son beğenilen tanımları genel istatistikler
Yılmaz Erdoğan da: "Ve yalanlar kalanlara kalıyor, gidenler nasılsa, gerçeğin olduğu yerde." der.
Ya da terk et: Dünya'yı mı, ülkeyi mi, sevdiklerini mi? Kentini mi, kendini mi? Terk et de nereye? Önerdiğin yer neresi? Bir terkedişin afili havasını nereye taşımalı? Bu terk-i diyarı nerede sonlandırmalı? Soruların cevapları, hangi gökyüzünde? Ver cevapları, sonra ya sev, ya da terk et. Ya da sen bilirsin, bildiğin gibi, yaşamaya devam et.
hayatının en pembe dönemlerinde, gerçek kahkahaların küçücük karnını salladığı sarı resimlerde yanındaki ilahe... hayat pembeden siyaha döndükçe, gerçekler üzerine çullandıkça uzaklaştığın, uzaklaşmak zorunda kaldığın bir hayal... "keşke hep çocuk kalsaydım"ların nedeni... aklına geldikçe hayalkırıklığı, pişmanlık... zaman geçtikçe, hep bir şeylere geç kalıyormuş hissi... sütün dumanı, sabahın sesi, hastalığının ilacı, gecenin örtüsü... ve bir gün gelir, bütün o koşuşturma ve mücadelenin içinde, boğazına düğümleneni aniden anlarsın: annenin tertemiz ellerinin sahici, katışıksız, karşılıksız sevgisiyle dolaştığı saçlarında, ne kadar kirli el, sahte sevgisi ve ikiyüzlülüğüyle dolaştıysa, anneni işte o kadar özlersin.
haktan bahsedeyim: kimsenin kendi öğrenilmiş yardımedilemezliğini başkalarına empoze etme hakkı yoktur. haktan bahsedeyim: kimsenin diğerlerine "atatürk ü sevdirmeme" hakkı yoktur. biri her hangi bir fetişe veya tabuya inancı nedeni ile mevcut haklarından feragat etmiş olabilir. ama kimsenin bunu yapmayanlara saldırma, ve eline aldığı atatürkü başkalarının karın boşluğuna bir balyoz gibi indirmeye hakkı, evet yoktur. çünkü, bir kez daha hatırlatayım, özgürlük sınırlarınız, başkasının sınırlarının başladığı noktada sona erer.
yine sağlıklı düşünebilmek için vatan hainliği söz konusu olan olayları sınırın iki tarafından da değil, evrensel değerlendirmek lazım.
yani diğeceğim o ki: beğenseniz de beğenmeseniz de birinin herhangi birini sevmemeye ve bunu ifade etmeye bireysel olarak hakkı vardır. ve bu sevdiğini söylemek kadar doğal karşılanmalıdır. hak sevilmesi, hoşa gitmesi gibi kriterlerle ortaya çıkmaz. her insan sırf insan olduğundan, doğduğu anda bazı haklara sahiptir. hal böyle iken, "başıma bir şey gelmeyecekse, atatürk'ü sevmiyorum" diyen arkadaşa, bir ihtimal okuyorsa bunu, sesleniyorum: bütün bu hengamenin içerisinde, insanlığın temel değerlerine aykırı bir davranışta bulunmadığını, beyanatının ve taleblerinin hakların dahilinde olduğunu bil. ama sen de başklarının özgürlüklerine, en az onlar kadar samimi ve içten bir şekilde saygılı olduğun zaman...
inanmayı kaybettiğin an, saflığını, temizliğini kaybettirildiğin an... yeniden doğduğun an, ama bebek olarak değil, lekelenmiş olarak. çocuk olmak tertemiz bir kalbe sahip olmak demektir. büyüdükçe aynı yeni aldığınız eşyaların üzerinde oluşan çizgiler gibi, kalbiniz de çizik çizik olur. zordur artık çocuk olmadığını kabul etmek. en az bir narkozsuz neşter yarası gerekir. acıtacak ki değişeceksin, büyüyeceksin. saflığın yüzüne vurulacak, ayaklarının altında duran zemin kayacak... hayal kuramayacaksın demiyorum, kuracaksın ama hiç biri bir çocuğun ki kadar saf olmayacak. çünkü çocuk kalbiyle hayal kurar, büyümüş olan beyniyle... kalbin kırılacak, bir resim göreceksin, bir şeyler duyacaksın, kalbinin ilkokul matematiğine ters olan bir şeylere şahit olacaksın... bir gece boyunca ağlayacaksın, halen saf gibi hak, hukuktan dem vuracaksın. demlendikçe anlayacaksın. sonra hiç ışığı açmadan, kapıyı aralayacaksın. içinde halen gevezelik eden, parmak kaldırıp söz isteyen, şimdi uyuyan çocuğu, yastığı alıp soğuk kanlılıkla boğacaksın. annen yok artık diyeceksin ona, sen de yoksun... artık ben varım...
belki balkona kar seyretmeye çıkar diye sevdiğimiz kızlar çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman bu kar mevzuu kızlara yeterince ilginç gelmemiştir...
Babam, beni fen lisesinden almayı hiç istemedi. Şimdi ne durumda bilmiyorum, her sene değişiyor, o zamanlar daha bir çarpıktı sanki eğitim sistemi. Adaletsizlik fen liselerinin son sınıflarını boşaltırdı. İstemedi babam ama işte. Altıma işediğime dair sahte heyet raporunu almak için onay verecek her doktorun odasına önce babam girmişti, beni ikna etmeleri için. Her birini ayrıca ben ikna etmek zorunda kalmıştım. İşte bitmişti, gidiyorduk. Ben halen arabanın arkasından uzaklaşan o sahnenin, el sallayan bir sınıf dolusu öğrencinin, etkisindeyken hiç dikkat etmemiştim. İlk o zaman gördüm, babam ağlıyordu. Sene 2000... Kapının altındaki ışıktan babamın gölgesi geçiyordu. Saat gecenin bilmem kaçı. Uyumamıştı ve muhtemelen gene aynı şeyi düşünüyordu: ne yapsam da bu çocuğu tıp yazmaya ikna etsem. Ne zaman iğne vurulsa bayılmış birinin her gün bir hastanede yarı baygın gezme korkusunu hiç anlamayacaktı. Olmadı keza, hiç istemediği oldu, işletme tercih ettim. En son herhangi bir mühendis olmama bile razıydı. Bir devrin insanları, maddi üretime dayanmayan işleri, doktorluk, öğretmenlik ve devlette bir iş değilse kale almıyorlar gibi hissediyorum. Reklamcılık ise meslek diye adlandırılacak son şey. Ne bileyim, elle tutulur birşeyler görmek istiyorlar iş deyince, ya da yardım et istiyorlar, dokun hayatlarına istiyorlar. Babamı asla ikna edemedim. Reklamcılık hedefimi babam hiç bir zaman ciddiye almamıştı. Kaymakam olacağımı düşünüyordu. Ya da herhangi bir devlet görevlisi. Zaman geçti ben aynı kaldım, babam değişti. Geçenlerde babama onun da tanıdığı Boğaziçi’nden bir kaç arkadaşla reklam ajansı kurabileceğimizi söyledim. Ne dese beğenirsiniz: “Bu kadro ne iş olsa yapar, açın tabi ben hep arkandayım”. Artık biraz daha hazırım diye düşündüm. İkna mesleğini yapma konusunda içimde hep bir uhdeydi babamı ikna edememek. Artık onu da ikna ettiğime göre, şimdi önüme bakıp başkalarını ikna etme işine soyunabilirdim. Belki de dönüp bir dönemle hesaplaşmak gerekiyordur, anlamak... Mühendislerin yönettiği, başbakan olduğu, aceleye getirilmiş bir üretime geçiş dönemi yaşamış, şimdi yine aceleye getirilmiş bir bilgi çağına geçmeye çalışan, olan biteni tam kavramadan hep kendini bir yerlerde bulan, darbelerle duraksatılmış, hakları alınmış verilmiş, sıkıntılar çekmiş, güvenliği haliyle önemseyen, düşüncenin ne kadar tehlikeli olabileceğini görmüş bir kuşağın mensuplarının çocuklarıyız. Benim kısacık ömrüm -kendi adıma- taburlarca insanı ikna etmek zorunda kalmakla geçti. İyi reklamcılar çıkacak kuşağımızdan. Babalar reklamcıları sevmezler, taki dede olabilecekleri zaman gelinceye kadar. sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz. sözlük sistemi ile geliştirilmiştir. |