peyami safa

    nazım hikmet'in edebi alanda varlığını borçlu olduğu yegane insandır.

    9. hariciye koğuşu isimli kitabının ilk baskısını nazım hikmet'e ithaf eden büyük kalem erbabıdır...

    nazım hikmet fanatizmi yapmaya, edebi alan dışında duygusal travmalarla yazıp çizmeye gerek yok.
    bugün edebi anlamda bir nazım hikmet varsa bu peyami safa sayesindedir.
    (14.10.2007 03:20)

bekir coşkun

    22 Temmuz seçimlerinin ardından bir çok köşe yazarı gibi Türk halkının şamarını yemiş, seçkinci takılan surat sahibi. Köşesindeki yazılarında hakaret eder, kin kusar, halkı tahrik edip gaza getirir. Yani zaman zaman provokatör olduğunu düşünmeme sebebiyet veren yazardır.
    (16.08.2007 15:04)

asaf halet çelebi

    mehmet said halet bey'in çocuğu, 1907 cihangir'de doğmuştur. okul ve memuriyet hayatı pek başarılı sayılmaz fakat o kendisini doğu ve batı kültürü ekseninde mükemmel bir şekilde yetiştirmeyi bilmiştir. erken yaşlarda divan edebiyatını ve fars kültürünü öğrendi. babası ve okuduğu okul galatasaray sultanisi sayesinde batı kültürüne nüfuz etti. Üsküdar mevlevihanesi'nin son şeyhi ahmet remzi dede'den farsça okudu. rauf yekta bey'den musiki meşk etti. 1925 yılında kadar divan şiiri tarzında, 1940'lardan sonra ise tasavvuf şiirleri yazdı. 1958'de vefat etti, beylerbeyi küplüce kabristanında yatmaktadır...


    henüz ünlü bir yazar değilken sahip olduğu ve devrin münevverlerine imzalattığı "defter-i meşahir"i görülmeye değer bir eserdir. zaman kitap tarafından asaf halet Çelebi'nin vefatının 48. yılı dolayısıyla tıpkı basımı yapılmış olan "defter-i meşahir, bir tür günlük ya da hatırat olarak kabul edilebilir. defterde, hocalar, sanatkarlar, şairler, dostlar vardır. bu güzel insanlar kimlerdir: abdülhak hamit tarhan, neyzen aziz dede, hüseyin rahmi gürpınar, İbnülemin mahmut kemal İnal, Şeyh ahmet celaleddin dede, Şeyh ahmet remzi dede, rauf yekta bey, İsmail saib sencer, hakkı süha gezgin, hezarfen necmeddin okyay ve daha niceleri...

    (08.06.2007 23:44)

oya bora

    2006 yılında İstanbul moda'daki oyun atölyesi'nde İncesaz ile birlikte sahneye çıkıp, en güzel şarkılarını söyleyen ikilidir. bora'nın biraz kilo almış fakat oya, hafızalarımıza kazınmış oya olarak kalmayı bilmiştir.
    (04.05.2007 00:54)

zekeriya sertel

    mina urgan'ın bir dinazorun anıları ve müzehher va-nu'nun bir dönemin tanıklığı isimli kitaplarında isminden sıkça söz edilen yazar.
    (04.05.2007 00:51)

cumhuriyet gazetesi

    1- cumhuriyet gazetesi'nin kurucusu yunus nadi'dir. (yunus nadi, 1879 yılında fethiye'nin seydiler köyünde doğdu. 21 yaşındayken 1900 yılında malumat gazetesi'nde çalışmaya başladı. 1901 yılında yazdığı bir yazı nedeniyle, 3 yıl hapis ve sürgün cezasına mahkum oldu. henüz 22 yaşındaydı. yunus nadi, cumhuriyet gazetesi'ni birlikte çıkarmak için zekeriya sertel'e teklifte bulunur. cumhuriyet ilkelerine bağlı olan zekeriya sertel, bu öneriyi duraksamadan kabul eder.)

    2- gazeteye adını veren de gazi mustafa kemal atatürk'tür. (bu yeni yayın organının cumhuriyet adını taşıması ve cumhuriyet rejimini büyük bir özlemle savunması, halife yanlısı, karşıdevrimci babıali basınını şaşkına çevirdi. Çünkü babıali, cumhuriyet adı altında, mustafa kemal'in diktatörlüğe gideceğini yazıyordu. kamuoyunu, ankara'nın aleyhine çevirmek istiyordu.)

    3- İlk sayısı 7 mayıs 1924 günü çıktı. (cumhuriyet gazetesi'nin yayına hazırlanma hazırlıkları nisan 1924 sonunda tamamlanabildi. ve cumhuriyet'in ilk sayısı 7 mayıs 1924 günü çıktı. yunus nadi ilk sayıda "okuyuculara sunuş" adlı baş yazısında cumhuriyet gazetesinin ilkelerini de ortaya koymuştur: "cumhuriyet'in siyasi programı isminde belli olduğu gibi, onu yayımlayanların siyasi hayatları da bellidir. cumhuriyet türkiye'de büyük kavgalarla elde edilmiş tarihi bir sonuçtur. biz (...) bu amaç uğrunda fiilen çalışmış insanlarız. memlekette bu muzaffer ve galip fikrin çok kuvvetli tarafları vardır. cumhuriyet memlekete mal olmuş bir fikirdir. biz onun temsilcisi ve koruyucusuyuz. bu temel düşünce göz önünde tutulduktan sonra kesin olarak söyleriz ki gazetemiz ne hükümet gazetesi ne de parti gazetesidir. cumhuriyet sadece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin savunucusudur..."

    4- bugün cumhuriyet gazetesi'nin isim hakkı cumhuriyet vakfı'nın elindedir. (cumhuriyet vakfı, gazetenin kurucusu yunus nadi'nin ve gazeteyi kurumlaştıran nadir nadi'nin fikirlerinden ayrılmazlık ilkesine göre kurulmuştur. cumhuriyet gazetesi dünyada pek az örneği olan kendine özgü bir yönetim biçimiyle yaşamını sürdürüyor. gazeteyi kurumlaştıran nadir nadi'nin eşi berin nadi tarafından kurulan cumhuriyet vakfı, gazetenin isim hakkının sahibidir. bu vakfa yaşamları sırasında yunus nadi'nin çocukları ve yaşayan tüm torunları büyük bir istekle katılarak, kendilerine dedelerinden kalan isim hakkını cumhuriyet vakfı'na bağışladılar.)

    5- 1929 yılında cumhuriyet gazetesi -ki cumhuriyetin yarı resmi gazetesi olarak da adlandırılabilir- bir güzellik yarışması düzenliyor. bu yarışmaya balıkhane nazırı mehmet tevfik beyin torunu feriha tevfik kraliçe seçiliyor. ve 1933'te de kerime halis dünya güzeli seçiliyor. bu olağanüstü gün şerefine cumhuriyet gazetesi renkli baskı yapıyor.

    6- Arka kapak güzelini ilk önce cumhuriyet gazetesi kullanmıştır. (1980'li yıllarda cumhuriyet gazetesi'nin arka sayfasında her pazar günü mutlaka son derece şık ve güzel bir kadın fotoğrafı yer alırdı.
    altında ise şimdiki güzel kadın fotoğraflarının altında olduğu gibi uydurma bir fotoğrafaltı değil, necla seyhun hanımefendi'nin o hafta için kaleme aldığı ‘‘moda yazısı'' olurdu.

    7- Günümüzde ise cumhuriyet gazetesi, darbe çığırtkanlığı yapan, kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla! mantığı ile reklamlarında halkı kendilerine sahip çıkmaya çağıran, demokrasiden kendi çıkarlarını anlayan, yasaların sadece kendilerini korumasını bekleyen, hasan cemal'in yazdıklarına göre hiç de özgür olmayan, padişahın (yoksa patronun mu demeliydim!) izin verdiği şekilde yazıların, yorum ve haberlerin girdiği, fiyat olarak türkiye'nin kaymak tabakasına hitap eden, ülkenin en pahalı gazeteleri arasında yeralan, internette bile ücretli abonelikle ulaşılabilinen, türkçe'ye ve dolayısıyla halka dayatılan uydurma kelimelerin yaşama sahası bulduğu, tirajı ellibinlerde seyreden, otobüslerde, vapurlarda ya da toplu taşıma araçlarında yaşlı, günlük traşını olmuş, asker ya da öğretmen emeklisi insanların ellerinde gördüğüm, yüzü soğuk gazetedir...
    (23.02.2007 15:37)

dursun gürlek

    1952 yılında tokat'ta doğdu. İlk ve orta tahsilini memleketinde tamamladı. İstanbul atatürk eğitim enstitüsü, türk dili ve edebiyatı bölümünü bitirdi. yeni İstanbul, tercüman, hürriyet, günaydın gazetelerinde çeşitli görevlerde bulundu. bir süre muhtelif okullarda türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı.biyoğrafi araştırmaları ve çeşitli makaleleri meşale, İnanç, milli kültür, türk edebiyatı, kültür dünyası gibi dergilerde yayınladı. tarih ve düşünce dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. bu dergide neşrettiği "kırkambar" ve "ayaklı kütüphaneler" başlığı altındaki yazılarıyla dikkat çekti.

    yazarın, osmanlı tarihi, Şark klasikleri ve biyografi sahasındaki çalışmaları halen devam etmektedir.

    eserlerİ

    osmanıl zaferleri, osmanlı kumandanları, köprülüler, banu cihan, tutiname,sünusiler, İlim ve İrade, İbrahum aleyhisselam, amal-ı hayal gibi bazı eserleri osmanlı aslından latin harflerine aktardı.

    Çınaraltı kitap sohbetleri
    timaş 2005

    felakatimizin kaynağı kültür yokluğu. hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. olgunlaşmak, kalabin daha hassas, kanın daha sıcak. zekanın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını açan büyü, kitap!...' gözlerinin ışığı tükenene kadar gözünü kitaptan ayrımayan Üstad cemil meriç böyle söylüyor kitap hakkında...

    bir başka kitap aşığı da 'benim sevgilim kitap ve kalemdir. geride kalanların hepsi mihnet. endişe ve gamdır.' diyerek muhabbetini dile getiriyor.

    matbaanın bulunmadığı ve kitapların büyük zorluklar içinde çoğaltıldığı çağlarda kitabın. ilmin ve ilim adamının gördüğü itibar aranır hale gelmişse; kitaplar çoğaldıkça. matbaalar arttıkça okuma oranı düşünüyorsa; ve artık 'medeniyet' sahnesinde bize bir rol verilmiyorsa. kitaba yeniden dönmenin vakti gelmiştir.

    dursun gürlek. medeniyet tarihimizdeki yolculuğu esnasında derlediği kültür hazinesini bir bardak demli çay eşliğinde paylaşmak üzere sizi Çınaraltı'na davet ediyor.

    Çınaraltı; ali emiri'den ahmet mithad efendi'ye; sultan reşat'dan cemil meriç'e; İbni sina'dan necip asım yazıksız'a; hasan sabbah'dan babanzade naim'e uzanan geniş bir tarihsel kesitte. kitap ve kitap kültürü üzerine ilgi çekici. hayret uyandırıcı. bazen de yüzünüzde buruk bir tebessüm oluştururan kısa anektodlardan oluşan. rahat ve zevkle okunan bir eser.


    maziye bir bakıver
    timaş 2005

    kültür tarihçilerimizden dursun gürlek, "maziye bir bakıver" diyerek, geçmiş zaman bağlarından ve bahçelerinden zengin bir demet sunuyor. dersaâdet'in cumbalı evlerinde, eski İstanbul hanımlarının yaptıkları "pencere sohbetleri"ni, ahşap evlerin cephelerinde yer alan "ya hafız!" levhalarının ne anlama geldiğini, bir zamanlar ayasofya'nın etrafını saran farelerin nasıl ürkütüldüğünü, sultan İkinci abdülhamid'in beylerbeyi sarayı'nda enver paşa'ya söylediği ibretâmiz sözleri, fatih'teki Şekerci hanı'nı mesken hale getiren şeker insanların; şairlerin, yazarların hallerini, galata mevlevîhanesi'nde icra edilen sema törenlerini ve hatıralarda kalması gereken daha pek çok tabloyu gözlerinizin önüne seriyor.

    karınca huzura varınca
    timaş 2005

    Çınaraltı kitap sohbetleri'nin yazarı dursun gürlek'ten tarihe, kültüre ve medeniyete dair ibret verici bilgi ve olayların anlatıldığı sürükleyici ve etkileyici bir kitap.

    Çınaraltı kitap sohbetleri'nde kitap kültürüne ait, bilinmeyen pek çok ayrıntıyı gün yüzüne çıkaran dursun gürlek, yeni kitabında tarihin yaprakları arasında gözden kaçmış. unutulmuş veya unutturulmuş pek çok ilgi çekici anekdotu sayfalarına taşıyor. kitabın sayfaları arasında gezinirken, okuduklarınız karşısında türk ve İslam tarihine ait bir çok detayı öğrenme fırsatı bulacaksınız.

    karınca huzura varınca/kültür sohbetleri; muhteşem bir kültür ve medeniyet tarihinden, hassas bir araştırmacının titiz gözlemiyle seçilerek derlendi.


    Cemil Meriç'in uzun yıllar sekreterliğini yapan Dursun Gürlek halen Kubbealtı Akademisi'nde Osmanlıca Dersleri vermektedir.
    (22.02.2007 17:02)

ziya nur aksun

    hakkında yazılan bir makale...


    aramızda yaşayan osmanlı vak'anüvisi: zİya nur aksun

    eskiden İstanbul türkçesi'ni en güzel konuşanlar, âdâb, erkân bilenlere, ilimden, irfandan nasip alanlara genellikle "İstanbul efendisi" diyorlardı. tam bir ilim ve kültür hazinesi olan bu şehir, bir zamanlar öyle güçlü bir câzibe merkeziydi ki, etrafında pervâne, içine girmek için divâne olanlar, "mektep, medrese görmediysek de İstanbul kaldırımı çiğnedik." demekten kendilerini alamıyorlardı.

    sarayda, "enderûn mektebi" ne ise, İstanbul'da da "bâbıâli" oydu. bâbıâli terbiyesi, bâbıâli görgüsü, bâbıâli bilgisi, cilt cilt kitaplara konu olacak kadar engin ve zengin bir malzeme teşkil ediyordu. gazeteler ve dergiler buradan yurdun dört bir yanına yayılıyor ve dağılıyor, matbaaların âhenkli sesleri keza aynı merkezden duyuluyordu. kısaca söylemek gerekirse "bâbıâli" bir mektepti.

    Ömrünün büyük bir bölümünü matbaaların arasında geçiren, dizgisini yaptığı kitaplardaki müellif yanlışlarını kafasından düzelten, eksik bölümleri ve bilgi yanlışlarını ânında tamamlayan ali sümbül bey, bâbıâli mektebini birincilikle bitiren seçkin şahsiyetlerden biriydi. onu dinlerken dünkü medeniyetimizin göz kamaştırıcı tablolarıyla karşı karşıya geliyor, kendimi bir anda topkapı sarayı'nda buluyordum. ali bey, osmanlı tarihine o kadar âşık, o derece vurgundu ki, geçmişin izlerine dâir yeni bir şeyle karşılaşınca çocuklar gibi seviniyor, galeyana gelen duygularını bizimle paylaşmaktan büyük bir zevk alıyordu.

    bir sabah beni erkenden telefonla aradı. yeni bir hazine keşfetmenin heyecanıyla sordu:
    - ziya nur'un, marifet yayınları arasında çıkan "gayr-ı resmi tarihimiz osmanlı padişahları"nı gördün mü, diye sordu.
    hem gördüm, hem okudum, eser o kadar güzel ki yine okuyacağım, dedim. ali ağabey, "aman allah'ım! bu, ne güzel bir kitap! İtiraf edeyim ki, padişahlarımızı bu kadar güzel anlatan,böyle nev'i şahsına münhasır bir üslupla onları canlandıran, bizi de heyecanlandıran bir eseri şimdiye kadar ne yazık ki okumamıştım." dedikten sonra, "kim bu ziya nur?" diye sormaktan kendini alamamıştı.

    Öyle anlaşılıyordu ki, ali bey, ziya nur'un ziyasıyla ve nûruyla henüz ülfet ve ünsiyet kesbetmemişti. birkaç cümleyle, bu çağdaş hoca saadeddin'i, nâima efendi'yi tanıtmaya çalıştım. kendisinin bugün aramızda yaşayan bir ahmet cevdet paşa olduğunu izah ettim. altı ciltlik muhalled bir eser olan osmanlı tarihi'nin Ötüken yayınevi tarafından neşredildiğini haber verdim. fuzûli tek kelime konuşmayan, fakat fuzûli dîvanı'nı baştan sona ezbere okuyan ali sümbül bey, eseri derhal satın aldı ve okumaya başladı. böylece ziya nur üstadımızın rahle-i tedrisine o da dahil oldu.

    yetmişli yıllarda sık sık, merhum cemil meriç'in, göztepe tütüncü mehmed efendi caddesindeki devlethanesine gidiyor, "allah'ın iç gözü daha iyi görsün diye, dış gözünü kapadığı bu gerçek ve sahici münevvere" kitap, gazete ve dergi okuyordum. başka bir ifadeyle, ben de, cemil meriç'in sekreterleri arasına girmenin mutluluğunu yaşıyordum. merhum, birgün, masasının üstünde duran müheykel bir kitabı göstererek, bugünden itibaren bunu okumaya başlayacağız, dedi. elime aldığım bu hacimli kitap, Şehbenderzâde filibeli ahmet hilmi'nin "İslam tarihi"ydi. fakat ziya nur ağabeyimiz, bu esere bir o kadar da daha ilavede bulunmuş, ezcümle; mezhepler, tarikatlar, osmanlı padişahları, İslâm âleminin bugünkü durumu gibi son derece önemli bahisleri eklemek sûretiyle bu kıymetli kitabı "efrâdını câmi, ağyârını mâni" bir İslâm tarihi haline getirmişti.

    "sâdık bir vak'anüvis ve kalb-i râşedar" olan ziya nur bey'in bu kitabından hergün otuz-kırk sayfa kendisine okuyordum. ben okuyordum, o dinliyordu. dinlemek ne kelime, âdeta kulak kesiliyordu. zaman zaman araya giriyor, "evladım! İşte İslâm tarihi böyle yazılır." demekten kendini alamıyordu. hayatımın en renkli ve zevkli günlerini teşkil eden bu okuma ve dinleme fasıllarını bir müddet devam ettirdikten sonra, cemil meriç'in de osmanlı tarihine ziya nur gibi baktığını, onun da tam bir ecdâd hayranı olduğunu gördüm. meselâ, yeniçeri teşkilatının kaldırılması ve İkinci mahmud'un şekilperestlikten ibaret olan icraatı, sözüm ona ıslahatı hakkında ikisinin de aynı kanaati taşıdığına şahit oldum. 1826 harekâtının, "vak'a-i hayriye değil, vak'a-i şerriyye" olduğunu, setre pantolon giyerek, resmi devlet dairelerine resimlerini astırarak ilerleyeceğimizi zanneden İkinci mahmud'a halk arasında "gavur padişah" denildiğini yine ziya nur bey'den öğrendik. evet, devlet-i ebed müddetin ihtişamı ziya nur kadar, cemil meriç'in de gözlerini kamaştırıyor, "müptezel bir halden, muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, ben bir gericiyim." diyerek haykırmasına vesile oluyordu.

    ellili-altmışlı ve yetmişli yıllarda İstanbul'un muhtelif bölgelerinde fikir locaları vardı. buralarda, tarih ve edebiyat goncaları açılır, etrafa ilim ve irfan nurları saçılırdı. uzun yıllar bayezıt camii'nin hemen yanıbaşında bulunan ve devrin şairleri, yazarları için tam bir cazibe merkezi haline gelen küllük, daha sonraki yıllarda, "marmara kıraathanesi"ne dönüştü. buraya devam edenlere "marmaratör" denilmeye başlandı. gerçekten de marmara kıraathanesi bir nev'i serbest akademiydi. bundan dolayıdır ki, ön tarafında oyun oynanmıyor, gürültü patırtı edilmiyor, tadına doyum olmayan sohbetler yapılıyor, tartışmalar oluyordu. marmara kıraathanesi'nin müdavimleri arasında; muzaffer Özak, erol güngör, mehmet genç, mehmet Şevket eygi, sezai karakoç, filozof cemal, hilmi oflaz gibi isimler başı çekiyordu. müşterilerinin büyük bölümünü ise, bu zevat-ı kiramı dinlemek isteyen meraklı kimseler oluşturuyordu. İtiraf edeyim ki, ben bu ilim meclisinin son günlerine yetiştim ve tam anlamıyla istifade edemedim.

    İşte bu marmara kıraathanesi'ni şereflendiren en gözde şahsiyetlerden biri de ziya nur aksun'du. onun oturduğu masanın etrafını çevirenler, yavaş sesle konuştuğu sözleri dinlemek ve anlamak için âdeta kulak kesiliyorlardı. adı, "deli mustafa"ya çıkan sultan mustafa'nın deli meli olmadığını, tam aksine, İstanbul fırıncılarının ekmek çıkarmaması üzerine gece boyunca uyumayıp çare arayacak kadar aklı başında bulunduğunu, osman gazi'nin nasıl "gazi hazretleri" olduğunu, yavuz sultan selim'in İttihad-ı İslam idealini ve türk cihan hakimiyeti mefkûresini, İkinci abdülhamid'in siyasi dehâsını, şehzade katlinin; uyuşuk beyinlerin, sığ düşüncelilerin anlayamayacağı bir fedakârlık örneği olduğunu, ondan öğreniyorlardı.

    sözün burasında itiraf etmek gerekir ki, bizim nesil, ziya bey'e çok şey borçludur. onun sayesinde osmanlı'ya bakış açımızı değiştirdik. doksan Üç muharebesi'nden sonra türk milletinin moral açıdan büyük bir çöküntüye uğradığını, ondan sonra mağlubiyetlerin birbirini takip ettiğini, yine kendisinden dinledik. osmanlı fetih ordularının, gittikleri yerleri, hristiyan çapulcular gibi yakıp yıkmadıklarını, bilakis imar ve ihya ettiklerini, daha doğru ifadesiyle, oralara "medeniyet" götürdüklerini, "nâkus yerlerinde ezanlar okuttuklarını", onun kaleminden ve kelamından öğrendik.

    ziya nur aksun, osmanlı tarihini sevdiği kadar, bu muhteşem medeniyete hayranlığını dile getirenlere de ilgi duyuyordu. dostlarını ve hayranlarını; osmanlı âşıkları, tarih meraklıları teşkil ediyordu. hemen belirtelim ki, merhum dündar taşer, bunların arasında büyük ve önemli bir yer tutuyordu. nitekim daha sonra kaleme aldığı, "dündar taşer'in büyük türkiye'si" adındaki eseriyle hem bu aziz dostuna duyduğu bağlılığı ve muhabbeti dile getirdi hem de tarih cahili bir takım kimselerin iftiralarının ve isnatlarının ne kadar çürük ve ne derece temelsiz olduğunu gözler önüne serdi. yirmi yedi mayıs harekâtı'nın genç binbaşısı dündar taşer'in, şüpheli bir trafik kazası sonucu vefat etmesi, ziya bey'i büyük bir sarsıntıya uğrattı. tarih şuurunun mücessem bir misali olan böyle bir sohbet erinin kaybı onu ziyadesiyle üzdü. erol güngör'ün de, "Îslam'ın bugünkü meseleleri"ni tahlil ettiği sırada ve hayli genç bir yaşta aramızdan ayrılmasıyla" küllük yârânı" tam anlamıyla yetim ve öksüz kaldı.

    ziya nur'un hizmeti sadece bu saydıklarımızdan ibaret değildi. o, aynı zamanda günümüzün bir nev'i evliya Çelebi'siydi. İstanbul'u karış karış dolaşıyor, adım adım geziyor, bu tarihi şehrin camilerini, çeşmelerini, hanlarını, hamamlarını, tekkelerini, dergâhlarını anlatıyor, dünle bugün arasında köprü olmaya çalışıyordu. bazen tarihi kabristanlarda sabahlıyor, mezar kitabelerinin arasından geçmiş zamanın dağlarına ve bağlarına seyahate çıkıyordu. zaman zaman ilk osmanlı başkentlerinden biri olan bursa'ya da gidiyor, oradaki ecdâd eserleriyle de ülfet ve ünsiyet tazeliyordu. her yıl düzenlenen söğüt şenliklerine katılıyor, yörük çadırlarına misafir oluyor, bir yörük vatandaşımızın konuşurken, "abdülhamit efendimiz!" demesi ona en büyük zevki veriyordu.

    ziyar nur Üstadımıza kırk altı yaşında ağır bir felç geldi. maalesef konuşma ve yazma yeteneklerini tamamen yitirdi. sağ elini kullanamaz oldu. fakat azmini ve metanetini hiçbir zaman yitirmedi. hakk'tan gelen her şeye "eyvallah!" diyen bir derviş ve ermiş edasıyla hareket etti. bir zamanlar sözle ve yazıyla dile getirdiği osmanlı ihtişamını, -bu hastalığından sonra ve sol elini kullanmak sûretiyle- tablolaştırmaya başladı. onun ayı zamanda mâhir bir ressam olduğunu daha sonra öğrendik.

    bizim nesle tarih şuuru aşılayan bu çağdaş müverrihe daha nice şuurlu ve ziyalı yıllar diliyor, saygılarımı ve hürmetlerimi sunuyorum.

    yazar: dursun gÜrlek, aralik 14, 2005 - yeni dünya dergisi
    (22.02.2007 17:01)

mehmet nuri yardım

    gazeteci, yazar ve edebiyat araştırıcısı. 23 nisan 1960 tarihinde siirt merkezde doğdu. İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra 1980'de girdiği İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi türk dili ve edebiyatı bölümü'nden 1985'te mezun oldu. İlkokul yıllarında edebiyata duyduğu ilgi zamanla arttı. 13 yaşında, henüz ortaokul üçüncü sınıfta iken ilk şiiri günlük bir İstanbul gazetesinde yayınlandı. 1980'de köprü dergisinin menkıbe yarışması'nda "hasiye nine" isimli yazısıyla birincilik ödülü kazandı. 1979 yılında başladığı gazetecilik mesleğini yeni asya, doğuş, tercüman, türkiye, hürriyet, zaman, bizim gazete, haber fatih, orta doğu gazetelerinde devam ettirdi. Çalıştığı gazetelerde daha çok kültür sanat sayfaları hazırladı, yazılar yazıp röportajlar yaptı. bazı yayınevlerinde çalıştı. türkiye Çocuk dergisinin haber müdürü oldu (1994). hâlen yeniçağ gazetesinde salı ve perşembe günleri kültür sanat ve edebiyat yazıları yazıyor, milliegitim.net sitesinde makaleleri yayınlanıyor.

    İlesam (İlim edebiyat eserleri meslek birliği) ile tyb (türkiye yazarlar birliği) yönetim kurulunda görevli olan yardım, aynı zamanda tgc (türkiye gazeteciler cemiyeti), basın konseyi ve kÜsad (kültür sanat habercileri derneği) üyesi bulunuyor. bazı ödüllere sahip olan yazar, ahmet haşim ve ziya osman saba'nın mezarlarının kayıp oluşuyla ilgili haberi (mezarı kayıp Şairler) münasebetiyle "2000 yılı türkiye gazeteciler cemiyeti kültür sanat başarı Ödülü"ne lâyık görüldü. yardım'ın fatih kerem (1990) ve Ömer faruk (1995) isimli iki oğlu bulunuyor. kubbealtı akademisi kültür sanat vakfı müdürlüğü'nü yürüten yazar, yazıişlerini yürüttüğü kubbealtı akademi mecmuası, yedi İklim, hece, defne, türk edebiyatı, size aktüel, tarih ve düşünce, sur, bizim külliye, kişisel gelişim ve kitaphaber dergilerine yazıyor. kahraman yayınları'nın 44 kitaptan oluşan İslâm klasikleri'nin, boğaziçi yayınları'nın yayımladığı Şairler-yazarlar dizisinin ve hikmet neşriyat'ın 30 kitaptan meydana gelen türk klasikleri serisinin editörlüğünü yaptı.


    Eserleri:

    Araştırma-inceleme-röportaj:

    * Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hâtıraları (Nesil Yayınları, Genişletilmiş 5. bs., İstanbul 2003)
    * Safahat (Kahraman Yay. İstanbul 1996)
    * Yunus Emre Divanı (Kahraman Yay. İstanbul 1997)
    * Romancılar Konuşuyor (Kaknüs Yay. İstanbul 2000)
    * Türk Şiirinden Portreler (Burak Yay. İstanbul 2001)
    * Kelâm ve Kalem (Perşembe Kitapları, 2001)
    * Yazar Olacak Çocuklar (Selis Yayınları, İstanbul 2004)
    * Edebiyatımızın Güleryüzü- Ahmet Yesevi'den Yahya Kemal'e (Selis Yayınları, Genişletilmiş 3. bs., İstanbul 2002)
    * Edebiyatımızın Güleryüzü – Ahmet Haşim'den Günümüze (Selis Yayınları, Genişletilmiş 3. baskı, İstanbul 2004)
    * Ömer Seyfettin ve Hikâyeleri (Nesil Yay., İstanbul 2004)
    * Unutulmayan Edebiyatçılar (Nesil Yay., İstanbul 2004)


    Biyografi:

    * Yahya Kemal Beyatlı (Erdem Yay. İstanbul 1986)
    * Mustafa Necati Karaer'e Armağan (ortak, İstanbul Yay. 1997)
    * Ömer Seyfettin (1. bs. Boğaziçi Yay. 1998, 2. bs. Hikmet Neş. İstanbul 2002)
    * Refik Halit Karay (1. baskı Boğaziçi Yay. 1998, 2. baskı Hikmet Neş. İstanbul 2002)
    * Ziya Osman Saba (Hikmet Neş., İstanbul 2002)
    * Sait Faik Abasıyanık (Hikmet Neş., İstanbul 2002)
    * Safiye Erol Kitabı (Benseno Yayınları, İstanbul 2003)
    * Ziya Osman Saba Sevgisi (Nesil Yayınları, İstanbul 2004)

    Çocuk Yayınları:

    * Karagöz ve Hacıvat (Erdem Yay., İstanbul 1985)
    * Doğu Klasikleri (Erdem Yay. 10 kitap, İstanbul 1998)

    www.mehmetnuriyardim.com, www.sanatalemi.net
    (22.02.2007 16:50)

ziya nur aksun

    29 mayıs 1930'da konya'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimi konya'da yaptı. 1955 yılında ankara hukuk fakültesi'ni bitirdi. ziya nur, eserlerinden ziyade sohbetleriyle tanınmıştır. osmanlı ve İslam tarihi hakkında geniş bilgisi, günlük siyasetimizin muhtelif elişmelerini sağlam bir tarih muhakemesiyle değerlendirmesi, osmanlı-türk devlet telakkisi hakkındaki efsunkar tesbitleri, çevresinde toplanan her zümreden münevverleri ve gençleri etkilemiştir. onun dündar taşer (1925-1972) ve erol güngör (1938-1983) ile memleket meseleleri ve milli düşünce etrafında yaptığı sohbetler, dündar taşer'in vefatını müteakib kendisi tarafından derlenmiş, ve 1974 yılında z. n. rumuzu ve dündar taşer'in büyük türkiyesi adı ile yayınlanmıştı. eser gençler ve türk okuyucusu nezdinde büyük bir alaka ile okunmuş ve 6. baskısı yapılmıştır.

    ziya nur bey'in diğer büyük bir eseri de filibeli Şehbenderzade ahmet hilmi'nin İslam tarihi'ni hafifce sadeleştirerek, notlar ve geniş istidratlarla kitabın hacminden daha fazla ilaveler yaparak ve filibeli hakkında geniş bir tetkike dayanan biyofrafi ile birlikte neşrettiği eserdir. bu eser, İslam tarihi'ni ele alış tarzıyla hala aşılamamıştır. usul bakımından tamamiyle emsallerinden farklı olduğu gibi, İslam tarihi'nde türkler'in –selçuklu ve osmanıllar'ın- ve moğollar"ın oynadıkları rollare de vukufla değerlendirmeye tabi tutan bir eserdir. eserde sünni ve şii tarikatler, dini-siyasi cereyanlar bugünkü nesillerin sorularına cevap verecek bir bilgi özeti ve muhakeme tarzıyla tabarüz ettirilmiştir. adı geçen eserin ilk baskısı 1974'de, ikini baskısı ise 1982'de yapılmıştır. ziya nur bey'in bu iki eserinden başka, diriliş dergisinde yine z: n. rumuzuyla yazılmış makaleleri vardır. faka onun en büyük eseri, muhakkak ki müsveddeleri 3000 sahifeyi geçen osmanıl tarihi'dir. maalesef bu eser birinci cihan harbi yıllarına kadar yazılmış olmasına rağmen, henüz bitmemiştir.

    1965'lerden 1976 yılına kadar 7000 cilde yakın osmanı tarihi kaynaklarını tedkik eden ziya nur, eserini bira n önce yayınlamasını isteyen dostlarına, bu eserin bu haliyle neşredilmesini istemediğini, her şeyden önce tarih yazmağa başladğı zamanki görüşlerinde mühim değişiklikler husule geldiğini, bu itibarla yazdıklarını yeniden elden geçirmesi icab ettiğini, ayrıca böyle bir tarihin baş tarafına osmanlı devlet telakkisiyle alakalı 150-200 sahifelik geniş bir önsöz yazmaya kararlı olduğunu, hatta bunu notlar halinde tesbit ettiğini söylemişti.

    maalesef, 1976 yılında geçirdiği bir felc sonunda ziya nur bey konuşma ve yazma melekesini önemli ölçüde kaybetti. o zamandan beri konuşma melekesini ilerletme yolunda bazı gayretler göstermeşse de henüz tatmin edici bir seviyede değildir. ziya nur bey, tarihçiliğinin yanı sıra çağdaş avrupa düşünce ve siyasetini yakından takib eden, güzel sanatlarda, bilhassa ressamlıkta kaabiliyetli, şiir ve musikimize hayran bir mütefekkirdir. evinde yağlıboya tabloları bir sergi açacak kadar çoktur. www.otuken.com.tr

    yanlış hatırlamıyorsan iki yıl önce adına, tarık zafer tunaya kültür merkezi'nde mehmet nuri yardım'ın tertip ettiği "ziya nur aksun vefa günü" düzenlendi. Çanakkale mahşeri isimli mükemmel romanın yazarı mehmed niyazi'nin de konuşmacılar arasında bulunduğu vefa gününde yakın çevresinden yazar ve şairler ziya nur'a dair hatıralarını nakletmekle birlikte, onun türk tarihçiliğindeki yeri üzerinde durdular.
    (22.02.2007 16:46)

ruhi kılıçkıran

    Şehİdİn ellerİne ÖvgÜ
    - Ülküdaşım ruhi kılıçkıran'ın aziz ruhhuna-
    kıbleli bir rüzgârla gelip doldun içime
    yeşillerin en güzeline pervaneydi ellerin.
    bir şeyler getirsin o diyen pırıl pırıl sabahlar
    tuttun da gecelere uzandın sessiz.
    Şimdi hilâllerde, yıldızlarda ellerin.
    kılıçlar bilendi ak düşüncelere asırlar boyu
    mânânın düşmanı hâlâ çaresiz
    bir cemresin şehidim, toprağıma düştün.
    gözleri dolu bulutların, bulutlar boşalacak
    yağmurlarda, berekette ellerin.
    dilaver cebeci
    (20.02.2007 15:36)

ruhi kılıçkıran

    İlk ülkücü şehid. 1946 yılında adana'nın osmaniye İlçesinin rızaiye mahallesi'nde doğdu. ankara İlahiyat fakültesi'nde eğitim görüyordu. 22 yaşında iken ankara site yurdu'nun kantininde iftardan hemen sonra zülküf Şahin isimli tİp'li ile giriştikleri bir tartışma sonrası zülküf Şahin ve üvey kardeşi tarafından vurularak öldürülür. bu olay öğrenciler arasında cereyan eden sağ-sol çatışmalarının ilk cinayetidir.
    (20.02.2007 15:19)

ankara

    ankara, ankara, güzel ankara
    seni görmek ister her bahtı kara...
    (20.02.2007 14:59)

süleyman demirel

    ömrünün yarısından fazlasını memuriyetle geçirmiş, ülkemizin hizmet aşkıyla yanıp tutuşan doyumsuz siyasi kişisidir.
    (20.02.2007 14:56)

citibank

    bir kaç yıl öncesine kadar bakırköy şubesinde "citi" ne anlama geliyor diye sorduğumda suratıma bön bön bakan ve akabinde "citi"nin ne anlama geldiğini bilmediklerini söyleyen personele sahip bankadır... hala da merak ederim "citi"nin ne anlama geldiğini... allah'ın hiç bir kulu da bilmez...

    yurtdışına, özellikle de amerikaya gitmek isteyenlerin hesaplarında para göstermeleri gerektiği durumlarda tercih ettikleri banka...
    (20.02.2007 14:52)

sayfa: 1-2-3...-14

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.