cd yi kolonyalı pamuk ile temizlemek

    çizildiği için çalışmayan cd'leri kremli pamuk ile temizlemenin faydalı olduğunu duymuştum. doğruluğundan emin değilim.
    (10.07.2008 16:10)

diyarın bir psikoloğunun olması

    annem içip içip babamı dövüyor diyar.
    (10.07.2008 16:03)

yıldız asyalı

asuman krause

    gerçekten diğer mankenden bozma şarkıcılara nazaran daha düzgün bir sesi vardır ama yine de bol detone sahibidir sonuç olarak. sevimli bir insan gibi gelmiştir bana hep.
    (10.07.2008 15:11)

hallelujah

    diyarın en taze vampirlerinden biridir.
    aynı zamanda benim biricik sevgilimdir.
    o yüzden kanını sadece ben emeceğimdir.*
    diyara hoşgeldin sevgilim muck.*
    (10.07.2008 14:45)

hazeyame

    uyuz, gıcık falan filan. ama ilk izlenimlerimdi bunlar.
    ikimiz de burnumuzun dikine gittiğimiz halde ortak noktada buluşabildik. kanım ısındı sonuç olarak kendisine.

    ha bu arada ılımlılık diye buna derler.
    bilmeyenler öğrensin.*
    (09.07.2008 19:14)

katil sperm

    kanımca söylediklerinin arkasında duracak cesarete sahip olmayan insandır.

    açtığı bir başlığa (bkz: gereksiz başlık) şeklinde bir tanım girdiğim için bana "gereklisini aç o zaman" diye bir mesaj atmıştır. bir süre sonra mesajları "sadece gereklisini aç oraya da yazarız demek istedim." vb geri adım attığını gösteren cümlelerle devam etmiştir. bunun ılımlılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur, bariz geri adım atmaktır ki bu benim insanoğlunda en katlanamadığım şeydir. şu anda hala tanımlarımı takip edip anında eksi vererek anlamsız bir şekilde gözümde komik duruma düşmektedir. farklı yöntemler bulmasını tavsiye ederim, zira eksisiydi artısıydı umrumda değil. yazarım çıkarım ben.

    ismim altına yazdığı tanımını sildiğini görünce ben de kendi tanımımı sileceğim.
    haddini bilmesi ve beni tanıyan sevdiğim insanların yorumlarını kendi ezik psikolojisiyle aynı sayfada göstermekten vazgeçmesi gerektiğini düşünüyorum.
    bana bunu da yaptırdın ya pes.
    (09.07.2008 18:06)

requiem for a dream

    kendimi "bende bir sorun mu var lan acaba?" şeklinde sorgulamama neden olan film. yıllarca "süper film, mutlaka izle, hala izlemedin mi ayıp sana" türünden muhabbetlere maruz kalınca sonunda 1 sene önce izlemeye karar verdim ve izledim. hiç etkilenmedim desem yeridir. saatime bakıp durduğumu, bir an önce bitmesi için sabırsızlandığımı, çok sıkıldığımı ve bol bol esnediğimi hatırlıyorum. ama kaliteli bir filmdi. sadece benim için sıkıcıydı.
    (09.07.2008 17:04)

gururla bakıyorum dünyaya

    demeyi çok isterdim.
    (09.07.2008 16:54)

ezan okunurken müziğin sesini kısmak

    bu bir vicdan meselesidir.
    ben ezan okunurken müzik dinlediğimde vicdanım rahatsız olmuyor o yüzden müziğin sesini kısmıyorum. tam tersi şeyler hissetseydim kısardım.
    herkesin bakış açısı farklıdır. ben bu işin mantığını sorguladığımda benim kabul edebileceğim mantıklı bir sonuç çıkmıyor. ama ezan okunurken müziğin sesini kısanları da eleştirmiyorum.

    yalnız bugün okuluma giderken gözünü bacaklarıma diken ve "eteğini tutma bırak açılsın izleyelim" diyen babam yaşındaki hacı hoca kılıklı esnaf beyfendi, siz eğer ezan okunurken müziğin sesini kısıyorsanız ki eminim kısıyorsunuzdur, bugün sergilediğiniz davranışı gördükten sonra size kıçımla gülme hakkına sahibim. umarım anlatmak istediğim anlaşılmıştır.
    (09.07.2008 16:49)

sözlükte bayan yazar

abd başkonsolosluğu na silahlı saldırı

    neden amerikan konsolosluğu'nun önü? ne bu cesaret? canlı bomba falan olsa bunu sorgulamazdım fakat 4 kişi nasıl elini kolunu sallaya sallaya amerikan konsolosluğu'nun önündeki polislere saldırıda bulunuyor? ya biz nereye gidiyoruz çok merak ediyorum ve korkuyorum artık. amaç bu ergenekonun fazla kurcalanmasını engellemek için yeni gündem yaratmak falan mı nedir? bir de lütfen türkiye bunu da atlatacaktır bu saldırıyı kınıyoruz hede hödö açıklamaları yapmasın birileri. hiç samimi gelmiyor zira.
    (09.07.2008 16:03)

büyükada

    Ben iki günlüğüne başka bir dünyaya gittim geldim.
    Bu dünyaya dünya diyemiyorum şimdi.
    Öyle hayal ettiğim gibiydi ki her şey...

    Adım atacak yer yoktu vapurda. En son adaya yaklaştıkça insanlar azaldı, oturacak bir yer bulduk kendimize. Gözlerim kocaman açılıyordu her adada durakladığımızda. İlk defa ada gördüm ben. Adaya gittiğimi hayal ederdim ama sık sık. O zamanlar bile mutlu olurdum, içim huzur dolardı. Vapur yolculuğu hiç sıkmadı beni, aksine her anından keyif aldım. İnsanın hiç bilmediği bir yere gitmesi ne kadar heyecan verici! Ben en son ne zaman hiç bilmediğim bir yere gittiğimi hatırlamıyorum eğer hayatımdaki kararlarımı saymazsak. Ama sayamayız onları çünkü ben bir "yer"den bahsediyorum.
    Öyle belliydi ki adaya ilk defa gittiğim, iskeleden indiğimde ayağında ince topuklarıyla yürüyen benden başka kimse olmadığını fark ettim. İlk cümlelerimi hatırlıyorum; "Deniz kokuyor burası. İstanbul'daki deniz gibi değil, gerçek deniz kokusu bu işte." Sanırım adaya ayak bastığım an hissettiklerimi düşününce kendimi anne karnından yeni çıkmış bebekle kıyaslayabilirim. Eline huzurla sarıldığım sevgilim hiç gülmedi heyecanıma. Başkası olsa abarttığımı düşünebilirdi belki. O yanımda olmasa heyecanımı kontrol altında tutmaya çalışıp aynı keyfi alamayabilirdim...

    Ve kalbimin en hızlı atmaya başladığı an, konaklamaya karar verdiğimiz pansiyonun önüne geldiğimizde hissettiklerim... Bunları nasıl yazıya dökebilirim bilmiyorum ama deneyeceğim. Üç katlı eski püskü bir konağın önünde durduk. Hayal ettiğimden çok daha büyüleyiciydi. Kafamı sürekli bir sağa bir sola, bir yukarı bir aşağı çeviriyordum, her şeyi hafızama kazımak istedim sanırım. İşlemlerimizi yapan tatlı "ev sahiplerimizle" biraz muhabbet ettikten sonra odamıza çıktık. Bundan 40 yıl sonra bile o odayı düşündüğümde aynı şeyleri hissedebilirim. Ceviz ağacından yapılmış antika mobilyalarımız, adım attıkça sallanan duvarlarımızla ben yaşlıyım diye bağırıyordu konak adeta. Her yeni doğan bebeğin ve her yaşlı insanın bir kokusu vardır ya hani içine çekersin doyamazsın, bizim odamız da yaşlıydı, mis gibi yaşlı kokuyordu. Balkon kapısı açıktı, o resim gibi güzellik görünüyordu perdenin arasından. Bütün ada ayaklarımızın altındaydı ve kaçarak uzaklaştığım İstanbul karşımdaydı. Anladım ki uzaktan bakınca daha çok sevebiliyormuşum İstanbul'u. Uzun bir süre dönüp dolaşıp sayıkladığım tek bir cümle vardı dilime takılan; "Burası çok güzel!" (bkz: ideal pansiyon)

    Deniz-kum-güneş hayaliyle yanıp tutuşsam da önce biraz dinlendik odamızda. Zaten o odayı bir anda bırakıp çıkamazdık, öyle güzeldi ki... Hayatımda gördüğüm en güzel renkler adadaydı. Bu güzellikleri biraz da yakından izleme vaktimiz gelince "evimizden" çıktık ve işte bir ilki daha yaşadım; faytona bindim! Adanın o yoğun at kokusunu bile sevdim hemen. Faytonlar. Deli gibi fotoğraf çektim. Her geçen faytonu çekiyordum nerdeyse. Bir ara atların ne hissettiğini düşünüp üzüldüm çünkü bütün gün aynı yollarda koşturup duruyorlardı, ama o adayı ne kadar güzelleştirdiklerinin farkındalardır ve düşündüğüm kadar mutsuz değillerdir diye avuttum kendimi. Ben at gözlüğü denen şeyi bile ilk defa gördüm. Faytonu inceledim uzun uzun. Sadece elimdeki makinayla çekmedim fotoğrafları. Beynim çok daha güzel fotoğraflar çekti.

    Ufacık plajımıza vardık ve kendimizi denize attık. Deniz olmadan yaşayamayacağımı bir kez daha anladım. O kadar özlemişim ki, çok uzun bir süre deniz anası var mıdır diye bakmak bile gelmedi aklıma. Hiçbir şey düşünmeden zamanın geçmesine izin vermek ne kadar keyifliymiş... Sevgilim yanıbaşımdaydı, deniz karşımda duruyordu ve kokusu her an burnumdaydı. Bronzlaşıyordum işte tam özlediğim gibi güneşin altında. Kakao yağının o güzel kokusu duş almamıza rağmen akşam hala üstümüzdeydi.

    Deniz-kum-güneş üçlüsüne alışkın olmayan bünyelerimiz yorulunca tekrar "evimizde" bulduk kendimizi. Dünyanın en güzel uykusunu uyuduk. O uykuyu bile bir filmi başa sarıp sarıp izler gibi baştan yaşamak isterdim. Uyandığımızda gece olmuştu nerdeyse. Yataktan kalkıp balkonun önünde durdum. Nefesim kesildi cümlesini en çok o an gördüğüm manzara için kullanabilirim sanırım... Fayton seslerinin, havadaki mis gibi kokunun eşlik ettiği muhteşem bir ada ve görkemli, ışıl ışıl bir İstanbul duruyordu karşımdaki karanlıkta. Hazırlanıp yemek yemeye çıktığımızda ise ada insanını izleme şansım oldu. Sanki bu dünyada büyümemiş gibilerdi. En başında da söyledim zaten, ben başka bir dünyaya gittim geldim. Bu hisse kapılmamın sebeplerinden biri de ada insanlarıdır. Ne güzel korumuşlar, nasıl sahip çıkmışlar evimiz dedikleri yere...

    Önce kendimizi sabaha kadar dışarda vakit geçirmek zorunda hissetsek de odamız bizi çağırdı ve bir süre sonra geri döndük. Balkonumuzun keyfini biraz daha çıkarıp dünyanın en güzel diğer uykusuna daldık. Sabah kalktığımızda yağmur kokuyordu ada. Önce denize giremeyeceğimiz için üzülsem de, ada bize başka alternatifler sundu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra bir diğer hayalimi daha gerçekleştirmiştim işte; bisiklet kiraladık! Şehir hayatında ruhumla birlikte bedenim de monotonlaşmış olacak ki önce birkaç pedal çevirip dinlenerek devam edebildim yola ama yavaş yavaş alıştım. Aya Yorgi kilisesine doğru uzunca bir yola koyulduk. İlk defa bir ormanda bisiklet sürdüm... Yolun bisikletle gidilen kısmını tamamlayıp yürümeye başlıyorduk ki, yolun başında dilek anahtarlıkları satan yaşlı amcayı gördük. Batıl inançlarımız olmasa da orda o kadar manevi yaşıyordum ki her şeyi, hislerimi çok iyi anladığını düşündüğüm sevgilimle birlikte "sevgililer için" yazan kutudan birer tane dilek anahtarlığı aldık kendimize ve içimizden dilek tuttuk. Dileğimi söylemeyeceğim ama gerçekleşirse adaya gidip anahtarlığımı denize atacağım.

    Yol çok uzun ve yorucuydu. Bulutlar yerini yavaş yavaş güneşe bıraktıkça biz terliyorduk. Ama terlemesi bile keyifliydi. Sızlana sızlana bitirdik yolu, iniş daha rahat olacak diye teselli ettik birbirimizi. Aslında ilk başta çıkmasak mı diye tereddüt etsek de devam ettik yolumuza. İyi ki etmişiz. Harika fotoğraflar çektik. Zirvesinde bulunduğumuz güzelliği bir de tepedeki dürbünle izledik.

    Bu yorgunluğun üstüne buz gibi denizle ödüllendirdik kendimizi. Güneşte biraz fazla kalsak da canımın acısı gerçekten umrumda değildi. Sevgilim için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim tabi. O benden de fazla yandığı için son saatlerimizde en çok hissettiği şey canının acısıydı. Adaya veda saati yaklaştıkça ağlamak istediğimi hatırlıyorum. En son vapurla dönüyorduk ama keşke o da hiç gelmeseydi, biz hep orda kalsaydık!

    Evimize ve ev sahiplerimize veda ettikten sonra vapurumuzu beklerken hayatımda ilk kez gördüğüm süslü kornetlerdeki dondurmalarımızı yedik. O dondurma da tıpkı adadaki bir çok şeye verdiğim "dünyanın en güzel..." sıfat tamlamasını hakedecek kadar lezzetliydi. Vapura biniş, adadan ağır ağır uzaklaşmak... İşte o iki gün içinde canımı yakan tek şey buydu. Önce kafamı çevirip adanın küçülerek uzaklaşmasını izleyecek gibi olduysam da görmek istemedim sonra vazgeçtim. Kıvrılıp uyudum sevgilimin kucağında 1 buçuk saatlik vapur yolculuğumuz boyunca. Aslında tam bir uyku değildi bu. Uykuya dalmadım yalan söyleyemem. Birçok üzüntümü uyuyarak azaltmaya alıştığımdan olsa gerek, uyumak istedim oracıkta o yorgunluğumla.

    Ve İstanbul.
    Dönüp dolaşıp sana geldik.

    Bildiğim bir şey varsa, yaşlılığımı bu şehirde geçirmeyeceğim.
    Ada insanları gibi insanların olduğu, korna sesleri yerine ara sıra fayton sesleri duyabileceğim, kokusunu içime çektiğimde boğazımın yanmadığı bir yerde ölmek istiyorum.

    kimbilir,
    belki adada yaşlanır, adada ölürüm...
    (09.07.2008 01:06)

erol mütercimler

eti benimo

sayfa: 1-2-3-4-5-6...-18

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.