iknowthepiecesfit

    bu "fetö" tiyatrosu ortaya çıktı ya, girip bir bakayım dedim eskiden ne yazmışım buralara.

    hehe. 6 sene önce yazdıklarımı akpli birisi bugün okusa beni en büyük akpli zanneder sanırım.

    vay be, nerden nereye değil mi? fethullah hocaefendi hazretleri oldu sana "fetö". zamanında şeyhlerine şurada iki çift laf ettim diye bana özelden söven, tehdit edenler bugün gözaltına alınma korkusuyla yaşıyorlardır muhtemelen. ahahah! çok gülüyorum bizim memlekete.

    her ne kadar beni 2 yıl boyunca kan kusturtan bir kitleyle cebelleşmek zorunda bırakan bir ortam olsa da bir zamanlar bayağı zaman harcadığım bir yerdi burası. çok güzel insanlar da tanıdım, hakkını yiyemem. tüm arkadaşlarıma buradan selam olsun. bu nick de bana miras kaldı zaten. hala kullanıyorum. ayrıca hazeyame; askerde gönderdiğin mektup hala çekmecemde, bilesin.

    kim bilir ne zaman gelirim bir daha. geldiğimde burası hala yerinde olur mu onu da bilmiyorum. ekşi sözlükte aynı nick ile bulabilirsiniz beni. olur da bulmak isteyen olursa diye buraya bırakıyorum.
    (31.08.2016 13:40)

vampircik sözlük

    aktif ya da pasif sözlük yazarları olarak gilgalad'dan aldığımız dünkü maili pek umursamamam, üzerine pek konuşmamam gerekiyor muhtemelen. ne de olsa ben buradan gideli çok çok uzun zaman oldu, gilin yazdıkları çok da umrumda olmamalı. ama gilin yazdığı bu satırlar beni biraz hayrete ve çoğunlukla da öfkeye sevk etti. satır aralarında okuduğum kelimeler sözlüğe uğramayan insanları bir sıfatlandırma çabasının bariz örnekleri. hatta hatta biraz suçlama görüyorum. sebebi nedir çözemedim. ama madem ki mevzu buraya kadar geldi bana adamakıllı bir inceleme yapmak düşer.

    diyarı sırtladığı söylenen diyojenist adlı yazardan bahsetmiş gil mesela, kimsenin yazmadığı zamanlarda dahi yazması sebebiyle diyarı sırtlamak sıfatına nail olmuş bu arkadaş. bana birisi diyarı sırtlamak ne demektir açıklayabilir mi acaba? yani diyeceğim o ki, her gün sözlüğe girip bir tanım yazmak diyarı sırtlamak mı oluyor? bu tek başına birinin yapabileceği bir şey mi? diyojenist isterse her gün yüzlerce tanım girsin, ne fark eder? sözlük denen oluşumun mantığı onlarca, yüzlerce insanın aynı anda yazdığı bir yer olmasında değil mi? tek kişinin yazması burayı olsa olsa bir bloga çevirir. ya da sözlük ilk açıldığında burada sadece gilgalad'ın yazma hakkına sahip olduğunu düşünürsek, sözlüğün ilk haline geri döndüğünü, hiç ilerleyemediğini gösterir. ama kesinlikle buranın sırtlandığını göstermez. bir kere burada anlaşalım.

    bana kalırsa sözlüğü sırtlamak denen şey en başta buranın imtiyaz sahiplerince sonra editörlerince yapılması gereken bir şey. hala taş devrinden kalma bir yazılımla çalışıyor bu sözlük. hala göze çok kötü görünen bir tasarımı var. hala bir sayfaya tıklayıp dakikalarca beklemek zorunda kalıyorsunuz. hala istatistik sayfası çalışmıyor. diğer sözlüklerde olan bir çok uygulama hala bu sözlükte yok. türkçe şöleni gibi kimi nasıl eğlendirdiğini ya da nasıl tatmin ettiğini çözemediğim bir durum var ortada. komik desem değil, saçma desem değil. öyle bir durum işte. ekşi sözlük türkçe başlığa geçtiğinde yaşananlarla burada yaşananlara bakıyorum. bu sözlük hala insan gücüyle çalışan bir makine gibi duruyor gözümün önünde. o çağı geçeli çok oldu sayın yazarlar ve okurlar ama burası bariz şekilde geriye gidiyor.

    ayrıca bahsetmem gereken bir mevzu da "şöhret uğruna değerlerinden taviz vermeme" durumu. arkadaşlar burası en nihayetinde bir sözlük. kimse buraya ulvi değerler atfetmeye çalışmasın, sözlük bunu kaldıramaz çünkü. eğer içinizde bu sözlüğe karşı çok metafizik hisler besliyorsanız bilmelisiniz ki bu sizin deneyiminizden öteye geçmiyor. burayı değerli yapabilecek olan tek şey birbirini tanıyan yazarların arkadaşlıklarıdır ki bu mevzu da en fazla iki insanın arasındaki arkadaşlığın başlama noktası olması sebebiyle, olabildiğince subjektif bir değer yükler sözlüğe, fazlasını değil. bu sözlük arkadaşlıkların ittirmesiyle ayakta kalabilecek bir sözlük de değil zaten, çünkü buranın çekirdek kadrosundan birisi olarak kendimi önemli bir konuma koyabilsem de arkadaşlıklarımızın burayı ileri götürmekten çok uzakta olduğunu söyleyebilirim. yaklaşık 4000 insanın yazar olduğu bu sözlükte çok şahane arkadaşlıklar başlamış ve harika şeyler yaşanmış olsaydı burası bugün bu halde de olmazdı zaten. bu da bariz bir gerçek. burada başlayan arkadaşlıklar bile -bazılarımızınki hariç- pek sağlam değil ki kimse buralara uğramıyor.

    keşke bu sözlük şöhret uğruna biraz önünü görebilse ve değerlerinden taviz verebilseydi. keşke burada sadece 2 yıl yazmış olmama ve ayrılalı neredeyse 3 sene olmuş olmasına rağmen hala en beğenilen dördüncü vampir olmasaydım. bu bana çok komik geliyor artık. bazen insanın tabloya her açıdan bakabilmek için oturduğu koltuktan kalkması gerekiyor. ama değerleri arasında "bu koltuktan hiç kalkmayacağım" gibi bir madde bulunan insana bunu anlatmak imkansız elbette. eh, peki siz bilirsiniz. şimdi buraya baktığımda bir zamanlar her gün girip sayfalarca yazı yazdığım ve arkadaşlıklar kurduğum ama o zamandan bu zamana ileriye değil sadece geriye gitmiş bir yer görüyorum. vampircik sözlük yazar mezarlığına dönmüş. artık yazmayan, yıllardır tek kez giriş yapmamış onlarca yazar var. 2000 küsür yazar görünüyor ama hiç biri yazmıyor! bu komiktir bence. ve zaten bu sözlüğü önemli yapan adamlar da onlardı. neden gittiler? artık önemi yok çünkü geri gelmeye niyetleri olmadığını çok iyi biliyorum.

    gilgalad'a tek açıklama yapıyorum; burası bir mezar, ara sıra gelip iki fatiha okuyan ve gidenler dışında kimsenin başka bir şey yapabileceği bir yer değil. popüler bir mezar yoktur, olmayacak. mezarlar çok ciddi yerlerdir, hüzünlü yerlerdir, şehre uzakta olurlar. soğuk taşlar, soğuk toprak ve ellerini açıp tanrıya dua edenlerden başkası gelmez artık buraya. burayı bu hale getirenin kim olduğunu da sanırım görebiliyorsun; senden başka kimse değil. burayı bir gece kulübü de yapabilirdin, bir cafe de, bir kütüphane de. sen burayı bir mezar yapmayı seçtin. sonuçlarından memnun olmayabilirsin ama hakikat bu. attığın mailler kimseyi geri getirmeyecek, bundan yüzde yüz eminim.

    yazımı alıntıyla bitireyim, bill hicks'in de dediği gibi; i don't mean to sound bitter, cold, or cruel, but I am, so that's how it comes out.
    hoşçakalın.
    (18.02.2012 00:12)

iknowthepiecesfit

    yaşlı bir adam karanlık bir yolda tek başına duruyordu. ne tarafa doğru gitmesi konusunda kararsız, nereye gittiğini ve kim olduğunu da unutmuş bir vaziyette öylece duruyordu. yaşlı bacaklarını dinlendirebilmek ve oturmak için yere çökerken birden karşısında yaşlıca bir kadının belirdiğini fark etti. kadın dudak altından gülümsedi ve kıkırdayarak "pekala, şimdi sıra üçüncü dileğinde, ne diliyorsun?" diye sordu.

    yaşlı adam şaşkın bir halde homurdandı; "üçüncü dileğim mi? birinci ve ikinci dileğim olmadan bu nasıl üçüncü dileğim olabilir ki?"

    "sen çoktan ilk iki dileğini diledin bile," dedi kadın, "ama ikinci dileğin, her şeyi birinci dileğinden önceki haline geri çevirmemdi. bu yüzden hiçbir şey hatırlamıyorsun; çünkü her şey sen hiç dilek dilemeden önceki eski haline geri döndü." kadın zavallı yaşlı adama güldü. "böylelikle sadece bir dilek hakkın kaldı"

    "peki o zaman," dedi yaşlı adam. "anlattıklarına hiç inanmıyorum ama dilek dilemenin de kimseye zararı yok. ben kim olduğumu bilmek istiyorum."

    "komik" dedi kadın, yaşlı adamın dileğini yerine getirip sonsuza dek gözden kaybolurken; "bu senin ilk dileğindi..."
    (04.01.2012 00:42)

nurculuk denen sayıklama

    bir (bkz: nihal atsız) yazısıdır.

    "Dinin bir ruh ihtiyacı olduğunu bilim kabul etmiştir. Daha zekasının pek iptidai olduğu zamanlardan beri, insanların din sahibi oldukları da bilinen gerçeklerdendir. Zekanın ve bilimin yükselmesiyle dinler de yükselmiş, tek Tanrılı dinlerle dinler çağı kapanmış, din uğruna yapılan korkunç savaşlar ve kırgınlıklardan sonra medeni dünyada din, fertlerin vicdanına sığınmış, bir kanaat olarak saygıdeğer bir yer kazanmıştır. Artık medeni insanlar arasında din tartışması yapılmıyor. Dinler hakkında avami yazılar değil, ancak bilginlerin etüdleri yayınlanıyor. Medeni insan, başkalarının dini inancına saygı gösteriyor. Kimseyi propaganda ile kendi dinine çağırmıyor.

    Türkiye'de bir zamandır dine karşı takınılan yanlış tutum, yemişlerini vermeye başlamıştır. Mabedsiz şehir kurmakla övünen budalalar, çirkin harabelerin mabed haline getirileceğini düşünememiştir. Cumhuriyetin başlarında, artık görevi ve faydası kalmamış Arapçı ve Arapçacı softa takımı tasviye olunurken, milletin manevi ihtiyacı düşünülerek asri din adamları yetiştirecek özlü bir din okulu açılsaydı, bugün il ve ilçe merkezleri, doktor payesine erişmiş din adamları ile dolar, bunlar köyleri de kontrol ederek yobazlığa engel olur ve İstanbul gibi şehirde çatalı ve radyoyu haram eden beyinsizler halka vaaz edemezdi.

    Mabedsiz şehrin ilk yemişi Ticanilik, onun olup kurtlanmışı da Nurculuk oldu.

    Nurculuk nedir? Gazetelerde ikide bir görülen Nurcular, Nur risalesi talebeleri kimdir? Aralarında avamdan aydına kadar, mühendis, avukat ve doktora kadar her türlü adamın bulunduğu Nurculuk, "Saîd-i Nursî" adında cahil bir Kürdün peşine takılmış cahil bir sürü, Nur risalesi talebeleri de Said-i Nursi'nin o çetrefil ve cahil Kürt Türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve Einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır.

    Saîd-i Nursî denilen adam, eskiden Saîd-i Kürd-î diye bir takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şafiî mezhebinden bir Kürttür. Mütareke yıllarında İstanbul sokaklarında millî Kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. Bu cakacı Kürt kendisine "Bedîüzzaman" demekte, müridleri de bu adı bir övünçmüş gibi kullanarak şeyhlerini bu adla ululamaktadır. Bedîüzzaman, "zamanın harikası" demektir. Kürt Said cidden zamanın harikasıdır. Yirminci yüzyıl gibi bir zamanda bu bilgisizliği ve iptidaîliği ile ortaya atılmakta gösterdiği pişkinlikle zamanın harikası, bundan daha fazla olarak da onbinlerce, belki yüzbinlerce Türk'ü ardına takmakta gösterdiği başarıyla gerçekten zamanın bir harikasıdır.

    Zamanın bu harikası, bu Kürt Said, aslında bir Kürt milliyetçisidir. Nasıl Moskofçular Türk milletini yıkmak için ortaya sosyal adalet ilkesiyle atılıyor, yoksulların davasını benimsemiş görünüyorlarsa, Kürt Said de ortaya Müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. Kürtçülük davasını açıkça güdemiyeceği için, Türkçülüğü yıkacak ağuları Müslümanlık ve Nurculuk diye ileri sürüyor. Müritlerine veya kendi tabiriyle Risâle-i Nur şakirtlerine evlenmeyi yasak ediyor. Çünkü evlenip çocuk sahibi olurlarsa, o çocukların kötü ve dinsiz olma ihtimali varmış. Tabiî, dağdaki Kürdün bu büyük ve ilâhî buyruktan haberi olamıyacağı için, o evlenecek ve Kürtler çoğalacak. Herkesin sözüne inanan saf Türkler ise, büyük mürşidin buyruğu ile evlenmiyecek, böylelikle Türk soyu azalacak ve Kürt Şeyh Said'in 1924'de yapamadığını, Kürt Molla Said (yani Bedîüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak.

    Kadını şeytanın askeri sayarak evlenmeyi yasak eden dinin, Zerdüşt dini olduğunu bilmeden koyu Müslümanlık adı altında bir nevi Mazdeizm yaptıklarının farkında olmayan bu beyinsizler sürüsüne ne demeli? Urfa'daki mezarının bir baş belası haline gelmemesi için, söylentilere göre, General Mucip Ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, bu kaldırmaya inanmayarak Kürt Said'in oradan uçtuğuna inanacak kadar şuursuz olanlara ne denebilir? Millî talihsizlik, akıl hastanesi kliniklerinde yatması gerekenlerin halk arasında dolaşmasındadır. Ciddi tedbirler alınmazsa, bu dinî cinayet daha yıllarca sürecektir.

    Nur risalesi (kendi tâbirleriyle risale-i nur) denilen sayıklama kitapları pek çoktur. Beyni örümceklenmiş zavallılar bu sayıklamaları elle yazarak, yahut şapirografi veya taşbasmasıyla çoğaltarak onbinlerce satarlar. Bunu satmak için kasaba kasaba, köy köy dolaşan Nurcular vardır. Bunları satarak sevaba girerler. Sözde Türkçe olan bu sayıklama kitapları, Kürt hamalların fikir seviyesinde yazıldığı için, kimse birşey anlamaz. Anlamadığı için de, onda gizli hikmetler, yüksek gerçekler olduğu kuruntusuna kapılır.

    Bir zamanlar bu sayıklamalardan bana da bir tane yollamışlardı. Kendimi zorlayarak okuyabildiğim bir tanesinde, Kürt Said radyodan bahsediyor, dünyanın bir ucundan söylenen bir sözün kutudan duyulmasını kutudaki meleklerle açıklıyordu.

    İşte, aşağı tabaka ile birlikte doktor, mühendis ve avukatın da şeyhi, pirî olan, kendisinden "efendi hazretleri" diye söz ettikleri Kürt Said'in seviyesi budur.

    Fizikten, titreşimden haberi olmayan, müsbet bilimin kıyısından dahi geçmeyen bir yobaz, radyo hakkında ancak bu kadar düşünür. Fakat bilgisizliğini de anlamaktan âciz olan o kara cahil, bu katmerli bilgisizliğine bakmadan, Türkler aleyhinde hüküm çıkarmaktan da geri kalmıyor. Nur risalelerinin birinde, Ye'cüc Me'cüc denen ve dünyayı yok edecek olan korkunç yaratıkların Özbek, Tatar ve Kırgız gibi "akvâm-ı vahşiyye" (yani vahşi kavimler) olduğunu yazmıştı. Sevsinler medenî Kürdü!... Özbek, Kırgız ve Tatarlar arasında okuyup yazma nisbeti % 90'dır ve aralarında atom bilginleri de olmak üzere her bilim dalında yüzlerce bilgin ve uzman bulunmaktadır.

    Kendisini Nurculuğa kaptırmış olan bir avukatla geçen yıl aramda küçük bir konuşma olmuş, Kürt Said'de ne bulduğunu kendisinden sormuştum. "Kuran'ın en güzel tefsirini yapmıştır." diye cevap vermişti. Bu genç avukat eski yazıyı bilmiyor, Kuran'ın şimdiye dek en büyük İslâm bilginleri tarafından üç İslâm dilinde yapılan tefsirlerinden habersiz bulunuyordu. Bunu kendisine boşuna anlatmaya çalıştım. Bir kere çileden çıkmış, aklın ve mantığın dışına uğramıştı. Bir safsataya inanla uğraşmak neye yarar? Bugün devlete düşen görev, bunun sebeplerini arayıp bularak tedavisine gitmektir.

    Bana gör Tîcânilik, Nurculuk, yobazlık, komünizm ve partizanlık gibi hastalıkların sebepleri, milli ülküden yoksunluktur. Tıpkı normal yemek bulamayan aç çocuğun duvarı yalaması, yerde bulduğu faydasız ve zararlı şeyleri yemesi gibi, bağlanacak büyük bir ülkü bulamayan insanlar, abur cubur düşüncelere kurtarıcı diye yapışıyorlar. Çünkü insanlar bir fikre bağlanmaya mecburdur. Bu istidat insanlığın mayasında vardır. Bunu hiçbir kuvvet önleyemez.

    Türkiye'de gerçek ülkü olan Türkçülük türlü bahanelerle baltalanmasa, gerçek Türkçü olan eski "Milliyetçiler Derneği" 1953'de kapatılmasaydı, bunlara gelişme imkanı verilseydi, bugün memlekette partiler üstünde, gayet ateşli ve şuurlu bir milliyetçi topluluk bulunacak, hükümetler güç durumlarda bunlardan yardım isteyebileceklerdi.

    Türkçülük insanlara hiçbir vaitte bulunmuyor, maddi veya manevi birşey vermiyor. Yalnız istiyor... Fedakarlık ve feragat istiyor. Nurculuk ise cennet va'dinde bulunuyor. Ebedî saadet, cennette köşkler, yemekler, huriler va'dediyor.... Kafası işlemeyen, hatta aslında materyalist olanlar tabiî Nurculuğu seçecektir. Netekim bunu kendileri de söylüyor "Türkçülük mezara kadar... Ondan sonra ne olacak?" diyor... Tabiî ondan sonrasını kendilerine Kürt Said hazırlayacak.

    Kürt Said'in 1327 ( = 1909 ) yılında, İstanbul'da Vezir hanındaki İkbal-i Millet matbaasında basılmış bir eseri vardır. Adı: "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î" dir. Kendisinin Saîd-i Kürd-î Yani Kürt Said) olduğunu tastik ettiği bu eserde, eserin muharriri diye de kendisini "Bedîüzzaman" diye taktim etmektedir. Eserin tâbii, yani editörü de "Kürdîzade Ahmed Ramiz" dir. yani dört başı mâmur bir eser. Bu 48 sayfalık eserin "hâtime" kısmı (44-48. sayfalar) Kürt Said'iin içyüzünü göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. Bunun aynen alıyor ve ağdalı bir dille yazıldığı için açık Türkçeye çeviriyorum: Ebnâ-i cinsime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamam kalır. ( = Soydaşlarıma burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis eksik kalır. )

    Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denilen makine-î alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme mümted ve müteşa'ib kanun-i nûrân-î ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-i ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış, size emrediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhit ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz'iyyeleri gibi gibi bir câzibe-i umum-î millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i islâmiyye Osmâniyyenîn mevkibinde bir kevgeb-i münevver gibi câzibesini ittiba ile muvazene ve âheng-i umumiyyeyi muhafaza ediniz. ( = Ey Asurlular ve Ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vhşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz.)

    Görülüyor ki Kürt Said, zavallı Kürtlere eski Asur ve İran ordularının hayali öncülüğünü yaptıracak kadar koyu bir Kürt milliyetçisidir ve çapraşık acemî ifadesiyle Kürtleri Kürt milliyetçiliği etrafında birleşmeye çağırmaktadır. Bunun hiçbir tevili, tesfiri yoktur. Beyninde ve gönlünde kötü düşüncesi olmayanlar, bu açıklıktan sonra onun bir İslâmcı değil, bir Kürtçü olduğunu kabule mecburdur.

    Bundan sonrasını, zaten anlaşılmaz ve bozuk ifadeli metinden sıyırarak yalnız tercümesini (evet, bu kelime yerindedir) vermek suretiyle okuyucuları boşuna yormaktan alıkoyacağım. Bundan sonra Kürt Said şöyle diyor:

    Süphan ve Ağrı dağları gibi geleceğin yüksek dağlarının doruğunda ayağa kalkmış, nefse esir olmayı yasak etmiş ve başkasına tecavüzü caiz görmeyerek şeriata dayanmış olan hürriyet sultanı yüksek sesle sizin gibi mâzinin en derin derelerinde gafil ve dağınık bir kavme, cehalet ve yoksulluğa hücum için "fen, sanat ve silâh başına, ileri arş" emrini veriyor.

    Hakikat denilen tabakalar altında örtülü ve mahpus kalmış ve istibdadın yok edilmesiyle omuzu üstünde olan cehalet ve gafletin hafiflemesi sayesinde harekete gelip kalkmaya teşebbüs etmiş bulunan hakikatler habercisi, size her cihetle haber veriyor ki, mahiyetinizde kaderin ektiği istidatları ve mukadderatınızı fiile çıkaran ve kavmi mahiyetinizde saklanmış olan seciyenizi maarifin hayat suyu ile sulamanın vaktidir. Yoksa kuruyup çürüyecektir.

    İhtiyaç denilen, medeniyetin babası ve ilerlemelerin kurucusu olan üstad, sillesini kaldırmış, size hükmediyor: Ya hayat ve hürriyetinizi bu vahşet sahasında yağma ettireceksiniz, yahut medeniyet alanında fen ve sanat balon ve trenine binerek istikbali karşılayacak ve olgunluğun Kâbesine koşacaksınz.

    Milliyet denilen mâzi derelerinde, hâl sahralarında ve istikbâl dağlarında çadır kurmuş olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî gibi, herkesi başkasını haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve yüksek duyguların timsali olan milliyet fikriniz size kesin emirle emrediyor ki, her biriniz umum bir milletin hayatının mâkesi, saadetinin koruyucusu ve bütün milletin müşahhas misali oldunuz. Şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zira, maksadın büyümesiyle himmet de büyür ve millî hamiyetin galeyanıyla ahlâk da yükselir.

    Kavimlerin saadetinin sebebi olan ve millî hakimiyeti temin ile hayat makinesinin buharı olan hürriyetteki cüz'i iradeyi istibdadın söndürmesinden kurtaran ve şer'î meşveretin mayasıyla mayalandıran meşru meşrutiyet, sizi imtihan meclisine davet ediyor. Erginlik çağına vardığınızı ve vâsîye ihtiyacınız olmadığını görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Varlığınızı birleşerek gösteriniz. Millî hamiyet ve şahsî fikir ve vicdanınızı milletin müşterek kalbi ve aklı gibi gösteriniz. Yoksa sıfır alacaksınız ve hürriyet şahadetnamesi elinize verilmeyecektir.

    Mâzide dağınıklığınıza sebebiyet veren birinizdeki bencillik fikri şimdi istikbalin medeniyet saadethanesinde icad fikrine, şahsî teşebbüse ve hürriyet fikrine inkılâb edecektir. Hattâ diyebilirim ki, başkalarının sükûtî medreselerine nisbetle sizin gürültülü olan medreseleriniz bir ilmî mebuslar meclisini gösteriyor. İmam arkasında fatihalar okuduğunuz zamandaki semâvî ve rûhânî vızıltılarınızda, mezhebî ve kavmî mahiyetinizdeki istidat, meşrutiyet sırrına kaderin bir îmâ ve nişanı vardır.

    "İnsan için çalışmaktan başka yol yoktur" sözünün öteki ifadesi, şahsî teşebbüstür. Her kemâlin kurucu ve koruyucusu olan cesaret ve millî namus emrediyor ki, şimdiye kadar nasıl maddi şecaatte terakki ettinizse, şimdi de akıl ve medeniyet meydanında millî namusu çiğnetmeyiniz. Millî duyguların mâkesi olan, kıymetinizin ölçüsü olduğu halde ihmalinizle gayet çapraşık bununan diliniz, tûbâ ağacı gibi bir ağacın tecellisine müstatken, böyle kurumuş, perişan ve edebiyatsız kalmış olduğundan, diliniz sizden millî hamiyete şikâyette bulunuyor. İnsanda kaderin sikkesi sikkesi lisandır. Anadil tabiî olduğundan, kelimeler zihne kendiliğinden gelir. Zihin çatallaşmaz, O zihne giren bilgiler taş üzerinde oyulmuş gibi bâki kalır. Millî dille görünen herşey hoş gelir. Millî hamiyetin bir misalini size takdim ediyorum. O da Mutkili Halil Hayâlî Efendi'dir. Millî hamiyetin her şubesinde olduğu gibi, dil alanında da dilimizin esası olan elifbe, sarf ( = gramer ) ve nahvini ( = sintaksını ) vücuda getirmiştir. Hakikaten Kürdistan madeninde böyle bir hamiyet cevherine ratgeldiğinden, istikbalimizi onun gibi birçok cevherler ışıklandıracaktır.

    İşte bu zat bir hamiyet örneği göstermiş ve tekemmüle muhtaç dilimize bir temel atmıştır. Onun izinden gitmeyi ve temeli üzerine bina kurmayı hamiyet sahiplerine tavsiye ediyorum.

    Bedîüzzaman Saîd-i Kürdî


    Kürt Said'in tam bir Kürt milliyetçisi olduğunun bu yazıdan daha kesin bir tanığı olamaz. Böyle olmayıp da, yalnız geri kalmış Kürtleri kalıkındırmak amacı gütseydi, onlara "Bilgi sahibi olun" demekle yetinir, medeni ve ebedî Türkçe dururken, millî dil diye kaba ve iptidaî Kürtçeyi tavsiye etmezdi. Meşrutiyetin memlekette yaptığı sarsıntıdan ve otoritenin zaruri gevşemesinden faydalanarak, Türkiye'yi parçalamak ve kendi cemaat gayelerini gerçekleştirmek isteyen Hıristiyan tebaalar gibi, bu müslüman kardeş de İmparatorluğun bütün yükünü ve çilesini çekmiş olan Türkleri vurmaya çalışıyor. Kendilerine tarih ve şeref uydurmak ihtiyacında olan bütün iptidaî cemaatler gibi, roman kahramanı olan Zâloğlu Rüstem'i ve ancak anası Kürt olan Selâhaddin Eyyubî'yi Kürt kahramanı diye ileri sürüyor. Kürtlerin mevhum meziyetlerinden bahsediyor. Kısacası, onlara devlet kurdurmaya çalışıyor. Tabiî devletin buna müsaade etmeyeceğini anladıktan sonra, Saîd-i Kürd-î adını Saîd-i Nursî yaparak ve Nur risaleleri diye cehlin ve taassubun örneği olan karalamalar düzerek, bir din mürşidi gibi ortaya çıkmaya başarıyor.

    Bizim için şaşılacak nokta, onun şu veya bu davranışı değil, onbinlerce, belki yüzbinlerce gafil Türk'ün, bu cahil Kürd'ün arkasından gitmesi, onun cahilâne ve hâinâne öğütlerine körü-körüne boyun eğmesidir.

    Şimdi bu gafil Türklere hitap etmek istiyorum:

    Siz, Türk ve Müslüman mısınız? Türkseniz, hangi sebeple cahil bir Kürdün ardından gidiyor, onun telkinleriyle kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aranızda "Türkçe de dil mi?" diyen ahmaklar, resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var. Siz ne biçim Müslümansınız ki, cahil bir Kürd'ün telkini ile evlenmeyi lanetliyor, dinsiz çocuklar yetişir de günaha gireriz diye bekâr kalmaya azmediyorsunuz? Putperest olduğunuzun farkında değil misiniz? Bir cahil Kürd'ün sakalını, tırnaklarını, abdest aldığı suyukutsal emanetler gibi saklamak hangi Müslümanlığın, hangi insanlığın, hangi temizlik kaidesinin, hangi şuurun işidir? Uyanın! Radyoyu melekle açıklamaya kalkan bir budalanın müridi olarak eşe dosta, dosta düşmana karşı gülünç olmayın. Müslümanlık, temeli atılmış, büyük bilginlerini yetiştirmiş, tedvin olunmuş bir dindir. Onun yeni baştan açıklanması için Kürt Said gibi maskaralara ihtiyaç yoktur.

    Bana bu yazıyı yazdıran, Trabzon'dan yollanan acayip bir nesne oldu. Çok küçük boyda, 8 yapraklık bir broşür olan bu nesne, hangi basımevinde basıldığı belli olmayan bir Said-i Kürd-î reklamıdır. Gönderen, O. Nuri Kurt adında tanımadığım birisidir. İçinde Kürt Said'in sayıklamalarından parçalar var. İkinci yaprağın ikinci yüzündeki şu hezeyana bakın:

    "Aziz, sıddık kardeşlerim:

    Siz kat'î biliniz ki, risâle-i nur şakirtlerinin meşgul oldukları vazife rûy-i zemindeki en muazzam mesâilden daha büyüktür."

    ***

    Evet! Sizin vazifeniz cidden büyüktür. Haçlıların, bozuk iradenin, azınlık ihanetlerinin yıkamadığı Türkiye'yi cehaletiniz, gafletiniz ve hamakatinizle yıkacaksınız. Türklüğü inkâr ederek, şeriati Anayasa ve Medenî Kanun durumuna getirerek, evlenmiyerek, yalnız kalan kadınları evlere tıkarak, eski yazıyı getirip Arapçayı resmi dil yaparak, İslâmiyetten önceki tarihimizi küfürdür diye kitaplardan kazıyarak Türklüğü yıkacaksınız. Bunu yaparken, ölü Stalin'le, sağ Makaryos'un müttefiki olduğunuzun asla farkında olmıyacaksınız. Müslüman geçindiğiniz halde Peygamber'in "Evlenip çoğalınız" anlamındaki hadîsini hiçe sayarak, Kürt Said'in evlenmemek hususundaki hezeyanlarına baş eğmekle kimin ekmeğine yağ sürdüğünüzün farkında olmıyacak kadar acınacak yaratıklarsınız.

    Neymiş o sizin meşgul olduğunuz büyük vazife? Bir odaya kapanıp Kürt Said'in hezeyanlarını okuyarak kendinizden geçmek mi? Bu zavallı ve gülünç halinizle siz, aslında ruhî tababetin ve marazî ruhiyatın konusu olabilirsiniz. Kendisi genç ve güzel bir kadın olduğu halde, ihtiyar, çirkin ve kör bir zenci ile evlenen Amerikalı artist gibi anormal zevk sahipleri dünyada seyrek görülen nesne değildir. Sizinki de kendi içinizde kalsa, Türklüğün aleyhine yönelmese, belki böyle sayılabilir. Fakat Cennet va'di ile gafilleri avlıyor, onların milli duygusunu yıkıyor ve Türklükten ayırıyorsunuz. Araplarla aramızda bir dâva oldu mu, mutlaka Arapları haklı buluyorsunuz. Türk - Arap savaşı olursa, "Din kardeşime silâh çekmem" diyorsunuz.

    İşte, sizin üstadınızın kimliğini kendi yazısıyla gösterdim. Onun bir Kürt milliyetçisi olduğu apaçık ortaya çıktı. Bu açıklamadan sonra, gerçeği kabul edip de Türklüğe dönerseniz, hoş... Yine eski sapıklıkta inat ederseniz, sizin vicdanınızdan şüphe etmeli..."




    Ötüken Dergisi, 7 Mart 1964, Sayı: 109

    Nihal Atsız
    (08.10.2011 12:11)

iknowthepiecesfit

    "Bütün kapılar kapandı, dışardayım
    Birden karşıma çıkmayın korkuyorum
    Uykusuzum fena halde, sokaktayım
    Karanlık bastırdı mı bozuluyorum

    Fena bir yerimden koptuğum doğru
    Kendimden çok fazla yaşamaktayım
    Nereye bağlanacak bu işin sonu
    Aslında ben kimim meraktayım

    Bütün kapılar kapandı, sokaktayım..."
    (23.09.2011 02:06)

babanın kanser olması

    insanın tüm dünyasını alt üst etmesi dışında hiç de düşünüldüğü gibi gerçekleşmeyen bir felaket, bir kerbela, bir can acısıdır.

    babamın dördüncü ve son evresine gelmiş bir mide kanseri hastası olduğunu öğreneli 18 gün, babam 8 saatlik bir ameliyatın sonunda yoğun bakıma şuursuzca inleyerek götürülürken gözlerim kararalı 15 gün oldu. tek damla göz yaşı dökmedim. böyle olacağını hiç sanmazdım.

    babamın aksi karakteri onu her konuda titiz ve aşırı şüpheci davranmaya ittiğinden midir, eczacı olmasından mıdır, eski toprak olmasından mıdır, sıfırdan başlayıp kendisine koca bir dünya kurabilecek kadar civan bir adam olmasından mıdır bilmiyorum ama ben babamın ağır bir hastalığa yakalanarak can çekişeceğini hiç beklemiyordum. ölecekse de bir gün hastalık yüzünden değil başka bir şekilde olacağını düşünür üzülürdüm hep. günler boyu ağlayacağımı, zaten mütemadiyen isyan ettiğim bu dünya düzeninin köküne kibrit suyu döküp gemileri yakacağımı, nefret ettiğim akrabalarımın hepsinin suratına tüküreceğimi düşünürdüm. hiç biri olmadı.

    hasta olunca doktora gitmeyen, kendi ilaç tedavisini ben bildim bileli hep kendisi yapan babamın zamanında doktorlara neden ağzına gelen her küfürü saydığını şimdi anlıyorum. babamın hayatı söz konusuyken organ başına fiyatlandırma yapan, cerrahi operasyonun hiç bir evresi için size net bir şeyler söyleyemeyen, çoğu zaman yuvarlak laflarla ve tıbbi terimlerle size anlattığı şeyin tek kelimesini bile anlamamanıza sebep veren bu adamların içinde iyi niyetli birisini bulmanın şanstan ibaret olduğunu görüyorum. ceraahlığın yarı yarıya kasaplık olduğunu ve en büyük meselenin para olduğunu görüyorum. komünist damarım şişiyor. doktora dalacak gibi oluyorum. gözlerim kararıyor. ikinci kez.

    her doktor ayrı bir şey söylüyor, en ileri teknolojinin kullanıldığı özel filmler çekiliyor, doktorlar yine de babamın karnını açıp bakmadan belirli bir şey söyleyemeyiz diyorlar. "o filmler ne boka yarıyor o zaman?" diyorum. "şaşırmamak için" diyorlar. şaşırıyorum. doktorların yarısıyla kavga ediyorum. dayım, amcam, annem bana gübreymişim gibi bakıyor. birisi "salak" diyor, birisi "dengesiz", birisi "sana çekmiş işte!"

    57 yaşına kadar tüm yaşıtlarının maşallah dediği, resmen delikanlı gibi olan babam 61 yaşına geldiğinde kalp, şeker ve kanser hastası oldu. bunca zamandır arkamda olmasının nasıl bir güven hissi verdiğini onu kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldığımda anladım. babam olmadan ben ufacık bir çocuğum, 27 yaşında bir sümsük... elimden hiç bir iş gelmez. ben henüz en iyi atışımı yapmadım baba, beni bekle, bir şeyler olduğumu gör, evlendiğimi gör istiyorum. sana diyemiyorum ama bil işte.

    gel gör ki ağlayamıyorum. ablam ağlıyor, annem ağlıyor. ben daha tek damla göz yaşı dökmedim. tüylerim her dakika diken diken oluyor, bazen nutkum tutuluyor, bazen gözlerim boş boş bakıyor, bazen iç çekip nerede olduğumu unutuyorum, bazen fark etmeden 3 sigarayı peş peşe yakıyorum ama ağlayamadım hiç. bir ağlasam durabileceğimi de sanmıyorum.

    babam dediğim bu adamın bana oğlum demesine bu zamana kadar hiç dikkat etmediğimi fark ettim. şimdi babamın bana oğlum demesini sağlamak için saçma sapan yerlerde söz kesip bir şeyler diyorum. bana seslensin de oğlum deyişini duyayım diye. demiyor bazen, selim diye sesleniyor. üzülüyorum. bir gün gelip de bana oğlum diyecek, gerçek manasında bu kelimeyi kullandığında garipsemeyeceğim ya da samimiyetini tartmayacağım bir adamın olmayacağını, bu koca adamın gözlerinde silüetimin olmayacağını düşünmek benim canımı fena halde sıkıyor.

    yanına gittiğimde sıklıkla bana sigara vaazı veriyor. 40 yıl hiç kesinti yapmadan sigara içmiş olan bu adam artık sigaranın zararlarını bana anlatıyor. iki lafından biri sigaraya söver tarzda. en sonunda da cebimden bir sigara çıkarıp ona vermemi istiyor. veriyorum. yakmıyor sigarayı. burnuna götürüp kokluyor. "kanser oldum ama bu namussuzun kokusunu duyunca hala burnumun direği sızlıyor" diyor. geri uzatıyor sigarayı. gözlerine bakıyorum, moral olsun diye suratımda dozunu bir türlü ayarlayamadığım garip bir sırıtışla yeşil gözlerine bakıyorum, boş boş bakıyor bana. belki niye salak salak sırıttığımı anlayamadığından, belki gözlerimde içimdekileri gördüğünden, boş boş bakıyor.

    nefret ettiğim, ilk fırsatta suratlarına tükürmek istediğim akrabalarım geliyor ziyarete. el öpme, tokalaşma, selamlaşma derken hepsinin dediklerine "amin" ya da "inşallah"demekten başka bir şey yapamıyorum. babam bu akrabalarımıza bana gösterdiğinden daha çok ilgi gösteriyor, kırılıyorum. uyuz oluyorum, basıp arkadaşlarıma gidiyorum. aklım evde, suratsız suratsız oturuyorum. ne yapıyorum pek farkında da değilim. hiçbir şey düşündüğüm gibi olmuyor. ne kadar çocuk olduğumu düşünüyorum. büyüyorum.

    herkes acil şifalar diliyor, ben aciliyetinde değilim. isterse 10 yıl sürsün, ben razıyım, şifa denen şey varsa eğer, o bizi bulsun da, ne zaman bulursa bulsun. "allah'ın biz kullarına bahşettiği sabrın en gerekli olduğu zamanlar bunlar" diyor amcam. sabır diliyor, dua edin diyor, camiye çağırıyor beni. iyyakenabüdü diyerek babamı iyi edeceğimi sanmadığımdan, bir yalan atıp kaçıyorum. amcam bozuluyor. ben dünyanın düzenine sövüyorum.

    sözlük, yazarım yazmasına da, canım çok sıkkın. iç dökmek iin geldim. az birazını döktüm. hayatımda ilk defa benim için gerçekten vazgeçilemeyecek derecede önemli bir şeyi kaybetmekle yüz yüzeyim. benim parçam, benim atam, benim babam. ölümün gözlerinin içine bakıyorum. orada kendimi görsem hiç korkmazdım. gördüğüm insanın hayatı için kendi canımı vermeye de razıyım. ama işler öyle yürümüyor bu dünyada. isyan ediyorum, her zamanki gibi.

    en beterinden korkmayan ben şimdi çok korkuyorum. salak şiirlerdeki dizeler kadar salak bir şekilde, ışığın düğmesine uzanamayan bir çocuğun karanlıktan korktuğu kadar çaresizce; karanlığın ortasında, çok korkuyorum.
    (09.06.2011 01:20)

tecavüz edenlerin hadım edilmesi

    suçluları psikopat canavarlar olarak gören ve bu sayede kendisini rahatlatan insanoğlunun, ağzından salyalar saçarak "çüklerini keselim" diyen kadınlara kulak vermek gibi bir hata yapması sonucu vardığı nokta. hadım etmek = çük kesmektir. ha kestiniz, ha ereksiyon olmasını sonsuza kadar engellediniz, arada fark yok. nokta.

    tecavüzcü dediğimiz adamların hepsi önlerine gelen her kadını becermek isteyen canavarlar değildir. çok kızmış kadınlarımız bunu idrak edemeyeceklerdir, o yüzden uzatarak anlatmıyorum lafı. basit haliyle mesele budur.

    17 yaşında aşık olup sevgilisine bekaretini veren kız, bu olayın akşamında aldatıldığını öğrenir ve intikam almak için polise ihbarda bulunur. sonuçta erkek kişi suçsuz olduğu halde reşit olmayan kızla ilişkiye girmekten yani pedofili suçundan içeri girer ve hapishanedeki hükümlüler tarafından da çeşitli şekillerde tecavüze uğrayarak senelerce yatar. işte adalet budur. hadi keselim çüklerini. he canım zaten kızgın kadınların adalet duygularına güvenmek tek derdimizdi.

    başka örnek vereyim; zeka geriliği olan insanlar belki sizinle muhabbet edemez, belki kitap okuyamaz, belki fizik, kimya öğrenemez ama cinsel dürtüleri olduğu için önlerine karşı cinsten birilerini koyup biraz yalnız bırakırsanız olacaklara şaşırabilirsiniz. çünkü zeka geriliği söz konusu olsa da bir cinsel organı ve yeterli hormonu olan insan bedeni, cinsel dürtülere de sahiptir. birisine tecavüz edebilir. zeka engelli bir insanın çükünü kesmeye ne dersiniz?

    her suçta olduğu gibi, tecavüz suçunda da seviye vardır, hükümlünün ruh hali ve iyileşme süreçleri vardır. otu vardır, boku vardır. bu mesele "tecavüzcülerin çüklerini kesmek lazım" mantığıyla çözülmez.

    hapishaneler insanlar için var. asla oraya girmeyeceğini düşünen "elit" insanlar, sadece yazı yazdıkları için 2 yıldır tutuklu olarak içeride yatanları unutmasın. içerideki herkesin suçlu olmadığını, bazılarının hakikaten suçsuz olduğunu hiç unutmasın.
    (04.04.2011 22:50)

vladimir

    en son tanımını 4 ay önce yapmış olan vampircik sözlük'ün en iyi yazarlarından. başka yerde yazıyorsa en azından haber etmesi gerektiğini iletiyorum kendisine.
    (30.03.2011 03:58)

zeyuna

    en son girisini 8 ay önce girmiş, sözlüğün en eski yazarlarından.
    (30.03.2011 03:53)

samjaza

    sözlükte adamakıllı yazı yazanlardandı. görünürlerde yok.
    (30.03.2011 03:51)

kandan adam

    sözlükte aradığım bulamadığım adam. sözlük adına büyük, çok çok büyük kayıp.
    (30.03.2011 03:48)

goodboyum

    hakiki sözlük yazarı. hep yazmak istediğim ama hiç yazamadığım gibi yazan adam.
    (30.03.2011 03:38)

vampircik artık türkçe

    gördüğüm kadarıyla şuna benzeyen bir uygulamaya yol açmış yeni etkinlik;

    + eveet, canımız çok sıkılıyo demiştiniz değil mi? şimdi şu 100 kilo pirincin tanelerini tek tek sayın bakayım canımcıklarım, hadi kolay gelsin size.

    (aradan 1 yıl geçer)

    - saydık abi 10.234.546 adet pirinç var burda. canımız sıkıldı ama yine.
    +tamam o zaman, şimdi o pirincin taşını ayıklayın bakıyım. en çok pirinç ayıklayan rekortmen olcek!
    - yehuu, fiüü, süper...
    (30.03.2011 03:33)

12 eylül 2010 anayasa değişikliği referandumu

    başka bir yerdeki yazımdır, burada da paylaşmak istedim.

    "bu referandumda evet oyu veren herkes gerizekalı mıdır? yani bu onların anlama kapasitesinin, zekasının aşağılığından mı kaynaklanıyor? hiç sanmıyorum. ben bu referandumda neye oy verdiğini bile bilmeyen insanların gerizekalı olduğuna inanmıyorum. "biz" cahiliz. tepeden tırnağa cahil"iz". ben ve sözlükte yazanlar da dahil olmak üzere, chp refleksiyle hayır verenler de dahil olmak üzere, akp refleksiyle evet diyenler de dahil olmak üzere, tepeden tırnağa, zil zurna cahil bir halkız. okumuyoruz ve kendimizi eğitmiyoruz. araştırmıyoruz ve öğrenmeye de niyetli değiliz. kimselerin bize bildiklerimizin aslında gerçekler olmadığını söylemesini istemiyoruz. rahatımızın bozulmasına hiç katlanamıyoruz. işten eve dönerken kullandığımız sokağı hiç değiştirmek istemiyoruz. küçük dünyamızda öyle rahatız ki, kimseler elleşmesin istiyoruz... fırat diye bir karikatür var ya hani, enee diyor, herkes ne sevimli diyor. ben o karikatürdeki fırat'ı içim acıyarak ve annesine büyük bir nefretle söverek okuyorum. çünkü orada türk tipi çocuk yetiştirme rehberi görüyorum. anne çocuğunu sürekli dizinin dibinde tutabilmek ve her istediğini yaptırabilmek için fırat'ı sürekli feci şekilde korkutuyor. oraya gitme öcü kapar, erken uyumazsan gulyabani gelir seni alır, çok şeker yeme çükün düşer... çocuk tüm gününü öcülerden, gulyabanilerden, çükünün düşmesinden korkarak ve bu korkular yüzünden sokakta oyun bile oynayamayacak hale gelerek geçiriyor. fırat büyüdüğünde ömrü boyunca kendisine öğretilenin dışında bir şey yapmaktan köpek gibi korkan, özgüvensiz, sümsük bir insan müsveddesi olacak. buna üzülüyorum.

    demokrasi ile yönetilen toplumlarda her zaman en çok sömürülen ve en çok manipüle edilen kavram özgürlük kavramıdır.

    hep takıldığım bir soru: nedir özgürlük? siyasi iktidara göre mesela başörtüsü ile üniversiteye girebilmektir. gerçekten öyle mi? bakalım.

    imam gazali geleneğinden gelen bir dini anlayışın etkisiyle büyümüş bir türk vatandaşı; felsefe zararlıdır diyen, filozoflardan nefret eden imam gazaliyi bile okumaz, bilmezken felsefeyi ne kadar bilebilir? felsefe bilmeyen adam özgürlüğü ne kadar tartışabilir?

    size sorularım var, hem de bir sürü!

    şimdi düşünün, doğumundan itibaren ailesi ve çevresi tarafından müslümanlıkla, islam fikriyle yetiştirilmiş, her sorgulayışında kendisine sorgulamaması tembih edilmiş, türk denen bir ırkın mensubu olduğu bin bir türlü efsane ve tarihi olaylarla desteklenerek dedelerinden beri beynine işlenmiş, tüm ömrü boyunca bu fikirler dünyasının ağırlığı altında yetişkinliğine erişmiş, el öperken el öptürmeye başlamış, kendisine verilenin dışında bir şey almamış ya da almasına izin verilmemiş, çocukluğundan beri korkutulduğu için korkmaya alışmış, internet ya da televizyonu 40 yaşındayken görebilmiş bir insanın aklı ne kadar özgürdür? her darbede kütüphanesi yakılmış, bin bir türlü yazarın kitaplarının yasaklandığı yıllarda üniversite bitirmiş, muhalif hiçbir şey okumasına izin verilmemiş, doğru düzgün kitap bile okuyamadan üniversite mezunu edilmiş, ömrü boyunca osmanlı destanları okumuş bir insan, osmanlı devletinin neredeyse 300 yıl süren anadolu coğrafyasındaki zulmüyle yüzleşirken ne kadar özgür davranabilir? bu insan gerçekler karşısında aklını ne kadar özgür bırakabilir? aklının iplerini nasıl salabilir? ve aklı özgür olmayan bir insan, üniversiteye başörtüsüyle girmekte özgür olsa kaç yazar? aklı özgür olmayan bir insan seçimlerde istediği partiye oy vermekte özgür olsa kaç yazar?

    seçip seçebileceği chp ve akp'den ibaret bir insan gerçekten özgür müdür?

    bir insanın aklının özgür olması demek; bir insanın küçüklükten itibaren okuması gereken şeyleri okuması demektir ki bu da aklının algı kapılarını aralamasına yardımcı olacak fikirleri damardan alması demektir. hayatı boyunca edebi eserlere hiç ilgi duymamış, bu alanda kendisini zorlayan bir öğretmene ya da aile yapısına sahip olmamış, dünyanın en büyük yazarlarını, en büyük düşünürlerini okumamakta direnç göstermiş bir türk vatandaşı rus milletinin içinden çıkan dostoyevski'yi, apayrı bir dünyadan; amerikalı cummings'i, çek bir baba, yahudi bir anneden doğan ve avusturyada okumuş kafka'yı tanıyamaz. ve kendisiyle tamamen farklı kültürlerden gelen bu adamların tüm insanlığın tahlilini nasıl da yaptığını, kendisine nasıl da benzediğini göremez. aslında insanoğlu denen şeyin çoğu konuda her memlekette ve her dinde aynı olduğu fikrine uzak kalır. türklükle, islamiyetle, osmanlıyla uzaktan yakından alakası olmayan sokrates'in savunmasını okumayan adam onlarla ortak bir adalet bilincine sahip olduğunu nasıl algılayabilir? müslüman ya da yahudi, türk ya da ispanyol, aslında özünde hiçbirinin farklı olmadığını nasıl görür? evrensel kavramları millilikten nasıl kurtarır? sorgulayan ve acımasızca eleştiren nietzsche'den bihaber insan kendi yönetimini sorgular mı?

    kendisine tüm dünyanın insanlarının fikirlerini, zihinlerini afişe edecek bu eserlerden uzak kalan insan küçük dünyasının dar sokaklarında bir oraya bir buraya koşturur durur ancak. işine her gün aynı saatte aynı yoldan gider ve her gün aynı eve döner. öldüğündeyse, yaşadığı şehre dair bildiği tek sokak, işine gidip geldiği sokaktır. başka sokaklara girmeye hiç cesaret etmemiştir ya da o gün işten eve dönerken çok yorgundur, macera aramak istememiş ve yine bildiği yoldan gitmiştir evine...

    bu insanlardan, kendimizden, ne kadar özgür olmalarını bekleyebiliriz?

    özgür olmayan, olamayan, olmasına izin verilmeyen her insan cahildir. ve cahillerin oyuyla demokrasi olmaz. doğru. çünkü cahil insan, aklı özgür olmayan insandır. aklındaki ipleri çeken bir siyasi lider mutlaka vardır ve o ne derse ona inanır, manipüle edilir, kullanılır.

    aklı özgür olmayan insan, seçip seçebileceği akp ve chp'den ibaret olmasına rağmen, özgür iradeyle oy verdiğini düşünen insandır."
    (14.09.2010 03:20)

türkiye de siyasi anlayışın sığlığı

    ekşi sözlük'ten otisabi'nin açtığı iki başık aslında durumu gayet güzel özetliyor.

    (bkz: yetmez ama hadi bari)
    (bkz: valla hiç kusura bakmayın ama yani hayır)

    budur bizim anlayış. siyaset dediğin de aslında koyunlar için yapılandır. akp tokat mitinginde yaşanan komediyi unutmayın.

    rte: kılıçdaroğlu'nun başörtüsü meselesini çözeceğine inanıyor musunuz?
    kalabalık: eveeeeeeet!

    söz biter, biter şarkı, referandum kalır. koyunlar melemektedir.

    öyle işte.
    (03.09.2010 00:53)

sayfa: 1-2-3...-123

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.