son beğenilen tanımları son kötülenen tanımları
genel istatistikler
kendimi adeta kocaman bir boşluğun içine düşmüş, orada çaresizlik içinde kalmış biri gibi hissettim bu karardan sonra. o boşluğun içinde boğuldum, boğuldum, çıkmaya çalıştım çıkamadım. ve birbirinin kopyası lanet herifleri gördükçe daha da nefret ettim kendi güçsüzlüğümden ve çaresizliğimden... neden kimse bir şey yapamıyor... eline imkanı alan bu zorbalar, vatanın evlatlarına ne zamana kadar vuracak, ne zamana kadar onları öteki görecek. ne zaman bu ülkeye sevgi tohumları ekilecek. hiçbir zaman mı? neden ben de bu toprakları terk etmeyeyim? neden eziyet ve işkence ettireyim kendime? ya gitsem? onlara teslim mi olmuş, bu iğrençliklerine boyun mu eğmiş olurum? korkmuş ve kaçmış mı olurum? bilmiyorum, gelgitler sürüp gidiyor... bu sancılar devam edecek, bu hastalık sürecek. içimizdeki mikroplar, virüsler temizlenene kadar bu hastalık geçmeyecek, ne yaparsak yapalım.
Anayasa mahkemesi, başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğini iptal etti ve yürürlüğünü durdurdu. Karar 9 üyenin iptal 2 üyenin ise iptal edilmesin yönünde görüş bildirmesiyle alındı. Anayasa Mahkemesi, CHP ve DSP milletvekillerinin başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğinin “iptali veya yok hükmünde kabul edilmesi ve yürürlüğünün durdurulması” istemiyle açtığı davanın sonucunu yazılı açıklamayla duyurdu. Açıklamada, şöyle denildi: “9 Şubat 2008 günlü 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair Kanun'un 1. ve 2. maddeleri, Anayasa'nın 2, 4. ve 148. maddeleri gözetilerek iptal edilmiştir. Ayrıca yürürlüğü de durdurulmuştur.” ey hürriyet, ey chp, ey anayasa mahkemesi ve diğerleri... işinizi iyi yaptınız... bir düzenlemeyi bile iptal ettiniz. bu ülkeyi iyice yaşanmaz hale getirdiniz. gidenlerin dönmek istemeyişini daha da haklı hale getirdiniz. meclis'i iptal ettiniz, kendinizi yasama, yürütmü ve yargının yerine koydunuz. kuvvetler ayrılığı bitti, tek kuvvet siz oldunuz. artık bu ülkede bırakın anayasa yapmayı ve değiştirmeyi, ağaç bile dikmek için sizden izin almak gerekecek. demokrasi bitti, anayasa mahkemesinin cunta yönetimi iş başına geldi. fiili darbe yaptınız, ak parti hakkındaki kapatma kararını da çıkardığınızda yargı darbesi tamamlanmış olacak. yaşasın darbe çığlıklarınızı duyuyorum. ülkeyi bugüne kdar nasıl yaşanmak hale getirdiyseniz, bundan sonra da aynı şekilde devam etmesini istiyorsunuz...
27 mayıs'ın ürünü konumundaki anayasa mahkemesi, bu darbenin izlerini hala yansıtıyor. 27 mayıs'ın üzerinden yıllar geçse de demokrasiyi istediği gibi kullanan zihniyetin devamı anayasa mahkemesinde sürmektedir. ülkeme geçmiş olsun. insanlıktan sonra meclis de öldü...
ankara'da altınpark'taki etkinlikleri gördüm, anadolu gösteri merkezindeki yarı finali izledim. bir amerikalı çocuk karadeniz şivesi ile kazım koyuncu'nun bir parçasını söylüyor. başka bir çocuk ise aynı parça ile yarışmada birinci oluyor. kim hayal edebilirdi adını bile duymadığımız afrika'nın küçücük bir ülkesinde türkçe konuşulacağını, kim söyleyebilirdi türkçe'nin dünya dili olma yolunda bu okullar sayesinde hızla ilerlediğini, kim hayal edebilirdi... küçük olsun benim olsun mantığındakiler asla... ancak gönülleri, kalpleri dünyaya açık; dünya barışı için bir şeyler vermek isteyenler ve türkiye'nin güçlü devlet olmasını arzu edenler bunu başarabilir. dünyadan korkmadan, ama dünya ile kavga etmeden... onlarca yıl geçmesine rağmen türk okullarının ardında hiçbir leke bile bulunamazken birileri, hayalinde bir senaryo geliştiriyor ve sonra buna inanıyor. lütfen çıkıp dolaşın bu okulları... türkiye'de robert koleji gibi okullar tübitak'ın yarışmalarında derece alamazken, o yurtdışındaki okulların kardeş okulları tübitak'tan, evet türkiye'nin en önemli bilim merkezlerinden birinden, ödülleri topluyorlar. nasıl olacak bu güçlü türkiye, nasıl muasır medeniyet seviyesine yetişeceğiz? birilerini suçlayarak mı, yoksa gönül hareketini destekleyerek mi? bence cevabı çok açık. bu harekete pek katkım olmasa da gönülden destekliyorum, türkiye'nin bu içler acısı, hasta halinin de ancak bu hareket ile iyileşeceğini düşünüyorum. yoksa mutsuzluk, kavga, çekişme vs... hepsi devam edecek. altınpark'ta bir pakistanlı çocuğa şunu sordum: "türk okulunun sizin okullarınızdan farkı ne? neden türk okulunu tercih ettin?" çocuk şunu söyledi: "bize bu okullarda sevgiyi öğrettiler." acaba bir pakistanlı bile sevgiyi öğrenirken, bir amerikalı türkiye'yi sevdiğini anlatırken, burmalı bir çocuk türkiye'de eğitimine devam etmek istediğini ifade ederken, rusya'dan birisi türkiye'ye hayran kalırken; bizim kendi insanımızın bir kısmı neden bunun karşısında olabildiğince katı, kaskatı durabiliyor? bu yıl altıncısı düzenlenen olimpiyatların şarkı yarışması dün gece istanbul'da yapıldı. şiir gibi dallar ise anadolu'nun değişik yerlerinde yapıldı, yapılıyor ve yapılacak.
hükümet, polis ayağına bakalım: başbakan, ayaklar ifadesi ile bir gaf yaptı. bu gafı ona pahalıya mal oldu, ya da mal edildi. hükümet ısrarla "taksim'e çıkamazsınız" dedi. yassak kardeşim, de cabası... her yasak nasıl kaldırılıyorsa bu da kaldırılabilir. provokasyon uyarısı yaptı, haklı çıktı ancak insanları buna inandıramadı. ben yaptırmam, dediği sözünün arkasında durup taksim'i düşürmedi. bir yabancı, souness bile fenerbahçe stadına bayrak dikmiş, ulubatlı sıfatını almıştı. ancak bizimkilire, eylemci gençlere, ulubatlı sıfatı uygun bulunmadı. ikinci tarafı ise eylemciler: disk, 1 mayıs 1977 yılında çıkan olayların düzenleyicisiydi. bu kara gün, bu kötü hatıra disk yöneticilerinin sorumluluğuna giriyordu. onlar bu işten sorumlu değildi diyemiyorum, onlar da 31 yıl önce yaşanan olayların aktörleri arasındaydı. bilinçli ya da bilinçsiz... bu kötü günün üzerine yeni bir şey inşa etmeye çalışmak, gülay göktürk'ün deyimiyle 'nostaljiye' dönüştürmeye çalışmak hiç hoş bir şey değildi. yani bir yas olayının üzerine, nostalji olsun diye, "ille de taksim" ısrarı akla uygun gelmiyor. akl-ı selimin olmadığını gösteriyor. ortaya felaket görüntüler, polisin "provokasyonu önledik" mesajı, gazetelerin "polis devleti" yorumu, taksim kalesinin etrafında yaşanan felaket görüntüler...
edit: milliyet internet sitesinden son dakka: demirtaş pkk'ya karşı savaşacak dtp genel başkanı Nurettin Demirtaş askerlik görevini yapmak üzere, Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde bulunan 125. Jandarma Er Eğitim Alay Komutanlığı'na teslim edildi. 125. Jandarma Er Eğitim Alay Komutanlığı daha çok özel harekat ve Güneydoğu'da operasyon yapan askeri tim elamanı yetiştirilmesi konusunda eğitim veriyor. Demirtaş ve beraberindekiler, 88/2 tertip askerlerle birlikte acemi askerlik görevini yapacak. Demirtaş'ın devre kaybı olduğu için 45 günlük acemilik devresinin uzayacağı öğrenildi.
son örnek ise ankara 11. ağır ceza mahkemesi tarafından verilmiş. danıştay saldırısı ve cumhuriyet gazetesi'ne bomba atılmasının faili hatırlanacağı üzere alpaslan arslan idi. bu kişinin ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan veli küçük ile bağı ortaya çıktı. bir fotoğrafta kol kolaydılar. ulusalcıların kartvizitleri vs... alpaslan arslan ilk tutuklandığında babası ve kız kardeşleri dikkat çekiyordu. başları açık kız kardeşler, aradan bir süre geçtikten sonra örtündü. bu ilişkiler ağı içinde, alpaslan arslan danıştay saldırısın 'türban' yüzünden yapmıştı mahkemeye göre. alpaslan aslan da veli küçük de doğu perinçek de ve diğerleri de mahkemeler tarafından cezalandırılmayabilir, suçlanmayabilir ancak benim vicdanımda, insanların vicdanında mahkum olmuştur. bu nedenledir ki halk onlara ne sandıkta ne de başka yerde sahip çıkmaktadır.
ben de tanımımı düzeltiyorum, daha doğrusu suç teşkil edebilecek (!) yerleri atıyorum. (tabi yine 'uyarı' yapılırsa onları da değiştirmeye hazırım!) hüseyin belki sen üzülmedin ancak bu defa da ... bir kesimi, çünkü senin üzerinden onlar .... görüyor, senin üzerinden genellemeler yapılıyor. .... olmayan yerden .... çıkmaz denir. her kesimde bu tür olaylar oluyor, ... dindar kesim yapınca "hem müslümanım diye övünüyorsun, hem dinin kurallarını yeri geldikçe hatırlatıyorsun, hem de dinin emrettiği kurallara uymuyorsun" ... eleştirisiyle karşılaşıyor. neden bu ... körükledin? neden ... esiri oldun? neden? yoksa sende mi 'bizden' görünüp aslında ötekilerdensin. öyle mi?
eğer herkes, bugünkü yaşananlardan bir parça kendinde suç bulursa bir yere varırız. etrafımızdaki binalara bakalım. kim bu çirkin, beton binaların sorumlusu? müteahitler mi? tek başına hayır. o evi alan da satan da o arsayı veren de oraya izin veren de suçlu... siyasetçilere bakalım. siyasetçi dediğimiz bizim içimizden çıkıyor; yani toplumun kaymak tabakası amiyane tabiriyle. ankaraya gidene kadar herkes temiz siyasetçi oluyor, gidince yemeye başlıyor. etrafımıza bakalım: herkes küçük hesap peşinde. kendimi de koyuyorum. neymiş birine selam verirsem bana zararı dokunurmuş, neymiş bir arkadaşına yemek bile ısmarlanamazmış para bitmesin diye, araba az benzin yaksın diye yokuş aşağı kontağı kapatıp bırakılsın imiş, kuyrukta en ön sıraya geçmek büyük marifet imiş, yolda karşıdan karşıya geçen yayaya yol verilmez aksine üzerine üzerine gidilirmiş, neymiş arkadaşlık hep çıkar ilişkisine göre kurulurmuş ve sorulan nasılsın da ona göre olurmuş... tecavüz olaylarına bakalım. türkiye'de yüzlerce, binlerce olay yaşanıyor. bir italyan öldürülüyor, bir üniversite hocasını kızı doğruyor, bir nineye tecavüz edilmeye çalışılıyor, bir adam ailesini el bombalarıyla yok etmeye çalışıyor, bir adam önce ailesini öldürüyor sonra kendini... bunlar benim etrafımda yaşanıyor, ben yaşıyorum, sen yaşıyorsun, o yaşıyor, biz yaşıyoruz. yani biziz bunları yaşayan. bunların islam ile değil biz ile bağı var. yani suçlu biz'iz. herkes. biz şu an hastalıklı bir toplumuz. hasta bir toplumuz. son 200-300 yıldır bu var. cumhuriyet kurulduktan sonra yeni bir millet inşa edilmeye çalışılmış, köklerinden kopuk. yani modernleşme krizi. bu daha da hızlandırmış hastalığı. bugüne gelindiğinde toplumun içinde yaşamak yerine birçok insan yurtdışına kaçıyor. çekilmez hale gelen bu ülkede yaşama katlananlar mecburiyetten. hasta toplumuz. ben buradayım ey sevgili oğuz atay, sen ve siz neredesiniz? bu toplumu nasıl da bu kadar güzel okudun, anladın ve anlattın. bugünkü sorunları nasıl bu kadar iyi tespit ettin. nasıl da güzel bir öğretmensin. seni tanıyamadım, çünkü sen öldüğünde ben henüz annemin karnına bile düşmemiştim. seni kitaplarınla tanıdım, arkadaşlarınla tanıdım, seni sevenlerinle tanıdım, seni tanıdıkça toplumu tanıdım, insanları tanıdım... bu toplumun bu hale gelmesinde herkesin sorumluluğu olduğunu anladım, kendimin de.
“Herkesin dinini en güzel şekilde yaşadığı Cumhuriyet ülkesinde yaşıyoruz. Hakan Şükür barış ve kardeşliği vurgulamıştır. Geçmişte kanlı derbiler, farklı mücadeleler gördük. Şimdi en büyük derbiyi yaşayacağız. Stresli bir ortamda bana göre söylenmiş gayet hoş bir açıklama. Peygamberimizin doğum haftasında söylediği bu sözler kötü birşey değil. Fenerbahçeli Kezman nasıl her maçta dinini yaşayıp propaganda yapıyorsa, bizim İsrailli oyuncumuz Balili dinini yaşıyorsa, Hakan Şükür’ün de dinini yaşamasında bir sakınca yok. Elbette spor, siyaset ve din birbirinden ayrı. Hakan Şükür’ün açıklaması herhangi bir olay çıkmaması için verdiği bir temennidir. Ben yanındayım. Onun karşısında olan insanlar, kendi inançlarına farklı olduğu için, ya da aynı inancı paylaşmadığı için bu tarzda eleştiriler yapmış olabilirler. Bunları söyleyenleri de zaten hiçbir zaman Cuma’ya giderken görmedim." sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz. sözlük sistemi ile geliştirilmiştir. |