yetkin dikinciler

  1. kocaman bir boya ve süper bir sese sahip devlet tiyatrosu oyuncusu. özellikle babam ve oğlum adlı filmde saf bir karakteri* süper bir şekilde canlandırmış, onun içindeki sevgiyi ve üzüntüyü izleyene adeta hissettirmiştir*. filmi izlerken duygusallığın dibine girdiğiniz anlarda sizi güldürürken, içindeki acıyı dile getirip yıkıldığı anda* bitersiniz, ziyan olursunuz.
    (angelus 08.06.2006 21:19)
  2. atv'de yeni başlayan 'gözyaşı çetesi' adlı dizide, herkesin korktuğu belalı bir adamı; cevahir'i canlandıran tiyatrocu...
    (piamaya 22.08.2006 17:46)
  3. son turkcell reklamındaki küçük çocukları kullanarak yapılan duygu sömürüsüne alet olmasını kendisine yakıştıramadığım oyuncu.
    (sebepsiz yalnizliklar 14.09.2006 18:56)
  4. istanbul devlet tiyatrosu kadrosunda yer alan başarılı oyuncu..kendisi yeni sezonda* tekrar sahneye konulacak olan 'müfettiş' isimli oyunda izlenilebilir..
    (melankoli basili 14.09.2006 20:00)
  5. "mavi gözlü dev" isimli filmde nazım hikmet'i canlandıracak olan oyuncu.

    http://kelebek.hurriyet.com.tr/_newsimages/2246233.jpg
    (marwe 07.10.2006 17:18 ~ 21.09.2007 19:47)
  6. dün aksam biricik kuzenimi sevgili kuzenine isteme ziyaretine gelmis dünya tatlısı, sıcak kişilik.
    (berci kristin 30.07.2007 13:44)
  7. istanbul üniversitesi-edebiyat fakültesi, felsefe bölümündeki eğitimini yarıda bırakıp, konservatuara giren eski arkadaşlardan... kanına giren isim, o zamanlar kenter tiyatrosu oyuncularından olan ve i.ü. güzel sanatlar tiyatro grubunun yönetmenliğini üstlenen celal kadri kınoğlu ile bora seçkin'dir... çok da iyi yapmışlar ve türk tiyatrosu'na eşsiz yetenekte bir oyuncu armağan etmişlerdir.
    (hazeyame 30.07.2007 17:15)
  8. facebook'ta aslı değil sahtesi cirit atan yıldız. facebook'a girip de "yetkin bey, merhaba..." yollu mesaj atmaya kalkmayınız. bu numaraları yemeyiniz, yedirmeyiniz! * **
    (hazeyame 22.11.2007 23:15)
  9. 15 ağustos 1969'da ordu'da doğan, istanbul'da mimar sinan Üniversitesi devlet konservatuvarı tiyatro bölümünü bitirdkten sonra sayısız oyunda görev almış, bir dönemde İstanbul devlet tiyatroları'nda idari görevlerde de yer almış büyük tiyatro oyuncusu.

    birde en önemlisi, yıllardır tiyatrolarda sayısız oyunda yer almasına rağmen, bizlerin onu keşfetmesi zaman almış yetenekli oyunculardan birisidir kendisi. Özellikle babam ve oğlum filminden sonra adı sıkça basında yer almış, bizde yine bir usta tiyatro oyuncusunu, sahne yerine tv kanallarından "keşfetmiş" olmuşuzdur.

    (bkz: yaptığı işler bıyığından daha önemliymiş)
    (ursaemajorist 25.11.2007 14:34 ~ 27.11.2007 13:34)
  10. son zamanlarda eşref saati adlı tv dizisinde sarı yı canlandıran tiyatro sanatçısı..
    (mrsdracula 25.11.2007 22:56 ~ 25.11.2007 22:57)
  11. Yetkin Dikinciler'i bundan 16 yıl kadar önce tanıdım. O zamanlar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde iki ayrı bölümde okuyan iki alakasız öğrenciydik. Bizi, bizim gibi birbiriyle alakasız diğer öğrencileri bir araya getiren ise tiyatro tutkumuzdu. O zamanlar Edebiyat Fakültesi'nin hemen arkasındaki Kuyucu Murat Paşa Medresesi'nde, önce Yıldız Kenter, sonra Mehmet Birkiye, sonra Celal Kadri Kınoğlu ve en son Bora Seçkin yönetmenliğinde bir şiir gösterisi ve bir de oyun hazırladık. Yetkin, o davudi sesi kadar iri gövdesiyle de hemen dikkati çekerdi gerçi ama bakışları üzerinde toplama nedenleri bunlar değildi... Bazıları böyledir: Şeytan tüyü vardır ve arı kovanı gibi kalabalık bir mekana girseniz de, ilk fark ettikleriniz onlardır...

    Her neyse... Aradan geçen onca zaman içinde Yetkin'in kariyerinde adım adım ilerleyişine tanık oldum. Bu, önceleri tiyatro ağırlıklı bir yoldu sonra giderek sinemaya yöneldi ve bir gün bir de baktık ki, rol aldığı dizilerle Türkiye'deki hemen her hane halkı için "aileden" biri oluvermiş.

    O'na bunca yıl sonra ulaşmak zor olmadı. Bir dergi için kendisiyle röportaj yapmam gerekiyordu. Eski günlerin hatırına randevu koparan biri olmak istemediğim için, yaklaşık 2 dakikalık telefon konuşmasının en son cümlelerinde kendimi tanıttım. Önce uzun bir sessizlik oldu, sonra şaşkınlık kelimesi "İnanmıyorum!" olarak geldi... Cihangir'deki bir kafede buluştuk. Yetkin, aynı Yetkin'di... Yine o gözlerinin içi gülen, çocuksu ifadelerle etrafa bakınan iyi kalpli adamdı. Doğrusu üstündeki "delikanlı" havası durmakla birlikte sanki biraz daha olgundu.

    Önce biraz sohbet ettik. Senaryo okumak, rolüne hazırlanmak, setten sete koşmak ve insani bir takım işlerini halledebilmek için günde 4-5 saatlik uykuyla idare ettiğini anlattı. Bir bilgisayarı yoktu. O yüzden internet aleminde hakkında yazılıp çizilenlerden haberi de yoktu. Hatta Facebook'taki Yetkin Dikinciler de kendisi değildi... Mail atmak da onun için dönem ödevi yapmak gibi birşeydi. Aslında teknolojiyle arası pek iyi değildi ve haydi size bir sır vereyim, elindeki cep telefonu da kendi şöhretiyle taban tabana zıt, en az 5-6 senelik eski bir modeldi.

    Ve röportaja başladık. Önce bildiğim bir süreci, bilmeyenlere de anlatması için nasıl oyuncu olduğunu sordum:
    "Ben, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde okurken ve bir yandan da fakültenin tiyatro kulübünde faaliyet gösterirken konservatuar sınavları gündeme geldi ve herkes sormaya başladı. Yıldız Kenter, "Okuyacak mısın?" diye sordu, Mehmet Birkiye, "Sınava girecek misin?" diye sordu en son Celal Kadri Kınoğlu da "Haydi haydi gir şu sınava, felsefeyi evinde de okursun" dedi ve ben kendimi konservatuar sınavlarında buldum. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı'nda okudum dört yıl. Çok da iyi oldu çünkü Müşfik Kenter gibi bir ustayı tanıdım. Hayatımın her anında sıkça tekrarladığım bir şeydir bu: İyi ki onun gibi bir "insan"la karşılaştım! O'nun da öğüdü "Sahneye çıktığınızda 'insan' olun" idi. Ne mutlu ki dört yıl boyunca hocamın ağzının içine baktım. Hala da bakmaya devam ediyorum."

    Ya mezuniyetten sonra ne yapmıştı? "İki yıl Antalya Devlet Tiyatrosu... Çok güzel oyunlar oynadık orada. Mustafa Avkıran'la Murathan Mungan'ın Mezopotamya Üçlemesi'ni yaptık, Engin Cezzar "Müsahipzade Celal'in Karısı"nı sahneledi... Çocuk oyunları sahneledik. Okuldan hemen sonra kendimi profesyonel bir sahnede, ödenekli bir tiyatroda buldum. Ardından dört yıl da Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nda bulundum. 1999'da İstanbul'a döndüm ama Diyarbakır yıllarım benim için gerçekten çok özel yıllardı. Bir insanın kendi başına, ailesinden, sevdiklerinden, alıştığı ortamdan uzakta geçirdiği yıllar... Bir de şunu düşün: İstanbul gibi "büyük şehir kültürü"nde yetişmiş birinin, bize televizyondan ve uzaktaki bir çerçeveden gösterilen o dünyaya girip, oranın gerçekten ne olduğunu, oranın sorunlarının gerçekte ne olduğunu anlaması çok önemlidir. Özellikle Türkiye'de bir insan sanatla, edebiyatla ilgileniyorsa, yerinde görmelidir diye düşünüyorum. Geri kalmışlık, Diyarbakır'da geri bırakılmışlıktı... Yoksulluk, kültürlerindeki eksiklikten değildi. Yoksul ve yoksun bırakılmışlıklarındandı. Oradaki insanların tiyatroya geldiği zaman beşer, onar defa gelip Shakespeare, Çehov, Molliere hakkında oyun sonrası oyunculara eleştiri yapabildiklerini gördüm. "Siz şöyle bir yorumda bulunmuşsunuz ama bu aslında günümüzde şuna işaret ediyor" diyebilen, çok birikimli, çok kültürlü ve binlerce yıllık elekten geçmiş insanlar var orada. İnsanın içindeki aydınlık yeterlidir çoğu kez. İşte orada da öyle aydınlık insanlarla tanıştım. Başka insanların öykülerini keşfettim." diyerek yaşamındaki önemli bir kesiti aktardı. O'na göre oyuncunun görevi de keşfetmekti zaten. Oyunculuğu da bu yüzden seviyordu. Hele de Diyarbakır gibi kültürel olarak farklı olduğu düşünülen yerlerde, o yapıyı keşfetmeden anlayabileceğimize inanmıyordu.

    "İyi bir tiyatro oyuncususun. Dizilerde rol aldığın için mutlaka eleştiriliyorsundur" dediğimde "Beni tiyatro sahnelerinde görmek yerine ekranda görmekten sıkılacak insanlar varsa onlara cevabım şu olabilir: Hiçbir dizi beni tiyatrodan alıkoyamadı ve alıkoymayacak! Beni dizide görmek istemeyen televizyonu kapatır ama ben tiyatroda varım zaten! Kendimi tiyatrodan koparıp, diziye gitmiyorum. Dizilerin avantajlarından biri sanatçıları oyunculuklarıyla, yetenekleriyle ekran aracılığıyla kitlelere ulaştırmak; izleyiciyle oyuncuyu bir araya getirmektir. Bir diğer avantajı da dizide sizi tanıyan insan, o zamana kadar hiç tiyatroya gitmemiş biriyse, bir yerlerde hakkınızda iki satır okuyup merak ederek tiyatro salonuna gelip sizi izleyebilir. Böylece onu da tiyatroya kazandırmış olur o diziler. Kentin varoşlarından kalkıp, televizyonda gördüğü adamı canlı canlı sahnede izlemek isteyen insanlar da var. Bu da farklı bir kazanım. Tek sınır tabii ki ölçüyü kaçırmamak. 'Kendimi dizilere kaptırdım, tiyatro defterini kapadım' diyen varsa zaten tiyatrocu değildir!"

    Her yıl yüzlerce dizinin çekimine başlandığını, bunlardan sadece 30-35 kadarının yoluna devam edebildiğini hatırlatıp, "Bu bir kıyım mekanizması değil mi?" diye sordum. "Bence bu kıyımdan çok deneme yanılma mekanizması. Ben de kendime bazen soruyorum "Burada ne işim var?" diye ama sonuçta o gereksinim, o bir araya gelişi sağlıyor. Bunda da eleştirecek bir yan yok. Yanılmalar da olabilir hayatta, normal bu!.."

    "Babam ve Oğlum"da ailenin zeka yoksulu iyi yürekli ferdini canlandırmıştı. O rolüyle de dünya kadar ödül almıştı. "O güne kadar öyle bir rolde oynamadığım gibi Çağan Irmak (yönetmen) için de çok büyük bir risktim ben. Bu benim için Çağan'ın büyüklüğünü bir kez daha gösterdi çünkü Çağan, başkalarının bende görmediğini gördü, aldı ve beyazperdeye taşıdı. O'na teşekkür borçluyum" diyordu her zamanki alçak gönüllüğüyle...

    Çok göz önünde biriydi. Star değildi belki ama tanınıyor ve çok da seviliyordu. Peki bu nasıl bir duyguydu O'nun için...
    "Ben tezgaha çıkan bir işte çalışıyorum; mutfağında çalışmıyorum. Dolayısıyla görünürlük tanınırlığı getiriyor. Evet, her tanınırlık sevilir olmayı getirmiyor beraberinde ama yaptığım işle ilgili insanlardan "İyi ki yapıyorsun!" şeklinde geri dönüşleri aldığım için çok mutluyum. Göz önünde olmanın tanınma bölümünü ise sevmiyorum. Ben hala bir mekana girdiğimde, hele de mekan kalabalıksa, "Ben şimdi en sakin köşeyi nasıl bulurum" diye geziniyorum ortalıkta. Tanınmayı bir ölçü olarak alma konusunda da iyiden iyiye umudumu kaybettim. Hümeyra hanımefendinin bu ülkede bir dönem bugünün pop starları kadar star olduğu, çok güzel ezgileri seslendirdiği bilinmiyor. Bilinen? Avrupa Yakası'nın İfo'su... Yahu Hümeyra Şehir Tiyatroları'nda yıllar yılı vardı. Dünya kadar albüm çıkardı... Bu yüzden genç kuşağa kızamıyorum da. O da gelir bana başka bir şey sorar, mesela teknolojiyle ilgili bir şey sorar ben de cevap veremem diye düşünüyorum. Aynı şey değil belki ama o gençlerle böyle empati kuruyorum, çaresiz..."

    Yetkin, tanınan biri olmanın dezavantajları olabileceğini de şöyle anlatıyor: "Oyuncu olduğumu unutan biriyim ben. O yüzden de başıma ilginç şeyler geliyor. Vatandaş olarak karşı çıkmak istediğim durumlarda vatandaş olma lüksünü yaşayamadığım oluyor. Mesela geçenlerde oldu: Bir halk otobüsü, kırmızı ışıkta geçti ve yaşlı bir amcayı neredeyse eziyordu. Amca korktu, halk otobüsüne "nereye?" gibilerden bir işaret yaptı, halk otobüsünün şoförü de ona "Haydi oradan be!" gibilerden elini salladı. "Allaaah, amcaya n'apıyorlar" diye atladım hemen, kapıyı açtırdım, niyetim adamın yakasına yapışıp "N’apıyorsun amcaya" gibilerden hesap sormak... Kapıyı açar açmaz şoför beni gördü ve "Abim!.. Hayranlıkla izliyoruz..." deyince... İşte bu gibi anlarda vatandaş olamıyorsun. Benim asıl derdim bu. Orada, "iyi ki oyuncuyum" ile "keşke oyuncu olmasaydım"ın sınırında kalıyorsun. Oyuncu olmasan adam belki levyeyi indirecek!.. Ben bunların dışında ünlü olduğumu hissetmiyorum. İçimde bir duygu var ve son yıllarda gittikçe de büyüyor. Sloganımsı ifadesi de şu: "Oyunculuk harika bir meslek, keşke izleyeni olmasa!"

    1969 doğumlu Yetkin Dikinciler ile o gün daha pek çok şey konuştuk. Kimi off-record konulardı, kimi de uzun ve mesleki görüşler. Röportaj sona erip de sohbete döndüğümüzde 16 yıl öncesinin fotoğraflarını koydum masaya: Federico Garcia Lorca'nın Yerma'sında Büyücü Dolores bendim. O ise Juan'dı. O günkü halini eleştirdi bir de: "Bak işte burada gördüğün Yetkin, tam böyle hayatın başında, daha ne olacağına karar verememiş, hayatın kendisine hazırladığı sürprizlerden habersiz biri. Duruşuma bakışıma bile yansımış..." dedi.

    Haklı olabilirdi. Ama şurası da bir gerçekti ki insan yedisinde ne ise yetmişinde de o oluyordu. Görüşmeyeli, konuşmayalı 16 yıl geçmişti belki ama Yetkin, hep olduğu gibi "insan oğlu insan" kalmayı başarmıştı...
    (hazeyame 13.03.2008 16:52 ~ 18.04.2008 17:21)
  12. Eşref saatinde canlandırdığı sarı eşref karakteri ile yürekleri ısıtan güzel adam. Her rolün üstesinden gelebilir diye düşünüyorum ,o sıradışı bir yetenek.
    (kinslayer 04.09.2008 16:09)


Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.