kelebek çıkmazı

    sanat yönetmenliğini ünlü art direktör tugrul suer'in yaptığı, mustafa altioklar'ın yönettiği başarılı dönem dizisidir
    (23.11.2007 10:11)

büyü artık

    "öncelikle sana ne!?" dedirten öğütsel bişeydir. ayrıca, büyürsem kafamı kırsınlar! diye nida atmamı sağlayan yine öğütsel birşeydir.

    28 yıl oldu bu dünyada geçen zamanın toplamı da elime ne geçti? manyak manyak kariyerdir, evliliktir, ay evimiz olsunlar, yok arabayı değiştirelimlerle 28 yıl. ne gerek var ki? büyüdükçe saçmaladık mı? küçükken temiz değil miydi ki hayat? kapıya gelen yavru kedi gibiydik. heyecanlı, deli, gözü kara, sıcak, sevecen. sonra tekmelerle, kışttlarla, aman yapma, gitme, etme, olmazlarla büyüdük. etrafa deli deli bakıyoruz, pek korkağız, pek güvenlik kaygısındayız, o kedi ne şekerdi, mahvettiler hayvanı 1 haftada. ( kaldı ki kedi en sevmediğim mahlukattır.)

    büyüdüm de ne oldu, insanların çocuklarını öldürdüğünü, taciz ettiğini, kimsenin aslında dost olmadığını, aslında hiçbirimizin tatmin olmadığını, kadınların mutsuz olmaya mahkum olduğunu, erkeklerin kafalarının hep karışık olduğunu, patronların pis olduğunu, asla patron olamayacağımı çünkü çok yufka yürekli olduğumu, hayatta en sevdiğim meslekten sıkıldığımı, bu dünyaya çocuk getirmek istemediğimi, evliliği bir sürü şeyi gördüm.

    bu muydu üstüne büyümemi beklediğin dünya!? sen büyü, bu da benim sana en büyük bed duam olsun temennileri içinde bitirdiğim tanımdır.
    (14.08.2007 14:56)

yaşayabilene bir kez de yeterli

    toplumsal baskılar, olması gerekenler, gün be gün bizleri belli kimlikleri ve rolleri sahiplenmeye zorluyor.

    kimimiz anne, kimimiz baba, kimimiz çocuk olarak yaşamlarımızı belli bir çizgi üzerinden götürmeye çalışıyoruz. ama, gün geliyor ki klasik roller, bizim mutluluğumuz için yeterli olmamaya başlıyor...

    bir evkadını, kendine biçilen "temizlikçi, organizatör" rolü ile, bir baba " para makinası" rolü ile aile içindeki görev dağılımından ne derece mutlu olabilir ki?

    bir annenin hayatımızdaki rolü sadece koruyucu mudur? hayır, aslında "anneeee!" diye seslendiğimiz, gözümüzü ilk açtığımız anda kendimizi kucağında bulduğumuz varlık, bizim tüm yaşamımız boyunca öğretmen, koruyucu, düzenleyici ve hatta sevgili olarak hayatımızdadır.

    bir baba, ki her korktuğumuzda veya başımız sıkıştığında çığlıklar atarak çağırdığımız kişi, gençliğimizde çekindiğimiz, karizmatik adamken, 16-17 yaşımızda en fazla kavga ettiğimiz, para aldığımız ama asla anlaşamadığımız kişiyken, yaş ilerledikçe olmak istediğimiz, ve hatta "onun gibi birisini istiyorum" dediğimiz kişi olur.

    kardeşimizi ilk doğduğunda en büyük rakibimiz sanırken, gün geçtikçe en yakın dostumuz olduğunu anlarız.

    ve fakat, bu rollerin sadece bir bölümüne ağırlık verildiğinde, toplumsal nedenlerden, en özel olanları geriye itildiğinde, geriye kanıksanmış, ötelenmiş, varlığından mutluluk duyulmayan sorumluluklar kalır.

    türkiye'de kadınların cinsel hayatlarının doğum yaptıktan sonra heyecanını kaybettiği, bilimsel olarak kanıtlanmıştır. bunun nedeni, doğumla birlikte "kutsal" bir statüye erişen kadına, erkeğin uzak duruşu ve cinsel yaşamın haftada 1-2 gün görev niteliğinden gerçekleşmesidir.

    peki, anne olduğu için kadın, sevgili rolünü terk etmek ister mi ki? flört ettikleri dönemde; ki bu pek nadirdir, biz görücü usulü sever bir toplumuz; binbir heyecanla seviştiği adamın kendisine "kutsal varlık, ellemeyelim" muamelesi yapması hiçbir kadını mutlu etmez. Çünkü o hala kadındır ve cinsel istekleri, özellikle çocuk doğurduktan sonra daha da yoğunlaşmaktadır. ama anneliğin ve evin sorumlulukları, kimseden bu konuda destek görememesi, kadını "ne yapalım demek böyleymiş anne olmak, ben de kendimi çocuğuma adayayım." noktasına getirir.

    peki bunun sonucu nedir? saçarı genellikle topuz yapılmış, kilolar alınmış, erkeğin gözünde anneliğin kutsallığı olduğu halde, kadınlık cazibesi gitmiş ve evin temizlikçisi olunmuş, her an aldatılmaya açık bir kadın modeli...

    herkes mutsuz; herkes değişiklik arıyor. erkek şanslı, işe gidiyor, sosyal çevresi var, bakımlı kadınlarla bir arada, kadın evde ve evin/çocuğun sorumluluğu altında genç kızlığını özlüyor, ama görevlerini de ihmal edemiyor kendine zaman ayırmak için, çünkü evkadınlarında şöyle yanlış bir inanış var: " Şekerim, metres dediğin kadın, kocama mükellef sorfralar, temiz çamaşırlar hazırlmaz!"; bence çok yanılıyorsunuz hanımlar, o kadın düzenli ev yaşamı olan bir adamı kapamak için sizden daha çok çabalar, hem de üstüne üstlük kilosuna da dikkat eder.

    sonuç: hep birlikte "kadın isterse" dizisine kitlenen ve hayat dersleri öğrenmeye, teselli bulmaya çalışan kadınlar ordusu olarak türkiye'de kafayı sıyırıyoruz.

    kocasını kazanmak için estetik ameliyatlar olan, ingilizce öğrenen bir kadın, asistansever bir koca...perişan olan 2 çocuk...dizinin konusu bu. bize ne hayrı var, " kocamızı elimizde tutmazsak, asistanına kaçar" kısadan hissesi...ne yapmak lazım, kendimiz değil, onun arzuladığı kadın olmak. bayıldım! Çünkü tam bir yerinden doğru yakalanan konu, yine örf, adet, anene, toplumsal roller noktasında sıkıştı.

    o adamlar neden başta, bizi beğendikleri kadın olma noktasından çıkarıyorlar da, sonradan yine kadınlar adamın peşinden paralanıyor? mini etek giyerken sevgili olduğunuz kocanız, evlendikten ve hatta nişanlandıktan bir hafta sonra o etekleri yer bezi yaptı mı yapmadı mı? peki, aynı şahıs, * sokakta birlikte yürüdüğünüz halde 16'lık, minili çıtırlara bakıyor mu, bakmıyor mu?

    peki biz kadınlar, aslında kendimizi geliştirip, ayaklarımızın üzerinde, güçlü bir şekilde durabilecekken, kıçımızı yaymayı seçip, evde sabah programları, börekler çörekler, çocuklarla uğraşmayı tercih ederek bu yaşayacaklarımıza çanak tutmuyor muyuz?

    ev kadını olmak veya iş kadını olmak, sadece bir alanda kendini güçlendirip, diğerini unutmak olmamalı. benim annem, ben ilkokuldayken çalışmaya başladı, ne bir gün beni yalnız bıraktı, ne de evdeki işlerini aksattı, ne de kendisini saldı. "olmak istenen kadın" rolünü, arzu edilişini kaybetmemek için çok çabaladı. yoruldu mu; evet. böyle mi olmadı; evet. Çünkü aksi onu evde oturup, koca bekleyen, kilo alan, mesleğini bizim için bıraktığından vicdanı rahatsız olan birine çevirecekti.

    kabul görmek, taktir görmek... tepki çekmemek için kanıksamak...bizi, olmamız gereken insandan uzaklaştıran nedenler. eğer muteber bir okuldan mezun olursanız, daha fazla taktir görürüsünüz. fakat çok yetenekli olduğunuz halde resimi bırakırsanız, kimse sallamaz. ama gün gelir, genellikle 35'ten sonra kendinizi entel barlarda resim muhabbeti yaparken yakalarsınız.

    veya "evlenmek, hayatımda yaptığım en büyük hataydı, çünkü ben aslında özgür ruhlu bir insanım." dersiniz kendinize. sonra zaten o evliliğe ne saygınız kalır ne de verecek emeğiniz.

    toplumdan dışlanmak ve bu riski almaya cesaret etmek hiç kolay değildir. anlıyorum, aynı yoldan geçtim. aslında en kutsal mesleklerden biri olan öğretmenlik yapmak için 4 sene okuyup, üzerine de cila niyetine işletme masterı yapan ben, sadece ailem dellenmesin diye o okulları bitirirken, üniversite birden itibaren reklamcılık yapıyordum. İki ucu boklu değnek...ama sonunda, okullarımda öğrendiklerim, ailemin mesleğimi benimsemesi ile dışlanmadan yırttım.

    belki biraz daha tilki olmak lazım arzu ettiklerimize ulaşmak için. belki satranç öğrenmek lazım, direkt başaramıyorsak... belki unutmamak lazım 18 yaşımızda kurduğumuz hayalleri, belki kimse için değil kendimiz için yaşamalıyız. belki daha cesur olmalıyız, bizi yıldıracak bahanelerin üzerine gitmeliyiz. boşverdikçe, yaşanacakların daha acılı olacağını hatırlamalıyız. uğruna emek verilecek en değerli varlığın kendimiz olduğunu, biz mutlu olmadığımız sürece kimseye hayrımız olmayacağını unutmamalıyız.

    Çünkü bir kez geliyoruz hayata ve yaşayabilene bir kez de yeterli!
    (12.07.2007 16:45)

sharm el sheikh

    burda hiç kış olmuyor! en fazla rüzgar esiyor, azıcık üşüyorsunuz ama sonra güneşin ve denizin cazibesi insanı çekiyor ve cup atlıyorsun dünyanın en doğal akvaryumuna....neresi mi burası? burası sina yarımadasının güney ucunda bulunan sharm el-sheikh. İki tane koyu var, birisinin adı sharm-el maya diğerininki ise na'ama.

    sharm el- sheikh mısır'ın son dönemlerde en fazla popüler olan dalış mekanı. dünyada p.a.d.İ sertifikasını *alabileceğiniz en ucuz yer. bakarsanız bir marmaris kadar, hatta şehri gezerken "kesin marmaris'teyim" diyebilirsiniz. sanki birileri mekanı görüp, gelecek vaad ettiğini anlayınca tatilcilere ne lazımsa yapıvermiş gibi. gerçek gibi değil de, el yapımı şehir gibi burası. maket gibi...mısır'ın diğer bölgelerinde hissedilen tarih, yaşanmışlık hissi burada yok...ama yine de kışın ortasında yazı yaşamak için görülmeye değer bir yer sharm el-sheikh....

    Şehrin bir bölümü las vegas'tan hallice. İnanılmaz fazla kumarhane var. etrafta her ırktan insan mevcut. Şehrin merkezi tam tatilci yeri...sizi kazıklamaya çalışan satıcılar *, beyaz minik binalar, deniz, ricky martin'den tarkan'a ve hatta *yalın'a kadar binbir dilden şarkının olduğu minicik bir kasaba.

    tatilköyleri şehrin dışında.her bütçeye uygun konaklama imkanı bulmanız mümkün. ama bir tavsiye, mümkün olduğu kadar türklerin işlettiği yerlere gidin. Çünkü hijyen bakımından araplar pek gelişmiş değiller. yakışıklılar evet, gözleri inanılmaz güzel, etkileyiciler ama pek temiz değiller. benim kaldığım tatilköyü magic life sharm el- sheikh gerçekten mükemmeldi. odalar, yemekler ve deniz... *

    İlk kez bu kadar yakından gel-git gördüm. deniz, sabah uyandığınızda yarıya kadar çekilmiş ve mercan kayalıklaır ortaya çıkmış oluyor. Öğlene doğru geri geliyor ve güneşin ışıkları altında, içinde binlerce renkli balıkla birlikte bir rüyaya dönüşüyor.

    zaten işin en güzel kısmı suyun içi... ekvator ikliminde bulunması sebebiyle hava sıcaklığı 21ºc ile 35ºc arasında değişiyor. deniz suyu sıcaklığı ise kışın 18-21ºc, yazın ise 21-28°c civarında oluyor. yani dört mevsim istediğiniz gibi yüzebiliyorsunuz. ama akıntılara dikkat etmek lazım, çünkü inanılmaz sürüklüyor. bendeniz sürüklendim, meğer tam gel-git zamanı girmişim denize. dalmaktan korktum, çünkü 200-300 metre bileklerinizde olan ve girilmesi yasak bölgeden sonra ( İskele üzerinde yürüyorsunuz sadece) deniz birden 150 metre derinliğe ulaşıyor. bu şu demek, karanlık bir uçurum. ben, köpekbalığı olsun, vatos olsun korkarım. en temizi mercanların kenarında, sadece balıklara bakarak şnorkel ile azıcık gezinmek dedim, devam ettim. ( kesinlikle o karanlık kısma bakmamaya çalıştım, yoksa size anlatacak hiçbirşey bulamazdım.) ama benim gibi korkak değilseniz, eminim gördüklerimden fazlasının keyfini çıkarabilirsiniz.

    gece hayatı sizin girişimciliğinize göre değişiyor. İster meydandaki nargilecilerde takılın, ister otelinizin içerisinde etrafı kesin, isterseniz şehirdeki kulüplerde takılın. ama ne yaparsanız yapın daima cüzdanınızı, aldığınız para üstlerini kontrol edin. ayrıca alışveriş yaparken mutlaka pazarlık edin. her ne kadar kahire'deki pazarlar kadar olmasa da burada da istenilen fiyatın yarısına düşürülebiliyor rakamlar.

    not: kahire'de 3/1'e düştüğünü göreceksiniz.

    (12.07.2007 16:43)

otogar

    otogarlar kalanlar içindir. gidenin arkasından "ah" çekip, bir demli çaya sigarayı dost etmek, acıyı doyasıya yaşamak ve korkmak içindir.

    otogarlar, kalabalığın arasında yalnız kalınan, eldeki sevgiyi uzağa göndermenin acısının en fazla hissedildiği, sallanan her elden bir umudun uçup gittiği yerlerdir.

    otogarlar bazen sevinçtir ama yine bekleyene. Ölene ne olacak, kalanlara dert derler ya, otogarlarda öyledir. giden gitmiştir ama kalanlar hem hüzünle hem sevinçle geride kalırlar.
    (12.07.2007 16:40)

evlilik

    İnsan, kendinden önce kurgulanmış yaşamların içine girmek durumunda kalınca, ister gönüllü olsun ister olmasın, bazen fiziksel ve duygusal değişiklikler yaşıyor. hem neşelisin de, hem de "ulan şimdi gidiyoruz bir kıyamete geride kalanları kim kapacak acep?" moduna giriyorsun. böyle çevrede hala seni cezbeden adamlar, bakışlar, sen girmişsin düğün telaşından forma. hiç olmadığın kadar zayıf ve havalısın. Şu yüzük biraz parmağını ağrıtıyor ama idare etmek lazım, psikolojik deyip hayatı daha hafife alıyorsun. ve birden bakıyorsun ki, aklından geçenle, eyleme sunduğun şey artık hiç de aynı değil. Çünkü olmamak zorunda. Çünkü birileri sana "ayıp" gibi bir kavram öğretmiş. niye ki? "güzele bakmak sevaptır." diye bir laf yok mu bizim türk literatürümüz de. hoş biz de "baldız baldan tatlıdır." diye manyakça bir laf da var ama neyse...

    neyse sonuçta seni garip bir psikolojinin içine itiyorlar. düğün davetiyesi, nikah şekeri gibi anlamsız kavramların hayatına girdiği yetmiyormuş gibi, bugüne kadar adını dahi duymadığın akrabalarına, arkadaşlarından tırtıkladığın yerleri ayırmaya başlıyorsun. " siz gençsiniz, sonra gider bir yerlerde yine kutlarsınız, memet amcanları çağırmazsak üzülürler." kim bu memet ya?! bu saate kadar kaç saat mesaim oldu ki benim bu adamla? nafile çığlıklar demek istiyorum, memet amca o düğüne, en sevdiğin iş arkadaşının yerine gelecek.

    bir de artık edebinle oturmak ve gülümsemek, çay getirmek gibi kavramlar var. misal, ailecek gittiğin çalgılı çengili yerlerde tam anlamıyla " yeni gelin" gibi oturman ve sadece ayağınla tempo tutman beklenecek senden.

    - "azıcık oynasam, öyle çok kıvırmadan?!"

    - "yok çoçuğuuum, otur sen hemen öyle oynanmaz, ayıp, hem kayınvalden burda.

    -" nasıl yani, o kayınvalde dediğin kişi zaten 4 senedir benim hayatımda "nejla teyze" olarak yer alıyordu; ilk kez karşılaşmıyoruz ki?". sonuçta kadın benim mümkün olan her çay bardağı ve kaşık buluşmasında yerimden fırladığımı ve şıngırdama sussa bile oturmadığımı bilioooo!". *

    gelelim öğrenmeniz gereken çay ve kek muhabbetlerine. emine bedel ve en yakındaki ev işi kurabiye yapan yerle aranızı sıcaklaştırmaya başlayın derim. Çay konusu rezalet ama, buna pek çözüm yok. dantelli tepside o iş yapılacak yani. dua edin pek çaysever bir aile olmasın, çünkü doldurmaya başladığında ve son bardağa geldiğinde, ilk doldurduğun bardak yine bitmiş oluyor ve anlamsız bir şekilde dolap beygiri gibi salonda dönmek gerekiyor. geride sadece hafif bir bel ağrısı kalıyor.

    son olarak, en acısı diye bitiremiyorum yazıyı *. Çünkü daha yeni başlıyoruz: evlilik sonrasında 1 ay rahat bırakılacak olan bünyelerin, 1 ayın sonunda yaşaması gereken yemek seansları var. İnsanlar nedense bu yemek yapma konusuna inanılmaz takmış vaziyette. sanki adamlar bizi evde iş, yemek falan yapalım diye almışlar. yemeksepeti.com diye bir yerle anlaştık biz zaten, acıkınca yemek getiriyorlar bize. 4 senedir burdan gideriyoruz en basit ihtiyaçlarımızı, niye gelenler inatla benim Çerkez yemeği yapmamı talep ediyor ki? ben ne anlarım Çerkez yemeklerinden? kaldı ki hiç Çerkez akrabam da yok. Öneri: annenizin evinden çıkmadan yemek yapmayı ve pratik olmayı öğrenin. misal, "pilav, 1'e 1.5 ölçüsüyle, 16 dakikada pişirilir", gibi bilgiler uzun süre işe yarayacaktır.

    evin düzeni, nevresim takımlarının rengi ve karıştırılan iç çamaşırı çekmecelerinizden hiç bahsetmiyorum bile.

    ama sonuçta herşeyi yaşanır kılan ve arkasından gülebileceğiniz birşey var: bunları yaptığınız anlarda, suratında yarı mahçup, yarı hayran, yarı panik vaziyette peşinizde geçen adam. herkes gidip koltuğa yığıldığınızda, kolunu omuzunuza atıp, teşekkür ediyorsa ve yatakta size sarılarak uyuduğunda kendinizi iyi hissettiriyorsa, varsın Çerkez yemeği de yapmayı öğrenin *.
    (12.07.2007 16:39)

sean paul

    9 temmuz 2006 günü, kuruçeşme arena'da sean paul denen, kutsal, ateşli ve bir o kadar da karizmatik rapçi arkadaşın konserine gitmiştim. amaç kesinlikle çok adaleli bir insan olan ve sesindeki karizmadan bacaklarımı titreten kimliği yakından görmek istememdi. ve ben gecenin sonunda büyük bir migrenle eve gider buldum kendimi. oysa ne hayallerim vardı, sahnenin önüne gidip, gözlerinin içine bakacaktım, o da beni sahneye davet edecekti vs,vs, vs. ama geldiğim noktanın bununla uzaktan yakından ilgisi yoktu, hatta sahneden o kadar uzaktaydım ki benim için bit kadar bir adamdı artık sean paul.
    (12.07.2007 16:35)

selülit

    artık hülya avşar ve sibel can'da da olduğu için, türk kadınının içinin ferahladığı, kafaya takmayı bıraktığı problemdir.
    (12.07.2007 16:31)

barış akarsu

    allah sevenlerine sabır versin, barış'a da rahmet eylesin. bu kadar genç insanlara ölüm yakışmıyor.
    (05.07.2007 09:29)

roma imparatorluğu

    roma İmparatorluğu, roma cumhuriyeti'nin augustus liderliğinde mÖ 1.yy.'da yeniden örgütlenmesiyle kurulan antik roma devletidir. uzun yıllar akdeniz çevresinde hüküm süren roma İmparatorluğu, kavimler göçü'yle başlayan karışıklıklardan sonra m.s 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı. batı kısmı *476 yılında kavimler göçü'nde avrupa'ya gelen türklerin saldırılarına dayanamayarak yıkılmış, doğu kısmı da varlığını doğu roma İmparatorluğu veya bizans İmparatorluğu olarak 1453'de fatih sultan mehmet'in İstanbul'u feth etmesine kadar sürdürmüştür.

    "roma İmparatorluğu" ünlü latince deyiş imperium romanum'un çevirisi olarak da kullanılır. bu deyişte imperium sözcüğü bir bölge, vilayet anlamında kullanılmaktadır. roma İmparatorluğu, dünyanın romalıların egemenliği altında kalan kısmı için kullanılan bir isimdi, denilebilir. aslında roma kent sınırlarının aşılması ve yayılma politikası imparatorluk döneminden çok önce başlamıştı. roma İmparatorluğu en geniş olduğu dönemde yaklaşık 5.900.000 km2 büyüklüğündeydi. avrupa tarihinin "klasik antikite" dönemindeki en geniş imparatorluğuydu.

    (03.07.2007 13:14)

ikinci mahmut

    ii. mahmut, * 30. osmanlı padişahıdır.

    20 temmuz 1785 tarihinde İstanbul'da doğdu. Öğrenimi ile sultan iii. selim padişahlığı sırasında bizzat meşgul olmuştur.tahta çıkmadan 1 yıl 2 ay önce sultan iv. mustafa'nın veliaht-şehzadesi oldu. kabakçı mustafa isyanı sonunda tahttan indirilen iii. selim'i tekrar padişah yapmak için gelen, rusçuk ayanı alemdar mustafa paşa, asilerle birlikte hareket eden sultan iv. mustafa'yı tahttan indirdi. saraya girdiğinde iii. selim'in öldürüldüğünü öğrenen alemdar mustafa paşa, katillerin elinden canını zor kurtaran ii. mahmut'u tahta çıkardı. sultan ii. mahmut, 28 temmuz 1808 tarihinde tahta çıktığında 23 yaşındaydı. avrupa'daki yenileşme hareketlerini benimsemişti. adalet işlerine gereken önemi verdi, yeni kanun ve tüzükler hazırlattı ve bu sebeple kendisine "adli" sanı verildi. Şiiri, edebiyatı ve bilimi seven, halk arasında dolaşmayı ve onların dertlerini dinlemeyi gerekli gören sultan ii. mahmut, osmanlı İmparatorluğunu gerek sosyal bakımdan, gerekse uygarlık açısından ileri bir ülke yapmaya çalıştı. sultan ii. mahmut yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak, 1 temmuz 1839 günü dinlenmek için gittiği kardeşi esma sultan'ın, Çamlıca'daki köşkünde, 54 yaşında vefat etti.
    (22.06.2007 09:48)

ruscuk

    rusçukbulgaristan'da tuna nehri kıyısında bulunan bir şehirdir. tuna nehrinden yaklaşık 20 metre yükseklikteki düzlükte kuruludur. 178.000 nüfusuyla bulgaristan'ın 5. büyük şehridir.

    (20.06.2007 11:18)

ayan

    hem osmanlılardan önce, hem de osmanlılar döneminde şehir ve köylerde ileri gelenler için kullanılan ve arapça bir tabir olan ayan tabiri 18. yüzyıldan önce osmanlı siyasi hayatında devlet rüknü yani dikkate alınması gereken bir kuvvet olarak kabul edilmezdi . fakat ayan terimi 18. yüzyılla birlikte, mültezime karşı yerel çıkarları savunan ve zamanla kendileri de mültezim olan kişileri nitelemek için dar bir anlamda kullanılmıştır . osmanlı devletinin klasik sisteminin bozulmasıyla birlikte merkezi güç zayıflamış ve bu iktidar boşluğu taşrada feodal özellikleri bünyesinde barındıran ayan sınıfını ortaya çıkarmıştır. osmanlı devletinde bir yerleşim merkezindeki ulema ve kapıkullarının mensup, mazul ve emeklileri ile esnaf ve tüccarın önde gelenleri ayandan sayılır ve hepsine birdenayan-ı belde, ayan-ı memleket, ayan-ı vilayet veya ayan ve eşraf denirdi.

    18. yüzyılda halk ile devlet arasındaki işleri yürüten, merkezi hükümete karşı halkın ve halka karşı da merkezi hükümetin temsilcisi konumunda olan ve vilayet ayanlarının da reisi durumundaki ayan ise resmi ayan ve reis-i ayan olarak adlandırılırdı . burada söz konusu edilen, devletin klasik sistemine yeni bir iktidar unsuru olarak sonradan katılan ve 18. yüzyılda güçlenen bir sınıf olarak ortaya çıkan resmi ayan veya reis-i ayandır.

    ayanın taşradaki yükselişinin sebebi, yerel unsurlarla merkezi devlet arasında ortaya çıkan ve karşılıklı çıkarlara dayanan uzlaşmadır. ayanlık örgütü başlangıçta önemi az olan ve fazla şikayet edilmeyen bir kurum olarak görülmüştür . ayanlar da görev itibarı ile devlet tarafından verilen işlerin yapılmasına yardımcı olan, devlet ile halk arasında aracı olarak nitelendirilmekteydi . devlet bazen ayanlarla mücadelede başarısız olmakta ve çareyi onlarla uzlaşma yoluna gitmekte bulmuştur . Öte yandan devletin derebeylerine göz yumuşunun ne yeni denenen bir sistemin ne de bilinçli bir politikanın gereği olduğu da ileri sürülmekte, zamanın ve şartların zorlaması ile bunların varlıklarının kabul edildiği belirtilmektedir. daha önce halkın isteği ile seçimle iş başına getirilen vilayet kethüdalarını, 18. yüzyıldan sonra güçlü ayanların kendi taraftarlarından tayin etmesi de ayanlığın bir güç olarak ortaya çıkmasında etkili olmuştur. zorbalığa meyilli vilayet kethüdaları vergileri toplamak ve kaza ile ilgili diğer işleri görmekle görevlendirildikleri halde, halktan kendileri için de vergi toplamaktaydılar.

    ayan'ın bir sınıf olarak ortaya çıkması ve güçlenmesi şu şekilde anlatılmaktadır; "ayanlar, özellikle merkezi otoriteyi sürdüremeyen, kırsal alanda tımar sisteminin yozlaşması ve zayıflamasıyla denetim gücünü yitiren ve gerek bu boşluktan ötürü, gerekse nüfus artışı ve işsizlikle birlikte baş gösteren iç ayaklanmalar karşısında merkezi devletin de onayladığı yerel savunma milislerinin liderleri konumunda olan ve zaman içinde iltizam sistemi sayesinde iktisadi olarak da güçlenen, neredeyse devletin taşradaki gayri resmi temsilcileriydi" . Öte yandan, sancak idarelerindeki değişiklikler, anadolu'da karışıklıkların artması, merkezi otoritenin zayıflığı, vergi toplama meselesi, vilayet ve şehir kethüdalığının el değiştirmesi de anadolu'da ayanlığın ortaya çıkması ve güçlenmesinin diğer sebepleri arasındadır.

    (20.06.2007 11:15)

kabakçı mustafa isyanı

    kabakçı mustafa'nın mayıs 1807 tarihinde, liderliğini yaptığı isyanın sonunda iii. selim tahttan indirilerek yerine iv. mustafa geçirilmiştir.

    (20.06.2007 11:11)

trick trick

    trick trick, asıl adı christian mathis afro-amerikan rap müzisyeni. detroitli rapçinin 2 albümü var ve eminemle birlikte çalışıyor.

    (20.06.2007 10:56)

sayfa: 1-2-3-4-5-6...-16

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.