durun siz evlenemezsiniz

    güzel memleketimde kulağa hitap edebilecek en saçma repliklerden biridir.

    genelde sevdiceklerin, sütçü oğlu tüpgazcı kızı oldup kardeş çıktıkları, ne yazık ki gelin tam 'evet' diye çığıracakken anlaşılır.

    peki ey düşüncesiz insan yavrusu !
    madem aynı kandan aynı candan insanlar, bunu başından beri de biliyorsun ki hiç değilse beş dakika önce öğrenmediğin belli; neden gün alınmadan, davetiye seçiminde candan da canandan da bezilmeden, damatlık siparişi verilmeden, gelinlik binbir zahmetle ağlana zırlana tekrar tekrar bozulup dikilmeden (ki bir de gelin başı var ki o konuya hiç girmiyorum....), alamanyadaki dayı, köydeki amca, komşu teyze, askerlik arkadaşlar, kankalar ve tanıdık tanımadık kim varsa çağrılmadan önce dökmüyorsun derdini ortalığa?
    zavallı, heyecanlı, evlilik çağının baharında hayallerine kavuşacak olan kelebeğin hep mi boğazına takılır kalır tek bir kelimesi üstelik her senaryoda...?
    ayrıca neden o malum gamlı baykuş hep nikaha güç bela yetişir?
    kiminle çalışıyordur, ne kadara anlaşmıştır gibi sorular geliveriyor insanın aklına.

    bir de hani evlenmenin eşiğinden dönen çift ne hisedebilir? kuyruğu yanmış kedi misali etrafında yana yana uçuştuğu kıza kardeş gözüyle bakabilen bir bünye var mıdır? ya da o kaslı kuvvetli kollarıyla onu sımsıkı sardığını hayal eden genç kız, hayatının erkeğine abi diyene kadar kaç yaşına gelir?

    bir de tekrar yuva kurarlarken ne hissederler? üstelik bunu bir gün sallanan koltuklarında bir yandan torunlarının saçlarını okşayıp, bir yandan sallanıverirken nasil anlatırlar torunlarına?

    'hey gidi günler hey... vakti zamanında abimle birbirimize aşıktık.. e tabi bilmiyoruz kardeş olduğumuzu. annem kaçamak yapmış az oynak değildi hani rahmetli.. kuğular kadar güzeldim gelinliğimle tabi genciz o zamanlar tazeyiz... derken nikahta evet demeden hedecanın teki bağırmıştı siz kardeşsiniz evlenemezsiniz diye. toprağı bol olsun ödeyemem hakkını. ağladım zırladım ama alışıyor insan....'

    artık susmalıyım kanımca...
    (20.02.2008 17:09)

kar topu savaşı

    pencere kenarlarında beklenip, uğruna şarkılar türküler yazılan, varlığı sebepli battaniye misali altı metre atkı ile insanın kendini yollara attığı kar adlı beyaz büyünün özne olarak kullanıldığı oyun çeşididir... * *
    kendisi nerede ve ne kadar olursa olsun yanınızdaki bünyenin kafasında şimşekler çaktırmaya yeter de artar bile.
    oyuna gelelim.

    öncelikle oyuncu sayısı ve yaş sınırı belirsizdir. ufacık melekler renk renk montları, atkı ve bereleri ile gökkuşağı misali anlam katarken beyaz örtüye, kocaman adamlar ve gelinlik kızlar ve hatta onların anne baba amca gibi büyükleri de o beyaz örtüye haşin bir gölge olup, küçüklerin oynayacağı bir tutam karı bir anda tüketebilir.
    hayat acımasızdır lakin sıkıştırılmış ve yakından fırlatılan kar topu daha da acımasız hale gelir.
    mevsim kıyafetleri sebepli kırk derece bünyenin içine kaçıp saklanan kar topu parçacığı ise garip tepkilere sebebiyet verebilir haliyle.

    kısacası, içinizdeki çocuğa, çocukluk haklarını hatırlatan sıcak bir eğlencedir kar topu savaşı.
    ve fakat, aslan yattığı yerden belli olur ve her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır adlı atasözleri bir kez daha ispatlar koynunuzda beslediğiniz kankanın aslında ne denli çakal ve arızalı olduğunu...

    oyun sırasında oyuncular arasında oluşabilecek bazı dialoglar vardır:

    hedecan : 'ayyyhh kara bak yaaa... hadi kar topu oynayalım'

    hödöcan : 'ben oynamıcam çok soğuk hem eldivenim yok benim.' (bahane hazır.)

    (hedecan çoktan eğilmiş kar araklıyordur, huducan ise suratında pis bir ifade ile hödöcan a bakmaktadır...)

    huducan : 'alll sanaaa !!!

    hedecan : 'offf çok acıdı ya uzaktan atsanaaa!

    huducan : 'uzaktan tadı çıkmaz anam sen gel yamacıma.

    hödöcan : 'derse geç kalıcaz ya haydin ( bünyenin alttan sürü ile dersi vardır. dönem başıdır. paniklerdedir... )

    hedecan : 'bi dakka ya dur saçım kar oldu. (olucak tabi.. ne bekliyordun ki. saçın da başın da kar olucak. sen kaşındın.)

    huducan : 'şiiiittt hödö? abi bak bi.' ( hödöcan derse gidilmeye verilen kararın mutluluğu ve saflığı ile bakar...)

    hödöcan : 'iş mi şimdi yaptığın? görürsün sen şimdi...' (artık çok geçtir...)

    hedecan :' arrghhhh içime girdi be atkıdan içeri !!'

    huducan :' ahaha kalkamıyorum yerimden kayıyo ahaha.' (kara battığının yeni farkında lale.)

    hedecan :' ya her yerim kar oldu şu halime bakın ya.. hudu sen bu yandan ben bu yandan yüklen abi hadi...'

    (ikisi de hödöcan a bel boyuna ulaşmış bitkilerin üzerinde ne kadar kar varsa fırlatmak suretiyle işi oyunluktan çıkarırlar. hödöcan ise çaresizdir. çare kendi olmak ister ve aynını yapma eğilimindeyken arkadan gelen iki adet tavus kuşu misali hayli renkli bagyana onları görememiş olma sebepli üç adet kar tanesi atar)
    (bagyanlar durmuştur.)

    hödöcan :' çok pardon, arkadaşa atıyordum. '

    bagyan 1: 'hayret bişi ya... ' (üzerine bakıyor. kar arıyor muhtemelen... )
    (hödöcan arkasını dönüyor. artık savaş daha da soğuk.)

    bagyan 1: 'hayır yani geldiğimizi görüyorsun' (don lastiği gibi uzattıkça uzatıyor...)

    hödöcan :' emin ol görsem atmazdım canım.' ( bagyan kavga çıkaramadığı için delirmiş durumda giderken; hödöcan, hudu sana söylüyorum bagyan 1 sen anla misali homurdanıyor...)

    cık cık cık.. gelinlik bagyanlara hiç yakışıyor mu? ne işin var senin karda kışta okulda falan? otur evinde çatlayan ellerine bakım yap, saçının altıyüz yirmi sekiz telinde kırığın var onları onar, salatalık falan koy gözlerine ne biliyim.


    bu savaş çocuklara ve çocuk kalabilenlere özel... yani şimdi...

    lütfen ısrarla oynayınız. mümkünse dağılacak saça başa, bozulacak makyaja falan aldırmayıp, ağzınıza bir avuç kar tıkama isteği doğurtmadan karşınızdakine. aman dikkat...
    tabi bir de burda bık bık yaparken o güzelim beyaz büyü hayale dönmeden...
    (18.02.2008 15:39)

cep telefonu kullanmamak

    çağın radyasyon topağından uzak durma eylemidir.

    bünye elli farklı hat ve onların kişiel ihtiyacı olan kontör, fatura ile uğraşırken doğal olarak sarsılmaktadır.
    kime göre neye göre?

    gelip de bahar ayları, gevşeyince gönül yayları, bu zararlı hedelere sarılmaktayız.
    'aşkıııııımm' ile başlayıp, 'bitirmek istiyorum. olmuyor. sana hayatta başarılar' ile biten mesajlarla aşk hayatımız pekala yürümekte.

    dışarı çıktığımızda, otobüs beklerken arayan anne, otobüste mesaj atıp nerede olduğunuzu soran ancak kendi daha evden çıkmamış arkadaşlar, otobüsten indiğinizde arayan arkadaş ve onu bekleme anında dinlenen bir kaç melodi. muhabbetin ortasında mesaj atan ve sizden ilgi bekleyen sevdicek, çocuk, teyze... ve dönüş yolunda bir kez daha konuşup eylem listesi çıkardığınız anne, eş felan. hoş tabi hatırlanmak zırt pırt.

    toplantıda, derste, otobüste çalan ve sahibi tarafından duyulmayıp susmak bilmeyen, hele otobüs halk otobüsü değilse geçmişe geleceğe dayali argo sözcüklerin havada uçuşmasına, 'bu ülke bu insanlar yüzünden bu hale geldi mirim' cümleleri ile siyaset meydanı havasının oluşmasına sebebiyet veren hede.
    hoş, öğrenciyseniz de en fazla dersten atılırsınız. ya da uyuz olduğunuz sınıfın sazanı sizi küçümseyen bakışlarla süzer gün boyu. nedir ki.

    sürekli değişen saat ve tutulmayan erkek sözleri, acil çıkan işler güçler ve son dakika toplantıları, etrafı sanal bir zarla çevrili aşklar sevdalar bizi bizden alıp götürmekte.

    hayat bile son dakikada. nedir ki...

    (16.02.2008 18:11)

çikolatalı süt

    süt içine katılan kakao ya da çikolata ve şeker ile meydana gelen müthiş karışımdır.

    sıcak ya da soğuk ısısı ne olursa olsun yakanıza yapıştığı an bırakamazsınız.

    hele bir de soğuk tüketirken sayın çikolatalı sütü, 'aman içimi baysın bırakırım' düşüncesiyle içtikçe içiyorsanız hiç boşuna beklemeyin. o karışım içinizi kolay kolay baymayacaktır.

    hafiftir ve tatlı ihtiyacınızı da fazlasıyla karşılar.

    içindeki kalsiyum ve kakao yağındaki vitaminden falan hiç bahsetmiyorum üstelik.

    bolca için ve içirin.

    bir de yatmadan önce bir bardak süt içmekle çocuk olunuyorsa, içelim de hep çocuk kalalım olmaz mı?
    (16.02.2008 17:40)

sevmek

    bakmak değil görebilmektir sevmek aslında. onca koyu renk arasından bir buz mavisini seçebilmektir.
    kimi seviyorsa kalp ya da neyi, ona dünyaya baktığı gibi bakamaz artık, bakışları ikinci bir yürek emrine kadar mühürlüdür.
    bir fidanı sevmek, bir serçeyi sevmek, bir yarayı sevmek...
    kökü gelir hep. sen kesersin o gelir. kökünden alırsın kanı kalır, izi kalır.
    lakin çividen çok fazla acı verir.
    ya da ufacık bir gün ışığında yeniden filiz verir şaşarsın.
    büyüten, güzelleştiren, üşüten, ağlatantır.
    çaresizliklerden çare beğendirendir. bir daha asla dedirtip, boynu bükük, elleriyle oynayan bir çocuk misali buruk bırakandır.
    pişman olduğunu sanmak, bazen kendini kandırmaktır bazen, ama asla pişmanlığı tatmadığına yaprağı sararırken farkettirendir.

    hiçbirşey yerine konandır.
    herşeydir.
    gökkuşağı gibidir. sadece görebilene. renkleri sayadurup anı kaçırmak yerine, bütüne bakıp nefes almayı öğretendir.

    ve en önemlisi, kaburga adı altındaki maskeyi düşürebilmektir...


    (16.02.2008 16:28)

bana bir şey olmaz

    kendine serde yiğitlikten ötürü hiçbir kaza belayı konduramayan bünyenin, ya da saflık ve yurdum insanı olmanın yarattığı garip, dışı dantelli içi boş bir güven duygusu sebepli, her türlü uyarıya karşı yegane tepki cümleciği.
    baca gibi tüterken, ayyaş gibi sallanırken, bomba başında hafif bombeli ama dik gögsüyle bakınırken etrafına, yeşil ışıkta yaya halinde yaptığı manevranın büyüsüne daha kaldırıma varmadan kapılırken, kanepe minderleri arasında bulduğu hapın kimyasını, onu tadarak çözebileceğine inanırken, inşaat tepelerinde gezinip her dikkat et dendiğinde 'yauuw lafımı bölme bi' diye çemkirirken, bozuk lambayı ya da dışarı fırlamış bir prizi ustalarından çalıp, sigortalar açık onarmaya çalışırken, son gaz gidip, emniyet kemerinin bizi sıktığından şikayetlenirken emin olun bize bir şey olmaz.
    yani.. kim dediyse haklı. neden olsun bize bir şey?
    o kadar kolay mı sadece 'bir' şey ile sıyrılmak? ha evet sıyrılabiliriz de.
    ölürüz mesela. bu bir şeydir. çok şeyden iyidir.

    yiğidi öldür hakkını yeme.
    (16.02.2008 16:13)

ben şişman değilim kemiklerim iri

    insanoğlunun kendini, perdelerini sonuna kadar açarak kandırma çabası.
    öyle ki çizgi filmlere konu olan bir çaba.

    hayır madem teselli istiyorsun, çaktırmadan 'ben güzelim, yapım böyle benim. iri kemikli değilim aslında hatta kemiklerim artık yağlarımı taşıyamıyor. eğrilebilir her an. ama hala yiyorum çünkü güzelim ve gencim, çatlarım ama yine de üzerim hiç acımam...vs' gibi cümlelerle yarana tampon yap ki kanamasın. sadece sen duy bu yalanları. kimbilir kim duydu ki buralara kadar geldi ve beynimizi yormakta.
    bir de biyolojik olarak bakalım: kemikleri iri olan insanlar yağ bağlayamazlar. dokunduğunuz zaman elinize taş gibi kemik gelir. bir de şişman değil, gayet atletik ve hoş görünürler. tabi yakından bakan için. yoksa onlar da insan. yüz kilometre öteden, 'oyy şurdaki nokta kadar görünen adama bak ne kadar iri kemikliii' cümlesini kurabilmek için henüz bir görüntümüz yok.

    balık eti de yoktur aslında. az şişman ve çok şişman vardır. hiç karıştırmayalım.
    (16.02.2008 14:21)

sabahlar olmasın

    sevindirik bünye tepkisidir.
    'amaaan sabahlar olmasııın' narasıyla kendini kaybeden insan yavrusu, mutluluk sarhoşudur. lakin o da bilir her zevkin bir sonu olduğunu.
    zaten bilir de sabahlardan korkar ya.
    sabah olunca yine şehir de insanları da bilindik haline dönecektir. iş güç başa toplanacak, otobüsler tıklım tıklım önünden hoyratça geçecek, o pili içinde patlayasıca çalar saatler sonuna kadar çalacaktır yine. ve o radyatör haline gelmiş yatak, sanki onu halatlarla bağlamıştır kendine. öyle et tırnak olmuşlardır.
    sevdicek yine binbir kaprisle, zaten uyuşmuş olan beynini biraz daha çıldırtacaktır. patron tip tip bakacak, belki homurdanacak ya da soracağı bir adet soruyla günü mahfedecektir.
    öğrenci ise, sabah sabah en umrunda olmayan, gençliğini bir diploma parçası için rehin alan cümlecikleri, yine gençliğini uğruna feda etmiş olmaktan gayet bıkkın bir bünyeden dinleyecektir.
    ya da hayaller dünyasında kendini kümenin dışında bulacaktır.
    beğendiği kız sınıfın ağasına sırnaşacaktır.
    bir bebek bile sabah aç, altını kirletmiş, üşümüş olarak uyanır.
    sokaktaki kedi ise, 'of yine karnım gurulduyor.. halbuki daha dün yedim. işin yoksa çöp karıştır. elin kedileri şömine başında önündeki sütü beğenmezken hak mı bu şimdi.'diye söylenirken;
    öğlen ve ikindiyi hele de akşamı hiç katmıyorum bile.

    amaaaannn sabahlar olmasııın...
    (16.02.2008 14:06)

ben kendimden biliyorum

    önceden uyarma ya da görüş belirtmede sıkça kulanılan ve insanı bazen düşündüren, yoran bazen bunaltan söz öbeği.
    karşınızdaki insan yavrusuna anlatırsınız hararetli hararetli. dinliyor dertten tasadan anlıyor diye susmak bilmezken siz, bir anda 'şekerim bence öle yapma. olmaz yani ben kendimden biliyorum' cümlesi sizi şimdiki zamana getirir.
    evet karşı taraf iyi niyetlidir. belki sizin zarar görmenizi istemiyordur. ama madem kendinden biliyor, demek ki siz de zamanı gelince kendinizden biliceksiniz.
    yaşanan her ne varsa, öğütle kısıtlanamaz, dost cümlesi ne yazık ki zarar görmenizi engelleyemez. çünkü insan, acıyı yaşamadan, hatayı yapmadan yaşadığının farkına varamaz. ya da hayatındaki değerlerin.
    bizim belki hala farkına varamadığımız ya da farkında olabilmek için daha kırk fırın acılı ekmek yememiz gereken gerçekler, gelir, acıtır ve gider.
    ve biz ne zaman bir benzerinin teşrif sancılarını hissetsek sevdiğimizde, konu komşumuzda, ya da tanıdıkta,
    kendimizden biliriz *
    (16.02.2008 13:54)

yoğurtlu makarna

    öğrenci evlerinin vazgeçilmezi olmakla beraber, sağlık açısından da kolaycı gençliğe örnek olabilecek nitelikte bir yemektir.
    sadece öğrenci evlerinde değil, bitmek bilmeyen işten güçten bunalmış bir şekilde evine ayak basan bünyenin aklına ilk gelendir.
    şu şekilde meydana getirilir:
    haslanmış makarna itina ile süzülüp, kibrit kutusu kadar margarin, azcık da tuz ile tencerede karıştırılır. bir yandan da başka bir kapta yogurt yumurta misali çırpılıp içine tercihe göre sarımsak, ya da kırmızı pul biber eklenerek göze gönüle hitap edecek kıvama getirilir.
    daha sonra karizmali bir tabak içersine iki kaşık makarna bir kaşık yogurt şeklinde estetiğin hakkını yemeyerek servise hazır hale gelir yemek.
    en sona da aç ve yorgun, bir o kadar da tembel lakin bütçesi tehlikede olan öğrenci bünyesine afiyet olur hatta fazlasıyla yarar. o kadar da hafif olmasına rağmen, yeme eylemi sonrasında ruha çöken ağırlık da tatlı niyetinedir.
    tabi yoğurtta bulunan laktik asit görevini yerine getirir ki bu da başka zamana artık.

    şimdilik afiyet ola.
    (16.02.2008 13:29)

yağmurdan sonra gelen toprak kokusu

    nimettir.
    kafasına fındık kadar hüzün çarpsa karalar bağlayan, hiç çarpmasa kendine yerdeki kimsesiz fındığı dert edinen kusurlu insanoğluna, sunulabilinecek en hayalden bozma tanıktır.

    toprak hayattır. buram buram nefes kokandır.
    yediğimiz zeytinin çekirdeğini dipte duran çöp yerine toprağın her hangi bir köşesine umarsızca fırlatırken, karayı yeşile, kayayı pamuğa dönüştürendir kin gütmeden, gücenmeden ya da.
    karşılık beklemeden seven, hücrelerindeki devayı hayal diye, gerçeğine bel bağlamadan salarken sonsuzluğa, ki o sonsuzluk belki de halimize ağlarken, biz yapay deri kokularında boğulur gideriz; insan değil, nefesin kokusunun kesildiğinin farkında olmayarak...
    (16.02.2008 02:24)

saç kurutma makinesi

    adını bir çeşit ılık rüzgardan alan, sıcak hava püskürterek saçı nemden kurtarmaya yarayan, yararken de kimi zaman etrafı yanık kokusuyla dolduran ve özellikle bayanlarda saçı kurutma amacının dışında, saça şekil vermede ya da 'bu makinayla olmuyor' cümlesi eşliğinde şekil verememede kullanılan alettir.
    hoş aleti kuaför çırağı yerine koyup, garibimi en yüksek performanslı derecesinde kullanmaya çalışan bünyeler, kısa bir süre sonra aniden kesiliveren hava dalgası ile gerçek dünyaya dönmektedirler.
    ve fakat şöyle bir sorun vardır ki,tek taraflı bakmamak lazım. madem yüksek derecede tökezleyecek, neden orada o derece bulunur bilemeyiz.

    son olarak da, güzelim aletin, sesi ile bünyeye; dünyanın önünde eğildiği soprano havası ve nereden geldiği tam olarak kestirilemeyen bir şarkı söyleme arzusu kazandırması ayrı bir konudur.

    tartışılabilir.
    (16.02.2008 02:13)

sayfa: 1...-60-61-62

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.