kiymetini anlamak

    sahip olunan birşeyden / kişiden ayrı kalındığında veya başka birşeyle kıyaslandığında hissedilen minnet duygusudur.
    vampircikle tanışıldığında ve diğer benzerleri ile kıyaslandığında hissedilen mutluluk ve içerde olmaktan duyulan huzurdur.
    (15.06.2007 21:22)

demokrasi

    dünyanın hiçbir yerinde geçerli olmayan ve asla da olmayacak bir kavramdır. doğada dahi karşılığı yoktur. kaldı ki, fazlası da bünyeye ters geldiğinden, istismara açıktır.
    (13.06.2007 16:13)

eski sevgili

hillside

    bir alarko holding kuruluşudur. hem otel hem de spor salonu vardır şirket bünyesinde. Ülkemizin kaymak tabakası ile tanışabileceğiniz, çevrenizi genişletebileceğiniz, spordan, tatilden çok sosyalleşmek isteyenlerin mekanlarıdır. hillside trio açılışında oldukça ses getiren bir kampanya hazırlamıştı, "kulübe kaç!" sloganı ile. aslında ülkemizde modern fitness ve cemiyet oluşturma faaliyetleri anlamında ilklere ve özel projelere imza atan güzel bir kuruluştur. *
    (13.06.2007 16:09)

allah cezanızı verecek

    ben merak ediyorum, milletvekili olmak için belli şartlar yok mu ülkemizde? yani en azından sicili tmeiz olmalı değil mi insanın? veya bu kadar aleni olarak suça adı karışmamış olması gerekmez mi? hayır, medeni toplumlarda diyorum yani, burda değil *. bu kadar kolaysa, bu kadar herkese açıksa aday olmak, genelevden ayrılmış olan hanımın adaylığı neden kabul edilmedi? konuyu daha da uzatayım mı? *
    (13.06.2007 16:00)

feridun düzağaç

    zekası ile hayran bırakan, melankolisi ile insanı boğan, kötü bir sevgili...
    (13.06.2007 15:57)

cin iskencesi

    (bkz: opera)
    (12.06.2007 14:50)

ahmet altan

    aldatmak isimli romanına kadar deliceisne hayran olduğum, kadınları inanılmaz anladığını düşündüğüm yazardır. aldatmak, her cümlesi ile ne yazık ki oldukça çalıntı duran bir kitaptı ve sevdiğim yazardan eser bile yoktu. Çok üzülmüştüm, valla.
    (12.06.2007 11:06)

esra ceyhan

    vıcık vıcık bir yengeç burcudur kendisi, sürekli ağlar ekranlarda, pek içlidir, hamilelikten sonra korkunç bir görünüme sahip olmuştur ama yine de azimle göğüs bölgesindeki dekolteden vazgeçmemekte ve içimizi kaldırmaktadır. fenadır, daraltıcıdır.
    (07.06.2007 14:11)

fie

    uluslararası eskrim federasyonu.

    fransızca "fédération internationale d'escrime"in kısaltmasıdır.

    (06.06.2007 12:10)

alyans

    "şu kadarcık birşey" dir kendisi, ancak anlam yüklemekten bir hal olunmuştur, kanlı elmas filmini izleyen kadınların artık alyanslarını elmaslı istemediklerini düşünmek istiyorum.
    (06.06.2007 10:18)

diezma

    diezma, İspanya'nın on yedi özerk bölgesinden, ülkenin güneyinde en fazla nüfusu sahip bulunan endülüs otonom bölgesine bağlı sekiz eyaletten biri olan granada'ya bağlı 168 belediyeden biridir. diezma belediyesinin nüfusu, 2005 yılı nüfus sayımlarına göre 836 kişidir.

    (06.06.2007 09:57)

gözleriylen yediler

    (bkz: abazan)
    (05.06.2007 11:54)

reklamcı

    "ben reklamcıyım." ; bana mesleğimi her sorduklarında ardından özür dilemek istiyorum.

    "evet, ben reklamcıyım; ve yaşanan sosyo- psikolojik bozuklukların, çocukların ailelerine yaptıkları baskıların, halkın kişilik çatışmalarının sorumlusu kısmen benim; özür dilerim..."

    böyle olsun istemezdim aslında, ben sanıyordum ki ürünü alıyorsun, faydasını azıcık parlatıyorsun, içine biraz mizansen biraz hayal gücü katıyorsun sonra da servise sunuyorsun. zaman geçtikçe yaptığım işin, başkaları yerine hayal kurmak olduğunu anladım. mümkünse insanların en zayıf yanlarını yakala, orayı harekete geçirecek düğmeye bas ve ürünü almalarını sağla...kural bu! İşin bu olunca psikolojiden, sosyolojiden, biolojiden, matematikten ve yaşam formunu ilgilendiren tüm konulardan haberdar olman gerekiyor.

    o ilanda neden kırmızı kullanmak gerektiğini monet biliyorsan ancak anlayabilirsin ve/veya psikolojide, kırmızı rengin bulunduğu ortamda insanların daha fazla yemek yeme isteğiyle dolduğunu bilirsen.

    İlk zamanlar eğlenceliydi ne yalan söyleyeyim, focus gruplar 8-10 kişiden oluşan insan gruplarını, bir odaya doldurmak suretiyle fare muamelesi yapmak , gazetelerde, tvde yayınlanan katkım olan reklamlar, dergilerde çıkan adlar, sektörde tanınmak vs. dünyanın en önemli işini yaptığımı falan düşünürdüm.

    biolojik saat bir gün gelir vicdanını dürtmeye başlar. yaş 25 itibariyle annelik içgüdüleri yükselmeye, yolda gördüğün çocukları sahiplenmeye, sokak çocukları için ağlamaya başlarsın. tecavüz, ensest, taciz gibi kavramlara gereğinden ( dozajı herkese göre değişmekte) fazla tepki göstermeye başlarsın. bu yaşımla birlikte ben de mesleğimi sorgulamaya başladım. Çünkü elime her gün gelen gazete haberleri, tv programları gençlerin giderek vahşileştiğinin, acımasızlaştığının kanıtları. İşim neden, nasıl diye sormak benim. "neden bu çocuklar şiddete eğilimli?" , " neden coca-cola içiyorlar?" , " nasıl izliyorlar televizyonu, yatarak mı, arkadaşlarıyla mı, aileleriyle mi?"

    cevaplar sinir bozucu olmaya başladı giderek...Çünkü sonunda gelip dayandığım nokta, dolaylı yoldan bile olsa benim mesleğimle ilgiliydi. fare muamelesi yaptığım çocuklara neredeyse, "takmayın marka falan, hepsi bursa'da üretiliyor işte. hem de en fazla maliyeti -2- 3 $ bu çulların!" demek geliyor içimden.

    son nokta sanırım gazetede okuduğum haberle oldu: 8-10 yaşlarında 4 çocuğun, sınıf arkadaşları olan bir kıza tecavüz etmeleri, sonrasında bunu öğretmenlerine söyleyen 8 yaşındaki erkek arkadaşlarını dövemeleri ve ağaca asıp ölmesini beklemeleri ile ilgili olan haber...8-10 yaşlarında çocuklar...muhtemelen her birimizin kuzeni, yeğeni, çocuğu var bu yaşlarda...Şimdi evde sizce ne yapıyor? televizyon izliyor veya play station oynuyordur değil mi? Çizgi film izliyordur *, en iyi ihtimalle sihirli annem *.

    pokemon'u izledikten sonra uçabileceğini düşündüğü için camdan atlayan çocuğu hatırlayanınız var mı? kolay unutan bir milletiz değil mi?

    aslında ne çok şey var değil mi çocuklarımızın maruz kaldığı...hepsinden koruyamayız ki...ben reklamı yapmak zorundayım mesela, başka iş bilmiyorum. o da çok önemli değil, birileri zaten bunu yapacak çünkü çark dönmek zorunda... birileri üretecek, birileri tüketecek...ve dünya yeşil bir gezegen olarak dönmeye devam edecek. ağaçlardan sanırım hiç inmemeliydik. ya da sümerlilere birileri, saçmaladıklarını söylemeliydi...

    reality showları izliyor musunuz? İzlemediyseniz bakınız benim reality showlar yazım *. İzleyin arada bir, abartılmasına rağmen bazen gerçek olaylar da yayınlanıyor. ailesi kapıcı olduğu halde marka giyinmek ve hava atmak için ailesini zor duruma düşüren çocuklar, küçük emrah filmlerindeki gibi sahneler...onlar çok da yalan değil, hayatınıza dönüp bakın, durumunuz iyi ise, bir şekilde altında kalkıyorsunuzdur çocuklarınızın isteklerinin. saçma istekler olduklarını bilseniz de kırmamak için, ödül için toysrus'tan veya nike'tan birşeyler illa ki alıyorsunuz. bu sene kaçınız kızı converse ayakkabı için ortalığı yıktı.

    Çocuklarla/ gençlerle yaptığım grup tartışmalarında, neden marka giydiklerini/ kullandıklarını soruyorum;

    • kalite
    • taktir görmek
    • güven/ garanti:"yiyecek/içecekte markasız ürünü tercih etmiyorum; ürünü güvenli,kalitesini kanıtlamışsa kullanıyorum."
    • ego tatmini
    • zevk ve lüks
    • gösteriş: "bir ferrarim olsa bakmayanın alnını karışlarım" faktörlerinden bahsediyorlar.

    aslında türkçesi, "yoğun arkadaş etkisi" hissetmesi ve "arkadaş grubuna uyma", "onaylanma motivasyonu". gençlerin gruptan dışlanma korkusu, girdikleri ortamlarda kendilerini özgüvenli hissetme ihtiyacı, onlarda marka bağımlılığı yaratıyor. gençler her toplumda, özellikle karakterlerinin oturma evresinde, kendilerini arkadaş gruplarıyla, giydikleri/ kullandıkları markalarla özdeşleştiriyor, alışverişe arkadaşlarıyla çıkıyorlar. o zamanlarda da bizlerin kurduğu dünyalar ön plana çıkıyor.

    " nike al gamze! herkes ondan alıyor hem de çok güsellll. "

    "satın aldığınız markalara neden güveniyorsunuz ki?" diye soruyorum;

    • tavsiye üzerine
    • pahalı oldukları
    • estetik
    • sağlam
    • Çevrelerinde gördükleri
    • yaşadıkları deneyimleri söylüyorlar.

    aslında sağlamlık umurlarında filan değil, ayşe'de, ahmet'te var diye kullanıyorlar. bir de sürekli yabancı markalardan bahsediyorlar ki, belirttiğim gibi bursa, arkadaşlar, bursa...bazen tasarımlar bile burda yapılıyor ne nike'ı ?!

    "trend böyle, bu trendi bizden öncekiler çıkarttı biz de sürdürüyoruz" diyorlar.

    eğer beğendikleri marka birşeyi alabilirlerse, kendilerini çok şanslı, rahat, özgüvenli, enerjik, mutlu, huzurlu hissettiklerini söylüyorlar. yani; " kardeşim, bunu giyersen sen havalı, en trendy sen olacaksın dediniz, biz de aldık!" diyorlar.

    valla bilmiyorum, siz karar verin. en azından markanın, hayatın anlamı olmadığını öğretebilirsiniz belki çocuğunuza/yeğeninize/kardeşinize.

    (04.06.2007 14:13)

gelinim olur musun

    televizyonu her açtığımda midem bulanmaya başladı artık..." size anne diyebilir miyim?" , "yalvarırım gelinim ol!", " allah belamı versin, seni ölünceye kadar sevmezsem!" gibi binlerce program var. ve bunlar çok fazla izleniyor. ve ben, bir zamanlar değerler ile yaşanan, "batılı, avrupalı, onlar fazla rahat" denilen günleri özledim.

    binlerce genç kızın televizyonlarda, bir eve kapatıldıkları adamlara aşık olmak ve kendilerine aşık etmek için verdikleri çabayı, o sicim gibi göz yaşlarını, canlı yayında kesilen bilekleri, kafalarda kırılan bardakları yemin ederim anlamıyorum.

    hangi aklı başında organizma, oralara gidip, aylarca bir evde kalıp, tanımadığı bir adamla evlenmek için kırk takla atar ya! yıllarca birlikte olduğumuz insanı bile an geldiğinde sorguluyorken, "hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde..." sözü verebilirler ki?!

    geçen kar tatilinde 1 günü evde geçirdim. uzun zamandır işten güçten vakit bulup da televizyon izleyememiştim. ne iyi yapmışım allah'ım! ne güzel fanusa kapatmışım meğer kendimi. ben hala örf, adet, görenek diye ter ter tepinirken, millet kızını satılığa, kadınlar oğullarını damızlığa çıkarmışlar. hayır, ben de bacak kadarım bakarsan yaş olarak ama çok net hatırlıyorum televolesiz, kaynanasız günlerimizi...ve gayet de huzurluyduk o günlerde...

    semra hanım kimdir, ata neden sürekli ağlıyor, caner nasıl bir psikopattır, sadece 2 saatte öğrendim. ben, 2 saatte televizyonun karşısında fenalık geçirirken, stüdyodaki konuklar ateşli tartışmalarına, " biz senin ananı bekliyorduk, saçını başını yolacaktık" çığlıklarına devam ediyorlardı.

    "evlilik" bu ey ahali! hani bir zamanlar "kutsal" diye bar bar bağırdığınız, kızınızı, oğlunuzu evlendirirken binlerce araştırma yaptığınız kurum. yıllarca sürmesi gereken, sevgi, saygıyla yürüyen falan birşey hani!!!!

    beni tiksindirdiniz 2 saatte, evde oturup sürekli bunları izleyen genç kızlar, erkekler ne düşünüyorlar acaba evlilik hakkında!!?? size küçücük, altı yaşındaki ali'den bir örnek vereyim:

    evlenmek ıçın en uygun yas kaç olmalı ali'cim?
    el cevap: "yaşla ilgisi yok, evlenmek için aptal olmak yeter"

    evlılık dıye bırsey olmasaydı neler olurdu peki?
    el cevap : "hesabını vermemiz gereken bir sürü bebek olurdu". (ali, 6 yasinda)

    kanallar yayınlıyor, onlar reyting istiyor...sizin derdiniz ne ahalicim de saatlerce o programları izleyip, devamlarının çekilmesini sağlıyorsunuz?
    (04.06.2007 14:08)

sayfa: 1...-3-4-5-6-7...-16

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.