetini izhar etmesinden kim olduğunu hemen anladığım, kendisine bir isim ararken bile tanpınarsız edemeyen, tanpınar'ın gelmiş geçmiş en büyük, biricik âşığı, yâr-i vefâdarı,pek sevgili, pek kıymetli arkadaş, âlim, ârif, fâzıl, mâhir, zarâfet timsâli, tanımakla şerefyâb olduğum zât-ı şerif, hâzâ insan güzeli...
    (23.09.2006 21:53)

sayfa: 1-2-3-4-5

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.