taç mahal

    taç mahal üzerine güzel bir yazı...

    ***
    aşkın mimari izdüşümü; taç mahal

    hindistan'ın tozlu atmosferinde beyaz bir inci gibi parlayarak, ziyaretine gelenleri kendine hayran bırakan taç mahal'in sahip olduğu masalsı görünümü kadar romantik bir de öyküsü var. hint-moğol hükümdarının oğlu hürrem, saray çalışanlarından birinin kızı olan ercümend'e görür görmez aşık olur. güzeller güzeli ercümend de hürrem'e aşıktır ama kavuşmak için beş yıl kadar beklemeleri gerekecektir. bu uzun hasrettin ardından vuslat gerçekleşir ve hürrem dillere destan bir düğün eşliğinde ercümend'iyle evlenir. mutlu bir evliliği on üç oğul ve hükümdarlık tahtıyla taçlandıran hürrem, "Şah cihan"; ercümend de sarayın seçkini manasına gelen "mümtaz mahal" adını alır. büyük bir aşkla birbirine bağlanan çiftin saadeti ne yazık ki daha fazla sürmez. mümtaz mahal on dördüncü oğlunun doğumunda hayata veda eder. rivayetlere göre son nefesini verirken kocasından üç şey ister mümtaz mahal. birincisi vefatından sonra bir daha evlenmemesi, ikincisi çocuklarına iyi bakması, üçüncüsü ise aşklarını unutturmayacak bir yapı inşa etmesidir.

    Şah cihan karısının bu son vasiyetini yerine getirmek için hemen kolları sıvar. dünyanın dört bir yanından işinin ehli mimarlar çağırtır. Öyle bir yapı vücuda getirmek ister ki ercümend'ine olan sevdası tüm dünyaca bilinsin ve hiç akıllardan silinmesin. bunun için, huzurunda sıralanan mimarlardan eşi görülmemiş bir binanın projesini hazırlamalarını ister. kendisine sunulan projeler içinden mimar sinan'ın öğrencileri olan mehmet İsa ve mehmet İsmail efendilerin tasarımlarını aşkını ifade etmeye liyakatli bulur ve hemen hazırlıklara başlanmasını emreder.

    Şah'ın karısına duyduğu aşkın mimari izdüşümü olacak bu binada ince mavi damarlı saf beyaz mermer kullanılması tercih edilir. her bir yanı özenle işlenen inşaatın duvarlarına sayısı yüz binleri bulan değerli taşlar kakma tekniğiyle yerleştirilir. aralarında zümrüt, sedef, firuze, yakut, akik, inci ve hatta pırlanta bulunan bu değerli taşlar yapıya ayrı bir ışıltı verir.

    Şah biraz mecnun, biraz ferhat olur

    yapının inşası devam ederken yıllar geçmesine rağmen Şah'ın aşkında herhangi bir eksiklik husule gelmez. aksine aşkı gittikçe artmaktadır. Öyle ki biraz mecnun'un haliyle hallenip devlet işlerini boşlar, sanata merak salar, özellikle de bir şaheser olacak taç mahal'e odaklanır. biraz ferhat'ın haliyle hallenip binanın etrafındaki dağları yontturur ki; taç tahal'in eşsiz görünüşünü hiçbir şey etkilemesin. bu yapıya bakan çevresini değil sadece ama sadece taç mahal'i, ercümend'e duyduğu aşkı görsün. nitekim Şah'ın arzusu gerçekleşir ve taç mahal resimlerinde bile yalnızdır, biriciktir, çünkü o sevgilinin evidir. dağları biçmekle de kalmayan Şah, inşaatın kenarında kurulduğu yamuna nehrinin de yönünü değiştirir. nehir suları taç mahal'in havuz ve çeşmelerine can versin diye…

    Ölümün ayıramadığı çifti oğul ayırır

    fakat ne yazık ki Şah'ın bu hevesi de kursağında kalavaktır. hayattayken doyamadığı ercümend'inin kabri bile ona haram kılınır. Ölümün ayıramadığı bu çifti ne acıdır ki evlatları ayırır. kendi kanı, canı, oğlu olan evrenzgib, tahta çıkmak için, rakibi olan diğer erkek kardeşlerini öldürtür. babasını da taç mahal'in yakınındaki agra kalesi'ne hapseder. artık Şah hasreti iliklerinde hisseder. sevgili eşinin son isteğini yerine getirmekten alıkonulmuştur.

    Şah, aşkının tüm dünyaya ilanı olan taç mahal'i oğlu tarafından hapsedildiği kalede izlemekle yetinmek zorunda kalır bundan böyle. kavuşmak için günleri saydığı kalede taç mahal'in ihtişamla göğe doğru boy verişini izler. o demlerde ercümend'in yanında olmak o beyaz mermerlere dokunup mümtaz mahal'le lisanı hal ile konuşmak vardır ama o sadece izlemekle yetinmek zorundadır. hapsedildiği kalede tam 8 sene taç mahal'i seyreder ercümend'ine kavuşma arzusunun ıstırabını ve evladı tarafından layık görüldüğü muamelenin acısını da içine katarak… nihayet onun da vakti gelir, gözlerini kapar artık bu dünyaya ve ercümend'ine kavuşur. yıllarca aynı yastığa baş koyan çift kıyamete kadar da aynı bina altında yatma saadetine erişir.

    yapımında yirmi bin işçi çalışan ve inşaatı yirmi yıl süren taç mahal'in gün içinde değişik renklere bürünmesi de ona büyüleyici bir hava verir. beyaz mermerin üzerine nakşedilmiş figürlerin arasına serpiştirilen farklı renklerdeki değerli taşlar sayesinde, günün her saati bambaşka ışıldar. krem, sarı, pembe ve leylak tonlarıyla aşkın her halinden dem vuran taç mahal, her gün binlerce ziyaretçisini arz-ı endamıyla mest ediyor. hindistan'ın mimari yüz akı olan bu muhteşem yapı yüzlerce yıldan beri, insanların gönüllerine dokunacak önemli bir mesaj da sunuyor: "evliliğin aşkı öldürdüğü yalan. evlilik, aşkı öldürseydi, ben var olur muydum o zaman?.."

    (semerkand aile dergisinden)

    (04.06.2007 14:26)

adnan menderes

    hüznüm... gözyaşlarım... dualarım... ah zeybeğim... zavallı ülkem ve zavallı insanlarım...

    zeybeĞİn ÖlÜmÜ

    zeybeğimi, birkaç kızan, vurdular;
    Çukurda üstüne taş doldurdular.
    bir de, ya kalkarsa diye kurdular…

    zeybeğim, zeybeğim, ne oldu sana?
    allah deyip, şöyle bir doğrulsana!

    zeybeğim, kalkamaz, dirilemez mi?
    odası mühürlü, girilemez mi?
    Şu ters akan sular çevrilemez mi?

    ne günedek böyle gider bu devran?
    zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran!

    kır at zincirlenmiş, ufuk sahipsiz…
    han kayıp, hancı yok, konuk sahipsiz…
    baş köşede sırma koltuk sahipsiz…

    kızanlar, dört yandan, hep abandınız!
    zeybeğin kanına ekmek bandınız!

    bilemem, susarak ölmek mi hüner?
    lisan çıldırıyor, dil nasıl döner?
    ondan son iz, uzak, uzak bir fener…

    Öldü mü? Çatlarım yine inanmam!
    gizliye yanarım, ölüye yanmam!

    zeybek kaybolduysa bunca kayıp ne?
    teşbihi dökülmüş, aranır nine;
    balonu yok, ağlar çocuk haline…

    zeybeğim; dünyayı aldın götürdün!
    bir öldün de beni binbir öldürdün!

    beyni tırmık tırmık, pençelere sor!
    mevsim niçin ölgün, bahçelere sor!
    sor; çukuru nerde, serçelere sor!

    ağla, bir dinmeyen hasretle ağla;
    zeybeksiz yolları gözetle, ağla!

    n.f.k.

    (23.05.2007 17:56)

okuldan nefret etmek

    kendilerini, okulunuzun yok yok ülkenin hatta dünyanın eh biraz da sizin sahibiniz olduğunu düşünen "türkan saylan, nur serter gibi şahsına münhasır kalitesi tartışılmaz insancıkların" arzu ettiği şekle ve şemale bürünüp, şizofrence yaşayarak gitmek zorunda olduğunuz mekana duyduğunuz histir. (anlayan arap olsun. ne arap mı? araplar arabistana!)
    (23.05.2007 17:37)

çocukluğun bittiği an

    hatalarının sonucunu beklerken "ne ceza alacağım" korkusunun "bir daha nasıl yüzüne bakacağım" sıkıntısıyla yer değiştirdiği andır.
    (17.05.2007 21:56)

different or die

    pazarlama piyasasında ürün ya da firmaların rakiplerinden ayrılmak için düstur edinmesi gerektiğine inanılan özlü söz. "farklılaş ya da öl!"

    değişen pazar koşullarında seninle aynı standartları yakalamış olan rakiplerin arasında erimek istemiyorsan kendini pazarlamak için farklı olduğunu tüketicine göstermek zorundasındır. çünkü artık kaliten veya fiyatın gibi klasik özelliklerin rakiplerinde de vardır, standartlaşmıştır. şu durumda bu standartların üstünde olduğunu göstermek ve tercih edilmek için "ben onlardan farklıyım" demen gerekir.

    bunun için de farklı olman gerekir. farklı olmak için ise saçma salak konumlandırmalara gidersin. mesela bir duş jeliysen sadece güzel kokmakla kalmayan vücudu rahatlatan bir ürün olduğunu öner sürersin. bu sadece algı kandırmacasıdır. yoksa nerede görülmüştür bir jelin masaj yapan elleri. ya da bir traş köpüğüsündür de seni kullanan erkeklerin garip bir şekilde kadınları mıknatıs gibi tenine çektiğine inandırmak istersin. tabi yerse müşterin...
    (11.05.2007 21:25)

pr

    pulic relations'ın kısaltılmış hali. "pi ar" şeklinde telaffuz edilen amerikan harikası.

    türkçesi "halkla ilişkiler"dir. halkla ilişkiler mesleğini icra eden tanıtım canavarları piyasasında daha havalı olduğu için kullanımı daha çok tercih edilen ifade.
    (11.05.2007 21:08)

sagopa kajmer

    fars dili ve edebiyatı okuduğundan olsa gerek kelime haznesi tavan yapmış bir delikanlı. her cümlesi ayrı bir aleme götürecek derecede anlamlı olan bu arkadaş doğunun derin felsefesini batının keskin uyarıcılarıyla harmanlayıp rap dünyasında çığır açmıştır. şimdilerde, küfür dolu parçalarından duyduğu pişmanlığı yeni ve enfes parçalarıyla telafi etme yolundadır. bunda mesnevi tercüme çalışmalarının da etkili olduğunu düşünmek yerindedir sanırım. kendisine "aferin helal olsun" demek geçer içimizden. "diline morfin etki etmesin" işşallaaa.
    (11.05.2007 20:28)

171

    ankara'da mustafa kemal mahallesinin otobüs numarasıdır. saatlerce bekleten ve tam binmekten vazgeçilen sırada gelen cefakar ego otobüsü...
    (24.04.2007 15:02)

hüseyin üzmez

    yaşadıklarına ve yazdıklarına bakıp da değerli bir insandır diye kendisiyle tanışmak isteyen kızlara kur yapan hatta pek beğendiklerine evlenme teklif eden (ne de olsa 4 e kadar yolumuz var) uçkuruna düşkün insan. (adından emin olmasam da -sanırım deli deli esintiler kitabıydı- bir kitabında televizyonda gördüğü yaşlı dava adamına aşık olan bir kızı vs anlatır. okuma salaklığında bulunduğum kitabın satır aralarında amcanın bu fantezisini görmek mümkün)

    müslüm gündüzün fadime şahinle basıldığı evin sahibi olduğunu ve aynı evde deniz gezmişi de sakladığını iddia eden ne idüğü belirsiz ne tarafta olduğu kestirilemez insan.

    ne yazık ki islami cenahın sözcüsü olarak katıldığı proramlarda hem kendini hem de davasını rezil eden insan. katıldığı programlarda zekeriya beyaz formunda reyting yükseltici olarak kullanılan ve bundan da garip ve çocuksu bir mutluluk duyan insan.
    (23.04.2007 18:27)

japon yapıştırıcısı

    ne kadar dikkat etseniz de kullanırken bir yerlerinize muhakkak bulaşan ve kendiliğinden çıkması günler süren japon harikası!
    (23.04.2007 18:11)

senin yaptığını çorumlu yapmaz

    bu ifadenin neden söylediğini ya da nerden çıktığını merak edenlere:
    zaman eski zamandır. halktan, her hayvan başına vergi alınmaktadır. vergi toplayıcılarının köyüne geleceğini duyan uyanık çorumlunun biri vergiden yırtmak için ahırındaki eşeğin başını örter bir de üzerine entari giydirip yatağa yatırır. memur geldiğinde bu nedir diye sorar. çorumlu annemdir, hasta yatıyo der. o zamandan beri bu kıvrak zeka sahibi çorumlu abimizin yaptığına atıfta bulunularak "senin yaptığını çorumlu yapmaz denir"...
    (23.04.2007 15:20)

dürüst olmak

    dürüst olmaktan kastınız gerçekten dürüst olmaksa yani başkasına değil kendinize bile yalan söylememekse, bir şeyleri görmezden gelmemekse, birşeylerin üzerini kapatmamaksa, her durumda açık ve net olmaksa, adamına göre konuşmamaksa (bu anne babanız bile olabilir) sizin için hayat zor... çünkü hayat siyasetten ibaret. 'her doğru her yerde söylenmez'den ibaret. dürüstlük zor zenaat vesselam... yapabilene aşkolsun...
    (23.04.2007 14:49)

sadaka taşı

    her sakada sadakat İÇİn atilmiŞ bİr adim

    her mümin bilir; rahman olan allah, kullarına rahmetini adeta sağanak halinde yağdırır. bunun için hiç ummadığımız yerlerden rahmet damlaları düşer üzerimize. ayağımıza batan dikenin günahlarımıza kefaret olduğunu müjdeleyen hadis, bize bir dikenin bile rahmetten bir katre olabileceğini gösterir. yeter ki başımıza gelenin allah'tan olduğu bilelim ve allah için sabredelim.

    rahmetini böylesine geniş tutan rabbimiz'in biz kulları için yarattığı hayır vesilelerinden biri de para ve mallarımızdır. eğer eşyanın zahirine takılmamışsak biliriz ki cebimizdeki para, lüks yaşamamız için değil sevap hanemize bir tane daha hayır eklememiz için vesile kılınmıştır. mümin kardeşinin ihtiyacını gidermeyi yarınını daha rahat yaşamaya tercih edenleri, yani parası ya da malından ilahi rıza yolunda harcayanları allah (c.c) şöyle müjdeler: "Şüphesiz sadaka veren erkek ve kadınlara ve allah'a öyle güzel ödünç verenlere, verdikleri kat kat arttırılır; bir de onlara pek hoş mükafatlar vardır." (hadid, 18) "mallarını allah yolunda harcayanların durumu, her biri yüz taneye sahip yedi başak bitiren bir tohum tanesine benzer. allah, dilediğine kat kat fazla verir allah, rahmeti bol olan ve her şeyi bilendir." (bakara, 261) mümin kulların sadakayla erişeceği makamları bildiren bu ayetler aynı zamanda param eksilecek kaygısını taşıyanlara da bereket teminatı verir.

    hz. ebu bekir gibi sadık ve cömert olmak

    sadaka kelimesiyle aynı kökten gelen sadakat, bağlılık ve vefa anlamını taşıyor. böylece tasadduk eden kişi verdiği her sadakayla aynı zamanda sadık bir mümin olma yolunda bir adım daha atmış oluyor. miraç dönüşü efendimiz'e (s.a.v) bağlılığı dolayısıyla kendisine sıddık sıfatı verilen ve böylece sahabe-i kiramın en üstünü olan hz. ebu bekir'in (r.a) ahlakıyla ahlaklanmak için dua etmiş oluyor. onun gibi sadık ve onun gibi cömert olmak için.

    efendimiz (s.a.v), "sadaka ve akraba ile ilgilenmek sebebiyle allah teala ömrün bereketini arttırır. kişiyi son nefeste kötü kimseler gibi ölmekten korur. her türlü kötülük ve korunması gereken şeylerden de muhafaza eder" buyurmuştur. bu hadis bizlere gösteriyor ki sadakanın bir diğer özelliği de tek taraflı bir kazanç şekli olmaması. sadaka sadece alana fayda sağlamıyor, verene daha fazla hayır getiriyor. hem allah'a yakınlaşmamızı hem malımızın bereketlenmesini hem de musibetlerden korunmamızı sağlıyor. böylesine kazançlı bir ameli muhakkak yerine getirmemiz gerektiğini ise yine efendimiz'in şu sözlerinden anlıyoruz: "İçinde güneş doğan her gün, insanların her bir mafsalı için kendilerine bir sadaka gerekir." "yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. bunu da bulamazsanız, gönül alıcı güzel sözler söyleyin."

    her eve bir sadaka taşı

    kulları allah'a yakınlaştıran sadaka aynı zamanda birbirlerine de yakınlaştırır. osmanlı döneminde sokak aralarına konan sadaka taşları bunun en güzel örneğidir. taştan yapılmış ve üzerinde çukur bulunan sadaka taşı denen sütunlara, durumu müsait olanlar sadakalarını bırakır. daha sonra burada biriken sadakalardan ihtiyaç sahipleri ihtiyaçları kadar alır. sadaka taşlarının bir özelliği de sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi gerektiğine dair inceliğe uygun olmasıdır. sadaka taşının başına giden kişi alan mıdır veren midir anlaşılmaz. zaten alan ya da veren kişi çoğunlukla etrafta kimseler yokken bu taşın başına gider. böylece sadaka veren riyadan, alan ise rencide olmaktan korunur.

    bu güzel adeti günümüzde yaşatmak ne yazık ki zor ama imkansız değil. sokaklarımıza olmasa da evlerimize sadaka taşları koyabiliriz. her ailenin sadaka biriktirdiği bir kap olabilir. bu kapta biriken sadakalar muhtaçlara verilmek üzere vakıf gibi hayır kurumlarına teslim edilebilir. evlerimize koyacağımız bu sadaka kapları sayesinde ailece sadaka verme ahlakını yaşatabiliriz. verdiğimiz sadakalarla hem bela ve musibetlerden korunur hem de muhtaç kardeşlerimize yardım eli uzatmış oluruz. aynı havayı soluduğumuz, aynı topraklarda yaşadığımız, aynı değerleri paylaştığımız insanlarla aramızdaki muhabbet bağını güçlendiririz. "yarın her şeyimi kaybedersem halim ne olur?" kaygısı yerini güvene bırakır. ayrıca insanlar tek başına birey olmanın getirdiği bencillikten zuhur eden güvesizliği değil de, cemaat olmanın huzurunu yaşar.

    derya comba http://www.semerkandaile.com
    (20.04.2007 14:53)

kıraathane

    ahmet hamdi tanpınar "beş şehir" isimli eserinde istanbul'dakileri temel alarak kıraathelerin geçmişini anlatır. önceleri "kahve" diye anılan bu mekanlar bildiğimiz anlamında ama kumar oynanmayan daha insani sohbetlerin yapıldığı yerlerdir. buraya insanlar birbirleriyle hemhal olmaya, iki lafın belini kırmaya gelir. ikramlar da kahve ağırlıklı olduğundan mekanın adı da kahvedir. osmanlıda yayılan gazete okuma alışkanlığı nedeniyle insanların gazete ve mecmua okudukları bir mekana dönüşür "kahveler". "kıraat-hane" yani "okuma evi" olur. buraya gelenlere çay kahvenin yanında okumaları için gazete ve dergi de ikram edilir. her ne kadar şimdilerde aylak yuvası, kumarhane gibi tanısak da esasında soylu bir geçmişi vardır kıraathanelerin. keşke zamanı döndürebilsek!
    (18.04.2007 14:18)

sevemez kimse seni

    esasında ontolojik bir aforizmadır bu cümle: sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar...

    zira her birey biriciktir. şu durumda her bireyin sevigisi de biricik olmalıdır.

    misal, ayşe ali'yi, fatma'nın sevdiği gibi/kadar sevemez. çünkü ne ayşe fatma'dır, ne de ayşe'nin ali'de gördüğü şeyin birebir aynısını fatma ali'de görmüştür de aşık olmuştur.

    kısaca gerçekten "sevemez kimse onu sizin sevdiğiniz kadar"...
    (09.03.2007 07:01)

sayfa: 1-2-3

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.