son beğenilen tanımları son kötülenen tanımları
genel istatistikler
hazretlerimin her sözü beynimde belirginleşti vurgunları yorgun yemişti yolun allah'la her saniye kesişti kafan secdeye kaç kere doğru niyetle erişti serzenişti işin işti annemin karnındakı embiryo ezan sesleriyle gelişti eğitimleriniz akademikleşti yönetmenler yönetilmişti suçlular senaristleşti burunlar kokainleşti suna'nin serçeleri irkilmişti esen güler erginleşti annem azbuçuk sakinleşti suratımın yarısı bergenleşti en yakın dostum şu ve bu gibileşti iğnenizle kalbimin plakları çizilmişti içim mişli geçmişli ay yıl gün dakika ve saniyeler sidik yarışına girişti bu gözümden düşüp ölüp bitişti hızır'ım yardıma yetişti kokum amberleşti yüzüm ekşimişti hayat alışverişti veriş alış gelişti müzik bomçiki bomçikileşti proflar amatörleşti diliniz kekeledi kemkümleşti hayatının en az altı senesi çift dikişti ses telciklerim gerginleşti saf duru halin şirretleşti nereye gidiyoruz hayat alışverişti veriş alış gelişti müzik bomçiki bomçikileşti proflar amatörleşti diliniz kekeledi kemkümleşti hayatının en az altı senesi çift dikişti ses telciklerim gerginleşti saf duru halin şirretleşti hooop kal orda tabağimdaki erkek topkekleri kim yemişti konuşma balonum iyice genleşti türkiye güzelim çirkinleşti tozlar toplanıp leblebileşti işin helali sütü ana memesinden emişti içinde hayrolan her işti ilkokul kızları ojelenmişti acaba ne işti?mamalar dökülürken lekeler çamaşır suyu içmişti azgın yöre çocuğu töreyle kafayı yemişti delikanlı ibişle enseleşti yarışmalarınızda üç kırodan biri seçilmişti bu nasıl haysiyet ezişti tanıdığım kadınların %70'i bitchti artı hiçti bu beni uçuruma kasıtlı itişti madamın sözleri şifreleşti gözler bedene fetişti fetish'in seti müthiştİ durum eşitleşti namuslu hayat deformeleşti dedikodular kulaklarla didişti bas geri frenlerim anileşti bedenim çizgi çizgi filmleşti pide arası bana bağıran eşekti kaprisleriniz egoistleşti ölümler esrarengizleşti tepkiler anileşti adilerin dillerine mani mi yerleşmişti iş ilanı işleşti çiftler birleşti düşünceleriniz mistikleşti.
insanlar geçmişten* kendilerinden daha kudretli bir varlığın bulunduğuna inanma ihtiyacı hissetliler. bunun nedeni olarak ise açıklayamadıkları bir takım olguları açıklamaya ihtiyaç duyuyor fakat bunu kendi fikirleri ile açıklayamıyor olmalarıydı. "benim gücüm bunu yapmaya yetmiyo. ama bu var. demek ki benden daha güçlü bir varlık var." diyen zihniyetin, var olmasından başka çare görmediği bir olgudur tanrı. ama insanların tanrı'ya ulaşma yöntemleri her zaman böyle olmamıştır tabi ki.. mesela descartes'ın dünyaca ünlü sözünü ele alalım: düşünüyorum, o halde varım.. elbette descartes bu sözü çat diye bulmamış veya bir kıvılcım ile aklında parlamamış ya da gökten kendisine inmemiştir. onun kurduğu mantıksal süreç şu şekilde gelişmekteydi: düşünüyorum.. o halde beynim çalışıyor.. çalışan bir şeyin yok olduğu kabul edilemez.. demek ki beynim var.. beynim var ve ben de düşünüyorum.. düşünürken kelimelere anlamlar yüklüyorum.. sıra mükemmellik kavramına geldiğinde işin içinden çıkamıyorum.. ağaca bakıyorum.. hiç de mükemmel değil.. zira hayvanlar da aynı şekilde bir çok kusur barındırıyolar.. o zaman mükemmel bir şey varsa o da tanrı'dır.. o halde tanrı vardır.. tanrı işi yaratmaktır.. eğer tanrı varsa yaratmalıdır. zaten önceki düşüncelerimde tanrı'nın varlığını kabul etmiştim.. o halde tanrı yaratmıştır. o halde beni de yaratmıştı. yani ben de varım.. descartes bu şekilde düşünerekten önce tanrı'nın, sonra da kendi varlığına ulaşmıştır.peki ama descartes'in ulaştığı tanrı onun dediği gibi mükemmel midir?? tanrı'nın varlığını aslında öyle ya da böyle herkes kabul etmiştir. ama onun bu varlığını herkesin kabul ediş biçimi farklıdır. bu farklılıklar ise onun sanki yokmuş gibi kabul edilmesine de çanak tutmuştur. mesela tanrı vardır ama sanıldığı kadar mükemmel değildir desem ne demek istediğimi daha iyi anlatıyor olurum.. şimdi bir soru soralım.. tanrı bizi neden yarattı?? bugüne kadar yaklaşık olarak 12 yıl boyunca okuldan aldığımız din kültürü derslerinde*bize tanrı'nın*bizim ona kulluk etmesi için yarattığı anlatıldı. sonra birisi çıkıp sordu: ne yani hocam tanrı'nın bizim ibadetimize ihtiyacı mı var?? cevap çok basit: elbette hayır.. o zaman bi daha soruyorum: tanrı bizi neden yarattı?? bize ve ibadetimize ihtiyacı yoksa bizi neden yaratsın ki?? bana kalırsa tanrı bizleri yaratmak zorunda!! evet zorunda.. çünkü tanrı'nın işi descartes'in de dediği gibi yaratmaktır. yaratmayan bir tanrı hiçtir, anlamsızdır. kim yaratamayan bir tanrı'yı ne yapsın ki? tanrı'nın büyüklüğü burda gizlidir: yaratabilme gücünde.. ve aslında tanrı sadece budur.. yani sadece yaratmak için vardır. ne gökten kitap indirmek, ne bu kitapta söyledikleri iddia edilen şeylere uyanları cennete uymayanları da cehenneme atmak için vardır. tanrı bunlarla neden uğraşsın ki?? bunların ne anlamı var ki?? siz bu dünyaya gelmeden önce bu dünyanın sizin için anlamı neyse, siz bu dünyadan gittikten sonra da bu dünyanın anlamı sizin için o olacak. cennet-cehennem felan denilen şeyler, sadece insanların iç huzurlarını sağlamak için ortaya attığı düşüncelerdir. "kötü davranırsam cehenneme giderim. iyi davranırsam cennete giderim. o halde iyi davranayım." düşüncesi bana göre çok saçma bir düşüncedir. ben cennet ve ccehennem olgularına inanmamama rağmen bunun kötü olmama bir gerekçe olamayacağının farkındayım. iyi olan benim. tanrı beni böyle yarattı zaten. ben istesem de kötü olamam. ya da tam tersi. ben kötüyüm. beni tanrı kötü yarattı. bu nedenle de daha iyi olmaya çalışmak zaman kaybıdır. tanrı beni kötü yaratacak, ondan sonra da sen kötüsün diye beni cehenneme atacak öyle mi?? bunun neresinde mantık var ben göremiyorum. hayyam ne güzel demiş: beni böyle yaratan kim? sen! ne yapacağımı da yazmışsın önceden. öyleyse söylesene bana nedir o cennet ve cehennem.. tanrı vardır ve var olduğunu ispatlamak için yapmak zorunda olduğu şeyi yapmış ve bizleri yaratmıştır. gerisi boştur. aldanmayın..
(bkz: gerçek) (bkz: gerçeklik) (bkz: imkan) (bkz: imkansız) ilk olarak şunu belirtmekte fayda var ki imkansız burda che'nin dünyasında var olduğunu düşündüğü imkansız değildir. imkansızın var olduğunu düşünenlerin imkansız olarak niteledikleri şeylerin, gerçekçi bir bakış açısıyla aslında gayet yapılabilir ve imkanlı olduğu kanaatindedir. che'nin imkansızdan anladığı şudur: --------------------------- imkansız dünyayı değiştirebilecek gücü içinde aramak yerine kendilerine sunulan dünyada yaşamayı daha kolay bulan küçük insanların ortaya attığı büyük bir kelimedir. imkansız bir gerçeklik değil bir görüştür. imkansız bir iddia değil bir meydan okumadır. imkansız potansiyeldir, geçicidir. imkansız yoktur. --------------------------- bu cümleler adidas'ın bir reklamından alıntı olup, che ve onun gibi düşünenlerin imkansız kavramından ne anladığını tam anlamıyla ortaya koymaktadır. gerçekçi olan insanlar için imkansız yoktur. gerçekçilikten uzak insanlar için imkansız vardır. siz gerçekçi olun ve gerçekçilikten uzak insanların imkansız olarak niteledikleri olguların, yeri ve zamanı gelince nasıl da imkanlı olduklarının farkına varın.onların imkansız dediklerini isteyin. onu ele geçirdiğinizde kimsenin size karşı söyleyecek hiçbir şeyi olmayacak.
bu yaşanmışlıklar yeni durumlar doğurma eğilimindedir. hele ki onun eskime zamanı henüz yeniyse kendini bir garip, çok yalnız, depresif ve karmaşık hissedersin. kimseye güvenmezsin. nasıl güveneceksin ki? en güvendiğin sana katlanamıyorken ve bu nedenle senin yanında değilken senin yanında olanların güvenilir olduğuna nasıl inanacaksın? onlar da o'nun kadar sert olmasa da her an gitmeye hazırlardır. bu en çok onların elindedir. o nedenle onlara da hiç yaklaşmak istemeyeceksin. bu da senin daha da yalnızlaşmana ve koca bir yaz tatilini tek başına geçirmene, daha da ötesi tek bir odada geçirmene neden olacaktır. her ne kadar ayrılmadan önce her şeyi onun için yapmış olsan da ayrıldıktan sonra onun geçmişinde yaptığı hataların en büyüğü sen olursun. yaşadığı bütün mutsuzluklar ve bundan sonra yaşayacağına inandığı umutsuzların tek sorumlusu sensindir. "seni seviyorum. değer veriyorum. ne kadar arkadaşsız ve yalnız olduğumu biliyorsun. bu ayrılış yeni bir başlangıç olsun. en azından yolda birbirimiz gördüğümüzde yüzümüzü birbirimizden çevirmeyelim de geçmişe saygı duyalım. ne de olsa belli bir geçmişimiz var. ben bunları yaşamaktan pişman değilim ve hatta bunları seninle yaşamış olmaktan memnunum. " tarzında gerçekçilikten uzak bir yaklaşımla kendisine en azından arkadaşlığınızın devam etmesi konusunda düşünceni bildirirsin. o da sana "bugüne kadar senin için ağladığım anlara lanet olsun!" der. eski sevgili budur. daha fazlasını olmasını bekleyemezsin. daha sonra ortak arkadaşlarınızla bir araya geldiğinde uzun bir süre sonra onunla karşılaştığında sen ona selam verince yüzüne bile bakmadan yalnızca "iyiyim." der.. eski sevgili budur. bir zaman onu özlediğini felan sanarsın. fakat daha sonra fark edersin ki aslında özlediğin şey o değil onunla yaşadıklarındır. geçmiş senin geçmişindir ve bu kişi sadece bu geçmişte bir misafir oyuncudur. rolü bitmiştir ve gitmiştir. yeni bölümlerde yeni oyuncular olacaktır, olmalıdır. yoksa on iki bölüm sonra hayatın yayından kaldırılır...
cilve iter naz çeker bu zararı dahi bu hayatta baki sevap darılana fildişi için müessese hediyesi var mı ki eş sesi benzeri tek sesi burası texas'ta kayıpta mı tommiksi teptili mekana gün terbiyecisi açarım kafesini öde diyetini özetini temize çektimli temkinli sevin nereden çıktı bu yosmalık eğilimin kelebek beslerim bana sövecekseniz terlemeyim patla torpilim avuçları deşelim hadi diyelim kaza süsünü de serelim gücüne de bakalım sert adelelerin acıyor mu mide kesiklerin ben dikerim çok severim hadi halledelim çek silahını vur beni hepinizin inkarıyım irtifa kaybıyım doğum hatasıyım paylaşamam ben seni bu yılda aynıyım ne yapalım devrilip dök içini malumatımız hatırınız yapayalnızız tabanımı yağlayınız bana baba yaralatınız mama bankamız define haritamız arkçınız ben giderim süt koksun limanınız radarama yakalanırız emek harcamazsınız bahçivansınız aynı malsınız arakçı evveliyasınız temelimin hocası zayıf yası bildiğiniz şen tayfanız kafada mı tasalarımız tartaklanırız kör topal kalırız tek sırtımız demiş atalarımız valeler kraliçeler hadi söyleyin güvenimin eseri kimin tehlikede miyim ben mülayimim şehzademe yakışır tek sevgim ölebilirim bu ne nefret bu ne şiddet bu ne mana vietnam'dan mı aldın kara kuşağı geç arkaya çıkalım ava paralarım var mısın iddasına teşhisim alerji kalbim seferi çizgi filmim dipçik izleri tek geçerim sago k vitaminim ben anfi zerafetim ilk körfezim üzülme yenisini alırız aşkın üstünü sayarak alınız hasmın idare ediniz şerit ihlali sandallarım sultani hanmış takibi. ***bu yolculuk insanın sonunda ölümü bile üç gün sonra duyulan bir kişinin ya da gökyüzündeki tek bir yıldızın yalnızlığı kadar büyük bir yalnızlığa iter. çünkü ego ancak tam bir ümitsizlik noktasına gelince teslim olur. bu teslimiyet acı vericidir. çünkü kişi kendini yutacak dipsiz bir uçurum açılmış gibi hisseder. bu ölüm gibi gelir. ancak bu bir taraftan ölümdür diğer taraftan da o bir diriliştir. o doğmak için ölmektir. yolcu önce bilinç altının karanlıklarına dalar. iç dünyamızın bu karanlığı, gerçek benliğimizin tanrı'nın şekilsizliğinin göz kamaştırdığı yerdir. benliğimiz karanlıkta gizlenmiş bir ışıktır.*** hoşgeldiniz diss atanları dövme kurumu niye eli boş geldiniz dış cepheniz çok idealist değil ateist ben bir rapist bilin aklım hapis nankörsün mazoşist hadi pist ben ki lirisist biriniz hiçiniz hiçiniz hepiniz bu mu happiness siz ikiniz acınıza talibiz biz bu tipiz delikanlılık bu mu ulan yaş taşı tahtayı rhymını bulan kim acaba senin rapini yazan kuyunu kazan ben değilim tasalanma da utan boynuzunuz çıkıverdi meteroloji bugün havamızı katletti din derslerim hep 5 ti 12-7 shifti uyku müdavimi mesai en iyisi batsın size pikabımın iğnesi montaj servisi birleştirsin beynini arkadan izledim kafiyen eğreti kana nüfuz edemedi çok nacizhane kerata kitimiz son müdahale benimki harname poşetimin dibine sin asansörle düş sergile düş kırıcı makine depresyon majestik yüzünüz silik elastik şirketiniz psycologistic az mı çeliştik harbi didiştik hemen aberagandileştik.
papatyaları koklar küçük kız, burnuna polenleri yapışır hapşırtır.. pirinç tarlasında taşken aranıza karışan gam oldum. aman allah'ım! onlar da mı olgunken ham oldu? ben deriz derim her işyerinde tabldot etin, huyunu zerkettin ve olgun kelek oldu. bence fazla hızlı çarptı duvara başvuran bana. her vuruşta karavanaydı hakkı silahın, oysa alamadın feyz. kendi atını sattı şu günlerde birçok reis, deva yok bu deveyi inleten bir dert ki halis muhlis. eğer içinse hasis hususi bir teşhis, ben gitarı telsiz, aldığım hediyeler paketsiz, verdiğin değeri sok kendi cebine. kolamın gazı kaçana kadar mıydı karizman? vah çok yazık, adam asmaca oynarken astığım aynı kadındı mıhladık, bir varmış bir yokmuş diye başlayan bir masaldan bir yalan attık. musa da asa anla ki saptık, debelenmeyi de bırak artık. kaş yaparken göz çıkardın sen, bizler harici. melankolia rotası aynı hatt-ı kudsi nurani. cebin, göbeğin şişti gari şükrün o kadar az ki, it ürür kervan yürür, haydi kahpe gel beri. hayat bir pencere, gelen baktı geçti olan oldu. çim adamımda asi geldi sonunda dazlak oldu, minimini bir kuş donmuştu, pencereme konmuştu, donan kuşla çocukluğum savruldu. rahmet yağarken sağanak sağanak boş kuyularıma doldu su. kalbim uyandı doğrusu. kur istediğin kadar pusu. içinde yaşayan firavunu öldür, çek pusuyu al huşu. kalbim yansın diyorsan söyle la kayyume İlla hu bugün uyuyamadım, içim çok buruk kırıktı kalktım, bir sigara yaktım külleri yuttum, delil yok ortada, şimdi mutluyum. bugün uyuyamadım, saat üçe çeyrek varken kalktım, bir sigara boğdum külleri yuttum, delil yok ortada, şimdi mutluyum. dilin kirli emellerle hiddet kuyusuna düşmüş ah! "esen" demeden önce ağzını temiz suyla çalkala. elde ettiklerinin etkisiyle sanma kendini sultan, ruh bedenden çekilince kalırsın anadan üryan. beden evinde olduğundan ister mevki para ve şan. bu ruh sürgün ağlamaklı an be an eder figan. rehberim vekilim aynı, görünmeyen bir bilun. gönül gözünü aç da bak, aksi halde ol melun. merak etti bir sakat; nasıldı acaba zıplamak? merak etme, dünyanın ömrü bir günde bir kaç saat. ihlal etme iclal buyur, bu icraatin sonu huzur, hakla itilafa uy. bu unutulan bir kutu mudur? hak sohbetine fetva diyen acaba nasıl huzur bulur? bence nice haddi aşmış, kendini dinler kafa bulur, önünü görmez yarını söyler, denize dalar yüzme bilmez, içine bakmaz dışını süsler, çok ister azına burun büker. bu dünyada kendini yakar, bizler harici, anlattıkları da huyuna denk olur ibtidai. zalimin zulmü hep nedensiz, çekip vurunca der "ettim latife!". yakışmıyor hiçbir sözcük önüne ardına es-selamu, bir selama can gider bu nefis dünyevi öcü. al bedeni vur duvara, çek saçımı et fukara, tut kalbimi at nuruna. sen ol hep giren bağa. meyveleri çürüdü goncalarım kurdun gözünü bürüdü. göremedim nerede kalmış hafa kuru yine sava, kulağımda mest olur gam gama. göremez gerçeği, gönlü fakir fukara. haya bir kalp aynası, bakıp bezenen alim oldu. etabımın da sonuna geldim, yine de aciz oldum. çıtıpıtı olgun olmuşsun, içini dışına vurmuşsun, dışını süsler içini takmaz olmuşsun. mevlana ağlar hüngür hüngür kalbimi yaktı külü koru. içimi vurdu doğrusu. sürükle beni de nur-u ruh, içimde yaşayan beni uyandır, çek perdeyi ver hubbu. kalbim yandı söyledikçe la kayyume illa hu. bugün uyuyamadım içim çok buruk kırıktı kalktım bir sigara yaktım külleri yuttum, delil yok ortada şimdi mutluyum, bugün uyuyamadım saat üçe çeyrek varken kalktım, bir sigara boğdum külleri yuttum, delil yok ortada şimdi mutluyum.
babam şu an uyuyor, yarın işe gidecek. kardeşim de uyuyor, o da okula gidecek. hayatlarımız hep belli şekillere sokulmuş durumda. ne yapacağıma daima önceden karar verilmiş hissi beni hep rahatsız etmiştir ama bunun varlığını da bir türlü tam anlamıyla reddetmeyi başaramadım. kendini beğenmiş bir insan olarak tanımlandım kimi insanlarca. hatta iğnelenmek üzere "aman ne de mütevazısın!" tarzında gerzekçe cümleler iliştirildi kulaklarıma. ne garip, cümle kurma yeteneği bunlardan ileriye gidemeyen insanlardı halbuki.. şimdi ileriye bakıyorum. ya da daha doğrusu zorunda bırakılıyorum. belki de zorunda değilim fakat kendime açıklayamadığım için zorundalık kalıbına onu sığdırmaya çabalıyorum. aslında her zaman geleceği düşünmektense şimdi yapmak istediklerimiz yapmamızın daha akıl karı olduğunu, yoksa geleceğe ulaşalım derken hayatı ıskalayacağımıza felan inandım.. inandım derken geçmiş zaman kullanıyorum ama şu anda da buna inanıyorum. gelecekte neye inanırım bilmem. zaten gelecek bilinmediği için güzel ya.. yazıya başlarken nasıl ve nerede bitirceğimi bilmiyordum hala da bilmiyorum. o nedenle yazarken keyif alıyorum. nasıl gittiğini bilmeden sadece gidiyorum. düşünmüyorum. akışına bırakıyorum ama bir akışın olduğunu da biliyorum.. özlüyorum.. tanıdığım, tanımadığım, beni seven, sevmeyen insanları özlüyorum. seni özlüyorum. seni de özlüyorum. bu satırları okurken gülümsüyorsan seni de özlüyorum. özlemek yetmiyor ama.. biliyorum. seviyorum. insanlar hariç her şeyi seviyorum. doğal olmayı başarabilen her şeyi seviyorum. içinden geldiği gibi oturan, başkaları sevmeyebilir diyerek yapmaktan vazgeçmeyen ya da "o da neydi öyle be" demelerinden korkmayarak kendi olan insanları seviyorum. sevmiyorum. kendimi ifade edememeyi sevmiyorum. derdimi anlatamamayı sevmiyorum. ah keşke benim de ben anlatmadan beni anlayabilen bir arkadaşım olsaydı.. seviyorum.. ağlamayı seviyorum.. gözlerden akanlar yanaktan süzülürken onları silmemeyi, onların yanaktan akışını, ve daha sonra kururlarken tenimi kaşındırmalarını seviyorum.. biliyorum.. mutluluk sadece sizin elinizdedir. çünkü herkes o kişiyi sevdiği için onunla beraberdir. kimse "sen beni seviyorsun ben seni sevmesem de olur!" tarzında bir yaklaşımla arkadaşlık kuramaz. herşeyden önce kendi de sevmelidir. kendi gibi sevmelidir. düşünmeden.. sonuna dek güvenerek.. bu nedenle diyorum ki insan bencildir. herkes kendi için yaşar ve herkes kendi payına ölür. hayat işte budur.
ne sen leyla'sın ne de ben mecnun ne sen yorgun ne de ben yorgun kederli bir akşam içmişiz sarhoşuz hepsi bu hep sonradan gelir aklım başıma hep sonradan sonradan hep sonradan gelir aklım başıma hep sonradan ne sen bulutsun ne de ben yağmur ne sen mağrur ne de ben mağrur hüzünlü bir akşam susmuşuz durgunuz hepsi bu hep sonradan gelir aklım başıma hep sonradan sonradan hep sonradan gelir aklım başıma hep sonradan
4 gün 4 gece ağladım ben 4 gün 4 gece yağdı yağmur yaşlarımı saydım içimden hiç haber yok ki senden 4 gün 4 gece bekledim ben 4 gün çıkmadım hiç evimden uyur gibi yapınca acım diner mi sence? artık gel nerdeysen artık gel nerdeysen bu uğursuz yağmur dursun artık gel nerdeysen artık gel nerdeysen bu yürek huzur bulsun 4 gün 4 gece ağladım ben 4 gün 4 gece yağdı yağmur yaşlarımı saydım içimden hiç böyle olmadım ben 4 gün 4 gece bekledim ben 4 gün çıkmadım hiç evimden ölür gibi yapınca acım diner mi sence? (bkz: arkadaş) (bkz: özlemek)
seviyorum seni seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi ağır posta paketini -neyin nesi belirsiz- telaşlı sevinçli kuşkulu açar gibi seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık içimde kımıldanan birşeyler gibi seviyorum seni "yaşıyoruz çok şükür!" der gibi (bkz: nazım hikmet ran)
sayılar tabutları şehirlerin öldürülmüş öldürülebilecek olan sayılar yaklaşan bir şeyleri bildirir sayılar bildirir uzaklaşan bir şeyleri nedir yaklaşan bize bizden uzaklaşan nedir dünya savaşı: i dünya savaşı: ii 14'ten 18'e 39'dan 45'e 10 yıl 54 milyon ölü 49 milyon sakat ölülerle sakatların memleketi 103 milyon nüfuslu bir memleket ve ayrıca öksüzleri delileri yanık taşlarıyla ve gidenlerden biri evimizdendi gitti dönmedi bir daha 19'unda mıydı 40'ında mıydı aklımda kalmamış döndü iki gözü kör gök gözlü müydü kara gözlü müydü aklımda kalmamış döndü dizkapağından kesik sol bacağı döndü ve kapısını bulamadı evinin 14'ten 18'e 39'dan 45'e 10 yıl 54 milyon ölü 49 milyon sakat yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız % 80'imiz aç dişlerimiz dökülüyor dişetlerimiz yara içinde ölü derilerimiz çatlak hele çocuklarımız sallanan koca kafaları kırış kırış yüzlerinde kederli iri gözleriyle ve eğri büğrü incecik bacakları üstünde karınları davul gibi yeryüzünde yuvarlak hesap ve şimdilik 2,5 milyarız % 80'imiz aç yıl 1962 62 yılında 2 avcı uçağını sofraya koysak çevirsek ete ekmeğe şaraba salataya 40 milyon insan doyasıya yer içer 40 milyon kediye de artar ekmekten etten kediler salata yemez şarap içmez kedileri ben kattım ziyafete balistik füzeleri filimlerde seyrettim 2 balistik füze yakıp kül eder 150 kitaplığı daha kurulmadan onlar belki benim kitabım da vardır içinde 62 yılında bombardıman uçaklarını gördünüz mü son modellerini 2 bombardıman uçağı 4 sağlık evini yükler yanına bombalarının temeli daha atılmamış 4 sağlık evini koskoca pırıl pırıl ve yatakları röntgenleri umutlarıyla 62'de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 12 milyar dolar yılda 10 yılda 120 bin milyar yıldızların sayısına yakın mı bilmem 120 bin milyar yahut 150 milyon yapılmamış ev yapılabilecek ama yapılmamış ev 150 milyon ev hayaleti 5 odalı akarsulu elektrikli banyolu kapıları merdivenleri pencereleri 150 milyon evin güneş doğarken camları gölgeleri akşamüstü balkonları ayışığında ayının ini var sümüklü böceğin kabuğu bizimse bu işte halimiz ortada bir adam tanırım iki elli iki ayaklı kaytan kara bıyıklı otuzuna bastı bu yıl iki oğlundan biri yedisinde öbürü altı aylık anası karısı kaynatası ve bir fotoğraf askerlikte çekilmiş ya kendisinin ya rahmetli babasının ya kaynatasının ve bir leğen ve bir göz oda 150 milyon ev bu evlerden bir teki odaları kapıları akarsuyu ve yemek masası bu evin 62'de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 120 milyar dolar yılda 10 yılda 120 bin milyar dolar yahut 150 milyon yapılmamış ev yapılabilecek ama yapılamamış tanıdığım adamınki de içinde balkonunda ayışığı 62'de atomlu atomsuz silahlanma yarışı 120 milyar dolar yılda yahut yuvarlak hesap 1 milyar ölü adayı ve ölüme hazır en azdan yarısı bütün toprakların yarısı bütün ağaçların balıkların bütün yağmurların ve ana rahmine düşenlerin en azdan yarısı ölüme hazır tepeden tırnağa silahsızlansak 63'de mi olur 65'te mi artık atomlu atomsuz silahsızlansak bütün iklimlerde ve insanca işlesek yeryüzü nimetlerini çoğaltsak onları ¼ kazırdık açlığın kökünü üç ayda dişlerimiz dökülmez olur kanamaz dişetlerimiz hele çocuklarımız keder silinir gözlerinden eğri büğrü bacakları doğrulur iner şiş karınları neyi bildirir sayılar neyi bildirmeli yaklaşan nedir size uzaklaşan nedir bizden. nâzım hikmet ran
masalların masalı su başında durmuşuz, çınarla ben. suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim. suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana. su başında durmuşuz, çınarla ben, bir de kedi. suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim, bir de kedinin. suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana, bir de kediye. su başında durmuşuz, çınar, ben, kedi, bir de güneş. suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin. suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, bir de güneşe. su başında durmuşuz, çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz. suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün. suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze. su başında durmuşuz. önce kedi gidecek, kaybolacak suda sureti. sonra ben gideceğim, kaybolacak suda suretim. sonra çınar gidecek, kaybolacak suda sureti. sonra su gidecek güneş kalacak; sonra o da gidecek... su başında durmuşuz. su serin, çınar ulu, ben şiir yazıyorum. kedi uyukluyor güneş sıcak. çok şükür yaşıyoruz. suyun şavkı vuruyor bize çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze....
soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... ben seninle bir gün veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim. ilkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında (ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman) özlemeye başladım herkesi.. ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra.. bizim kemalettin tuğcu'larımız vardı... bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı... yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık.. ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla... kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu, pütürlü duvarlara ve türk dil kurumu'na inat bir türkçeyle... ağbilerimizden öğrendik, ş harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi.. ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu. ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.. oysa ankara'da hiç sevişmedim ben. disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim.. (sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..) ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu.. ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.. oysa hiç kurşun yaram olmadı benim.. ve hiçbir mahkeme tutanağında geçmedi adım.. çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece.. sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde ama sen yoktun.. ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde.. okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu.. ben, senin benimle tunalı hilmi caddesine gelebilme ihtimalini seviyordum.. ben senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum. yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini.. sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü.. ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum muş ovasının yalancı maviliğini.. otobüs oluyordum bir süre.. yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde.. otobüs oluyordum.. bir ülkeden bir iç ülkeye.. çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum... zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin.. korkuyordum.. sonra iniyordum otobüsten.. çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.. çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda... soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan.. ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... ben seninle birgün van'daki bir kahvaltı salonunda... ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında... ben seninle, ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında.. ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim.. ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim !
pazar günlerini severim belgesel izleyip kuşların hayatını, maymunların aşkını, zebranın kaçışını ormanlardan uzak odamda çay içer, izlerim. bir de benim belgeselim var yönetmenim belli hayatım, aşkım, kaçışım gülüyorum ben orada güzel bir hareket çekmişim dünyaya iyi gözüküyor iyi iyi bugün her şey iyi
işte geldik gidiyoruz bir çiviyi çakar gibi vura vura günlere dört nala gidiyoruz bizi bekleyen yere halimize şükran mı isyan mı etmeli? bütün ömür bir rüyaysa uyanıp kalkmamalı mı? işte geldik gidiyoruz bilinmez bir diyara eskiden karpuz idik şimdi döndük biz hıyara bir ayvayı dişler gibi ısırıp ısırıp ömrümüzü bir girdapta dönüyoruz yaşamadan günümüzü deli gibi kutluyoruz yılbaşı, doğumgünümüzü doğuma da, ölüme de çiçekler yolluyoruz sevince de, kedere de doğuma da, ölüme de çiçekler yolluyoruz işte geldik gidiyoruz bilinmez bir diyara eskiden karpuz idik şimdi döndük biz hıyara sen çok yaşa cem karaca.. sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz. sözlük sistemi ile geliştirilmiştir. |