son beğenilen tanımları son kötülenen tanımları
genel istatistikler
sen bizim istediğimiz her şeyi verdin, veriyorsun. ne istiyorsak yapıyorsun bir dediğimizi iki etmiyorsun, bir iki taviz daha kaldı onu da nasıl olsa vereceksin. ülkende üretim diye bir şey kalmadı, her şeyini dışarıdan alıyorsun, bölünmene de ramak kaldı, bunu da sayenizde başardık mı değme keyfimize diyorlar. topraklarını, mülklerini satıyorsun, iş yerlerini satıyorsun daha ne diye alacağım ki seni.... beni bahane ederek, senin gerçekleştirdiklerini de yabana atmamak lazım, en az benim kadar sen de başarılısın, ab bahanesiyle geçirdiğin yasaların haddi hesabı yok. biraz daha gayret edersen ılımlı islam cumhuriyetini resmen ilan edeceksin. daha ne olsun, alan memnun satan memnun, gerisini de boş ver. laik kesim değil mi, alışır gider zamanla...
etrafta çocukları için saçını süpürge etmiş analar, bir erkeğe kölece bağlanmış kadınlar, ailesini kutarmak peşinde bebek yaşta çalışan çocuklar, ibadetten ötesini bilmeyen mistikler, internet bağımlısı gençler, araba sevdalısı tutkunlar, işkolik adamlar, temizlik ve incelik delisi kızlar. saymakla bitmeyecek benlikler.bunların hepsi ayrı ayrı tahlil edilmesi gereken konular... oluşturduğumuz benlikler,şartlanmışlık sonucumu oluşmuştur,doğrumudur? sahtemidir? mutlumuyuz? süreklimi?...
ilk çocuğunuzla beraber büyüdüğünüzü anladığınızda bakış açınız değişiyor.kendi ana babanızı anlamaya başlıyorsunuz.onların varlığı, üzerinize hala düşmeleri kimi zaman güldürüyor sizi,ama hoşunuzada gitmiyor değil hani... millet olarak kaybetmediğimiz en güzel değerimizdir,aile bağlarımız... umarım yıkmayı başaramıyacaklar...
işte kapitalizmin gücü, devletlerin üzerinde olan tekelleşmiş kurumlara dokunamamak.çünkü devletleri bunlar yönetiyor, bunların yönettiği devletlerde sıgara yasağı koyuyor. komedi yani...
deprem olduğunda,sel olduğunda, bir yakınımızı kaybettiğimizde hissettiğimiz duygudur çaresizlik. doğa karşısındaki aczimizi görürüz. bir de yapılması gerekenleri bilip te yapamama durumları vardır.gücünüz yetmez bazı şeyleri değiştirmeye oysa çaresini bilirsiniz. hani bazen söyleriz " ben olsaydım" kısacası deşilesi,konuşulası bir konudur...
yürürdü ardımdan elleri çoktu çok ayaklıydı iri semiz dev bir karıncaydı kara kimi zaman nerde bir uçurtma havalansa nerde dursa bir beyaz bulut nerde nerde başım göklere erse kemirirdi ufuklarımı kemirirdi bir uçtan ötekine durmadan yürürdü ardımdan diyelim ki kırılmışım kızgınım öfkeli dargın toprağa basmıyor bir ayağım da çullanırdı beklerdi ya da içime kapanışımı pusuda soluk alarak kuşkularımdan yürürdü ardımdan kırardı kolumu kanadımı budar geçerdi çiçeklerime bakmadan emdi sözcüklerimin kanını özgürlük sözcüğünün barış kardeşlik sözcüğünün bağımsızlık sözcüğünün eşitlik sözcüğünün geldi bugüne dek ama geberecek bırakırmıyım yanına yarınların ışığını suratına vura vura bırakırmıyım yanına arif damar
kafaları kesilen,tecavüze uğrayan,yağmalanan bir sürü insan. orta çağda yaşanan olaylar gibi, tarihi filimleri hepimiz seyretmişizdir. yapılan baskınların sonunda öldürülen,yağmalanan insanları gördükçe tüylerimiz diken diken olurdu. seyrettiğimiz filimlerde olan bu olayların gerçeği afrikada olmakta. bu olayları yapanlara bakıldığında aynı ülkenin insanlarını görüyoruz, yani bir birlerini yok ediyorlar. geçmişte ruanda'da yaşanan iç savaşta bir milyondan fazla insan öldürülmüştü, gazetelerde kafısını kestiği insanla poz veren kişilerin resimleri vardı. bugün kenya'da aynı manzaralar sergileniyor. aynı ülkenin etnik ve dinsel olarak bölünmüş insanları birbirlerini yok ediyorlar. bütün bu ülkeler çok kısa bir süre önce ingilizlerin, fransızların, belçikalıların sömürgesi idiler. yoksullukları, fakirlikleri ve bölünmüşlükleri bu ülkelerin eseridir. taktik her yerde aynı "böl parçala yönet" yogoslavya örneğini hatırlamak yeterli...
bu bölgelerden çıkan torba oylar ve meclise giren toprak ağaları yüzünden,uygulanan bu politika değiştirilmeden sürdürülüyor.parti çıkarları ülke çıkarlarından ağır basıyor. bu gün yaşadığımız olaylar,yıllardır yapılmayan toprak reformunun meyveleridir.ülkede toprak ağalığı varsa tabiki feodalizmin tüm kuralları işleyecek.ülkeyi bölmek isteyenlerde bu oyunu çok güzel oynuyorlar. hepimizin gördüğü ama sadece gördüğü bu oyunu eli kolu bağlı izliyor... bazılarımızın söylediği,ayaklı gazeteciliği! gene yapacağım. bismil'de aslanoğlu köylüleri ağayı mahkemeye vermişler. nasıl vermişler? bilmiyorum! ama vermişler.mahkeme ağanın işgal ettiği hazine arazilerini, topraksız köylülere verilmesi kararını almış. uygulanırmı? ne kadar sürer. ayrı bir konu. önemli olan ağaya karşı vermiş oldukları mücadele açısından örnek teşkil ediyor.
bu kadar kötü olduğumu bilmiyordum. bana ait olmayan yazıların altına alıntı olduğunu hep yazdım, bu söylendiği gibi bütün yazıların alıntı olduğu anlamına gelmiyor... hepside okunması gereken bilgilerle dolu. yazdıklarımın yarısından çoğu benim kendi yazdıklarımdır.alıntı sözlük kuralına aykırı ise alıntı yapmam. yok eğer böyle bir kural yok ise,bilgi paylaşmak adına alıntı yaparım, kendimde yazarım... bütün sözlük yazarlarına saygım sonsuz, yazılar beğenilir yada beğenilmez herkes görüşünü yazar eksi verir,ama kimsenin kimseye hakaret etme özgürlüğü olmamalı derim ben... bu ülkede olan ilginç olayları gazetelerden öğreniriz,hepimizin bildiği gibi, buralardan başlık çıkartmak kötü bir şeymi? bir çoğumuz gündemdeki konuları tartışmak için yazmıyormuyuz, bunun adı ne zamandan beri kışkıtmak yada ayaklı gazete oluyor anlamış değilim.. yoksa sözlük kurallarına aykırımı?..
ülkede çoğunluğu eline geçirenin yeni bir yasa yapması, demokrasi değildir. olsa olsa sivil darbedir. anayasanın değişmesi gerektiği yıllardır söyleniyor, ancak bu değişikliği iktidar kendi istediği gibi yapmamalıdır... yapılması gerektiği gibi yapılmalıdır.
ilişkin yasa ve bu yasanın anayasa mahkemesi tarafından iptal edilip yerine 5444 sayılı yeni yasayla yabancılara taşınmaz satışına daha geniş olanaklar getirilmesi, ülkenin kamu varlıklarının ımf borçlarının ödenmesi bahanesiyle satıldığını akla getiriyor. vakıflar yasası ile yabancı azınlık vakıflarına eski kilise, manastır ve sinagog yerlerinin bedelsiz olarak verilmesi ve yabancı azınlık vakıflarının yeni taşınmazlar alabilmeleri ülkemizin kontrol dışına doğru sürüklendiğini gösteriyor. 'turizm teşvik yasası', 'doğrudan yabancı yatırımlar yasası' , 'petrol yasası' , 'maden yasası', 'endüstrü bölgeler yasası' , 'serbest bölgeler ve bankalar yasası' gibi bir çok yasayla ülkenin kitleri, bankaları havaalanları, fabrikaları, kamu arazileri, limanları ve tersanaleri yabancıların eline geçmiştir. bunun anlamı, 800 bin kilometrekarelik türkiye topraklarının tapusunun bir bölümünün yabancılara devri demektir. bor madenlerimizi, 1889 yılından bu yana sömüren rio tinto şirketi'ne yeni imtiyazlar verdik. bor üretiminden yüzde 7 oranında ve sadece ham maddesinden yararlanmaktayız. verilen imtiyazlarla bu olanak da elden gitmiş oluyor. bu şirketin ruhsatlarını zamanında atatürk iptal etmişti türkiye avuturalya yatırımları karşılıklı teşviki ve korunması anlaşmasında; bhp billiton'un türkiye'de bor madenlerinin işletilmesi ve pazarlnması konusunda uzun vadeli planları olduğua dair bir madde yer almaktadır. rio tinto'nun işlettiği bor, boraks ve bor tuz yatakları balıkesir, susurluk, bandırma, balya, sultançayırı civarındadır. ankara, eryaman, sincan, güdül, kazan, beypazarı ve eskişehir-sivrihisar yöresi trona (doğal soda) ve bor maden sahalarına sahiptir. bu alan yaklaşık 450-500 kilometre kare büyüklüğünde. abd, 130 yıldır işlettiği bor rezervleri bitmekte olduğu için türkiye'deki bor yataklarını istemektedir. Çünkü bor tıptan uzay teknolojisine kadar her alanda kullanılmaktadır. geleceğin petrolü olacaktır. anatolia minerals şirketi; sivas, malatya ve tunceli ile ovacık bölgesindeki altın, gümüş ve bakır yataklarını işletmektedir. bu alanlar gümüşhane, artvin ve kayseriye kadar uzanan 700-750 kilometrekareden büyüktür. ayrıca yozgat ve boğazlayan, yenipazar ve sarıkaya'da bir bu kadar bakır madeni işletme ruhsatına sahiptir. ordu-fatsa ve zaviköy bölgesinde bulunan altın, gümüş, çinlo ve bakır madenleriyle ilgili odyssey resources 250 kilometrekarelik bir alanın ruhsatına sahiptir. uşak-eşme banaz katrancılar köyü ile kütahya gediz ilçesi murat dağı eteklerinde eldorado gold şirketi işletme ruhsatına sahip. İzmir efem çukuru bölgesindeki altın madeni yataklarının işletme ruhsatına yine aldorado gold şirketi almıştır. İzmir bergama, ovacık köyündeki altın maden işletmesini normandy şirketinden sonra fettullah a bağlı olduğu iddiaları doruğa çıkmış koza madencilik şirketi işletmektedir. Ükemizi hemkirletmekte ve hem de yabancı şirketlerin sömürü çarkı altında kalmaktadır. bütün bunlar ülkemizin, diğer bütün alanlarda olduğu gibi altın üretiminde de bağımsız bir politika izlemesine engel oluşturmaktadır. İşte bunun için yabancı maden şirketleri ahtapot gibi ülkemizi sarmış, kuşatma altına alarak madenlerimizi elimizden almışlardır. Ülkemizin yabancıların eline geçen maden alanları çok iyimser rakamlarla 100-140 bin kilometrekaredir. yani türkiye'nin yüzde 15-17'si civarıdır. bütün bu maden alanları ormanlarımızın bulunduğu sahalarıda kapsıyor. böyle olunca büyük orman alanlarımız da yabancı maden şirketlerinin işletme ruhsat alanlarının kapsama altına giriyor. bu alanlar şirketler, yabancılara taşınmaz satışına ilişkin yasa hükümlerine göre isterse tapu alabilmektedir. bütün bu durumlar ülkemizin ormanlarının, meralarının, yaylalarının ve su havzalarının da yabancı mülkiyetine geçebileceğini göstermektedir. Ülkemizde yabancıların eline geçmemiş maden alanı kalmamıştır. shell şirketinin, türkiye'de 20 yıl genel müdürlüğünü yapmış olan anthony hages, ( petrolle uğraşanlar bilirlerki, türkiye petrol okyanusunun üzerinde oturuyor) demiştir. tpao'nun petrol yok diyerek terk ettiği kuyularda, bugün çalışan firmalar çıkardıkları petrolle vergi rekoru kırıyorlar. adıyaman, adana'da seyhan-ceyhan, tuz gölü civarı ve eğridir'de petrol yatakları olduğu ifade ediliyor. türkiye'deki petrol ülkemize yettiği gibi, dışarıya da satarak da tüm borcumuzu ödememiz mümkün. dünya ticaret örgütü ve ımf adlı yapılanmalar, milletleri kıskaca alarak kısa yoldan köleleştiren kuruluşlardır. 15 günde 15 yasa çıkarttırarak, tbmm'yi noter haline getirdiler. bankaları batırdılar, borsayı indirip çıkararak ulusal servetimize el koydular. bir çok şirketinde yarı hissesi veya daha çoğu ellerine geçti. bugün iç ve dış borcumuz, 400 milyar dolara yaklaşmış durumda. bizden çaldıkları her doları, kurmakta oldukları dünya devletine sermaya olarak aktarıyorlar;üstelik arkalarında kanını emdikleri milyonlarca insanı, yarattıkları ekonomik krizlerle yaşamın kıyısına iterek. alıntı...
insanlarımıza özelleştirme gerekir, bu bir dünya gerçeğidir, devlet üretim yapmaz söylemleriyle uyuttular. aksi düşüneni sen gericisin, dinazorsun senin gibi düşünenler yüzünden bu hale geldik diye eleştirdiler. daha ileri gidenler oldu tabiki bu düşünceler eskidi artık, koministler bile böyle düşünmüyor, örnekler çoğaltılabilir. elde hiç bir şey kalmayana kadar satacakmıyız? milliyet gazetesinden güngör uras şöyle yazmış hesapsız kitapsız özelleştirmeler sonunda, türklerin elinde tuvalet işletmeciliği bile kalmayacak, ancak yabancıların işlettiği tuvaletlerde ( o da iş bulabilirsek) ücretli bekçilik yapabileceğiz. şöyle bir hatırlayalım neleri sattık; türk tekekom, tüpraş, erdemir, eti alimunyum tesisleri ve hidroelektrik santrali, limanlar mersin limanı satıldı iskenderun sırasını bekliyor diğer limanlar da öyle,seka, petkim,bankalar, sigorta şirketleri. bu saydıklarım bir ülkenin devletin bel kemiği, devleti devlet yapan kuruluşlar. birde unuttuklarımız var sümerbank, et ve balık kurumu vardı hatırlarmısınız bilmem!, orüs, mis süt, bunlar aklıma gelenler, örnekleri sizler çoğaltın, o kadar çok ki. peki sattık ta ne oldu? yeni yeni yatırımlar mı yaptık, işsiz sayımızı mı azalttık, üretim tesisleri mi inşa ettik. ne yaptık biliyormusunuz? borç ödedik, para da kalmadı tesis de kalmadı. bir gün gelecek dizlerimizi döveceğiz, nasıl sattık bunları diye, satanları vatan hainliği ile suçlayacağız. dünyadaki büyük petrol yataklarının olduğu yerleri görüyoruz, halkı bir dilim ekmek bulamaz halde, nijerya`da, malezya`da akbabalar insanların tepesinde bekliyor, düştükleri zaman yemek için. biz gene ülkemize dönelim, hepimizin bildiği bir gerçektir, işsizlik ve açlığın olduğu yerde hırsızlıkta, fuhuş ta alır başını gider. gördüğümüz bu değilmi? eğitim sistemimiz çökmüş, kaliteli beyinler yetiştiremiyoruz. kavramlar birbirine girdi, insanlar vurgun yemiş gibi, şaşkınlar ne düşüneceklerini, kendilerini nereye koyacaklarını bilmiyorlar, herkes sınıf atlama, patron olma peşinde. bütün bunların sebebi, bize verilenler yüzünden, aldığımız eğitimden, okuduğumuz gazeteye, seyrettiğimiz televizyona kadar. uyutuluyoruz, bir gün uyanacağız..
bütün İslam dünyasında bu baskıyı görüyoruz. herkesin türkiye malezya olur mu olmaz mı tartışması oldukça yeni. malezya da müslümanlara yapılan baskı her geçen gün artmakta, eleştiren yazarlar, şeriat kurallarını bilmemekle, batıyı kopya etmekle,kafirlikle suçlanmaya başlamıştır. fas a baktığımızda da aynı tabloyu görmekteyiz. sessiz ve derinden, aynı ülkemizde olduğu gibi milim milim hedefe yaklaşmaktalar, bizimkilerden bir adım öndeler şu anda. afganistan ı söylemeye gerek yok sanırsam, endonezyada yaşananlarda aynı, ahlak polisleri oluşturulmuş durumda. gelelim herkesin hayran olduğu suudi arabistana; burada üniversite mezunu kadın oranı erkekten çok fazladır. kadın hem daha iyi eğitim görmüş, hem çalışmaya daha isteklidir. ama kadın üniversitede istediği eğitim dalını seçemez, örneğin hukuk ve mühendislik gibi alanlar kadına kapalıdır, pek çok resmi dairede çalışamaz. Özel ofiste çalışanlar erkekten ayrı odalara konur. Üniversiteli kız öğrenciden sadece uygun şekilde giyinmesi beklenmez, pencereleri sıkı sıkı örtülü otobüslerde gidip gelir veya babaları gelip alacağı zaman bekleme odasında bekler, dışarı çıkamazlar. kampuste mobil telefonla konuşmak yasaktır, çünkü bu şüphe davet eder. kadın seçimde oy kullanamaz; kocası yada babasının yazılı izni olmadan seyahat edemez, onların refakati olmadan yurt dışına çıkamaz, toplulukta diğer erkeklerle beraber bulunamaz. arabanın ön koltuğuna oturamaz. suudi kadın, topuklarına kadar uzanan siyah çarşaf giymek ve peçe takmak zorundadır. bu giyim şeklini değiştirmenin mümkün olmayacağını suudi kadın artık kabul etmiş görünüyor. ama eğitimli kadınlar için en önemli olan şeyler serbestçe çalışabilmek, araba kullanma izni alabilmek, oy hakkına ve kendi kimlik kartına sahip olabilmektir. Örnekler saymakla bitmez, ülkemizde de gittikçe artan örnekleri her gün gazetelerde okumaktayız, şu müftü böyle dedi, şu hoca böyle buyurdu gibi. sessiz ve derinden giden bu faaliyet bir gün gelecek, geri dönüşü olmayan bir yola girecek.
yönetiyor.türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre, gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 aralık'ta gece, gündüzle savaşıyor. uzun bir savaştan sonra da gün, geceyi yenerek zafer kazanıyor. bu, güneşin yeniden doğuşu; bir " yeni doğum" olarak algılanıyor türklerde. bayramın adı "nardugan". "nar=güneş ", "tugan/dugan" da "doğan". astronomik olarak o günden itibaren geceler kısalmaya, günler uzamaya başlıyor. İşte bu güneşin zaferini ve yeniden doğuşunu türkler, büyük şenliklerle " akçam ağacı" altında kutluyorlar. güneşi geri verdi, diye Ülgen'e dualar ediyorlar. duaları tanrıya gitsin, diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar; dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar tanrıdan... İnanca göre, bu dilekler muhakkak yerine geliyormuş. bu bayram için evler temizleniyor ve güzel giysiler giyiliyor; ağacın etrafında şarkılar söylenip oyunlar oynanıyor. yaşlılar, büyükbabalar ve nineler ziyaret ediliyor; aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. ( yedikleri, yaş ve kuru meyveler yanında, özel bir yemek ve bir tür de şekerleme.) bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömrün çoğalacağına, uğur geleceğine inanıyorlar... yazılana göre, " akçam ağacı " sadece ortaasya'da yetişiyormuş. mesela, filistin'de bu ağacı bilmezlermiş. o yüzden, bu olay türklerden hıristiyanlara geçmiştir; hıristiyanlar, hunların avrup'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek almışlardır bu töreni, deniyor. İsa'nın doğumu ile hiç ilgisi yok! doğum, güneşin yeniden doğuşu. meydan larousse'ta, İsa evrenin nuru olarak algılanıyor ve bu olayın pagan halklardan alınıp İsa'ya yakıştırıldığı yazılıyor. İnternet'te yazıldığına göre, İmparator kostantin (324-337) zamanında İznik'te toplanan konsülde, 22 aralık'ta güneşin doğumu için yapılan bu " pagan bayramı" İsa'nın doğumu olarak 24 aralık'a alınıyor ve buna da "noel bayramı" deniyor. batı kilisesi [yani katolikler], 25 aralık'ta kutluyorlarmış bunu.) Çam süsleme ise, ilk olarak 1605'te almanya'da görülüyor ve oradan fransa'ya geçiyor. ne kadar ilginç değil mi? batı, en büyük bayramını göçebe ve ilkel (!) olarak tanımladığı türklerden yürütmüş! yeni yapılmakta olan çalışmalarla batı'ya türklerden kim bilir daha nelerin geçtiği ortaya çıkacak! belki de yazının ve dillerin anasının da türkler olduğu kanıtlanacak. --- alıntı --- muazzez İlmiye Çığ sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz. sözlük sistemi ile geliştirilmiştir. |