sen giderken ben dönüyordum

türkhaber

    her gün değişik adreslerden gönderdiği ve istenmeyen posta kalsörüne atsanız bile kurtulamadığınız e- postaları ile, outlook hesaplarımızı kullanılmaz hale getiren, mail listelerinden çıkmak için defalarca uğraştığım, rica ettiğim, bağırıp çağrdığım ama sonuç alamadığım ve başka insanları da aynı dertten muzdarip hale getirdiğini öğrendiğim haber sitesi. yayın yönetmenleri olan kişi "okuyucu bizi değil, biz okuyucuyu seçeriz. it köpek bizi okusun istemiyoruz" şeklinde bir yazı yazınca kendisine "ben bir köpeğim ve sizi okumamalıyım" içerikli bir mail de attım ama işe yaramadı. anlaşılan seçilmişim...
    (23.04.2007 00:00)

başakşehir sendromu

    başakşehirde yaşayanlarda görülen, her türlü kamu hizmetinde öncelikli olduğunu düşünme, her şeyi ayağına isteme gibi belirtileri olan bir hastalık.
    (23.04.2007 00:00)

başakşehir

    istanbul'un şehir merkezine * çok uzak gibi görünen ama aslında uzak olmayan, sadece otobüs yolu çok dolambaçlı olan 2 mahalleden oluşmuş yerleşim yeri. bir kısmı küçükçekmece, bir kısmı esenler belediyesi sınırlarındadır.
    (23.04.2007 00:00)

google a baktın mı

    eşden dosttan gelen ve cevabını bilmediğimiz ya da anlatmaya üşendiğimiz soruları başımızdan atmak için bir yol ararken söylediğimiz söz.
    (23.04.2007 00:00)

genç parti

    "mazot 1 ytl olacak" diyerek, doğu ve günyedoğudaki bazı vatandaşlara "anaaa mazota zam yapacakmış." dedirten, kimin, neden oy verdiğini bir türlü anlamadığım adamın başkanlık ettiği parti.
    (23.04.2007 14:52)

erdal demirkıran

    "benim dünyanın en akıllı insanı olmamın sana ne zararı var ki karşı çıkıyorsun?" diyen adam. en akıllı, en aptal ya da bunu gibi en başka birşey değil. sadece kendi gibi. ayrıca çok da sevilesi biridir. *
    (23.04.2007 14:47)

bülent arınç

    1-ırak'a asker göndermek için meclise sunulan tezkereye, mensubu olduğu parti ve onun başkanının lehde tavrına rağmen hayır oyu vereceğini söyleyen, tezkere meclisten geçmediğinde ise sevinçten ağlayacakmış gibi bir yüz ifadesiyle "geçmedi geçmedi" diye genel kurul salonundan çıkan meclis başkanı 2-önce cumhurbaşkanı adaylığı konusundaki direnişi, sonrada yoklama tuhaflığıyla gerilimi artırdığı (hatta sebeplerinden biri olduğu) için artık sevmediğim meclis başkanı. 367 ya lazımdır ya değilidir. lazımsa yoklama yaparsın, değilse yapmazsın. gerisi ciddiyetsizliktir...
    (23.04.2007 14:22)

benim kocam yapmaz

    eşinin kendisini aldattığına dair işaretler gören ya da duyumlar alan türk kadınlarının, bunun kendilerine yönelmiş bir aşağılama olduğu hissi ve bozuk da olsa var olan düzeni koruma çabası ile gösterdikleri tepki. bir sonraki aşaması "aman canım nolacak hepsi yapıyo" dur.
    (23.04.2007 00:00)

başak hayat

    başakşehir'de çıkan en güzel hatta tek güzel dergi.
    (23.04.2007 14:12)

casus belli

    "savaş sebebi" anlamına gelen latince bir uluslararası hukuk terimi. "kazus beli" olarak telaffuz edilir. geçenlerde pek meşhur bir haber sunucusunun yaptığı gibi yazıldığı şekliyle ve türkçe vurguyla okursanız başka anlamlar çıkar ortaya.
    (23.04.2007 00:00)

dead poets society

    ergenlik çağında seyrettiğinizde damdan düşmüş gibi olduğunuz, bir kaç yıl sonra tekrar seyrettiğinizde ise "ben bundan mı etkilenmişim yaaa" dedirten film. kitabı da var ama o kadar iyi değil.
    (23.04.2007 00:12)

karizma

    çizilmesi en kolay cila.
    (23.04.2007 00:09)

recep yazıcıoğlu




    BİR BÜROKRATIN ARKASINDAN AĞLANIR MI?

    02 Eylül 2003. Büyük bölümü valilik olmak üzere 30 yılı aşkın memuriyet hayatı vardır. Gözünde ki rahatsızlığı tedavi ettirmek için Ankara’ya gitmesi gerekir. Özel işleri için makam aracını kullanmaz. Valilik yaptığı Denizli’nin Ziraat Odası Başkanı, kendisinin de, bir arkadaşından emanet aldığı arabayla Ankara’ya gideceğini söyler ve birlikte gitmeyi teklif eder. Denizli Ziraat Odası Muhasebecisi’nin kullandığı araçla yola çıkarlar. Ankara’ya birkaç kilometre kala sürücü direksiyon hakimiyetini kaybeder, araç yoldan çıkarak istinat duvarına çarpar. Vali, 6 günlük komanın sonunda, belki de hayatında ilk kez yenilir. Direnir, ama başaramaz.
    Bir vatandaş, bir bürokrata saygı duyabilir, ondan çekinebilir, çalışmalarını kayda değer bulabilir, hatta sevebilir de onu. Ama bürokratların arkasından ağlanmaz. Olsa olsa, “Allah rahmet etsin, iyi adamdı” denir. 1948 Sürmene doğumlu Recep Yazıcıoğlu, her insan gibi, günü geldiğinde göçüp gitti dünyadan. Hayatı boyunca olduğu gibi, ölümüyle de farklıydı. Cenazesi, ünlü bir yıldızın, zengin bir iş adamının ya da popüler bir politikacının cenazesi kadar kalabalıktı en azından. Üstelik arkasında boş bir başkanlık koltuğu, yüklü bir miras, büyük bir holding ya da günlerce magazin meraklılarını meşgul edecek kadar malzeme bırakmadığı halde.
    Aslında daha kaymakamlık yıllarında “tuhaf” bir bürokrat olacağını belli etmiştir Recep Yazıcıoğlu. Hamur’da kaymakamlık yaparken, yevmiye az olduğu için, inşa edilecek sosyal konutların temel kazısını yapacak işçi bulamaz. Kaymakamlık binasını kapattırır ve memurlarıyla birlikte temel kazmaya gider. Evlerinde tuvalet bulunmayan Hamur’da, halkı tuvalet inşa etmeye mecbur bırakır ve dediğini de yaptırır. Bu çalışmasından dolayı İç İşleri Bakanlığından takdirname bile alır.
    Henüz 36 yaşındayken vali olması çok fazla ilgi çekmemiştir ama, kendisine 1000 derslik yapması için gönderilen ödenekle 3000 derslik, 47 sağlık ocağı yapması için gönderilen ödenekle 147 sağlık ocağı yaptığında Tokat’ta tuhaf şeyler olduğu fark edildi. Bazıları “Bu adam başımıza dert olacak” diye düşünürken, bazıları da onun bu işi nasıl yaptığını merak eder. Yöntem basitti aslında; bu kara-kur, çelimsiz genç adamın tek yaptığı, işinin hakkını vermek ve kanunların kendisine tanıdığı yetkiyi sonuna kadar kullanmaktır sadece.
    Tokat’ta, diğer illerden farklı olarak, aracılara, komisyonculara para kaptırılmaz, yapılacak işin malzemesi ilk elden alınır, müteahhitle değil, ustayla çalışılır ve halk yapılan işler katılması için teşvik edilir. Yazıcıoğlu, yolu, okulu, sağlık ocağı yapılacak köyleri dolaşıp, kahvelerde işsiz güçsüz oturan adamlara “Okul istiyor musunuz?” diye sorar, “Sağlık ocağı istiyor musunuz?”, “Yol istiyor musunuz?”. “İstiyoruz” der halk. İşte o zaman Yazıcıoğlu sihirli sözcükleri söyler onlara, “ Neden yapmıyorsunuz o zaman?..” Bu durumdan hoşlanmayanlar olur, yapılanın aslında “angarya” sayılacağı ve bunun da suç olduğu söylenir, ama yol açılmıştı bir kez.
    Zaman, yapılan tartışmaların üzerine bir sünger çekmiş, Recep Yazıcıoğlu’nun Tokat yıllarından geriye mamur bir şehir ve dünya üzerinde belki de bir daha hiçbir bürokrata nasip olmayacak bir şöhret kalmıştır, Türkiye’de ilk kez bir devlet memuru adı yolsuzluğa, adam kayırmaya, rüşvete karışmadan “ünlü” olmuştur. Üstelik Tokat’ta yaptığı çalışmalar “Tokat Modeli” adıyla kamu yönetimi literatürüne girer, hakkında kitaplar yazılır, üniversitelerde kamu yönetimi bölümü öğrencilerine ders olarak okutulur zaman içerisinde.
    1989 yılında Aydın Valiliği’ne atanır Yazıcıoğlu. Dönemin Başbakanı Turgut Özal, yeni görev yeri için kendisini uyarmış, Aydın’ın Tokat’tan farklı olduğunu söylemiştir ancak asıl “farklı” olan Yazıcıoğlu’dur. Aydın’da da bildiğini okur. Türk siyasi hayatında etkin illerden biri olan Aydın’ın milletvekilleri daha “sessiz ve uyumlu” bir vali isterler. Zaman içerisinde istekleri gerçekleşir ve Recep Yazıcıoğlu Erzincan valiliğine atanır.
    Bu atama bir anlamda sürgündür. Yazıcıoğlu’nu fazlaca sorunlu bir doğu iline tayin ederek, işten güçten başını alamayıp, susması da sağlanacaktır aynı zamanda. Recep Yazıcıoğlu Erzincan’a da kısa süre içerisinde imzasını atar. Terörle mücadelenin tüm hızıyla sürdüğü bir şehirde, en ücra köylere kadar korumasız, eskortsuz dolaşır. Neden böyle tedbirsiz davrandığı sorulduğunda “Bu adamlar beni öldürmeyi kafaya koydularsa, koruma engel olamaz. Bari yok yere bir gencin ölmesine sebep olmayayım.” demektedir.
    Erzincan Valiliğine başlayalı henüz kısa bir süre olmuş, Yazıcıoğlu’nun şöhretini duyan Erzincan halkı, valinin mucizelerini görmek üzere beklemektedir. Yıllardır devletle arasına keskin çizgiler koymuş, hatta birbiriyle bile kavgalı bir şehir halkı, kendi elleriyle oluşturacağı mucizeyi görememektedir henüz. Zira Yazıcıoğlu’nun daha önceki görev yerlerinde de yaptığı, halkın ilini sahiplenmesini sağlamaktan başka bir şey değildir.
    1992 yılının 13 Mart gecesi Erzincan depremle uyanır. Doğuda henüz kış şartları devam etmektedir. Yaz da olsa çok fazla şey fark etmeyecektir zaten, yoksulluk ve umutsuzluk her mevsim aynıdır. Depremin ardından ilk birkaç gün oldukça zor geçer. Vali günlerce uyumadan koşturur ama yapılacak şeyler sınırlıdır. Erzincan halkı isyan eder, yıllardır biriktirdiği öfkesini validen çıkarmaya çalışır. Yıllar sonra bir Erzincanlı şöyle ifade eder duygularını, “Nerede bu devlet diye bağırdık durduk. Ne kadar nankörmüşüz. O sözler valiye değildi aslında ama, o günün şartlarında öyleymiş gibi anlaşıldı.” Depremin yaraları 8 ay gibi kısa bir sürede sarılır. Vali bu sorunlu doğu ilinde, sorunlar arasında kaybolmayı değil, şehrin ufkunu açmayı seçmiştir. Yazıcıoğlu’nun akşamları bir tür “tebdil-i kıyafet” ile şehirde dolaştığı, insanlarla konuştuğu, dükkanlara girip çıktığı hala anlatılır. Bu çabalar kısa sürede sonuç vermiş; Erzincanlıların devlete, şehre, Fırat’a ve birbirlerine bakışı değişmiştir. Yıllardır sadece bir can alıcı olarak görülen Fırat, Yazıcıoğlunun gayretleriyle, yüzülen, rafting yapılan, bir nehir olmuştur. Bu dönemde Erzincan, spor ve doğa turizmiyle tanışır, şehrin ekonomik hayatına bir canlılık katar tüm bunlar.
    Yazıcıoğlu Osmanlı’da kamu yönetiminin önemli isimlerinden olan Halil Rıfat Paşa’nın “Gidemediğin yer, senin değildir.” sözünden hareketle, kaymakamlık ve valilik yaptığı her yerde, en ücra noktalara kadar ulaşma prensibiyle çalışmıştır. Aynı problem Erzincan’da da karşısına çıkar. İlin bir bölümüne ulaşımı sağlayan köprü, Keban Barajı’nın suları altında kalınca, yenisinin yapılması için devasa bütçeler çıkarılmış, o miktarda ödenek bulunamayınca da köprünün yapılmasından vazgeçilmiştir. Bölgeye ulaşımın sağlanamaması hem güvenliği hem de idareyi zaafa uğratmaktadır. 30 yıldır 2 dağ arasındaki 180 mt mesafeyi kapatacak bir köprü yapılması mümkün olmamıştır. Recep Yazıcıoğlu “Boşuna uğraşıyorsun, yapamazsın” diyenlere inat, bir köprü inşa etmek için direnir. Bir yandan bürokrasinin, bir yandan terörün engelleme çabalarına rağmen artık Erzincanlıların “Vali Köprüsü” diye adlandırdığı Başpınar Köprüsü inşa edilir. Recep Yazıcıoğlu’nun köprünün inşası için verdiği mücadele, aynı zamanda köprünün mühendisi de olan oğlu aracılığıyla yazar Ayşe Kulin’e kadar ulaşır. Bu mücadele Ayşe Kulin’in kaleminden bir romana ve son günlerde raiting savaşlarından uzak, yoluna devam eden “Köprü” dizisine dönüşür.
    Erzincanlılar valilerine sevmiş, onun tatlı sert, zaman zaman agresif ama her zaman babacan tavrını benimsemişlerdir ki; yeni atamalar yapılır. Hiç beklenmeyen bir şey olmuş, Recep Yazıcıoğlu merkez valiliğine atanmıştır. Merkez valiliği, görevini layıkıyla yapamamış valiler için bir tür tenzil-i rütbedir.
    Yazıcıoğlu’nun merkez valiliğine atanmasına sebep, kimilerine göre çok fazla konuşması ve her işe karışmasıdır, kimilerine göre bir gazeteciye “Polisten vali olmaz” şeklinde beyanat vermesi, kimine göre ise bir basın toplantısında “Hırsız müteahhitler yüzünden paramız çar çur oluyor.” demesidir. Erzincanlıların ve Recep Yazıcıoğlu’nu örnek bürokrat olarak tanıyan, halkınsa, bu konuya daha basit bir açıklaması vardır, “Çalışan adamın başını yerler bu memlekette.”
    Erzincanlılar, bu atamayı kendilerine yapılmış bir haksızlık olarak görür, Başbakanlığa, İç İşleri Bakanlığına fakslar - telefonlar yağdırır, valilerini geri isterler. Hatta başka bir ile atanması bile teselli olacaktır, ama mümkün olmaz.
    Yazıcıoğlu’nun merkez valiliği günleri de, susması için bir sebep değildir. “Recep Yazıcıoğlu’ndan kurtulmak kolay değil.” der sık sık. Bu süreyi okuyarak, çağırıldığı her yere gidip fikirlerini paylaşarak değerlendirir. Merkez valiliği dönemi 3.5 yıl sonra biter ve Recep Yazıcıoğlu bu kez Ege’nin bir başka şehrine, Denizli’ye atanır.
    Denizli’de eskisine göre daha az sorun yaşar vali. Artık insanlar onun tarzını bilmektedir ve uyum süreci daha kolay geçer. Denizli’de de basını meşgul eden icraatları olur Yazıcıoğlu’nun. İş yeri tabelalarında İngilizce kelimelerin kullanılmamasını ister. Cafe’ler Kahve oluverir. Erzincan’da başlattığı “Kola yerine süt için” kampanyasını Denizli’de de sürdürür. Dosyaların, evrakların arasında kaybolmak yerine halkın arasına karışan, sorunu yerinde görüp çözümü de halkla birlikte bulan bir vali olarak, kamu yönetimi alanında pek çok kişi için örnek teşkil eder.
    Valiliği süresince, ne koruma kullanır, ne de vilayete gelen vatandaşlara kapısını kapatır. Makam odasının kapısı her zaman ardına kadar açıktır. Onu görmek isteyenler sorgusuz sualsiz içeri girip dertlerini anlatabilir. Valilik binasına gelenlere yaka kartı verilmesine bile karşı çıkar. “Benim yanıma madalyalı adamlar gönderiyorsunuz. Bu saçmalığı 70’lik dedeye nasıl anlatacaksınız ki?.” der güvenlik görevlilerine.
    Kendisini sıra dışı vali olarak tanımlayanlara sıradanlığını anlatır, Türkiye’de yıllardır süregelen anormal işlerin artık normalmiş gibi algılandığını, bu yüzden de sıradan durumların sıra dışı olarak değerlendirildiğini söyler.
    Kendisine büyük vaadler eşliğinde yapılan siyasete girme tekliflerini nezaketle reddeder. Sadece bir keresinde eski bakanlardan Adnan Kahveci’nin teklifine karşılık “ Eğer sen bir parti kurar ve etrafına da kendin gibi adamları toplarsan, siyasete girebilirim.” der, ancak Adnan Kahveci, bu konuşmadan kısa bir süre sonra Yazıcıoğlu’nunkine benzer bir trafik kazasıyla hayatını kaybeder. .
    Meslek hayatı boyunca “Ankara ödenek vermiyor”, “Ne yapalım mevzuat böyle” gibi cümlelerin arkasına hiç saklanmayan “Süper Vali” 2003 yılın Eylül ayında geçirdiği kazanın ardından 6 gün direnir. O 6 gün boyunca, Türk halkı dualar ederek iyileşmesini bekler Yazıcıoğlu’nun ama, acı haber 8 Eylül günü gelir.
    Cenazesi Ankara’dan, defnedilmek üzere Aydın’ın söke ilçesine götürülecektir. Ancak Denizlililer valilerini kendi elleriyle uğurlamak isterler. Cenaze önce Denizliye, oradan da Söke’ye götürülerek defnedilir. Söke’deki cenaze törenine 8000 kişi katılır. Bu ülke, tarihinde belki de ilk kez, bir bürokratın arkasından ağlar.
    (23.04.2007 00:08)

yan teklif

    ihalelerde teklif veren ve aslında ne yapıp edip ihaleyi alacağı kesin olan firmayla anlaşmalı olarak, o firmadan daha yüksek fiyatla verilen danışıklı dövüş teklifler. firma ihaleyi aldıktan sonra, işin bir kısmını ya da tamamını yan teklifi veren firmaya devreder zaten.
    (23.04.2007 00:00)

sayfa: 1...-10-11-12-13

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.