20/09/07 tarihi itibari ile ilk bolumu yayinlanan atv nin yeni dizisi.kostumleri, replikleri,oyunculari ve senaryosu ile cok emek harcandigi belli ve tahmin kisa surede ses getirecek kaliteli bir yapim sahsen tavsiye ederim...
serdar akar'ın yönettiği, mekanı ve oyuncuları hoş dizi. fakat itiraf ediyorum hiç bir bölümü baştan sona izleyemedim * .
erdal özyağcılar, şebnem sönmez, tuna orhan'ın başrollerinde olduğu dizi, diğer saçma dizilerden belirgin bir çizgiyle ayrılmış durumda. bir diziyi sonuna dek izlesem bu olurdu herhalde...
fiddler on the roof* dan uyarlama olması sebebi ile ilk başlarda biraz çekingen yaklaşmıştım. fakat her ne kadar uyarlamada olsa gerçekten çok güzel bir iş başarmışlar. pek sıkı takipçisi olmasamda denk geldiğim zaman izlemekten kendimi alamıyorum. kadrosu cidden kaliteli. özellikle erdal özyağcılar'ın performansı izlenmeye değer. özgün bir senaryo değil belki ama kadro seçiminde en azından tam oturan karakterler seçilmiş. diğer türevlerinin yanında oldukça başarılı bir dizi.
oyunculuk, hikaye, kullanılan şive, yansıtılan kültür, bulgar - makedon - türk / müslüman hristiyan komşuluğu, bulgar - makedon - türk / müslüman hristiyan çatışması ve tertermiz bir aile... onu oluşturan tüm parçaları ayrı ayrı lezzet kaynağı olan bir dizi elveda rumeli. doya doya güldüğüm ve boğazımdaki düğümleri bir türlü yutamadığım sahnelerin ahengi. rum elindeki hayatlar. allah padişahımıza zeval vermesın teslimiyeti. te o ka kararlılığı. pazartesi'nin en güzel saatleri.
yıl 1897... mustafa kemal askeri idadide 16 yaşında bir öğrenci... arkadaşı ömer naciyle gönüllü birliklere katılmaya karar veriyorlar... istanbul'da sadrazamın odasında, sadrazam ve komutanlar durum değerlendirmesi yapıyorlar... ekranın sol kenarında ay yıldızlı türk bayrağı *... biri bana anlatsın...
Bu haftaki bölümüyle de hem güldürüp hem ağlatmış, Türk TV tarihinin en iyi dizilerindendir.
--! spoiler !--
Sütçü Ramiz*'in Rum komşularının bebeleri aç kalmasın diye savaşa (ve herkesin kendisiyle alışverişi kesmesine rağmen) hepsinin kapısının önüne birer tas süt bırakması; Fatma yengenin* son kalan bulgurunu komşusuna verip kendi ev halkı için laboda otundan yemek yapması; Mustafa'nın cepheden yolladığı mektup, Arnavut Mehmet'*in ölümü yürekleri sızlatan sahnelerdi... Ayrıca minik Zarife'nin hikayesini aradan kaç bölüm geçmesine rağmen açık nokta olarak bırakmamış olan senaristlere şapka çıkarmayi bir borc bilirim. Öte yandan Namık'ın zabit ve baytar efendiyle olan sahneleri, kızçelerle kızancıkların çamaşırlardan düğme aşırmaları gülmekten kırmış geçirmiştir.
--! spoiler !--
Bu diziyi diğerlerinden farklı kılan nedir? İnsanlar daha bir saf, iyilik dolu, çıkarsızdır bu dizide. İhanet ve yalanların kirletmediği masumane, tertemiz aşklar, sevgiler izleriz... Savaşın çirkin yüzünü görürüz öte yandan; unuttuğumuz tarihimizi, terk ettiğimiz topraklarımızı hatırlarız içimiz acıyarak...
Ama hamaset dolu değildir "Elveda Rumeli", savaşın ancak vatan savunması için meşru olduğu, başka amaçlarla, örneğin intikam için yapılırsa katliam olduğu mesajı tatlı tatlı anlatılır bir yandan da... Bu arada Balkan ezgileri çalınır, o tatlı Trakya şivesi ile konuşur insanlar... Her şeye rağmen basit, ama mutlu bir yaşam sürerler, imrenmeden edemezsiniz... Bir yandan da az-cok tarih bilginiz varsa, başlarına gelecekleri bildiğiniz için yüreğiniz ağzınızda izlersiniz bu insancıkların hayatını; atalarınızı rahmetle yad ederek...
Hülasa, O minik kızçelerin, sapsarı saçlı Hüsmen bebeğin sevimliliği, Alex'in güzel gözleri, Namık'ın tipitip halleri, cahil ama arif Ramiz ağanın verdiği hayat dersleri için bile izlenesi, izlettirilesi dizidir, şiddetle tavsiye edilir. **
evet alex ve zarifenin yakalanış bölümü gerçekten iç bayıltacak kadar yavaş ilerlemiştir ancak sonraki bölümlerede dizi kendisini tekrar toparlamış, rayına girmiştir.
aslında tarihsel olarak dizi bize bilmediğimiz hiçbirşeyi vermemektedir. resmi tarih söylemi dizinin genel yapısına hakimdir. ancak senaryo çok sıcak, oyuncular çok başarılı, mekanlar çok çekici, şive çok tatlıdır. bütün bunlar dizinin kusurlarını gayet güzel bir şekilde örtmektedir.
geç tanışıp, tanışdığımıza ziyadesiyle memnun kaldığımız dizi. saati geldiğinde şu ruhsuz, duygusuz televizyonun karşısına yapıştırıyor beni. ciddi anlamda kaliteli. bu hallere geleceğimi düşünemiyordum ama atv günboyu yayınlasa da deli gibi izlesek diyorum. dilleri de pek şirin. durmadan izlesek. o ka yani.
Ne zamandır yazmamışım, hata etmişim. Her bölümü ayrı güzel, dolu dolu... Bu hafta da hem hüngür hüngür ağlatmayı, hem de kahkahalarla güldürmeyi bir arada başardı, helal olsun! Arda Boyları öteden beridir en sevdiğim, her duyduğumda gözlerimi yaşartan bir türkü zaten; dizide de katliama uğrayan soydaşlarımızın görüntüleri geçerken ekrandan, küçük göçmen kızı Ramize'ye söylettiler ya; Mehmet Niyazi'nin Yazılmamış Destanlar'ını bir kez daha okur oldum sanki... O ızdırabı, o kesilip biçilen, türlü zulümlere uğrayan, yollara düşüp perişan olan göçmenleri hatırlattılar bir kez daha... Hangi teselli yeter ki bunu unutmaya? Oysa çoktan unuttuk... Mağdur olan biz değil de onlar sanki... Ermeniler gibi, Rumlardan da dilenecek özür yakındır, Atilla Olgaç sağolsun!
Cenovalı Cenap'sa Fransız çıktı, ama şapkası, korsesi, çikolatası ve o muhteşem gramofonuyla arz-ı endam etmesi gönülleri fethetti :) Gramofonda opera dinlerken bizim sütçü ailesinin yüz ifadeleri görülmeye değerdi! Terzi Asan'a sorsalar "Asan asan olalı, böyle işkence görmedi!" derdi muhakkak :)
Ama elbette favorimiz açık ara Namık: Kasap Cabbar efendinin kendisine ettiği oyunu anladığı anda psikopata bağladığı sahne var ya, gülmekten ölmek budur arkadaş! Yav nasıl bir yeteneksin sen Caner Özyurtlu kardeşim, o yüz ifaden var ya, yemin ederim değme efektle bilgisayar ortamında yapamazsın o işi. Tebrikler, tebrikler, on puan, on puan! *
Son bölümleriyle tabiri caizse ağzıma etmiş olan dizi. Ah be Berrak Tüzünataç, alacağın olsun!
Üstelik Vahide'nin öldüğü bölümden ve sonrakinden özellikle kaçınmış, izlememiştim. Ama nereden bileyim sonraki bölümlerde flashback adı altında aynı sahneleri otuz kere göstereceklerini?? Benim de birkaç kere izlemiş kadar olacağımı? Evde kağıt havlu kalmayacağını? Berrak hanfendi Bodrumlarda Nejat İşler'le gününü gün eylerken ben iki gündür gözlerim kurbağa pörtlekliğinde geziyorum, adaletin bu mu dünya?? *
Bu arada son bölümlerde acı acı gülümsenecek başka şeyler de vardı: Makedonya'da isyana karışanların salıverilmesi, bana PKKlıların yakalanır yakalanmaz "devletin üst mevkileri"nden gelen bir emirle bırakılmaları hikâyesini anımsattı; bir yüzbaşı ağabeyin kendi anlatımından dinlediğim... Ve devletin tüm milletlerinin Türkçe konuşmada birleşmesi gerektiği fikri, bugün bile devletin kendi vatandaşına Türkçe öğretememesindeki ezikliğini anımsattı nedense(!)... Bazı şeyler yüz yıl da geçse değişmiyor, oynanan oyunlar hep aynı, ne komik ve ne trajik!
Bir de gelecek sezon hikâyemiz dokuz sene ileriden başlayacakmış. Çok yerinde bir karar. Minik Zarife'yi, sarı Hüsmenciği özleyeceğiz ama yeni yeni yüzlerin diziye renk getirmesi lâzım, hem de şu keder havasının diziden atılması lâzım; Yaprak dökümü mü izliyoz kardeşim? Üj bej komik ikaye anlattirasinız be mori! Te te o ka!
Her dizi'de olduğu gibi bu diziyi'de baştan bir kaç bölüm izledikten sonra bıraktım,
böyle uzun soluklu diziler için sabır ve tahammül lazım oda bende yok *
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.