fatmagül ün suçu ne

  1. yanlış hatırlamıyorsam filmde mazbut ev kızını canlandıran hülya avşarla(nejla) mahallenin sucusu rolündeki aytaç arman ın(bekir) yasak ve çarpık ilişkisi anlatılmaktaydı. avşar filmin sonunda töre kurbanı oluyordu*. sonuç olarak bana zevkle geçen 2 saat sunan filmi izlemenizi öneririm. pişman olmayacaksınız.
    (judas 16.08.2008 19:00)
  2. taze dizi.
    başroldeki beren saatin rol icabı tecavüze uğradığı sahneyle gündeme geldi.
    gazete ve internet sitelerindeki haberlere bakılırsa, 'Türkiye bu sahneyi bekliyormuş'; 'Türkiye bu sahneye kilitlenmiş'. eğer gerçekten öyleyse yazıklar olsun Türkiye'ye!
    (notdra 18.09.2010 22:04)
  3. diziyi izlemedim ama ne yalan söyliyeyim şu günlerdir herkesin konuştuğu tecavüz sahnesini internet üzerinden izledim. ve fatmagül'ü 9'da 9 kusurlu buldum. daha ne suçu olsun sen o saatte böyle kırıta kırıta evden kaç sevdiceğime uzaktan el sallıyacam diye. bir de evdeki ablası mı teyzesi mi ne onunda sözünü dinlemiyor. büyük sözü dinlemezsen aha böyle olursun işte. ıssıza çekerler adamı. hadi onuda geçtim bari git limandan uğurla niye kuş uçmaz kervan geçmez yere gidiyorsun ah benim akılsız kızım. son birşey daha o kadar tecavüz sahnesi dediler böyle baya hararetli birşey beklentisi içinde izledik bir halt göremedik. sonra hülya avşarlı versiyonu izledik ki bak hülya ablana ne güzel kıvırmış işi.
    (mcleod 18.09.2010 22:51)
  4. Doğan Medya'nın Türkiye'nin ahlaki değerlerinin içine etme serisinin bu yıl ki halkasıdır. Sadece posta gazetesinin haberi bile vehameti gözler önüne sermektedir. Sabah, öğle, akşam, gece her vakit diziyi yayınlamaları da çoluk çocuk herkesin fatmagül hassasiyetine sahip olmasını istemelerinden kaynaklanıyor sanırım.
    (agacsakal 18.09.2010 23:28)
  5. beren saat in oynaması...
    (kral cunyir 22.09.2010 09:30)
  6. reyting alamaması..
    (kral cunyir 14.11.2010 12:49)
  7. (bkz: esra dermancıoğlu)
    (diyojenist 04.01.2011 20:49)
  8. Şu aralar en nefret edilen suallerden biri her halde. Gına geldi. Dizi de on beş dakika köfte sipariş ediyorlar, sonra beş dakika çay mı kahve mi söylesek diyorlar. Oturup geviş getirsinler yediklerini oldu olacak. Konuya katkısı olmayan sahneleri dayaya dayaya iki saat dizi yayınlamak için böyle eblehleşmek gerekiyor sanırım. Seyirciye saygısızlığın bir örneği.
    (vladimir 14.04.2011 01:16)
  9. Türkiye'de doğmuş olması.

    Bu ülkede tecavüze uğramak da suç. Uğrarsan böyle evlendirirler tecavüzcünle. Hadi zengin yere kapak attıysan anana babana üç beş kuruş para verirler belki. Ama o da yoksa, köy meydanında alnından vurulmazsan kendini şanslı say.
    (poetisa 14.04.2011 02:34)
  10. türban taksaydı böyle olmazdı. haketmiş bence! Bir kadın türban takmıyorsa mağdur da olamaz arkadaş, bu kadar basit bir şeyi bile anlamıyor kimse.
    (goodboyum 14.04.2011 13:37 ~ 14.04.2011 13:42)
  11. (bkz: sumru yavrucuk)
    (diyojenist 20.05.2011 01:39)
  12. bakın baştan uyarıyorum, acayip uzun bir tanım okuyacaksınız. çayınızı, kahvenizi (hay zıkkım içelim hep beraber) sigaranızı değil sigara paketinizi yanınıza almadan başlamayın.

    ben bu diziyi, hem de yazın en sıcak günlerinde seyretmek “zorunda” kaldım bir yerde. ilginç bir deneyimdi, sizinle de manyak uzun bir tanımla paylaşmak istedim.

    şimdi, öncelikle diziye ilk başladığı zamanlar, hakkında bol bol lafazanlık yapılırken (aslında galiba asıl bu yüzden) kesinlikle haksızlık etmişiz. ilk bölümünde kalıbımı basarım herkes o haftalarca konuşulan tecavüz sahnesini beklemiş. sonraki birkaç bölüm de yine bu minvalde devam etmiş. biraz cılkmış cidden ama sanırım o da set ekibinin birbirine kaynaşmasıyla ilgili bir sorunmuş. bu arada yapımcıları (ay yapım) tebrik etmek gerekiyor galiba. bir kere ekibi ustalıkla seçmişler, özellikle de oyuncuları. o kadar ustalıkla seçilmişler ki, zaman zaman oyuncular olmasa izlenecek şey değilmiş hissine de kapılmadım desem yalan olur. şahsen “olmamış” dediğim iki tipleme hariç herkes rolüne cuk oturmuş.

    o iki tipten biri selim yaşaran’ı canlandıran engin öztürk. aslında “engin’in suçu ne” diyesi geliyor insanın çünkü bu işlerde henüz yeniymiş kendisi. galiba rol aldığı ilk ciddi dizi de bu. pişer abisi, zaman tanımak lazım... ikinci olmayan tip ise mustafa nalçalı’yı canlandıran fırat çelik. ve onun da mazereti var: adam doğma büyüme fransa ikametli. türkçe’si zayıf. balıkçı mustafa gibi bir türk erkeğini canlandırabilecek en son insan aslında. sonuçta hiç tanımadığı, hiç bilmediği bir kültüre ait birini hem de bütün tutkusu, asabiyeti, özlemi, aşkı artık aklına ne gelirse, canlandırması gerekiyor. başarması mucize olurdu zaten. kaldı ki yarım yamalak türkçe’si yüzünden dublaj yapılıyor sesine. yani mümkün olsa bizim balıkçı mustafa, fransız aksanıyla türkçe konuşacak ama haliyle izin verilmiyor, dublaj mecburi. ama şurası da kesin ki dublaj denen meret de işin bütün büyüsünü yok ediyor, maalesef. keşke fransız aksanlı türkçe’sini kullanabileceği bir ilk rolü olsaydı ekranlarda....

    dönelim oyuncuların geri kalanına... daha dizi gündeme geldiğinde başını çevirsen fatmagül’e çarpıyordun. o günlerde polemik de vardı hatta: hülya avşar, “ayol bana daha güzel tecavüz etmişlerdi” filan demişti. başka magazin haberlerinde de beren saat’in beklenen patlamayı önceki dizisi aşk-ı memnu’da yapamadığından, ama bu dizide kesinlikle kendini aşacağından söz ediliyordu. ben size bir şey söyleyeyim mi? Beren’in yanına adeta “kondurulmuş” engin akyürek yapmış o patlamayı asıl. sanırım bu kimseciklerin beklemediği bir şeymiş zaten. tamam, başrole illa ki güzel kız ve yakışıklı erkek koyacaksın ama bu dizinin bütün başarısı engin akyürek... ve diğerleri ile gelmiş.

    yine de haksızlık etmeyelim. mesela sumru yavrucuk, hayat verdiği meryem aksoy (ebe nine) karakteriyle kelimenin tam anlamıyla döktürmüş. e yılların oyuncusu, usta zaten. fazla söze ne hacet, beklentileri fazlasıyla karşılamış demekle yetinelim ve edebimizle susalım. ama diğer iki karakter var ki, oy oy oy... bunlardan ilki fatmagül'ün kıt akıllı ağabeyi rahmi ketenci’yi canlandiran bülent seyran... ya insan bi falso verir. bir kere de öyleymiş gibi bakmaz, bir kerecik olsun bir laf ederken ağzına öyleymiş gibi şekil vermez mi? vermemiş işte! on numara oyunculuk, dumurlardan dumur beğendim. dahası, ben "rahmi" karakterini andıran epey insanla karşılaştım gerçek hayatta, ayyyyynen öyleler. şu kadroda en büyük alkışı hakedenlerden biri kesinlikle bülent seyran. o topak topak koşturmaları, ha bire aynı lafı tekrarlamaları, başkasının söylediğini, aynını söyleyerek onaylamaları.... ooooof of. dünyanın en zor rollerinden biridir kendinden daha akılsızı canlandırmak. herkes daha akıllı olduğunu gösterme adına rol kesebilir ama pek az insan, gülünç duruma düşmeden, kendisinden daha az akıllı birini canlandırabilir bence. ve bülent seyran'ın da en büyük artısı bu olmuş galiba. inşallah onu bu rolde unutmazlar ve çok ama çok daha farklı roller verirler çünkü bu rolün altından böylesi başarıyla kalkabilen biri hepsinin üstesinden gelir! helal olsun.

    herkesin gıcık olduğu “mukaddes yenge”yi canlandıran esra dermancıoğlu ilginç bir vaka. herkes zanneder ki illa ki iyi, doğru ve güzeli canlandıranlar stardır. değildir çünkü insanın hayatında aslında iyi, doğru ve güzel pek çok şey vardır, illa ki öyle birilerini tanımıştır. örneği boldur yani. ama mukaddes yenge gibiler nadir bulunur. hem iyidir hem kötüdür, hem susar hem konuşur, hem dedikodu yapar hem hayat tecrübesini konuşturur. dolayısıyla çok zor bir rol de mukaddes ketenci işte bu dizide. mektepli bile olmayan esra dermancıoğlu ise bu rolün altından büyük bir ustalıkla kalkmış. hani öyle anlar geliyor ki ekrana dalıp, kadının saçını başını yolmak istiyorsun. oyunculuğu bir yana ses tonu bile son derece güzel. böyle ne tiz ne boğuk, insanı rahatsız etmiyor hiç. dublajı düşünür müydü acep? bazıları onun oyunculuğunu özellikle bu dizide beğenmemiş ancak tıpkı bülent seyran’ın başarısı gibi onunki de son derece özel bir oyunculuk örneği. e kolay değil asil bir mahalle karısı profili çizmek. g.t ister yani... evet, o hem bir mahalle karısı hem de ailesini koruyan bir şahin aslında. kim ne derse desin, attığı ufak yalanlarla fatmagül ve kerim’in bunca yakınlaşmasındaki payı da büyük. evet, belki paragöz, belki şırfıntı, belki kocasını, evini bırakıp eski sevgilisine kaçacak kadar da kaltak ama sonuçta şöyle bakmak da lazım: hepimiz yaptığımız hataları, yaşadığımız, içimizden atamadığımız eksiklik yüzünden yapmaz mıyız? mukaddes yenge de öyle işte. onun derdi, kandırılmış olmak, hem de sevgiyle kandırılmış olmak. ve esra dermancıoğlu da bu ilk ciddi deneyiminde tıpkı bülent seyran gibi döktürmüş işte kardeşiiim.

    dizide bir avukat münir telci karakteri var. murat daltaban canlandırmış. ses tonundan, tonlamasından, mimiklerinden, jestlerinden tutun iliklerine kadar yavşak bir avukat olmuş. adam bizim evin içine girdi sanki seyrederken, o kadar gerçek. murat daltaban da muhteşem bir oyunculuk örneği sergilemiş özetle.

    dedik ya, yan roller muhteşem dağıtılmış diye. mesela musa uzunlar iliklerine kadar reşat yaşaran olmuş gerçekten. ben sadece az, biraz daha topluca birini görmek isterdim o rolde ama boşver, iki gram göbek eklemek için musa uzunlar’ın performansından olmak da var sonuçta. aynı şekilde avukat kadir pakalın’ı canlandıran yılların tiyatro adamı civan canova’ya da helal olsun. tamam, biliyorum, bunları benim burada yazmam bile zırva, bunlar kendilerini sanatlarını ispatlamış insanlar ama ne bileyim, adını zikretmezsem haksızlık olur gibi geliyor, n’apiim.

    erdoğan yaşaran’ı canlandıran kaan taşaner de kısa sürede vaka haline gelenlerden bu arada. biri söylemişti, “haddi leeeyn” demiştim, ciddiymiş: facebook’ta “erdoğan yaşaran’dan öldüren cümleler” diye sayfa bile açılmış. yani tamam, elbette senaristler yazıyor ve kaan taşaner de canlandırdığı karaktere hayat verme adına söylüyor bu cümleleri ama o değil başkası söylemeye kalksa zinhar böyle şık durmazdı. işte birkaç örnek:

    erdoğan-vural: (vural içkinin b.kunu çıkarmıştır yine. erdoğan bu halini eleştirir) alkol komasından yeni çıktın, fermuar takacaklar midene!
    erdoğan münir: (şık olunması gereken bir gece için hazırlıklar sürmektedir ve erdoğan, kaypak avukat münir ile holding binasındaki odasında laflamaktadır. bu arada münir epey saçsız bir karakter. hazırlanmaları gerektiğinden söz ederlerken, erdoğan lafı geçirir) akşama sen de saçlarına fön çektir bari.
    Erdoğan-selim: (iki kuzen hapishanede havalandırma sırasında sohbettedir. selim, bir telefon açma isteğiyle kıvranmaktadır. aklımda kaldığı kadarıyla aktarıyorum)
    erdoğan: ha tabii konuş, sonra da dinlesinler.
    selim: dinlerler mi ki?
    erdoğan: ohoo, oğlum dinlerler, altına fon müziği bile döşerler.
    erdoğan-mustafa: (meyhanede o bölüm itibarıyla şoförü olan mustafa ile muhabbet ederken) e madem öyle beton dökmeyelim buraya, kalkalım.

    iyi oyuncu özetle kaan taşaner. benim en dikkatimi çeken yanlarından biri de allah vergisi güzel renkteki gözleri oldu. bizde mavi ve yeşil gözlü insan çoktur ama böylesi laciverde bakan bir mavi cidden azdır. adam resmen lacivert gözlü yaaa... maşşşşallaaaah!

    vural namlı’ya hayat veren buğra gülsoy, bu ekibin en deneyimli isimlerinden biri. yine youtube yorumlarında gördüm ki, en az kerim kadar hayranı var vural olarak... gülsoy’un alnındaki dikiş izleri ona bambaşka bir hava vermiş, umarım kötü bir anısı yoktur o izlerin. bu da bir tür engin akyürek öte yandan. gözleriyle oynuyor, duygularını direkt verebiliyor gözleriyle. ve ilginçtir, gülmek yakışmıyor bu arkadaşa yahu. onda fena halde al pacino havası seziyorum, en az pacino kadar başarılı olur inşallah.

    dizide murat ketenci’yi canlandıran bir bıdık var: ata yılmaz önal. onunla ilgili değilse bile rolüyle ilgili ahkamlarımı ileride keseceğim yalnız şu kadarını söylemek gerekirse çocuk iyi oynamış valla. bunca gerilimli bir konunun içinde, bunca gerim gerim gerilmiş bir ailenin çocuğunu canlandırmak da zor iş olsa gerek.

    esas kızımız beren saat buradaki rolüyle hem taktir edilmiş hem eleştirilmiş anladığım kadarıyla. kimi yere göğe sığdıramamış, kimi de magma tabakasına yol döşemiş. benim gözlemim odur ki beren saat, fatmagül’de kendini bulamamış. elbette kabul ediyorum, oyuncu dediğin her rolün altından kalkabilmeli ama şurası da açık ki o bir engin akyürek değil! ona böyle acıların kadını tarzı değil de daha cıvıl cıvıl, ışıl ışıl roller verilmeli sanki. zaten dizi ilerleyip de fatmagül, beren saat’e paralel bir kişiliğe dönüşmeye başladıkça kendini gösterebilmiş. zıpır bu kız yahu. içi içine sığmayan birinden 3 kişinin tecavüzüne uğramış bir dertli abla yaratamamış yani. yalnız bir şey ilgimi çekti. böyle karakterlerin canlandırılması sırasında ne bileyim, mesela mutfakta yemek yapması, ortalığı silip süpürmesi, hamur yoğurması filan beklendiğinde hep yapmacık canlandırır oyuncular. bakıyorum, beren saat ciddi potansiyel sahibi. ne bileyim, yeri öylesine silmiyor, kilimi öylesine silkmiyor, hamuru öylesine yoğurmuyor. gerçekten yapıyor bunları. “demek ki eli ev işlerine yatkın” dedim kendi kendime, gelin arayan oğul anası ruh haliyle... ha bu arada, bihter’i geçmiş mi bilmem fatmagül olarak ama ben baktıııım baktıım, ve sanki biraz daha zamana, deneyime, farklı projelere belki, ihtiyacı var gibi geldi bana.

    dizinin esas oğlanı kerim ılgaz’ı canlandıran engin akyürek’i anlatmak buralara fazla geleceği için, kendisini engin akyürek başlığı altında anlatmaya çalıştım, klavyem elverdiğince. (bkz: engin akyürek) bakınız ediniz işte, n’ebliim. ama konuyla ilgili olarak burada da kendisinden söz etmek şart: kerim ılgaz gibi bir karakteri, kendinden bunca şey (ne, bilemiyorum ama çok çok şey) katarak canlandırabilecek bir allah’ın kulu daha çıkmazdı bu memlekette. çünkü kerim ılgaz duygu ve düşünce açısından o kadar karmaşık, o kadar açmazlar içinde, o kadar gel-gitler yaşayan bir karakter ki, yeri geliyor, “durdurun lan diziyi, kerim’in suçu ne, asıl onu kurtarın” diyesi geliyor insanın. bu karakter, bir yerde her türk genç kızının da hayalindeki erkeği yansıtması açısından bunca ilgi odağı tahminen. kerim’in tek defosu ise “tecavüze engel olmama” (suçu bile değil) gafleti. köpek gibi de pişman. hani kıza aşık olmasa, o pişmanlığı bunun sonu olurdu, o derece. bu bir yana, hepiniz bilirsiniz, bizim kızlar sevgi ve aşk manyağıdır, seks ve cinselliğe hayallerinde o kadar da yer vermezler. fatmagül’ün yanağına 39 bölüm sonunda güç bela bir öpücük kondurabilen kerim de doğal olarak beklemeyi bilmesi, sabrı ve nezaketiyle bizim kızların idealidir işte. istediğini belli eden ama “ver” demeyen, zor kullanmayan, sevdiği kadın için kendini, hayatını, geleceğini hatta onurunu kendi ayaklarının altına alıp çatır çatır çiğneyen... gerçekten çok farklı bir erkek tiplemesi olmuş. hani derler ya, “bu kadarı da masallarda olur” diye; eh artık bundan sonra “bu kadarı da yerli dizilerde olur” demek lazım belki de... yalnız, yine engin akyürek sayesinde... çünkü bu çerçevedeki bir kerim ılgaz, alay konusu olmadan, “hadi lan ordan” diye eleştirilmeden, “yok daha neler” gibi inandırıcılıktan uzak olduğu yolunda yargılanmadan ancak ve ancak böyle ete kemiğe bürünebilirdi. bilgisayar başındaki sandalyemden kalkıp, bir kez daha alkışladım akyürek’i kendi adıma... amaaa... zurnanın “zırt” dediği bir gerçeği de atlamamak gerekiyor bence...

    bir kere dizi, iki kadın senaristin, ece yörenç ve melek gençoğlu’nun elinden çıkıyor. yönetmeni de bir kadın: hilal saral... haliyle bir “kadın kokusu” egemen diziye. dolayısıyla kerim gibi bir karakterin fazlasıyla “kadın elinden çıktığını” kabul etmek gerekiyor. anne gibi yaklaşılmamış kerim’e, seks objesi haline de getirilmemiş. hanım evladı da değil çapkın bir kişilik de verilmemiş. ne yapmışlar? sanırım ticari içgüdüleriyle, “gideri olan” bir kerim ortaya çıkarmışlar. bu diziyi kimlerin seyredeceğini ustalıkla öngörmüşler: hayallerindeki erkeği arayan genç kızlara, kadınlara, “buyrunuz; işte siz aslında böyle birini arıyorsunuz” denmiş sanki... realizm bir yana da, işin içinde para, reyting ve tutulmayan diziyi öğüten bir çark varsa (ki hatırlayın ki türkiye’de her yıl 300 civarı dizi yayına başlıyor televizyonlarda ve bunların 30’u ancak izleniyor) son derece başarılı bir iş çıkardıklarını da kabul etmek gerekir. yalnız, ben bütün bölümlerini ard arda seyredince farkettim, her hafta yayın saatini bekleyerek seyredince de kulak tırmalar mıydı bilemiyorum haliyle ama sürekli aynı lafların tekrarlanması gibi bir aculluk var dizide. aklımda kalanlar şunlar:

    mukaddes: ....bak ben sana söyliim,
    rahmi: deme öyle, deme...
    hemen herkes: bak gör!
    fatmagül (hemen her isyanında): kimse bana bundan sonra ne yapacağımı söylemesin!
    hemen herkes: pislik!
    vesaire...

    bir de herkes, her şeyi bu dizide niye kapı baca dinleyerek öğreniyor, buna aklım ermedi. herkesin kulağı başkasının konuşmalarında. ayıp ayıp...

    ticaretten filan söz etmişken, dizinin içinde ha bire reklama yer verilmesine hak vermekle birlikte, bu reklamların gözümüze sokulmasını bir reklamcı olarak bile itici buldum doğrusu. balık yeniyor, haydi bakalım cola reklamı. sofraya oturuluyor, yine cola reklamı. hem de repliklere yedirilerek. “oooh, balıkla da iyi gider” falan filan... hele garanti bankası’nın bir paramatik reklamı vardı, beni koparıp oradan oraya sürükledi. “oha!” dedim, hala da diyorum.

    yine aynı paralelde olmakla birlikte, aynı şekilde yer verilmekle birlikte, dizinin sosyal mesaj kaygısını taktir ettiğimi de söylemem gerek. zira fatmagül’ün suçu ne’yi seyreden, aynı veya benzer dertlerden muzdarip olan, nereye gideceğini, ne yapacağını bilemeyen kadınlara, kızlara da itinayla yol gösterilmiş. aynı gerekçeyle, ilk bölümlerinde tığla oyalar yapan fatmagül’ün, galiba 20’inci bölüm civarında liseyi dışarıdan bitirmeye hazırlanması, tığını, oyasını atıp, eline defter, kalem, kitap alması da gerçekten taktire şayandı.

    yerli dizilerin hallicesinde çocuk karakterlerin olduğu malum. kimileri bilfiil çocuklar üzerine yazılıyor ama fatmagül’ün suçu ne ve benzeri dizilerdeki çocuk karakterler için ukalalık edip, senaristleri biraz daha özenli olmaya davet ediyorum ben. dizide murat ketenci karakteri özelinde son derece yanlış yönlendirmeler var çünkü. çocuğun bir şekilde yetişkinler için sorun olduğu her sahnede “sen televizyon seyret”, “sana çizgi film açayım mı?”, “git oyuncaklarınla oyna” gibi bir yığın hatalı cümle kullanılıyor. oysa... oysa, bu dizileri çocukların da en azından bir saat kadar izlediklerini unutmamak gerekiyor bence. hani zamanlama neyi emreder, şu talebim yerine getirilebilir bir şey midir bilemiyorum ama bence çocuğun, yani ata yılmaz önal’ın canlandırdığı murat ketenci’nin bulunduğu sahnelerin, çocukların yatma saatinden önce, yani dizinin ilk yarısında yer alması, o sahnelerde de ucundan kıyısından çocuklara “da” mesajlar yollanması, hiç bir şey yapılamıyorsa bile, çocuk karaktere el ayak altından çekilmesi gereken baş belası muamelesi yapılmaması gerekiyor.

    ha, unutmadan... dizinin müziklerini yapan toygar ışıklı’ya yürekten tebrikler. her melodi kendi içinde çok çok güzel. bunlar, yani dizi müzikleri cd olarak filan yayınlanıyor galiba, fatmagül’ün suçu ne’ye ait bir müzik albümü çıkmış mı onu bilemiyorum ama eğer çıkmadıysa ve eğer bu müzikleri öyle dizide kullanıldığı gibi değil de uzun uzun yayınlayabilirlerse, gerçekten gider alırım, o derece. yalnız müzik konusunda bir teşekkürüm daha var ki o da yaptığı işin adını bilmediğim ve benim için isimsiz olan o kahramana... bunu her kim yapıyorsa, yani hangi sahnede hangi müziğin kullanılacağına kim karar veriyorsa, ona tebrikler ve teşekkürler. affedersiniz de en boktan sahneler bile etkileyici hale gelmiş sayesinde. helal olsun...

    manyakları dizinin yeni sezonunu dört gözle bekliyor. youtube’da yazılanlara şöyle bir göz attığımda ortadoğu’dan kuzey afrika’ya, balkanlar’dan abd’ye ve hatta türk nüfusun yoğun olduğu almanya, belçika, fransa gibi avrupa ülkelerine kadar pek çok takipçisinin olduğunu gördüm. galiba biz türkler hariç, özellikle araplar’ı cidden etkilemiş bu dizi. ha, beni etkilemedi mi? evet, dizilere karşı buz kalıpları kadar sıcak durduğum halde belki de gayet dürüstçe itiraf etmeliyim ki etkiledi. ama yeni sezonda seyredebileceğimi zannetmiyorum. yani seyrederim de, öyle yayınlandığı gün ve ekran karşısına geçip seyredemem. ben o reklam aralarıyla bilmem neyle kurdeşen döküyorum zaten, fatmagül’ün suçu ne için bile çekemem. yine internete takılırım artık.

    ve bir son not olarak ay yapım’dan ricam olsun: ya allah aşkına reyting getiriyor diye maymun etmeyin diziyi. sürpriz gelişmelerle, yan karakterlerin saçma sapan hikayeleriyle yılan hikayesine dönmesin. bir de madem bu kadar s.çtık yorumlayacağız, eleştireceğiz diye orta yere, ricamdır yine, illa ki bu fatmagül ile kerim bedenen de kavuşacaklar dizinin bir yerinde, sizden dünyanın en duyarlı, en yürek dağlayan, en zırıl zırıl ağlatan, en unutulmaz ve en sevgi yüklü sahnesini bekliyorum.

    haydi bakalım, herkes işinin başına şimdi...
    (hazeyame 09.08.2011 00:38 ~ 09.08.2011 01:11)
  13. ehm... valla abla deyip bağrına basan vampirlerden özür dilerim de, bu dizi benim için ciddi anlamda vaka olmaya devam ediyor. yarın yeni sezonun ilk bölümü yayınlanacakmış, konuyla ilgili bütün sitelerde bir hareket bir hareket. yalnız memleket genç kızlarının ahval ve şeraiti üzerine derin endişelere garkoldum. (n'ooldum n'ooldum??)

    lan olm, beren saat manyağı bir kitle yetişiyor, haberiniz var mıydı? bunların alayı da bu dizi ağırlıklı olarak bereeeeeeeeeeennnnnnnnn bereeeeeeeeeeeeeeeeennnnnn diye me'lemekle meşgul. aklım dimağım durmak üzere, sen çalıştır ya rab! ben bunu türk delikanlısının geleceği açısından feci sakıncalı gördüm yaa... hani dizide elini sallasan, gözünü kaydırsan yakışıklı birine rastlıyorsun zaten, lan "olgun severim" diyenler için musa uzunlar'dan tut civan canova'ya; çıtır sevenler için engin öztürk'ten kaan taşaner'e, yaa geç haydi hepsini bir kalem, engin akyürek yeter alayına zaten, bir yığın böylesi afet-i devran var dizide, ama bizim genç kızlar "beren de beren" diyor. küçük dilimi yuttum, hükümsüzdür!

    n'ooluyo abi? kızlar delikanlı milletinden umudunu kesti, lesbos adasına mı ricat ediyor, nedir? sosyolojik bir durum vesselam. yani tamam, biliyorum, hem kadın hem erkek yıldızların her iki cinsten de hayranı olur ama ben böylesine ilk kez rastlıyorum ve bunda beren saat'in zatının etkili olduğunu da sanmıyorum. medyanın bok yemesi gibi geliyor bana.

    uyanın delikanlı ahalisi... kız milletinin bilinç altına beren saat tohumları serpiliyor, bakın uyarmadı demeyin, kök sökersiniz ileride.
    hayrettir yaa...
    (hazeyame 07.09.2011 14:49 ~ 07.09.2011 14:52)
  14. tecavüzcü selim yaşaran'ı canlandıran engin öztürk için cart curt etmiştim ilk tanımımda, o kendini edit'ledi ben de onu edit'leyeyim: valla gayet iyi olmuş oyunculuğu artık. sırıtmıyor, iğreti durmuyor. eferim len!

    diziye yeni katılan serdar gökhan'ı izlemek de büyük keyif verdi bana. özlüyorum böyle eskinin güzel insanlarını, hep yer versinler. çok da iyiydi, formundan bir şey kaybetmemiş. fazlasıyla "baba" olmuş.
    (hazeyame 23.09.2011 11:40)
  15. beni tek bir sahnesiyle uzuuun uzun düşündüren, deriiin mi derin endişelendiren dizi... yine aynı sahneyle ilgili yazılıp çizilenler yüzünden, yaşımın kemale erdiğini "farkettiğim" dizi...

    sahneyi şu linkten izleyebilirsiniz: http://www.youtube.com/watch?v=2Lt4HpWqRBY

    hiç alakası olmayanlar için açıklayalım: bu sahnede görünen delikanlı, yani kerim (ki engin akyürek oluyor kendileri) işlemediği bir cinayet yüzünden tutuklanıp, ilk duruşmasında da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. yanındaki kız da bir yıldır suçunun ne olduğu öğrenilemeyen fatmagül işte; kerim'in bu güne dek, gördüğünüz dahil iki kez elini, bir kez de yanağını öpebildiği, birkaç kez de kucakladığı karısı... *

    şimdi... bu sahneyi izleyen herkes yarılmış halde... ilk 3 gün hepsi komadaydı, yeni yeni kendilerine geliyorlar. al-la-hım yarabbim, o youtube yıkılıyor, facebook sayfaları yıkılıyor... niye? o el tutma sahnesi yüzünden... ve ben sadece düşünüyorum: "ben mi geri zekalı ve ruhsuz biriyim ki hiç etkilenmedim. benim göremediğim, anlayamadığım ne var o sahnede? tamam, bu durum biraz da "b.k yiyin, milyarlarca sinek yanılıyor olamaz" lafına benzedi ama niye yahu, niye?" derken... aydım duruma...

    benim gençliğimde ilk el tutmalar aşağı yukarı böyle yaşanırdı sevgililer arasında... aynen böyle: ürkek, çekingen, karşındakinin ne tepki vereceğinden şüpheli, biraz paranoyakça, biraz "zamanı mı acaba?" sorgusuyla birlikte... biz 40 yaş kuşağı, sevgilimizle ilk ele ele tutuşmayı hemen hemen böyle yaşardık ve bu, benim onlarca kez tanık olduğum bir sahneydi işte... beni onun için etkilememiş, o yüzden garip gelmemişti. iyi de sayıları belki yüzbinleri, haydi sağa sola yazmayanlarla birlikte milyonları etkileyen neydi ki bu sahnede? ve daldım düşüncelere...

    gençler, artık bu kadarcık bile ürkeklik hissetmiyor muydu sevgililerinin elini tutmaya davrandıklarında? peki ne yapıyorlardı? elini uzatıp şak diye avuçlarının içine mi alıyorlardı? bu sahneyi romantik olarak tarif edenlerin yaşayamadığı neydi ki bu kadarcık bir sahnede bile ölüp bitecek derecede romantizm buluyorlardı? yoksa şu icq günlerindeki gibi asl * bu çocuklar için yeterli miydi? flörte karar verdiklerinin ikinci günü kendilerini yatakta mı buluyorlardı yoksa? bu gençler, bir kızın, bir delikanlının elini ilk tutarken -allah aşkına yahu- ne hissediyorlar, nasıl davranıyorlardı ki bu sahneden bu kadar etkilenmişlerdi? cesaret edip sorduğum bir ikisi, "e romantik değil mi sence de?" demeye gelen cevaplar yolladılar. bilmem... endişeyle, korka korka aşık olduğun insanın elini tutmayı ben eziyet, duygusal işkence olarak görmüştüm hep. beyazıt meydanı'ndaki ekip otobüslerine (evet ya, ekip otosu değil otobüsü olurdu meydanda) yaklaşırken elleri ayırmak sıradan bir refleksti mesela, çünkü sen ayırmazsan, polis bile gelir ayırırdı o elleri, hiiiç üşenmezdi! eve dönüş yolunda vapura binildiğinde de ayrılırdı eller, bir baba dostu anne arkadaşı görür korkusuydu bunun nedeni. haydi bunları geç bir kalem, sevgilinin eline uzanan o ilk an, tedirginlik yüklü olurdu aynen bu sahnedeki gibi. bırak elini tutmayı, sevdiğin insanın koluna, eline, yüzüne, sırtına vs dokunmak bile "bir şey"di...

    ve aslında bütüüün bu sorulara verdiğim cevap, bu dizinin neden bu kadar sevildiğini de açıklıyordu: evet, en temelinde dizinin konusu ve gelişimi itibarıyla sebebi farklıydı ama insanlar bu dizide, sevilene adım adım ulaşma çabasını görüyordu. bu uğurda bir delikanlının verdiği mücadeleyi izliyordu. o delikanlı zorlandıkça "yeter ama artık yaa" diye isyan ediyor, delikanlının işi rast gittikçe dizinin sonu yaklaşıyor diye paniğe kapılıyordu.

    belki de insanlar ömrü üç gün süren sevdalardan bıkmışlardı. ama galiba en çok da sevgiyle, aşkla fethetmeye-fethedilmeye hasret kalmışlardı.

    bunları düşündüm işte bütün o yorumları gördükçe. ve anladım ki gençler belki aşkı yaşıyor ama aslında bir türlü hissedemiyordu... biz miydik şanslı olan, yoksa bu yeni kuşak mı şanssızdı? bunun cevabı o kadar göreceli ki... ama kesin olan bir şey varsa, bizim devrimiz geçmişti ve gençler bizim devrin bu masumane korkularını bile romantizm olarak görüp, bağırlarına basmaya hazırdı...
    (hazeyame 05.10.2011 01:49 ~ 05.10.2011 02:35)
  16. insanları en gudik konularda örgütleyen dizi... tamam, sosyal "meşaz" kısmını anladık, mor çatı, mağdur kadınlar, tecavüz kurbanları filan neyse de, yahu "dizimizi ratingler'de yine birinci çıkaralım, haydin ekran başına millet" diye bir ses versen, karşıki dağlar tv karşısına geçiyor.

    dizi dizi değil toplumsal fenomen anasını satiim...
    (hazeyame 01.11.2011 12:08)
  17. eskiye kıyasla feci kan ve nam kaybetmiş dizi. insanlar ne aradıklarını ne de beklediklerini bulabiliyor artık. senaristleri iyiden iyiye saçmalamakla meşgul. ilgili internet sitelerinde yazılanları okumak bile diziyi terketme sebebi. bir de yapımcı kuruluş ay yapım ve sahibi kerem çatay'ın başı rating skandalı ile feci dertte olunca... sonun başlangıcında sanki dizi, o derece...
    (hazeyame 17.12.2011 19:12)
  18. ismini her duyduüumda nerden bileyim ben diye gayri ihtiyari cevap vermek durumunda kaldığım zottirik tv dizisidir. Maksat reklam kuşağı satmak, İzleyici reklam seyretsin diye reklamların arası dolsun diye program yapıldığını, dizi yapıldığını bilmeyen kalmadı.İçinde toplumsal mesajlar, oyunculuk, sanat falan arayan fena yanılır. Amaçların arasında sondan dördüncü sırada belki gelirse bu öpün de başınıza koyun.
    (vladimir 17.02.2012 23:51)
  19. bakınız: ( #313230 )

    o kadar da değildir yahu demek istedim bunu okuduğumda ve diyorum da nihayet. çünkü amaçları reklam kuşakları pazarlamak olsa da olmasa da o oyuncular da oyuncu kardeşim. biri ikisi alaylı olabilir, ciddi kesimi devlet tiyatrosu, şehir tiyatrosu sanatçısı ve konservatuar mezunu. tv kanalları reklam pazarlama amaçlı dizi çekiyor diye bu çocukların oyunculuğunu niye tu kaka edelim... sanat olabildiğince var, çünkü time is money mantığı devrede... oyunculuk hallicesinde ve üst düzeyde var. toplumsal mesaj şeysi de, klasik bir durum işte: biri verir, alan alır, almayan öööyle bakınır. yalnız itiraf etmek gerekirse bu dizi cidden "zottirik"ti. bu zottirik diziyi bile izleten oyuncuları vardı sadece. onların yüzü suyu hürmetine diziye katlandı millet. ben bunu bilir bunu söylerim. ve not: yerli dizi seyircisi değilim. bir bu vardı o da bitti işte. engin akyürek sağolsun. bülent seyran da... civan canova da... sumru yavrucuk da ve hatta serdar gökhan da...
    (hazeyame 13.09.2012 13:27)


Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.