kürk mantolu madonna

    aşkın ve ona hiç yakışmayan ve asla yakışmayacak olan kahredici çaresizliğin boyun büken hikayesi... durağan görünen (sadece görünendir) bir yaşamın içinde nasıl dizginsiz bir fırtınanın kopabileceğini defalarca hatırlatır her satırında. aşkı tanımlarsınız sonsuz ve hapsolmayan kelimelerle...

    eski bir irlanda halk türküsünün dediği gibi;
    aşk,
    aşk der masal,
    bir ruhun öbürüyle birleşmesi
    raslaşması, anlaşması
    ve kaçınılmaz kaynaşması
    ve kaçınılmaz çarpışması...
    (15.11.2007 18:18)

eksik sizsiniz hanımefendi

    popüler bir reklam sloganı...
    romantizm, aşk, duygu, sevgi vs... bir ürünün satışına yönelik herşeyin iç edildiği diğer tüm reklamlarda olduğu gibi burada da bir kaç romantizm fırça darbesiyle duygusallık, kadın ve erkek arasındaki en muhteşem ilişki gayet masumane biçimde iç edilmiştir. muhalif olmak için didiklemek değildir lakin hatırlarsınız geçtiğimiz mayıs ayında anneler gününde bir reklam boy gösteriyordu yine. erkek, eşine anneler günü için bir hediye uzatıyor fakat kadın "ben anne değilim ki" diye (yakın zamanda da istemiyorum edasıyla) cevap veriyordu. fakat hediye açılıyor, içinden çıkan (minumum 2.500 ytl'lik) tek taş pırlantayı gören kadının gözleri açılıyor ve "ama şimdi düşünebilirim" diyerek atılan pası karşılıyordu. dünyaya getirilecek iki insanın meydana getirdiği en üstün varlık tek taşa karşılık konuveriyordu. ne deniyordu bize; hayatın gerçeği mi? karşılığında tek taş olduktan sonra çocuk da yaparım ötesini de (mi?) tek taş pırlantayla ölçülen annelik mi?

    dönersek reklamımıza; birbirine hanımefendi ve beyefendi olarak hitap etmelerinden uzun bir tanışıklığa sahip olmadığını anladığımız bu bey ve bayan muhteşem bir mutfağa sahip (evin gerisini göremesek de mutfağından bir çıkarımımız oluyor haliyle) muhteşem "ev"in içerisinde reklamı yapılan ürünün etkisi altında duygusallaşıp elleri ayaklarına dolanıveriyor. daha önce hiç bir paylaşımı olmadığı, birlikte üretmediği ve birlikte yaşamı üretip üretmeyeceğini bilmediği bayanımız, erkeğin "eksik sizsiniz" sözleri karşısında kelebek oluyor, aşktan uçuyor (öyle mi?) ne konuda eksik ki, mutfağa yakışacak biri olarak mı, evin herhangi bir eşyası yanında güzelliği simgeleyecek bir objecik mi? erkeğin kadını çok da tanımadığını anladığımız diyologlardan hangi konuda eksik olarak nitelendirilmiştir kadın. yaşamına bir anlam mı katmıştır yaşan(ma)mışlıklardan... ama günümüzün romantizmi de aşkı da böyledir işte. ne anlatılır; ister tek taş olsun ister ankastre mutfak metanın fethedemeyeceği yer yoktur, bu aşk gibi en yüce değer olsa bile.
    bize pompalayadursunlar bu içi boşalmış, yozlaşmış anlayışları. kana, yavaş yavaş zerkedilen uyuşturucu misali yavaş yavaş iğdiş ediliyor beyinler de.
    sonra ne mi oluyor; sevgililer gününde alınamayan hediyelere, eve alınmayan mobilyalara, istenilen ama yaşanılamayan hayatlara vs. vs. vs'ye en güzel değerler kurban ediliveriliyor.
    (15.11.2007 18:11)

dokunulma korkusu

    insanı, bilinmeyenin dokunuşundan daha çok korkutan hiçbir şey yoktur neredeyse. çünküinsan kendine değen şeyi görmek ve tanımak ister. genel olarak herkes yabancı bir şeyle fiziksel temastan her zaman kaçınma eğilimindedir ve insanların etraflarında yarattıkları bütün mesafelerin nedeni bu korkudur aslında.

    dokunulma karşısında duyulan bu "garip" tiksinti her zaman bizimle birlikte olmuştur. kalabalık ortamlarda, sokakta, otobüslerde, trenlerde, parklarda vs. hareketlerimiz hep bu duygu tarafından yönlendirilir. kendinizi ya da kendiniz dışındakileri bir gözleyin; çoğunlukla elimizden geldiği kadar gerçek bir temastan kaçınılır. eğer kaçınılmıyorsa bu birisinden hoşlandığımız içindir ki o zaman da yaklaşan biz oluruz.

    herhangi bir yerde istenmedik bir temas için dilenen özrün çabukluğu, bu özür beklenirken yaşanan gerilim, derhal özür dilenmediğinde gösterdiğimiz şiddetli ve hatta kimi zaman fiziksel tepki, bunu yapanın kim olduğundan emin olmadığımız zaman bile bu "saldırı"ya duyduğumuz antipati. kalabalık bir yerde bedenizmizde hissettiğimiz ufak bir çarpma sonucu nereden geldiğini bilmesek bile hızla gözlerimiz etrafımızı tarar ve hatta bulamasak bile yüksek sesle buna duyduğumuz tepkiyi dile getiriveririz. bu "cık cıklama" olsa bile... oysa sadece ufak bir çarpmadır, canımız hiç yanmamıştır ama dokunulmuştur işte.

    geçelim fiziksel bir dokunulma durumunu gözle yapılan bir temas bile rahatsızlık vermeye yeter. sistemin toplumda yarattığı dejenerasyon sonucu ortaya çıkan bu yabancılaşma durumudur aslında. her an bir kötülük olabileceği düşüncesi ile mümkün olduğunca dokunmakan ve dokunulmaktan kaçma eğilimi içerisindedir insan. "ama keşke herkes bu kadar iyi niyetli olsa" gibi bir düşünce baskın olacaktır bunu okuyanlarda. peki bu "iyi niyetsiz durum" diye nitelendirdiğimiz davranışı yaratan ne olmuştur? bizi böylesine birbirimize yabancılaştıran?...
    (14.11.2007 02:18)

tutunamayanlar

    "bir silgi gibi tükendim ben. başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. ben, kurşunkalem silgisiydim. azaldığımla kaldım..."
    (14.11.2007 02:07)

victor jara

    şili'de gerçekleşen darbe tüm şili'yi bir halklar işkencehanesine çevirir. kışlaları, karakolları dolup taşar.
    santiago stadyumu'na yüz bini aşkın insan toplanır. işkencenin aralıksız sürdüğü, soyunma odalarında kurşuna dizilenlerin sloganlarıyla yankılanan bir stadyum. faşizme karşı direniş haykırışlarının, marşlarının haykırıldığı yer.
    darbeden birkaç gün sonra tutuklanan şilili ünlü ozan victor jara'nın gür sesiyle yankılanır "venceremos" şarkısı.

    victor jara, öldürüleceğini bildiği halde, oradaki binlere moral verebilmek için gitarının tellerine dokundu. stadyumdaki binler için bir şarkı yazdı. çevresindekiler her satırını ezberlediler.
    “beş bin kişiyiz burada” diye başlıyordu şarkı:

    “beş bin kişiyiz
    kim bilir kaç kişidir
    bütün şehirlerde ve bütün ülkede
    tohum eken ve fabrika işleten
    yalnız burada on bin el…”

    katillere boyun eğmeyeceğini haykıran bir ses! bir asker tüfeğinin kabzasını kaldırdı… onu susturmak ve öbürlerine ibret olması için jara'nın parmaklarını kırdı. kırık parmakları gitarın tellerine vuramıyordu. o da marşı var gücüyle söylemeye başladı. üstelik şimdi stadyumdakiler de ona katılmışlardı. şili'nin dört bir yanından bu stadyuma getirilen binlerce kişi faşizmin karşısında; işkence göreceklerini, öldürüleceklerini bildikleri halde, katillerin suratına "venceremos!"(kazanacağız) diye haykırıyorlardı. jara'nın istediği de buydu.

    bundan sonrası…
    victor jara'nın ölü bedeni dört gün sonra bir sokakta bulundu. ağır işkencelerden geçirilmiş ve vücudu kurşunlarla delik deşik edilmişti.

    pinochet yatağında ölmemeliydi... pinochet gibiler de...
    (14.11.2007 02:05)

300

    savaş sahneleri, görsel efektler iyi olsa da bir filmi sadece bunlarla değerlendirmek doğru olmayacaktır. çizgi roman uyarlaması olmasıyla birlikte daha önceki benzer filmlerden bolca görsellik apartılmış. (kralın askerleriyle savaş öncesi motivasyon verici konuşması ve kralın ölürken gözlerinin önüne kraliçesi gelmesi braveheart'ı anımsatırken; perslilerin yaratık misali görüntüleri the lord of the rings'i ve bolca görüntülenen sepya biçimde buğday tarlaları da gladiator'i yad ettirdi.)
    tüm bunlar bir yana buram buram ırkçılık kokan bir film olduğunu düşünüyorum. filmde özel vurgu yapılan spartalıların (batının) doğu'ya medeniyeti götürecek olması ve savaşa bu anlamın yüklenmesi, amerika'nın ırak'a demokrasi(!) götürmesi propagandasından başka bir şey değil ki amerika'nın son dönemde böyle filmlere oldukça ihtiyacı var. (hele de sırada iran varken) bir yandan pers ordusu'nun 1000 ulustan oluştuğu vurgusu yapılırken bir yandan da bu ulusların cahil ve geri vurgusu tam da bugünün siyasal arenasına denk düşmüştür...
    (14.11.2007 02:03)

şapka

    hasan hüseyin korkmazgil'in çok şey anlattığı şiiri. *

    Şapka

    bak işte görüyor musun diyemiyorum
    dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum
    bir gökyüzü var ki bu senin bilmediğin
    bir kırmızı var ki bu senin hiç görmediğin
    balıklar öyle yüzmez o sularda, sen yoksun
    şarkılar bir böyle götürmez insanı erguvanlardan
    sende hiç özlemek yok mu a bekleroğlu
    sende hiç bunalmak yok mu a cennetmekan
    ne tutarsın bu şapkayı başında
    ne tutarsın bu başında şapkayı
    bak işte görüyor musun diyemiyorum
    dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum

    biliyorum nah işte mutluluk şuracıkta
    şu kilidi kırdınmı arkası cennetiala
    hidrojeni füzesiyle korkuya kuluçkada
    höt desen devrim doğuracak perşembe gebe
    bak işte görüyor musun diyemiyorum
    dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum

    sen hiç vatansamaz mısın varsamaz mısın
    sen hiç onursamaz mısın çoksamaz mısın
    sen utanmaz mısın arlanmaz mısın
    hele bir döndür başını da şu gidişe bak
    hele bir döndür başını da şu düzene bak
    hele bir döndür başını da şu haline bak
    bak işte görüyor musun diyemiyorum
    dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum.

    köleliğin karşılığını buldum sözlükte
    toplumculuk ne demekmiş biliyor musun
    apartıman bundan çıkar biliyor musun
    ondan sonra kulis mulis kilit milit mapusane
    ondan sonra allah mallah yalan dolan kaşkariko
    kimden aldın bu şapkayı başına
    ne tutarsın bu şapkayı başında
    neden yere çalmıyorsun bu şapkayı başına
    yere neden bu başı şapkayına
    bak işte görüyor musun diyemiyorum
    dilimin ucuna dek geliyor diyemiyorum

    hasan hüseyin korkmazgil
    (17.07.2007 23:40)

özlem siyasette yeni

    medya maymunluğunun popülerlik zirvesinde "her yol mübah" kıvamında demogojilerle "en güzel ben dansederim" diyen zat-ı muhteremlere ders olacak örnek teşkil eden bir tartışmanın başlangıç sözüdür.
    okan bayülgen'in "özlem siyasette yeni" sözünün doğruluğu ya da yanlışlığı değil konu ettiğim. yıllardır medya pisliğinde öğrenmesi gerekenleri layıkıyla öğrenip ve yine layıkıyla yerine getiren pek sayın bayülgen'in, seviyesizliğin dip noktasında "kekelemeden ve kesilmeden güzel cümle kurar, hele bir açık vermeye görsün karşımdakini alır onun .... (noktalı yerleri doldurmayı okuyucuya bırakıyorum) ve renkli ekranın en iyi oynak maymunu ben olurum" tarzını yine en şahanesinden göstermiştir. sıkça söz ettiği adab-ı muaşeret kelimesinin ne olduğunu çok iyi bilir de zerre kadar taşımaz üzerinde para etmediğinden. (zaten üzerinde de pek bir eğreti durur.) bir de bunu entelektüelizm giysisi içinde sunar ki bu söz erbabı kişimiz yeme de yanında yat. tam da kendisinin dediği gibi konuşan bir kafadır. ama sadece öyledir, ötesi yok. demagog bayülgen, üniversitelerde örnek gösterilecek bir demagoji örneği sergilemiştir. buna hiç itiraz etmemek gerekir. karşındakinin söylediğini evir çevir, alakasız ne kadar konu varsa içine karıştır, bu arada karşındaki bir şey söylerse eğer sesin volümünü biraz yükseltip tam gaz devam et! televizyon makinesinin güzel oyuncağından beklenilesidir.

    zorunlu edit: bu yazı akp'li milletvekili adayının tarafını tutmak ya da özlem'e özlem hanım diye hitap edilmemesi üzerine yazılmamıştır. konu edilen bayülgen'in televizyondaki bu pis tarzı ve bunun üzerinden popüleritesine yeni artılar eklemesidir. bu tavrı ve tarzı ağzı açık hayranlıkla izledikçe ekleyecektir de...
    (14.07.2007 23:10)

güzel ve dahi

    öfke patlaması yaşadığım program...

    gençliği bir yozluklar silsilesine hapseden yoz kültürün son harikası! kadını; oraya çıkardıkları -ve muhtemelen öyle yapmasını söyledikleri- "ayy ne yapsımkiiii, bilemiyorııımm" biçiminde anlaşılması zor bir dille konuşan, sadece bedenine değer biçilen bir nesne olarak sunması görevi verilen genç kadınlarla temsil ederken; erkeği de zeki ama sosyal ilişki kurma becerisinden yoksun nesneler (mallar) olarak sunmuşlardır . aslında her ikisi için de pazarlamışlardır demek daha doğru olacaktır. masanın üzerine çıkartıp oynattıkları kızlarla sadece onlarla değil hepimizle, insanlığımızla pespaye biçimde alay edilmektedir. kadın da erkek de birer metadır en ucuzundan...

    eminim ki yine bir çok izleyici kitlesine sahip olacak, hatta yarışmayla aynı anda devam eden durumlarının tartışıldığı ve kitleleri de daha bir aptallaştıran programcıkların doğmasına ve insanlığın zayıflığı ve aptallığı üzerinden birilerinin karına kar katmasına sahne olacaktır. şaşırmıyorum ama kızıyorum işte...
    her defasında "pes artık" demekten de kendimi alamıyorum.

    ülke bir rejim krizindeymiş, darbe çığırtkanları açıktan boy gösteriyormuş, ortaları çeteler sarmış, faili belli katliamlar peşisıraymış, en küçük bir demokratik hak talebinde her an bir linç tehlikesiyle karşı karşıya kalınıyormuş, cebimizdeki eller on katına çıkmış, yoksulluk sınırı bilmem ne kadar olmuş boş verin. başkalarının eğlencelerini seyrederek eğlenmek varken bunları düşünmek niye!

    iğrenç, kaba saba bir şebekliğe, soytarılığa dönüşmüş bir eğlence düşkünlüğünün bataklığındayız. hayır eğlenen bizler değiliz biz sadece eğlendiriyoruz... yine televizyonlardan gördüğümüz bilmem hangi moda elbiseleri sırtımıza çekip, insanlığımızı örten boyalarımızla kurtuluşumuzu ararken öte yandan binbir emekle okuyup bitiridiğimiz okullardan aldığımız kağıt paçavralarının hiç bir işe yaramadığı bu düzende işte böyle kurtuluşumuzu çıkışımızı arıyoruz.
    tükenmiş, rezilleşmiş bir kültürün kurbanlarını oynuyoruz celladına aşıklar gibi...

    ama gözlerimiz bu hunharlığı izliyor. elbet bir gün bu her türden yoksulluğumuzun üzerinde yükselen bu pislik kendi bataklığında boğulacak...
    (08.07.2007 00:12)

kendince cümleler

    diğer cümlelerden farklı olarak kendisi hakkında bilgi içeren cümlelerdir.
    örnek;

    * bir cümlede yirmi dokuz harfin hepsini, j dahil kullanmak övünç kaynağı olan güç bir iştir.

    * bu cümlede otuz üç tane a, on bir tane b, iki tane c, yedi tane ç, yedi tane d, kırk bir tane e, iki tane f, bir tane g, bir tane ğ, iki tane h, üç tane ı, yirmi yedi tane i, bir tane j, on tane k, üç tane l, üç tane m, otuz üç tane n, yedi tane o, iki tane ö, bir tane p, on iki tane r, iki tane s, dört tane ş, otuz beş tane t, beş tane u, sekiz tane ü, üç tane v, altı tane y ve beş tane z harfi var**
    (25.03.2007 08:36)

anagram

    bir kelime ya da kelime grubundaki harflerin yeri değiştirilerek elde edilen kelime ya da kelime grupları.
    türkçe'de en uzun anagram ikilisi: karşılaştırmalı - karşılaştırılma
    (25.03.2007 08:28)

ambigram

    döndürme, çevirme, simetri, zincirleme gibi yöntemlerle birden fazla biçimde ama yine sunulduğu gibi okunabilen yazı veya grafiksel figürlerdir. bunu ilk olarak, yazar douglas r. hofstadter kullanmış ve "ambigram" ismini de kendisi vermiştir.




    daha ayrıntılı inceleme için (bkz: http://scottkim.com/inversions/index.html)
    (25.03.2007 08:07)

iskra

    rusya'da çıkarılan ve çarlık kanunlarına göre illegal sayılan marksist gazeteydi. 1900'de lenin tarafından kurulmuş ve rusya'da işçi sınıfının marksist devrimci partisinin oluşturulmasında önemli rol oynamıştır. türkçe anlamı "kıvılcım"dır. ıskra'nın ilk yazı kurulu; lenin, plekhanov, martov, axelrod, potresov ve zasuliç'ten oluşuyordu.


    (23.03.2007 11:02)

russell paradoksu

    küme kuramında ortaya çıkan ve russell tarafından bulunmuş olan paradokstur. bu paradoksa göre "bazı kümeler kendi kendilerinin üyeleri olup, bazıları değildir." Örneğin atlardan oluşan bir küme, küme olup bir at olmadığı için kendi kendisinin üyesi değildir. buna karşın; at olmayanların kümesi kendi kendisinin üyesidir.
    Şimdi o dahiyane soru; "acaba, kendi kendisinin üyesi olmayan tüm kümelerin kümesi, kendisinin bir üyesi midir?" Üyesiyse, değil; değilse, üyesidir.* russell'ın bu paradoksunda söz konusu çelişik sonuç, küme kuramının gelişiminde büyük katkısı olmuştur...
    (22.03.2007 19:23)

silis

    yeryüzünde en çok bulunan elementlerden olan silisyumun oksijenle bileşimine verilen isim...
    (22.03.2007 19:10)

sayfa: 1-2-3...-14

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.