herkes kalemleri bıraksın

    bu temanın "kendini niye unutmadın?" "arkadaşın camdan atlasa sen de mi atlayacaksın?" "evet (özel isim), arkadaşının kaldığı yerden devam et" "gülünecek bişey varsa söyle hep beraber gülelim" varyasyonları da lise öğretmeni edebiyatının tanınmış örneklerindendir.
    (01.11.2007 22:59)

la campanella

    franz liszt'in etüdlerinden biridir. etüd denince akla kazanım gelse de bu etüd için garantilenebilecek yegane kazanım yolunan saç-baştır. çağımızın ünlü piyano ustalarına dahi (yundi li, evgeny kissin ve daha niceleri) canlı performanslarda kök söktürür, hatalı notalar birbiri ardına kulağınızda patlar. bir paganini teması üzerine kurulu eserin esas amaçlarından üçüncüsü, çalışanlarına büyük aralıkları seri biçimde atlayabilmeyi alışkanlık haline getirtmektir. ikincisi, winamp'ta loop'a alınarak günde 22 tekrar yapmak; birincisiyse piyanonun kapağını bir daha açmamak üzere kapatmanızı sağlamaktır. ancak azim ve foseptik kemirgeninin bir araya gelişinin sonucunda gözlemlenmiştir ki, hakkını vererek çalışılması sonucu nice yeni yetenekler ceplerinize dolacaktır. vaktinde kinetix reklamına fon olmuşluğu da vardır.
    (01.11.2007 22:51)

canistan

    yusuf atılgan'ın üçüncü ve son romanı (diğer ikisi için; anayurt oteli, aylak adam). yazar, bir kalp krizi vasıtasıyla yaka paça öte tarafa taşındığındandır ki canistan bitirilememiştir. usta, bu yapıtında aylak adam ve anayurt oteli'nin aksine ne öyle derin karakter çözümlemelerine girmiş, ne de şehir insanının yabancılaşma sorununa değinmiştir. zira manisa köylerinde bulunuyoruz.

    karakterlerin, örneğin anlatının hayli büyük bir kısmını oluşturan selim'in dış görünüşüyle dahi alakalı bir ipucunun verilmeyişi, hafızanızda karakterlere dair anayurt oteli'nin zebercet'inden kalanların ancak cebindeki kestanelerden birkaçı kadarının kalmasına, kitabın 76 sayfada kalmış oluşu da bu yeni tanıştığınız ve yakından tanıyamadığınız karakterlere adab-ı muaşeret gereği "daha karpuz kesecektik?" demenize sebep olmaktadır.

    tüm bunlara rağmen canistan okuyucuyu doyurmayı başarmıştır. yusuf atılgan'ın kendine has, buram buram obsesyon kokan yalın olduğu kadar da etkileyici üslubu; canistan'da da kendini gösterir. yarım kalmışlık hissiyatını göz ardı ettirmeyi başaracak kadar doludur bu yapıtı da. keza yusuf atılgan'ın elinden çıkan bir alışveriş listesi dahi olsa okumaya değer diye düşünür bach efendi.
    (01.11.2007 22:25)

pinhani

    son dönemdeki ipini koparanın grup kurup albüm yapma furyası göz önünde bulundurulduğunda gürültü ve görüntü kirliliği yaratmak dışında bir iş yapan (bildiğim) tek grup. biraz bülent ortaçgil, üstüne birazcık ezgi'nin günlüğü sosu, bol bol da özgünlükle servis ediniz. yeme de yanında yat. olmasalardı, az daha ülkesinde müziğin hepten bittiğini düşünmeye başlayacaktı bachmaninov.
    (18.05.2007 22:01)

henüz dostunuz yok

ankara üniversitesi hukuk fakültesi

    Öğrencisinde "öğrenci"den çok "devlet memuru" psikolojisi yaratan, garip, karanlık, kasvetli bir kurum.
    (18.05.2007 12:15)

coup de grace

    fransızca'dan "merhamet vuruşu" (coup: darbe/vuruş, grace: merhamet) diye çevrilebilecek sözcük. "ku dö gras" diye okunur. çaresiz bir hastalığa yakalanmış ya da kendisini acılı ve yavaş bir ölüm bekleyen ağır yaralı kimselere uygulanır. d&d masaüstü oyunlarında da geçen bir terimdir. *
    (17.05.2007 11:04)

egemenlik

    16. yy'da ortaya çıkmış (1530-1596 yılları arası) bir kavramdır. jean bodin'e göre "parçalanamayan, başkasına devredilemeyen, kendi içinde hiçbir sınır tanımayan en üstün buyurma gücü"dür ve bu egemenlik, kralındır. dönemin fransası'nda imparatorluğun en büyük rakibi olan papalık ve feodaliteye karşı savunulmuştur.

    1789 devrimiyle beraber egemenlik, burjuva aydınları tarafından "kayıtsız şartsız milletin" olarak tanımlanmış, ve eklenmiştir: "milleti de biz temsil ederiz!". *
    (17.05.2007 10:59)

ertuğrul özkök

    köşe yazılarına denk geldiğim o talihsiz güne değin böylesi bir zihniyeti ancak aşırı derecede karikatürize edilmiş bir... (nasıl desem) sermaye ve sermayedar sevicisi (sermayefili mi desek şuna? yok herhalde böyle bir tabir) düşünmem söylendiğinde canlandırabilirdim aklımda, ki o da bu kadar tumturaklı olamazdı. kendisinin yüzyılımızın en esaslı şakası olduğunu düşünmekteyim. hah hah hah! ertuğrul Özkök! ilahi kapitalizm, komik adamsın hakkaten, iyi espriydi.
    (17.05.2007 10:37)

laiklik

    dini kurumların nüfuzunun hayli yüksek olduğu ülkelerde (osmanlı imparatorluğu, fransa, vb.) burjuva devrimleri sürecinde ruhban kesiminin egemenliğini kırmak adına verilen çetin mücadelelerin sonucunda kurulan devletlerin, coğrafyadaki "egemen" (bu egemen sözcüğünü ne kadar vurgulasak az gibi görünüyor) dine ve dini kurumlara karşı takındığı katı tavırdır. bundan ötürüdür ki laiklik şiarının benimsendiği devletlerde dini çevrelerin ve kurumların siyasal alana musallat olmalarının engellenmesi , mevcut egemenlerin konumlarını kollamaları açısından olmazsa olmazlardan biridir. hele ki islam gibi toplumsal ve siyasal yaşamın her alanına el atan bir inanç söz konusu olduğunda bu engellerin daha da katılaşmasından doğal bir şey yoktur. türkiye cumhuriyeti devleti sınırları içinde "sadece müslümana mı yetiyor gücünüz?" gibi bir mazlum edebiyatı, laikliğin ne olup ne olmadığı konusunda net bir fikre sahip olamamaktan, işin özünü ıskalamaktan, kısaca ilkokulda ezberletilen "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması!" ya da lisede biraz evriltilen "din ve vicdan özgürlüğü!" (sözümona) bilgisinin üzerine bir taş daha koyma ihtiyacı duymamaktan ileri gelir. zira türkiye'de burjuva devriminin gerçekleştirildiği zamanlarda islami kurumlara karşı sert mücadeleler verilmiştir, kiliseye karşı değil. ki yine aynı topraklar içinde hristiyanlığın iktidar açısından bir tehdit oluşturduğunu düşünmek dahi nitelikli bir espridir, en efkarlımızı bile şenlendirir.

    söz konusu türkiye cumhuriyeti devleti olduğu zaman, mesele müslümanın görüldüğü yerde imha edilmesi; islamın topyekün bertaraf edilmesi gibi bir anlayış değildir. çatışma, islamın siyasal yönünün vurgusu yapılmaya başlandığında kendini gösterir.
    (14.05.2007 12:52)

merlot

    fikir dünyasından yazılarına yansıyan ışığın bir kenara bırakılması halinde bile, sırf üslubuyla dahi okuyana keyif veren, taşları gediğine koyma işinin uzmanı, bir derin insan.
    (13.05.2007 22:10)

mutlak kulak

    referansa ihtiyaç duymadan duyulan bir tonu ya da notayı doğru adlandırabilme yetisidir. mutlak kulak sahipleri bir kedinin ya da bir elektrik süpürgesinin ya da bir traş makinesinin hangi notayı çıkardığını dahi tespit edebilir. genellikle doğuştan gelen bir yeti olsa da sonradan kazanılma imkanı da yok değildir. wolfgang amadeus mozart, ludwig van beethoven, frederic chopin, franz liszt, tanınmış mutlak kulak sahipleridirler.
    (13.05.2007 10:46)

yanni

    psikoloji mezunudur. müzikal eğitim almamış, bildiğimiz nota yazısını bir kenara atıp kendi notasyon tarzını geliştirmiş, kendine has bir müzisyendir. aynı zamanda mutlak kulak sahibidir.
    (13.05.2007 10:30)

boğaziçi üniversitesi

    güney kampüsünde ders aralarında boğaz manzaralı banklarına oturabilmek için sıra beklenen üniversite. o banklardan birine uyuyup kalan bir amcamız; bachmaninov'u hayatında ilk kez "sinirden gülmek" durumuyla tanıştırmıştır.
    (13.05.2007 01:16)

televizyon

    klasik "özel televizyon kanalı" anlayışının ve yayınlarının insanoğluna ne gibi bir faydasının bulunabileceğini düşünüyor, düşünüyor, işin içinden çıkamıyorum. aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen yer çekimi. net bir tanım yapamayacağım ancak ideolojik bir araç ve bir propaganda ağı olarak televizyonun bu yönünü bir kenara bırakıp; yalnızca kimilerinin iddia ettiği gibi "öğreticilik" sıfatına kesinlikle sahip olmadığının altını çizmek istiyorum.

    televizyon bilinçlendirir! televizyon eğitir! televizyon dünyayı bize anlatır!

    Öyle mi? televizyon bilinçlendirmez, bilgiyi bir parodi haline getirip belleklerimize bilginin çarpıtılmış tortularını serper. Öğrenme, ciddi bir süreçtir. Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için, bu sürecin sistematik bir biçimde ilerlemesi, başından sonuna ciddiyetle takip edilmesi gereklidir. televizyonların sözümona "öğretici" programları neyin nesidir? nasıl bir disiplini izler? sözgelimi bir dönem sonu gelmez bir furyaya dönüşen çocuklara ingilizce öğretmeyi hedefleyen programlar, televizyonun işleyiş mantığını iyi açıklar. her şeyden evvel karakterler renklidir, dünya canlıdır, müzik neşelidir, buyrun eğlenmemek dışında her şeyi yapındır. kimse size program bitene kadar televizyonun başından kalkmamanızı, aksi halde öğrenme sürecinizin kesintiye uğrayacağını ve programın başarısız olacağını açıklamaz. bir disiplin ve dikkat unsuru mevcut değildir. aynı zamanda "öğretici" programımızın bir bölümü başlarken asla ama asla o bölümün başında "eğitimin bütünlüklü bir süreçtir ve belirli bir sistematiği izler, eğer bundan önceki bölümü izlemediyseniz bu bölüm sizin için pek bir değer ifade etmeyecektir" gibi bir uyarı görmeyiz. zira ortada ne bir süreç söz konusudur, ne de "öğretilenler" arasında zerre bağlantı bulunur. gelişigüzel, rasgele, "nefes kesici, canlı, heyecanlı"(!) bir eğitim(!) bizleri beklemektedir.

    eğitim programlarını bir kenara koyarsak bir bilgi iletme aracı olarak televizyon bu konuda ne derece başarılıdır? Örneğin haberler. bilgiyi soğurabilmek için bilgi alınan kaynağın düzenli işlemesi, konsantre olunabilir bir nesne olması gereklidir.televizyon bilgiyi nasıl sunar? yakın zamanda izlediğim bir programdan örnek vereyim, gerisine siz karar verin. arkada devamlı bir müzik (bilgi aktarımıyla müziğin ne ilgisi vardır sorarım?), birbiri ardına sıralanan yüzbinlerce fotoğraf karesi (film şeridi), sürekli olarak değişen, en fazla 3, bilemedin 4 saniye süren kamera açıları (üç ya da dört saniyelik bir zamanda insan neye konsantre olabilir?), sunucunun tuhaf sözcük vurguları... ve tüm bunlar ne içindir? cabbar adlı şahıs mazlum adlı bir diğerini öldürmüştür. iyi, güzel, bir şeyler kapabildik, pek önemliydi hakkaten. teşekkürler televizyon, peki ya görsel, işitsel ve düşünsel açıdan tecavüze uğrayan beynimin tazminatını da ödeme nezaketinde bulunacak mısın?

    televizyon, öyle şahsiyetli ve güvenilir bir araçtır ki bir cinayeti bile şova dönüştürmeden sunamaz. televizyonun başarılı olabildiği tek bir alan vardır, o da içerikten yoksun bir eğlencedir. zira televizyonun tek maksadı, verdiği mesaj ne olursa olsun; eğlendirmektir. dünya her geçen gün daha da yaşanmaz bir hale geliyor olabilir, ama boşverin, koltuklarınıza yaslanın ve eğlenmenize bakın; televizyon sizinledir! gerisini de sakın ola düşünmeyin, zaten biz sizi düşünme zahmetinden kurtarmak adına algısal bir bulamaç bombardımanına tabi tutuyoruz. bizi izlemeye devam edin.

    bir tavsiyem var mı diye sorarsanız, eğer niyetiniz iq'su oda sıcaklığı seviyesinde seyreden bir organizma haline gelmekse, günde sekiz saat televizyon izlemek sizi başarıya ulaştıracaktır.
    (13.05.2007 00:15)

sayfa: 1-2-3...-6

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.