kuzey yarım kürede, genellikle, eylül, ekim, kasım aylarında yaşanan mevsimdir. güz adıyla da ifade edilmektedir.
doğanın neşesini, enerjisini kaybetmesidir. her ne kadar aylar süren sıcak ve neşeli günler yaşasa da, dünyanında gücü dayanamamakta ve düşmektedir sonbahara. elleri, nefes aldığı yaprakları, hınzırca sarıldığı bulutsuz gökyüzü kaybolur ve yerini hüzne ve yorgunluğa bırakır.
ağustosun sonunda ilk kuruyan yaprakla geleceğini hatırlan mevsimdir.her mevsim gibi son baharın da tadı başkadır aslında ancak istanbulda bu tad acıdır.çünki sonbahar eylül demektir,herkesin istanbula dönüp, sokakların insanlarla dolup taşmasının, tıkanacak olan trafiğin, okul alışverişi çılgınlığının ve daha pek çok stres sebebini de beraberinde taşıyan mevsimdir sonbahar.
ama dalları balkonunuzun içine kadar ulaşan kocaman bir ıhlamur ağacı varsa evinizin bahçesinde güz yelleri estikçe savrulan yaprakların hışırtısı sizi bütün bu sıkıntılardan kurtarabilir.
yaz mevisimi sıcak olur gezinti için uygun değildir. kışın soğuk, yağmur, çamur gezmek olmaz. ışte! sonbahar gezmek için harika bir zamanlamadır. hafta sonları alın sırt çantalarınızı yaşadığınız şehri serin serin rahat rahat gezmeye sonbahar da başlayın.
ince giyme üşürsün, kalın giyme terlersin...yağmurun yağışı bile güzeldir bu mevsim. yazdan kalan sıcak günlerin yaşandığı kışın kendini "geliyorum hazırlanın" diye hissettirdiği mevsim. ne mutludur ki 4 mevsimi bir arada yaşadığımız bir ülkedeyiz.
sonbahar
hep hüzün mü sürükler yüreklere ,
hep ayrılık mı getirir aşıklara ,
hep yalnızlık mı yaşatır insanlara ,
yoksa tüm bunlar,,, tüm bu anlatılanlar
tüm bu yaşanan söylentileri
bunlar belki yalan,belki kurgu,belki tesadüf...
yaşamadan bilemezsin.
kimse aşık olup sonbaharda ayrılmadan ,
sevdikleriyle olup onları sonbaharda kaybetmeden ,
kimse mutlu olup sonbaharda hüzünlenmeden
bilemez...
kim bilebilir tüm bunları!
kim bilebilir sonbaharda ayrılığın zor olduğunu...
kim bilir yapraklar bile ağacını terk ederken
beni sevdiğimin sonbaharda terk etmediğini!
terk etti...
bıraktı tüm yaşananları.
tüm yaşananları bir sonbahar akşamı silip gitti yüreğinden!
beni silip gitti bir sonbahar akşamı...
eğeğr silmeseydi beni,bırakmasaydı yapayalnız
ben nerden bilirdim sonbaharda ayrılığın daha bi kötü olduğunu...!!
bence sonbahar ayrılığın ve yalnızlığın yürekta hat safhada hissedildiği bir mevsim değil insanlar için geçiş dönemidir.
sonbaharın bizi üzmesinin asıl sebebi yağmurlar değildir aslında, yağmur üzüntünün dışavurumudur. bizi üzen sahiplenme duygusudur.
yapraklar yaprak sapı ile veya yaprağın bir bölümü ile dallara bağlıdır doğduklarından beri, yani ilkbahardan beri. onların bu bağlılıkları, bağlı oldukça canlı ve yeşil olmaları bize kendimizi iyi hissettirir, çünkü kendi sevdiklerimizi, bağlı olduğumuz insanları düşünür, kendimizi evrenin merkezi hissederiz, bir sürü başka insan çevremizdedir; tıpkı o tek yaprağın etrafındaki binlerce yaprak, ve hepsini bir arada tutan güçlü bir bağ olan ağaç gibi.
ancak sonbahar geldiğinde bu bağın ne denli zayıf olduğunu görürüz. yapraklar düşerken onların ölümüne falan üzülmeyiz. onların, havada bağımsız durmaları bizi kokutur, yere düştüklerinde yalnız olmaları bizi üzer. bizi sıkı sıkı tutacak yakınlarımız olmadan ne kadar savunmasız hissedeceğimizi fark ederiz. birileri bizi sahiplensin isteriz, birine ait olmak isteriz. çünkü birisinin olunca biz, güvende hissedeceğimizi biliriz, bizim düşmemizi engelleyecektir sevdiklerimiz/bizi sevenler. yaprak düşerken bizi sahiplenen kimsenin olmadığını fark eder ve bu yüzden tehlikelerden korkarız, düşmekten, kimsenin bizi tutmamasından korkarız.
dallarda dururken bütünün parçası olan ve bir işe yaradığı için mutlu olan yaprak aynı zamanda ihanete uğramanın acısını yaşar havada tek başına kaldığında. onunla işi bittiğinde sanki o hiç var olmamış gibi onu silip atabilen bir anneye* sahip olmak ne demektir, bunu öğrenir yaprak. boşu boşuna çalışmış olmanın ve takdir görememenin üzüntüsünü anlar. öfkesinden kıpkırmızı kesilir düşeceğini anladığında, havada düşerken canı damarlarından tamamen silinir ve sararıp ölür zavallım. konuşabilse, "sen de mi?" diyecektir annesine. "dallardaki güzel kelebekleri sevdim, gittiler. arıları sevdim zar kanatlı, gittiler. beni yiyip bitiren kurtcuğu sevdim, gitti. yuvadaki kuş yavrularını sevdim, uçtular. ama hep en çok seni sevdim, ve beni öldüren sen oldun" diyecektir ağaca, diyemez. binlerce kardeşi gibi yere düşer, düşerken yapayalnızdır.
yaprakların düşüşü, her şeyin dünya etrafında dönmediğinin, dünyanın bir şeylerin etrafında döndüğünün bir göstergesi gibidir. var olan şey daima ağaçtır, yapraklar gelip geçicidir, onun etrafında dönerler. henüz yapraklar yeşilken bu şekilde bütünün parçası gibi hisseden insanoğlu da yapraklar düşerken dünyanın ve dünyaya kökleriyle bağlı her şeyin kalıcı olduğunu, kendilerinin geçici olduğunu anlar. bu onu daha da üzer.
sonbahar bize yalnızlığımızı hatırlatır. askılı tişörtlerle otururken ürperen omuzlarımızdaki boşluk, bize sarılıp bizi ısıtacak birilerinin olmadığına işaret eder ve bütün kışı kazaklarla avunarak geçiririz, sırf kendimizi yalnız hissetmemek için sarılma duygumuzu kıyafetlere yükleriz. bahar geldiğinde bizi saran kişi sıcaklık olacaktır, kimseye ihtiyaç duymadan yaşar ve keyfimize bakarız, yaz aşkları bu nedenle kısa sürer.
en sonunda, anne karnına dönüş psikozundaki yalnız birey gibi cenin pozisyonunda tortop olmuş, boşta kalan kollarıyla kendi kendine sarılan bir tip olur çıkarız, bütün kışı böyle depresif geçiririz. eğer bize sarılacak birini bulursak ne ala, o zaman kış soğuk olmaktan çıkar zaten.
dört mevsim içinde en güzel,en prestijli,en çok yaşanası mevsimdir.. mistik bir havası vardır bu mevsimin.. insanın kendi içine daha objektif bakmasını sağlayan bir mevsimdir..
benim mevsimimdir........
fânî ömür biter, bir uzun sonbahâr olur.
yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;
günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.
anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
dünyânın ufku, gözlere gittikçe târ olur,
her gün sürüklenip yaşamak rûha bâr olur.
İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;
bir başka mûsıkîye geçiş farzeder bunu;
teslîm olunca va'desi gelmiş zevâline,
benzer cihâna gelmeden evvelki hâline.
yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
duymaz bu ânda taş gibi kalbinde bir sızı:
farketmez anne toprak ölüm mâceramızı.
daha önce kısa metraj çeken Özcan Alper'in ilk uzun metrajlı filmi.
ilk uzun metrajlısı için bu kadar iyi bir film yapmak yönetmen için avantaj mı dezavantaj mı bilemedim. anlatmak istediklerini ajitasyon yapmadan, bağırmadan, alabildiğine naif bir dille ama o kadar güçlü anlatmış ki, filmin sonu geldiğinde boğazınızda bir hıçkırık düğümlenip kalıyor, ağlayamıyorsunuz.
gelgelelim çağan ırmak ıslaklığına alışanlar için bu film hiç ilgi çekici gelmeyecektir.*
Bölgenin şartlarını, eşsiz güzelliklerini, mekanlarını, dilini, müziğini kısacası doğup büyüdüğü şehri mükemmel derecede bilen Artvin-Hopalı yönetmen Özcan Alper'in Altın Koza'lı başyapıtı.
Abartmadan, hüngür hüngür ağlatmadan nasıl romantik-trajik film yapılır bize çok iyi gösterdi Özcan Alper.
Olayın çıkış noktası; 1997'de giderek zorlaşan hayat şartlarına ses çıkardığı için devletin hayatını kararttığı bir üniversitelinin hapisten hastalığı dolayısıyla zorunlu tahliyesi ve kimseye bundan bahsetmeden içten içe çökerken bir yandan da eğlenmeye çalışmasıdır.
Son sahnede tulumun eşsiz sesi eşliğinde üzerime çöken hüznü anlatmak mümkün değildir. Burnumun direğinin sızladığını hissettim.
Hayatın tüm güzellikleri sökülüp alınmıştur Yusuf'tan. Geriye kalan sağlıksız bedeniyle döner evine yıllar sonra. Burada unuttuğu şeyleri yeniden öğrenmeye, hatırlamaya çalışır. Annesinin elinden süt içerken şefkati, Eka saçlarını okşarken huzuru ve sevgiyi, Mikhail türkü söylerken mutluluğu. Ama ne halsiz ciğerleri, ne de 10 yıl mahkumluğun getirdiği kabuslar izin vermez. Yusuf'ta farkındadır zaten hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağının ama genede çabalar. Filmin ıslak olmayan ama derin hüznü de buradan kaynaklanır.
Gerek barındırdığı muhteşem karadeniz manzaraları ve müzikleri olsun, gerekse saf hüznü olsun son yıllardaki en izlemeye değer Türk filmidir Sonbahar.
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.