bir veya adah fazla insanın oturabileceği biçimde yapılmış yapı veya bir kimsenin veya ailenin içinde yaşadığı yer, konut anlamına gelmekte olan kelimedir. kişinin içinde koşulsuz yaşadığı yer anlamına gelmekle birlikte, kesinlikle yuva anlamına gelmemektedir. insanın evinde kalbinin bulunması gibi bir şart yokken, yuvasında böyle bir durum olmalıdır.
vatandır. beden gibi. sığınaktır, anne kucağı, baba göğsü gibi. ferahlık merkezidir, cennet gibi. bağlılığın ta kendisidir, sevgili gibi.. yuvadır, gönül gibi..
eski türkçe'de "eb" olarak geçen türkçe kelimedir ki, iki anlama gelir: birincisi, çadır demektir.
oba olarak da bilinir. daha ziyade yazları kullanılır.
ikincisi, taştan veya ahşaptan yapılanlardır; kışın kullanılır.
ev, içinde bir ailenin yaşadığı mekandır.
türkçe'de "ev bark sahibi olmak" diye bir söz vardır. bark,taştan yapılanına deniyor ve kışlar orada geçiriliyordu.
belki de bugünkü baraka kelimesi oradan gelmiştir...
bir evin yuva olması için bir annenin eli ve kalbine, veya bir çocuğa ihtiyaç olduğunu söylemişti pollyanna'daki adam. karizmatik adamdı, inandım o ne dediyse. değilmiş belki de. bilemiyorum.
hep anormal yaratıklarmış gibi baktım şehir dışında okumak isteyenlere, evden uzaklaşmak isteyenlere, evinde sıkılıp boğulan, evden kaçmak için her fırsatı değerlendirenlere. ev her şeydi. bir kaplumbağanın kabuğu, bir yengecin kalın sırtı, bir ayı ini, bir kuş kafesi neyse ev oydu. kabuğumdan ayırak isteseler beni, bir kısmım kabukta kalırdı, kan içinde kalır ölürdüm. kafesten çıksam, yolumu şaşırır kaybolur giderdim, bir şahin yerdi beni, belki bir baykuş. ayı nasıl uzak tutuyosa yabancıları yuvasından, öyle rahatsız oldum misafir gelince, evde yabancı olunca, başka yere birkaç günlük de olsa gidince. her şey elimin altındaydı. zannettim ki, mutfak dolabında hamur kabartma tozunun hangi rafta durduğunu bilmek yeterdi o eve yuva demek için. zannettim ki evdeki herkesi yakından tanımak yeterdi yuva olması için o evin.
bir yuvam olduğunu zannettim. yuvamın olduğu semti, şehri, ülkeyi sevdim, çok sevdim. aşık olup yazılar yazdım, resimler çizdim balkonda oturup. manzarayı seyrettim, gün batımında pembe göğe kaldırdım bakışlarımı, gecenin karanlığında denize indirdim sonra gözlerimi. ışıl ışıl gündüzleri de sevdim, benek benek pırıltılarla geceyi de sevdim.
sonra tekbirşey oldu.... tek bir şey, ama bütün hayatımı etkileyebilecek bir şey. bütün hayatımızı belki. küçücük bir şey ama aslında büyük. inanamıyorum hala, sanki her sabah uyandığımda o gerçekleşmemiş gibi olacak diye bekliyorum. uyanıyorum, ama sonra anlıyorum değişimi. değişikliklerden nefret ederken ben neden hep değişiyor en sevdiğim, en güvendiğim şeyler diye düşünüyorum her gün. neden değişmek zorunda sanki diye düşünüyorum.. düşünüyorum ama bulamıyorum. o halde varım diyorum düşünüyorsam, ama keşke olmasaydım da diyorum, ne var ki işe yaramıyor bunlar.
anlıyorum şimdi. şehir dışında okumak istemek ne demektir. uzaklaşmak ne demektir biliyorum. birkaç günlük ayrılık hem sevindirip hem üzebiliyor artık beni. beni buraya bağlayan şeyleri düşünüyorum.. birkaç çok özel bağın dışında beni bağlayan tek şey alışkanlık olsa gerek.
alışmak kötü mü bilmiyorum. artık kabuk sıkmaya başladığı halde kabuktan çıkamayan yumuşakçalar gibiyim. kabuktan çıksam. veya deri değiştirmeyi beceremeyen ipek böcüğü gibiyim, çıkamıyorum eski deriden. sıkıyor beni, boğuluyorum, boğuluyorum, gidemiyorum, içten içe gitmek de istemiyorum, sadece eskisi gibi diyorum. "eskisi gibi" lafını mezar taşıma yazdırmak istiyorum, ölümüm eskiye özlemimden olacak diye düşünüyorum.
yağmurlu ya da buz gibi günlerde değerini daha çok anladığınız; şehir dışında okuyorsanız, ev arkadaşı bulamadıysanız ve size yurt yolu görünürse değerini daha çook anlayacağınız sığınak.
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.