filmde haluk bilginer'le torunu arasında benzeri bi dialog gecer
- dede ali benim sacımı cekiyo derste
- seni seviyor olabilir
- ama insan sevdiğine niye zarar versin ki?
- bu yasıma geldim ben bile anlayamadım...
* ve *
Bu ülkede tinerciden, gaspçıdan daha çok korkulması gereken, yaptıkları en iyi şey genelde demokratik yollardan haklarını aramak isteyen öğrenci, memur, işçi kesimini eşek sudan gelene kadar dövmek olan meslek grubu. Dövmek dedimse bu işi görev bilinciyle değil, büyük bir zevkle yaparlar. Genelde göreve yeni başlayan çaylakların oluşturduğu çevik kuvvet ekipleridir bu dayak işini icra edenler. Geçen sene 1 Mayıs olayları sırasında kendini tutamayıp yaradana sığınan bu genç kardeşlerimiz içlerindeki coşkunun bir dışavurumu olarak savaş durumunda bile saldırılmayacak bir yer olan hastanenin içine gaz bombası atmışlardır. Yakaladıkları hervatandaşı bir yandan yerden sürüyüp diğer yandan Allah ne verdiyse (tekme, tokat, saç çekme, kol ve bacak germe) döven bu kişilerin kontrolden çıktığını gören amirleri bile, kameralar önünde dehşet içinde "yeter ulan, yeteer! sakin olun artık!" diye isyan etmek zorunda kalmıştır.
Yürüttükleri bütün halkla ilişkiler çalışmalarına, kendilerini cici gösterme çabalarına rağmen gerçek hayattaki imajlarıyla en sevilmeyen meslek grubudur. Keşke protestoculara gösterdikleri öfkeyi tecavüzcüsüydü, katiliydi, hırsızıydı, onlara da gösterseydiler. Ama kimin gücü kime yeterse. A bir de mesaj vermek istiyorum. Burası Türkiye!*
Yunanistan'da polis kurşunuyla bir sivil öldü ve neredeyse tüm ülke ayağa kalktı. İki polis ve emniyet müdürü soruşturma tamamlanana kadar açığa alındı. İçişleri bakanı, olaydan büyük üzüntü duyduğunu ve sorumluların cezasız kalmayacağını söyledi. Selanik'te sayıları 2 bini bulan göstericiler şehrin ana caddesi Egnatia'da yürüdü. Türkiye-Avrupa ülkeleri arasında yapılan kıyaslamalar artık kabak tadı verse de aradaki fark gerçekten dikkate değer. Böyle bir şeyin türkiye'de olduğunu varsayalım. Hatta niye varsayıyoruz ki bu tür olaylarla türkiye'de her zaman karşılaşıyoruz ama buna o kadar alıştık ki, tepki vermeye gerek bile duymuyoruz. Sorumlular ve emniyet müdürleri hiç gocunmadan hala makamlarındalar. Daha da korkuncu polisin uyguladığı şiddeti meşru görüyoruz. Ama şöyle bir gerçek var ki; polise kimlik sorduğun için iyi bir sopa yiyebilirsin hala bu ülkede. Bu kurum imaj düzeltmeye uğraşacağına kendini düzeltmeli öncelikle. Polis, halkı sindirmek için değil onu korumak ve kollamak için var..ya da öyle olmalı.
1. devlet halk için vardır. halk devlet için var değildir. bunu şu şekilde ispatlayabiliriz ki; halk olmazsa devlet de olamaz ama devlet olmadan da halk olabilir ve olabilmiştir de.
2. halk için var olan devlet halkın güvenliğini sağlamak amacıyla halk içerisinden seçtiği kişileri polis yapıyor.
3. daha sonra bu halk içerisinden seçilen kişiler ellerindeki güç ile halkı halka zarar verenden değil, kendisini o halktan ayıran devletten ayırmaya başlıyor.
4. yani polis, halkı halka zarar verecek olgulardan koruması gereken kurum ki bu kurum devletin kendisi de olabilir, devleti halktan korumaya başlıyor.
5. bu da devletin daha da diktatörleşmesine ve halktan daha da uzaklaşmasına, sonuç olarak da kendisini var edenin ne olduğunu unutmasına sebep oluyor.
burada bir kaç tane çok bariz çelişki var görüldüğü gibi:
1. eğer halka zarar veren devlet ise, polis de devletin seçtiği ve ona muhtaç bir varlık olduğundan nasıl bir tavır takınacaktır? eğer halktan yana tavır alırsa, bu artık onun polis olmadığı anlamına gelecektir. eğer devletten yana tavır alırsa bu da onun varoluş amacına ters düşecektir ki bu da onun artık bir polis olmadığını gösterir.
2. eğer halka zarar veren polisin kendisi ise ne olacaktır? polis halkı korumak için devlet tarafından oluşturulmuşken halka karşı namluyu döndürdüğünde o da amacından saptığı için aslında daha fazla polis olamayacaktır. burada yapılabilir bir başka eylem de halkı polisten korumak için yeni bir kurum oluşturmaktır ki diğer grubun varlığından sebep zaten saçmalık derecesine sahip bir öneridir.
bilinmesi gerekenler:
az önce de söylediğim gibi devletlerin varoluşları halklara bağlıdır. o nedenle varlıklarını sürdürebilmeleri için halkı korumak zorundadırlar. halka gelebilecek zararları önlemek bir çözüm olamamaktadır görüldüğü üzere. polislik kurumunun varlığı kendi kendine bir sakıncalar furyasıdır. genel kanı var olan problemleri çözmek üzerine olduğundan polislerin var olmasında bir sakınca görülmemektedir fakat böyle bir sakıncanın var olduğu her halinden bellidir. burada çözüm var olan sorunları önleyici adımlar atmak yerine o sorunlara sebep olanları ortadan kaldırıcı adımlar atmaktır.
şehir anlamına da gelir. yunanca kaynaklıdır ve "poli" olarak telaffuz edilir. şehir devletlerin varlığını da hesaba katacak olursak bazı kullanımlarında devlet anlamına da gelebilir.
bu sebeptendir ki ülkede, kentte veya kasabada kamu düzenini, huzuru ve güvenliği sağlayan kuruluş da bu isimle anılır.
ayrıca bu kuruluşun memurlarına da polis ismi verilir. bu memurların görev ve yetkileri, (bkz: polis vazife ve salahiyet kanunu) ile belirlenmiştir.
Ana muhalefet partisi genel başkanının bile güvenmediği, güvenliği sağlamakla yükümlü insanlardır. Bu da 'o bile güvenemiyorsa biz nasıl güveneceğiz?' sorununu akıla getirmektedir.
devletin güvenliği sağlamakla yükümlü memuru. ancak son yıllarda arttırılan polis sayısına ve icraatlarına bakıyorum da gidişat sanki 1984'ü andırıyor. orwell de* tıpkı böyle bir baskıcı ve her an vatandaşını izleyen bir polis devlet portresi çizmişti. devletin elinin yetişmediği yerde ortaya vatandaş çıkıyor ve en yakınını bile sadece bir şüphe uğruna devletin demir pençelerinin arasına bırakıveriyordu.
kızılay meydanındaki toplu telefon dinleme vakası, şüpheli şüphesiz herkesin ergenekon bahanesiyle dinleniyor olması, polisin istediği an gbt yapma yetkisine sahip olması, "suçu olmayan dinlenmekten korkmasın kardeşim" şeklindeki hükümet beyanatları sizde de orwell'in okyanusya devletinin hükümetini çağrıştırmıyor mu? hiç şüphesiz, polis tek başına devletten maaş alan ve kendisine verilen emirleri yerine getiren "a clockwork orange"dır. onu bir canavar ya da vatandaş dostu haline getirecek olan da ona komuta edenlerdir. yani her yıl taksim'de yaşananların baş aktörleri olarak muammer güler ve celaleddin cerrah'ı yaratan, göreve getiren, kullanan zihniyettir. orantılı güç kullanımındaki orantıyı yaratan da yine bu perde arkasındaki beyindir.
bu öyle bir beyindir ki terörist kelimesinin tam karşılığıdır. yani amacına ulaşmak için korku ve şiddet eylemlerine başvuran kişi ya da organize örgüttür. şimdi söyler misiniz; okullara, hastane acil servislerine, camilere gaz bombası atmak, yerde yarı baygın yatan bir insanı tekmelemek, bir kafeteryada oturan eylemle alakasız bir vatandaşı tokatlamak ve bütün bunların sorumluları hakkında yasal işlem başlatmayıp onları dolaylı yoldan korumak halk üzerinde terör uygulamak değil de nedir? terörün tanımı yukarıda yazdığım gibiyse eğer, şüpheye hiç yer yoktur ki bu yapılanlar terördür. bizim vergilerimizden beslenen bir terördür hem de...
takla atan arabadan sağ sağlim çıkan ve başka kimseye veya bir yerlere (araba dışında) zarar vermeyen kazazedeleri, bir geçmiş olsun demeden, adeta neden kaza yaptınız keretalar dercesine azarlayabilen devlet memurudur.
pasaport şubede sizi yormamak için kendi yazıcısını kullandıran devlet memurudur.
ikisidir, arasındadır, lazımdır, bazen fuzulidir.
Halkın huzurunu özenle koruyandır ... http://www.youtube.com/watch?v=Ytonivg13SE Bu şiddet ve vahşet nasıl açıklanabilir? Kendini korumak için bir hamle bile yapamayan silahsız birine hem de.
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.
