son beğenilen tanımları son kötülenen tanımları
genel istatistikler
eski bir irlanda halk türküsünün dediği gibi; aşk, aşk der masal, bir ruhun öbürüyle birleşmesi raslaşması, anlaşması ve kaçınılmaz kaynaşması ve kaçınılmaz çarpışması...
romantizm, aşk, duygu, sevgi vs... bir ürünün satışına yönelik herşeyin iç edildiği diğer tüm reklamlarda olduğu gibi burada da bir kaç romantizm fırça darbesiyle duygusallık, kadın ve erkek arasındaki en muhteşem ilişki gayet masumane biçimde iç edilmiştir. muhalif olmak için didiklemek değildir lakin hatırlarsınız geçtiğimiz mayıs ayında anneler gününde bir reklam boy gösteriyordu yine. erkek, eşine anneler günü için bir hediye uzatıyor fakat kadın "ben anne değilim ki" diye (yakın zamanda da istemiyorum edasıyla) cevap veriyordu. fakat hediye açılıyor, içinden çıkan (minumum 2.500 ytl'lik) tek taş pırlantayı gören kadının gözleri açılıyor ve "ama şimdi düşünebilirim" diyerek atılan pası karşılıyordu. dünyaya getirilecek iki insanın meydana getirdiği en üstün varlık tek taşa karşılık konuveriyordu. ne deniyordu bize; hayatın gerçeği mi? karşılığında tek taş olduktan sonra çocuk da yaparım ötesini de (mi?) tek taş pırlantayla ölçülen annelik mi? dönersek reklamımıza; birbirine hanımefendi ve beyefendi olarak hitap etmelerinden uzun bir tanışıklığa sahip olmadığını anladığımız bu bey ve bayan muhteşem bir mutfağa sahip (evin gerisini göremesek de mutfağından bir çıkarımımız oluyor haliyle) muhteşem "ev"in içerisinde reklamı yapılan ürünün etkisi altında duygusallaşıp elleri ayaklarına dolanıveriyor. daha önce hiç bir paylaşımı olmadığı, birlikte üretmediği ve birlikte yaşamı üretip üretmeyeceğini bilmediği bayanımız, erkeğin "eksik sizsiniz" sözleri karşısında kelebek oluyor, aşktan uçuyor (öyle mi?) ne konuda eksik ki, mutfağa yakışacak biri olarak mı, evin herhangi bir eşyası yanında güzelliği simgeleyecek bir objecik mi? erkeğin kadını çok da tanımadığını anladığımız diyologlardan hangi konuda eksik olarak nitelendirilmiştir kadın. yaşamına bir anlam mı katmıştır yaşan(ma)mışlıklardan... ama günümüzün romantizmi de aşkı da böyledir işte. ne anlatılır; ister tek taş olsun ister ankastre mutfak metanın fethedemeyeceği yer yoktur, bu aşk gibi en yüce değer olsa bile. bize pompalayadursunlar bu içi boşalmış, yozlaşmış anlayışları. kana, yavaş yavaş zerkedilen uyuşturucu misali yavaş yavaş iğdiş ediliyor beyinler de. sonra ne mi oluyor; sevgililer gününde alınamayan hediyelere, eve alınmayan mobilyalara, istenilen ama yaşanılamayan hayatlara vs. vs. vs'ye en güzel değerler kurban ediliveriliyor.
dokunulma karşısında duyulan bu "garip" tiksinti her zaman bizimle birlikte olmuştur. kalabalık ortamlarda, sokakta, otobüslerde, trenlerde, parklarda vs. hareketlerimiz hep bu duygu tarafından yönlendirilir. kendinizi ya da kendiniz dışındakileri bir gözleyin; çoğunlukla elimizden geldiği kadar gerçek bir temastan kaçınılır. eğer kaçınılmıyorsa bu birisinden hoşlandığımız içindir ki o zaman da yaklaşan biz oluruz. herhangi bir yerde istenmedik bir temas için dilenen özrün çabukluğu, bu özür beklenirken yaşanan gerilim, derhal özür dilenmediğinde gösterdiğimiz şiddetli ve hatta kimi zaman fiziksel tepki, bunu yapanın kim olduğundan emin olmadığımız zaman bile bu "saldırı"ya duyduğumuz antipati. kalabalık bir yerde bedenizmizde hissettiğimiz ufak bir çarpma sonucu nereden geldiğini bilmesek bile hızla gözlerimiz etrafımızı tarar ve hatta bulamasak bile yüksek sesle buna duyduğumuz tepkiyi dile getiriveririz. bu "cık cıklama" olsa bile... oysa sadece ufak bir çarpmadır, canımız hiç yanmamıştır ama dokunulmuştur işte. geçelim fiziksel bir dokunulma durumunu gözle yapılan bir temas bile rahatsızlık vermeye yeter. sistemin toplumda yarattığı dejenerasyon sonucu ortaya çıkan bu yabancılaşma durumudur aslında. her an bir kötülük olabileceği düşüncesi ile mümkün olduğunca dokunmakan ve dokunulmaktan kaçma eğilimi içerisindedir insan. "ama keşke herkes bu kadar iyi niyetli olsa" gibi bir düşünce baskın olacaktır bunu okuyanlarda. peki bu "iyi niyetsiz durum" diye nitelendirdiğimiz davranışı yaratan ne olmuştur? bizi böylesine birbirimize yabancılaştıran?...
santiago stadyumu'na yüz bini aşkın insan toplanır. işkencenin aralıksız sürdüğü, soyunma odalarında kurşuna dizilenlerin sloganlarıyla yankılanan bir stadyum. faşizme karşı direniş haykırışlarının, marşlarının haykırıldığı yer. darbeden birkaç gün sonra tutuklanan şilili ünlü ozan victor jara'nın gür sesiyle yankılanır "venceremos" şarkısı. victor jara, öldürüleceğini bildiği halde, oradaki binlere moral verebilmek için gitarının tellerine dokundu. stadyumdaki binler için bir şarkı yazdı. çevresindekiler her satırını ezberlediler. “beş bin kişiyiz burada” diye başlıyordu şarkı: “beş bin kişiyiz kim bilir kaç kişidir bütün şehirlerde ve bütün ülkede tohum eken ve fabrika işleten yalnız burada on bin el…” katillere boyun eğmeyeceğini haykıran bir ses! bir asker tüfeğinin kabzasını kaldırdı… onu susturmak ve öbürlerine ibret olması için jara'nın parmaklarını kırdı. kırık parmakları gitarın tellerine vuramıyordu. o da marşı var gücüyle söylemeye başladı. üstelik şimdi stadyumdakiler de ona katılmışlardı. şili'nin dört bir yanından bu stadyuma getirilen binlerce kişi faşizmin karşısında; işkence göreceklerini, öldürüleceklerini bildikleri halde, katillerin suratına "venceremos!"(kazanacağız) diye haykırıyorlardı. jara'nın istediği de buydu. bundan sonrası… victor jara'nın ölü bedeni dört gün sonra bir sokakta bulundu. ağır işkencelerden geçirilmiş ve vücudu kurşunlarla delik deşik edilmişti. pinochet yatağında ölmemeliydi... pinochet gibiler de...
tüm bunlar bir yana buram buram ırkçılık kokan bir film olduğunu düşünüyorum. filmde özel vurgu yapılan spartalıların (batının) doğu'ya medeniyeti götürecek olması ve savaşa bu anlamın yüklenmesi, amerika'nın ırak'a demokrasi(!) götürmesi propagandasından başka bir şey değil ki amerika'nın son dönemde böyle filmlere oldukça ihtiyacı var. (hele de sırada iran varken) bir yandan pers ordusu'nun 1000 ulustan oluştuğu vurgusu yapılırken bir yandan da bu ulusların cahil ve geri vurgusu tam da bugünün siyasal arenasına denk düşmüştür...
Şapka bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum bir gökyüzü var ki bu senin bilmediğin bir kırmızı var ki bu senin hiç görmediğin balıklar öyle yüzmez o sularda, sen yoksun şarkılar bir böyle götürmez insanı erguvanlardan sende hiç özlemek yok mu a bekleroğlu sende hiç bunalmak yok mu a cennetmekan ne tutarsın bu şapkayı başında ne tutarsın bu başında şapkayı bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum biliyorum nah işte mutluluk şuracıkta şu kilidi kırdınmı arkası cennetiala hidrojeni füzesiyle korkuya kuluçkada höt desen devrim doğuracak perşembe gebe bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum sen hiç vatansamaz mısın varsamaz mısın sen hiç onursamaz mısın çoksamaz mısın sen utanmaz mısın arlanmaz mısın hele bir döndür başını da şu gidişe bak hele bir döndür başını da şu düzene bak hele bir döndür başını da şu haline bak bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum. köleliğin karşılığını buldum sözlükte toplumculuk ne demekmiş biliyor musun apartıman bundan çıkar biliyor musun ondan sonra kulis mulis kilit milit mapusane ondan sonra allah mallah yalan dolan kaşkariko kimden aldın bu şapkayı başına ne tutarsın bu şapkayı başında neden yere çalmıyorsun bu şapkayı başına yere neden bu başı şapkayına bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum hasan hüseyin korkmazgil
okan bayülgen'in "özlem siyasette yeni" sözünün doğruluğu ya da yanlışlığı değil konu ettiğim. yıllardır medya pisliğinde öğrenmesi gerekenleri layıkıyla öğrenip ve yine layıkıyla yerine getiren pek sayın bayülgen'in, seviyesizliğin dip noktasında "kekelemeden ve kesilmeden güzel cümle kurar, hele bir açık vermeye görsün karşımdakini alır onun .... (noktalı yerleri doldurmayı okuyucuya bırakıyorum) ve renkli ekranın en iyi oynak maymunu ben olurum" tarzını yine en şahanesinden göstermiştir. sıkça söz ettiği adab-ı muaşeret kelimesinin ne olduğunu çok iyi bilir de zerre kadar taşımaz üzerinde para etmediğinden. (zaten üzerinde de pek bir eğreti durur.) bir de bunu entelektüelizm giysisi içinde sunar ki bu söz erbabı kişimiz yeme de yanında yat. tam da kendisinin dediği gibi konuşan bir kafadır. ama sadece öyledir, ötesi yok. demagog bayülgen, üniversitelerde örnek gösterilecek bir demagoji örneği sergilemiştir. buna hiç itiraz etmemek gerekir. karşındakinin söylediğini evir çevir, alakasız ne kadar konu varsa içine karıştır, bu arada karşındaki bir şey söylerse eğer sesin volümünü biraz yükseltip tam gaz devam et! televizyon makinesinin güzel oyuncağından beklenilesidir. zorunlu edit: bu yazı akp'li milletvekili adayının tarafını tutmak ya da özlem'e özlem hanım diye hitap edilmemesi üzerine yazılmamıştır. konu edilen bayülgen'in televizyondaki bu pis tarzı ve bunun üzerinden popüleritesine yeni artılar eklemesidir. bu tavrı ve tarzı ağzı açık hayranlıkla izledikçe ekleyecektir de...
gençliği bir yozluklar silsilesine hapseden yoz kültürün son harikası! kadını; oraya çıkardıkları -ve muhtemelen öyle yapmasını söyledikleri- "ayy ne yapsımkiiii, bilemiyorııımm" biçiminde anlaşılması zor bir dille konuşan, sadece bedenine değer biçilen bir nesne olarak sunması görevi verilen genç kadınlarla temsil ederken; erkeği de zeki ama sosyal ilişki kurma becerisinden yoksun nesneler (mallar) olarak sunmuşlardır . aslında her ikisi için de pazarlamışlardır demek daha doğru olacaktır. masanın üzerine çıkartıp oynattıkları kızlarla sadece onlarla değil hepimizle, insanlığımızla pespaye biçimde alay edilmektedir. kadın da erkek de birer metadır en ucuzundan... eminim ki yine bir çok izleyici kitlesine sahip olacak, hatta yarışmayla aynı anda devam eden durumlarının tartışıldığı ve kitleleri de daha bir aptallaştıran programcıkların doğmasına ve insanlığın zayıflığı ve aptallığı üzerinden birilerinin karına kar katmasına sahne olacaktır. şaşırmıyorum ama kızıyorum işte... her defasında "pes artık" demekten de kendimi alamıyorum. ülke bir rejim krizindeymiş, darbe çığırtkanları açıktan boy gösteriyormuş, ortaları çeteler sarmış, faili belli katliamlar peşisıraymış, en küçük bir demokratik hak talebinde her an bir linç tehlikesiyle karşı karşıya kalınıyormuş, cebimizdeki eller on katına çıkmış, yoksulluk sınırı bilmem ne kadar olmuş boş verin. başkalarının eğlencelerini seyrederek eğlenmek varken bunları düşünmek niye! iğrenç, kaba saba bir şebekliğe, soytarılığa dönüşmüş bir eğlence düşkünlüğünün bataklığındayız. hayır eğlenen bizler değiliz biz sadece eğlendiriyoruz... yine televizyonlardan gördüğümüz bilmem hangi moda elbiseleri sırtımıza çekip, insanlığımızı örten boyalarımızla kurtuluşumuzu ararken öte yandan binbir emekle okuyup bitiridiğimiz okullardan aldığımız kağıt paçavralarının hiç bir işe yaramadığı bu düzende işte böyle kurtuluşumuzu çıkışımızı arıyoruz. tükenmiş, rezilleşmiş bir kültürün kurbanlarını oynuyoruz celladına aşıklar gibi... ama gözlerimiz bu hunharlığı izliyor. elbet bir gün bu her türden yoksulluğumuzun üzerinde yükselen bu pislik kendi bataklığında boğulacak...
örnek; * bir cümlede yirmi dokuz harfin hepsini, j dahil kullanmak övünç kaynağı olan güç bir iştir. * bu cümlede otuz üç tane a, on bir tane b, iki tane c, yedi tane ç, yedi tane d, kırk bir tane e, iki tane f, bir tane g, bir tane ğ, iki tane h, üç tane ı, yirmi yedi tane i, bir tane j, on tane k, üç tane l, üç tane m, otuz üç tane n, yedi tane o, iki tane ö, bir tane p, on iki tane r, iki tane s, dört tane ş, otuz beş tane t, beş tane u, sekiz tane ü, üç tane v, altı tane y ve beş tane z harfi var**
türkçe'de en uzun anagram ikilisi: karşılaştırmalı - karşılaştırılma
daha ayrıntılı inceleme için (bkz: http://scottkim.com/inversions/index.html)
Şimdi o dahiyane soru; "acaba, kendi kendisinin üyesi olmayan tüm kümelerin kümesi, kendisinin bir üyesi midir?" Üyesiyse, değil; değilse, üyesidir.* russell'ın bu paradoksunda söz konusu çelişik sonuç, küme kuramının gelişiminde büyük katkısı olmuştur...
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz. sözlük sistemi ile geliştirilmiştir. |