bir matematik öğretmeni olan lewis carrol, hikaye boyunca felsefik yaklaşımlarla yaklaşır çocuklara. tavşanın alice'e yönelttiği cümleler, sorular, yanıtlar hep zeka gerektirir özünde.
lewis carrol'un bir öğrencisine aşık olup, onunla sandal sefasındayken yaptığı bazı sohbetlerden de bu kitapta alıntılar olduğu söylenmektedir. **
gerçek adı charles lutwidge dodgson olan ingiliz matematik profesörünün 1865 ylında yayınladığı ve çocuk romanı şeklinde yazılmış aslında fraktal evren, quantum fiziği, zaman ve 3 boyut üstüne küçük ve o oranda da ilginç temalar/allegoriler taşıyan eser.
masalımsı bir havası olsa da, modern zamanların en büyük masalı kabul edilse de aslında yukardaki tanımlarda olduğu gibi içinde birçok sır ve teorem barındırmaktadır. bu sebeple birçok eleştirmen tarafından " çocuklar için sakıncalı " bulunmuştur.
harikalar diyarındaki alice, orada kabus dolu günler yaşamaya başladıktan sonra çıkış kapısını aramaya çalışır. aslında uyuyor olduğunun bilincinde değildir. ama yine de bir çıkış kapısı olduğunun farkındadır. çünkü ana rahminden düşmüşçesine girdiği deliği anımsamaktadır hala. çıkış kapısı da rahme düşüşün tersi ölümü temsil etmektedir aslında..
yani bizim uyanmak algıladığımız şey, bir yaşamın sonu, ölümdür. dolayısıyla hikaye alice'in ölümünü arayışı olarak özetlenebilir.
ek: romanda hatırlayacağımız 'geç kaldım' sayıklamaları sahibi saatli sir john tenniel ise tahmin edilebileceği üzre zamanı temsil eder. alice'in diyardan çıkması, sir tenniel'in yaşamını da sonlandırması anlamına gelir. bu da zamanı sona erdirmeye tekabül eder. zaman, bir canlı için ölümünde sonlanır. alice'in başı sağolsundur..
ek 2: spoiler uygulamasından bilinçli mahrum bırakılmıştır okuyucu. zira hikayeden haberi olmayan okuyuculara 'yuh' diyor, yeni tanımlarıma geçiyorum.
ek episode 85: matrix'teki tavşan'ı izleyi hatırlayalım şimdi hep beraber..
alice'in diyardaki ermiş ve fakat sayko kedi ile diyalogları:
alice : deli insanların arasına gitmek istemiyorum.
cheshire kedisi : bunun sana pek bir yararı yok. hepimiz burada deliyiz. ben deliyim. sen delisin.
alice : benim deli olduğumu nereden biliyorsun?
cheshire kedisi : Öyle olmalısın. Öyle olmasaydın buraya gelmezdin.
...
alice : buradan gitmek için bana hangi yolu izlemem gerektiğini söyler misin?
cheshire kedisi : nereye gitmen konusunda iyi bir anlaşamaya bağlı bu.
alice : neresi olduğunun önemi yok!
cheshire kedisi : o zaman hangi yol olduğunun da bir önemi yok.
alice : sonunda herhangi bir yere varsın da.
cheshire kedisi : elbette varacaksın. eğer yeterince uzun yürürsen..
alice'in diyara düşüşü delirmek olarak da algılanılabilir bittabi..
beyaz tavşanının peşine düşen alice yine bir macera peşindedir. aslında en büyük hatası düştüğü yerlerin harika bir diyar olarak benimsemesi.neyse efenim… alice bacımız yine bulur kendine bir yol başlar yürümeye. yol bir hayli uzundur,uzadıkça da alice bacımız, maximum dereceye gelmiş merakının verdiği heyecanla bıkmadan yürümeye devam eder. belli bir zaman sonra yol iyiden iyiye kötüleşmeye başlar, alice bacımız ‘’eyvah kötü yola düştüm’’ diyerekten ufak bir panikleme yapar. fakat merakı baskın çıkar,yürümeye devam eder ve en sonunda bir köye varır. otlar, ağaçlar, tek tük evler falan derken efenim, köy kahvesinin önünde oturan 4-5 köylü babayiğit tarafından fark edilir. alice bacımız yüzünde acizane bir ifadeyle köylülere yaklaşır. tabi bu arada kızı gören köylülerin iştahı kabarır. alice’ i samanlığa kapatarak hayatının ilk deneyimini yaşatırlar. biraz acı bir deneyim olmuştur alice için. ona göre insanlar bu kadar acımasız olamaz. neyse efenim, işini bitiren köylüler kahvelerine geri döner. alice baygın bir şekilde samanlıkta kalıp ayıldıktan sonra son sürat oradan uzaklaşmaya başlar. koşar da koşar...geceli gündüzlü nerden baksanız bir hafta kadar koştuktan sonra, içinde yüksek taş binalar barındıran, havası pis ve karanlık, güneş ışığı almayan, kalabalık ve karışık bir yere ulaşır. bu ne biçim diyar der kendi kendine. Çok korkmuştur ve hemen kaçış planlarına başlamıştır. İnsanlar kendisine dehşet dolu gözlerle bakmaktadır. tesadüf bacımız bir taksiye rast gelir, taksiyi durdurur ve biner. taksici ‘’nereye gideceksin yavrum’’ diye bir soru yöneltir. ‘’bilmiyorum’’ der alice. bunun üzerine sinirlenen taksici alice’i döve döve bayıltır. tecavüz etmeyi de unutmamıştır tabi. taksicide işini bitirdikten sonra alice’i yol kenarında çöp yığınlarının olduğu yere atar. alice yine bir süre baygın yattıktan sonra ayılır, ayağa kalkar. kalkmasıyla gördüğü manzara karşısında şok olmuştur. ortalık çok karışıktır. bir grup üniformalı elinde kara sopalarla insanlara acımasızca vurmaktadır. ortalığı kan gövde götürmektedir efenim. alice paniğe kapılır ve kaçmaya çalışır. ne mümkün. Üniformalılar tarafından fark edilir ve akabinde kaçınılmaz sondur, dövülmeye başlar. acımasızca, allah ne verdiyse bindirirler kızcağıza. kaşı gözü patlamıştır, tanınmayacak hale gelmiştir alice. o haliyle birde gözaltına alınmıştır üniformalılar tarafından. Üç tarafı duvar bir tarafı demir parmaklıklardan oluşan küçük bir odacığa kapatılır. yanında da üç tane üniformalı vardır. alice o kadar çok dayak yemiştir ki ağzını bile oynatacak hali yoktur. kendi kendine ‘’allah’ım burası neresi? nereye düştüm ben? bu varlıklar insan olamaz, kurtar beni yarabbim, velhamdü lillahi rabbil alemin el fatiha ‘’ diyerek dua eder. kendilerinin polis olduğunu söyleyen bu üç üniformalı tarafından sorgulanmaya başlar, sorular ard arda hızlı bir biçimde gelir, ‘’hangi örgüte bağlısın len?! kimin için çalışıyon? amacınız ne? bunların başı sen misin?! konuŞ uleyynn ‘’ alice hiçbir şey anlamamaktadır. her ne kadar ben kendi halimde macera peşinde koşan sıska cılız bir kızım dese de suçlanmaktan ve işkenceye maruz kalmaktan kurtulamamıştır. mahkemeye sevk edilir.yasadışı örgüt mensubu olmak ve eylem yapmaktan suçlu bulanarak 36 yıl 7 ay hapse mahkum edilir fakat cezası mahkemedeki iyi halinden ve hakim’e saygısından dolayı 36 yıl 6 buçuk ay’a indirilir. hapse tıkılır. bir zaman sonra bir yolunu bulup firar eder. sokaklarda çaresiz aç susuz dolaşmaya başlar. sonra bir fuhuş çetesinin eline düşer ve haliyle zorla fuhuş yaptırılır. İş üstündeyken polis baskınına uğrar. sağlık kontrolüne gönderilir ve türlü hastalıkların içinde barındığını öğrenir. son olarak sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. artık mutludur bu cehennemden kurtulacağı için. Ülke sınırına gelindiğinde, sınır kapısındaki şu yazı dikkatini çeker;
--- alıntı ---
4 temmuz 1862, dodgson'un alice ve kardeşleri ile çıktığı sandal gezintisinde, sıcaktan bunalarak nehrin kıyısında bir ot yığınının gölgesine sığındıklarında, alice'e alice'in serüvenlerini anlatmaya başladığı güneşli gündür. * --- alıntı ---
adı geçen dodgson, charles lutwidge dodgson'dı. oxford'un matematik hocası ve aynı zamanda amatör bir fotoğrafçıydı. masalı anlattığı kızlardan küçük -ve gerçek- alice, aynı okulun dekanı olan henry george liddell'in kızıydı. alice pleasance liddell isimli bu küçük kız, maceraları anlatılan, yani yukarıda adı geçen kitabın kahramanıydı. fakat dodgson bu kitabı kendi adıyla değil, lewis carroll müstearıyla yayınladı.
dodgson, alice ve kardeşleriyle amatör fotoğrafçılık merakı sayesinde tanıştı. özellikle alice'e karşı muhabbet duyuyordu. fakat bu, küçük kızın annesini rahatsız etti ve kızıyla dodgson'ın dostluğunu önlemek için elinden geleni yaptı. örneğin, onun alice'e yazdığı mektupların hepsini yok etti.*alice ise, yetişkin bir kadın olduğunda, kitabın özgün metnini büyük paralara sattığı düşünülürse, dodgson'u tanımış olmaktan şikayetçi değildi herhalde...
carroll/dodgson'ın, through the looking glass'ın sonuna koyduğu akrostişli şiir tanımın başında adı geçen sandalla dolaşma gününü anar:
a boat, beneath a sunny sky,
lingering onward dreamily
in an evening of july-
children three that nestle near,
eager eye and willing ear,
pleased a simple tale to hear-
long has paled that sunny sky;
echoes fade and memories die;
autumn frosts have slain july.
still she haunts me, phantomwise,
alice moving under skies
never seen by waking eyes.
children yet, the tale to hear,
eager eye and willing ear,
lovingly shall nestle near.
in a wonderland they lie,
dreaming as the days go by,
dreaming as the summers die.
e ver drifting down the stream-
lingering in the golden gleam-
life, what it is but a dream?
2010 yılında yapılan filmi pek çok sevenini hayal kırıklığına uğratmıştır. bilmem, belki de tim burton, johnny depp, helena bonham carter isimlerini falan görünce fazla heyecanlanmış, çıtası yüksek beklentiler içine girmiştik.
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.