istanbul

    ne güzeldir şu Ä°stanbulÂ'un küflü sevda vapurlarıÂ…
    ne keder kalır insanda ne de sevmek. hiç alışamadım şu arabaya, taksiye binmeyi de sevmem esasında ama hayat bazen mecbur kılıyor insanı. uzun zaman oldu vapura binip bir kokulu çay içmeyeli martılarla, Ä°stanbulÂ'u şöyle doyasıya seyretmeyeli, yanı başımda duran yaşlı amcanın ağzını oynatarak garip sesler çıkarmasını sinirle işitmeyeli, yeni telefon alan bir adamın kendini beğenmişliğini, genelde yalan atan ve sattığı her şeyin birkaç gün içinde bozulacağını bildiği satıcıların gevrek sesini, en gerçek, en akla sevda düşen o maviden nurun ortasına, elinde çayıyla sultanlık eden bir şah olmayalı.
    dedim ya uzun zaman oldu, ne sevdaları unuttum vapurun küflü demirlerinden iskeleye çocukluğumca atladığımda. ne sevdalar beni unuttu her vapura binip onlardan gittiğimde!
    hatırlarım, diyar-ı mukaddesÂ'te hatırlar elbet ilk üzerine bastığım çocuk ayaklarımı. nasıl da ateşiyle yakıp kül eylemişti ayaktan başa şu kagir gönlümü. dedim ya hatırlıyorum; ilk dilencilerine şaşırmıştım sonra sevdalarına. Ä°lk sahtekarlığı öğrendim sonra hakikati. Ä°lk küfrü bildim sonra mukaddesi. Ä°lk seni unuttum sonra beni buldum. ben de ki ateşi ne zamandır arardım ki neden Ä°stanbulÂ'u şahit tuttun bu hayale.
    hayalin meskeni bir kuru döşektir. nerde bir hayal kurmak istesem onu ararım ilkin. nerde bir sevda, nerde bir ateş görsem yastığım gelir aklıma. bunca sene baş başa verip ne ateşler yaktık ne sevdalar söndürüp üzerlerine ahvalimizi nakş eyledik. şimdi pekte üzülüyor değilim onları aldattığım için.
    kim bilir kimler gelip geçiyor vapurlarından Ä°stanbulÂ'un. kim bilir kimler diyarından geçiyor vapurlarla.
    Ãœst kat, dışarısı, içerisi kavgaları,hayat telaşı kimi zaman unutturur insana nerden gelip nereye gittiğini , ne zaman ki oturursun bir köşeye ve yakarsın sigaranı o zaman aklına gelir esasında nereye gittiğin. etrafına bakmadan edemezsin vapurda, hayal kurmadan edemeyeceğin gibi. bir jeton parasına hayal satmak ancak böylesine usta bir tüccarın marifeti olabilir. aslında büyük bir tüccardır deniz, insanlar maviyi ilk nerede gördü sanıyorsunuz! Ä°lk özgürlüğü ne hatırlattı onlara. Ä°nsanlardan başka yaşayan bir şeylerin olduğunu nerde fark etti başlarda, insanlar ilk kez mavinin içinde bu kadar renk olduğunu nerede gördü ve neden maviye özgürlüğün rengi dendi?
    ama bana şu an sadece başımdaki sevda ve içtiğim çay tat veriyor bu denli mukaddes bir geçmişi olan denizin üzerinde.
    nedense pek sevmedim çay içmeyi vapurun dışında, kahveyle anlamsız bir ilişki kurmayı yemekten sonraları. lakin ikram büyük yerden, çaycı remzi abiÂ'den olunca kıramazdı insan. bunca zaman sonra remzi abiÂ'nin beni hatırlamasına pek bir memnun olmuştum. mavi üzeri bir sohbet ediverdik ondan bundan. yeni bir kızı olmuş remzi abiÂ'nin. nasıl da heyecanlıydı. en iyi bildiği çay yapmayı bile neredeyse unutmuştu. bizler ya sevdiklerimize kavuşmak için bindik bunca zamandır vapura yada zorunluluktan kimi zaman nadir de olsa keyf etmek için. lakin sen ne sefa bildin nede hayal, acaba rizeÂ'de kış olur mu diye düşünmekle geçmez bu yolculuk remzi abi!. derinden bir ah çekerek Â" geçmez ya! Â"der gibi bakıyordu gözleri, çok iyi biliyordum denize ne kadar aşık olduğunu. lakin o denizi kendine bir türlü aşık edemedi. nede büyük bestekardır esasında, bilirim senindeki güzelliği. pekte mütevazıdır Â" biz çay diye bağırarak öğrendik şarkı türkü söylemesini. Â" der takılırdı bana. şimdi en güzel bestesini yapmıştı, belliydi elinin ayağının bu denli titremesinden. bir kızı olmuştu, hayallerini bir cebinden diğer cebine doldurdu şimdilik, yani anlayacağınız remzi abiÂ'nin daha çok çay satması lazım küçük kızına vapur alabilmek için yada lastik ayakkabı.
    dedim ya remzi abi küçük kızı içim şimdilik ayrılmıştı yanımdan ama başka bir hayatta elbet karşıma dikilecekti martıların kanatlarında.
    gidince öylece bir baktım arkasından hayranlıkla, tekrar oturup kaldım yerime. bir anda sarıverdi yeniden vapurun esrarı etrafı, bir anda koktu Ä°stanbul yine martıların yakalayamadıkları simitlerde.
    karşımda duran adamı uzun zamandır tanır gibiyim esasında. aslında hiç görmedim simasını evvelden. nasıl da masum bakıyor mavisine denizin, kim bilir başından ne sevmek geçiyordur. gözlerinden belli keşke bir simidim olsaydı martılarla paylaşacağım dediği. maviden yana bir huzurun yanı başına taht kurmuştu martılar, siz şimdi gelin de aziz Ä°stanbulÂ'a kusur edin saygıda!..
    vapurun insansız zamanlarda denize boşaltılan pisliği martıların yemek zorunda olduğu en tatsız tuzsuz yemektir esasında. kimse şahitlik etmez bu yanına martıların, gelip geçenler sadece simitle doyar sanırlar martıları. nasıl da canları sıkılmıştı, anlaşılan remzi abiÂ'nin çaycılık yaptığı vapur birkaç saattir çıkmamıştı sefere. ne karşımda oturan adamın nede benim elimden bir şey gelmiyordu o an martılar için. lakin ben gördüm nasıl güldüğünü bir martının evvelden. Ä°şittim sevdasını bir başka martıya. şahitlik ettim susam için kavga ettiklerine. gidin sorun onlarda benim bilir kavgalarımı, düşlerimi, sevdalarımıÂ…
    martılar yamalı sevdalara şahitlik etmişlerdir ilkin bu zamansız kalkan bi çare vapurlarda. kim oldukları önemli değildir bunların. o ara önemli olan simit ve sevdadır ancak. kısa bir yolculuğun nefes tarifesi, gizli gözyaşlarına şahit olmuştur azab-ı mukaddesi bir yudumda içenlerin.
    vapur ne zaman yaklaşsa kıyıya anlardım ki bir sevmek gelecek başıma, çünkü hep vapurla giderdim deniz aşrı sevdiğim kadınlara. onlarda vapurla gelirlerdi bana. denizin ötesindeydi hep sevmek, hep bir vapura ihtiyaç duyardım bu yüzden sevdiğim zamanlarda.
    (27.09.2006 20:56)

hakikat

    hakikat arzuladığından fazlası değildir…
    bugün, kır dönümü yapraklarına inat ayaklarımı uzatmışken bu uçsuz bucaksız göğün mavisine, bambaşka bir kızıllığın gölgesinde hayal kurmadan edemiyorum. çocukluğumun en titrek çağlarına nispeten bugün nasılda sevda kokuyor her bir yanım.
    biz insanların neden dünyaya geldiğini neden bu kadar acı çekmesi gerektiğini neden bu kadar sevdalanması lüzumunu neden mutluluğu tatması gerektiğini ve neden kendiyle bu denli apansız bir kavganın içine girdiğini bir anlayabilsem. neden? neden? neden? bu sorudan her zaman nefret etmişimdir.. acaba ‘neden?Â'
    küf tutmuş birer yıldız gibiyiz biz insanlar. kimi zaman kinimizden bir tutam ile boyarız sevdiğimiz gecenin siyahlığını kimi zamansa mutluluğumuzdan geçilmez gökyüzü. nasıl da anlamsız bir takım karmaşaların içinde kendimizi unutuveriyoruz. aslında yaşanacak ne kadar da çok şey var şu dünyada yada yaşanmayı bekleyen ne kadar da çok sevda. bir takım fuzuli ayrıntılara takılarak kim bilir kaç sevda atlıyoruz her gün. belki de hayatımız boyunca mutlu olabileceğimiz bir kadını veya erkeği işimize yetişme telaşıyla fark edemiyoruz bile yanımızdan geçerken. yahut çocuğumuzun mutsuzluğunu o gece yayınlanan bir maç yüzünden.
    hayat bizim farkında olamadığımız yüzlerce ayrıntıyla doluyken ve bizler bu ayrıntılar içinde kendimizi, varoluşumuzu ve benliğimizi unuturken, bu memleketin insanından nasıl mutlu olunması beklenir anlaşılır şey değil.
    oysa yaşamak istediklerimizi sadece gece yastığa baş koyarak başlayan bir hayal dünyasında şekillendirmek çokta zevk vermemeli insana. yaşamak istenilen şeyi yaşamalı insan. sevdasını, kavgasını, hayalini, kinini veya mutluluğunu istediği zaman istediği yerde anlatabilmeli veya anlaşılabilmeli anlattıkları.
    bir çok insanın hayalleri ile gerçekler örtüşmediği zaman nasıl bir karmaşa içinde çırpındığına çok şahit olmuşumdur. bende pek farklı değilim esasında. bu çırpınışıma da ne zaman bir son hazırlayacak olsam pislikten geçilmeyen bir bataklığa batmış bulurum kendimi.
    bazı hakikatler var etrafımızı çepeçevre saran ve bizler bu hakikatlerin ya farkında değiliz yada bilmek istediğimiz gerçeklerle örtüşmüyor tüm bunlar. nasılda kendi bildiklerimizin gerçeklerle örtüşmesi çabası içerisindeyiz. nasılda hayatın bize uyması için şekilden şekle girmeye ve gerektiğinde gururumuzu bile öldürerek dipsiz bir maviye gömmeyi göze alıyoruz. biz insanlar gerçekten de çok garibiz ve bu gariplik sarsılmaz bir içgüdü ile hiçte ‘garipÂ' gelmiyor bizlere.
    yaşamak dediğimiz şeyin sadece bir kelimeden ibaret olmadığı gerçeğinin kapımızı çaldığı anı bir türlü anımsayamayız bizler. acaba üç yaşına bastığımızda mı? doğduğumuzda mı? Ä°lk öpüştüğümüzde mi korkular içinde bir kızla? liseye başladığımızda mı? büyüdüğümüzde mi? yoksa öldüğümüzde mi? tüm bu sorulara cevap aramak arzusu veya uğraşı anlamsız bir huzursuzluk katar insana. lakin, bunların birer gerçek olması, neden, hiç akla gelmeyen bir sorudur. evet gerçekten de küçük ayrıntılar bunlar, ama, bu küçük ayrıntılarla başlamadı mı bizim hikayemiz? bu başlangıcın hiç olmaması ihtimali var mıdır acaba? herhalde bu hiç dünyaya gelmememiz anlamına gelir. ne olursa olsun, baharda açan yeşil yaprağın ovanın üzerine düşüşündeki masumiyet kadar mutluluğa layık insanlarız bizler. o mutluluğu sonuna kadar yaşamak ve hatta elimizden geliyorsa son anımızda tüketmek ne kadar da onurlu bir davranış olur.
    dedim ya kendimin ilk farkına vardığım yıları pekte anımsamıyorum. anımsamam gerektiğini de sanmıyorum. hayat bana bağışladığı sürprizler, gizimler ve anlamsız bir basitlikle öylece sürüp gidiyor ayaklarımın dibinden. bense geçen her gün ne yaptığımı veya ne yapacağımı sorgulamadan edemiyorum. sonrada kendi kendime neden bu kadar düşündüğümü ve hayatı kendi istediklerimi şekillendirecek gibi yaşamam gerektiğini düşünüyorum. lakin, öyle bir oyun içindeyiz ki, bu hayali karmaşanın yüzlerce ebesi var, bizi sobelemeyi bekleyen.
    esasında hayat huzur içinde yaşanması ve bir takım mutluluklarla bezenmiş ölüler vermesi için toprağa, yaratılmadı mı? yoksa ben bugüne kadar bildiklerim konusunda yanıldım mı? bugün nasılda sorularla çepeçevre sarılı bedenim bana bir takım huzursuzlukları layık görüyor. sorularıma cevap bulacağım anı koca bir urgan ile çektiğimi söyleyebilirim sizlere.
    küçük bir yaprak misali oradan oraya savrulurken, kendime dinlenebileceğim bir ağaç gölgesi yaratmak için nasılda güneşin ahvaliyle oynarım. zamansız bir takım oldu bittilerle kendimi avutmak en büyük zaafım olsa gerek.
    bugün mutluluğun ve mutsuzluğun kıyaslamasını yapmam gerekse; elbette bunu en iyi ben yapabilirim diye düşünürdüm pek eskiden. bugünlerde eskimiş sevdalarım bunlara en büyük şahit. hayatın bize bağışladığı tüm bu soru işaretlerinin üzerini, ‘hayatı kendi doğrularımca yaşarımÂ' yahut ‘ben kendi bildiğimi yaparımÂ' gibi düşüncelerle gölgeleriz çoğu zaman. gölgeleyebileceğimizi sanırız yahut! lakin, akşam güneşinin bu zamansız batışı beraberinde daha yüzlerce ayrıntıyı gözden kaçırmamıza neden olur. Ä°şte bu yüzden hayat kendi doğruları hakkında konuşmayınca ben düşünmekten dahi kaçınırım herhangi bir laf etmeyi.
    (27.09.2006 20:49)

sayfa: 1...-3-4-5

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.