tanburi mustafa cavus

  1. türk sanat mûsikîsi'nin bu önemli xviii. yüzyıl bestekârı hakkında, üzülerek belirtelim ki bilgilerimiz çok sınırlıdır. türk mûsikîsi tarihi ile ilgili belgelerde adı tanbûrî mustafa Çavuş, mustafa Çavuş, tanbûrî, Âşık, Âşık tanbûrî gibi isimlerle anıldığı görülür. doğum ve ölüm tarihleri belli değildir.

    dr. suphi ezgi bazı kaynaklara dayanarak âilesinin kadıköyü'nde oturduğunu, kadıköylü kadı mehmed efendi'nin oğlu olduğunu, bu yüzden "kadı-zâde" adını aldığını söylüyor. refik ahmed sevengil ise, hâfız hızır İlyas efendi'nin "vak'ayi-i letâif-i enderûn" adındaki eserine, fâtih'teki ali emîrî kitaplığı'nda 736 numarada kayıtlı edirneli derviş hüseyin'in (h. 1146) tarihli güfte mecmuasına ve suphi ezgi'nin "tanbûrî mustafa Çavuş'un 36 şarkısı" adındaki eserine dayanarak, xviii. yüzyılın ilk yıllarında doğduğunu ve aynı yüzyılın ikinci yarısından sonra ölmüş olabileceğini ileri sürüyor. bu tahminlere göre mezarının yeri bilinmeyen bu büyük sanatkâr 1700-1770 yılları arasında yaşamış olabilir. esad efendi'nin verdiği kısa bilgiye göre enderûn'dan yetişti ve saray geleneklerine göre "Çavuş" luk rütbesine kadar yükseldi.

    saraydan ne zaman ayrıldığı, ne gibi görevlerde bulunduğu, kimlerden ders alarak yetiştiği bilinmezlik içindedir. her ne kadar kadıköyü'nde doğduğu ileri sürülüyorsa da mustafa Çavuş, gelenek ve göreneklerine bağlı, halk mûsikîsi ve halk şiiri zevkini tatmış, bunu verdiği eserlerde kuvvetle hissettirmiş bir halk çocuğu olsa gerektir. bu nedenle çağının özelliklerine uymayan, şen, şûh, nükteli ve samîmî bir üslûbu ve ilginç bir sanatkâr kişiliği vardır. Şâirâne benliğinden doğan şiirlerine yapmış olduğu besteleri, aynen şiirleri gibi, her türlü özenti ve gösterişten uzaktır. samîmiyetten yola çıkmış, sanat endîşesi ile hareket etmemiştir. Çağının mûsikî anlayışına uymamış, bir eserinin dışında büyük beste formlarında eser vermemiştir. kendi tabiatına uygun olanı yaptığı için, o zamana göre alışılmışlığın dışında kalan şarkılarının sanat değeri çok yüksektir; şarkı formunun en güçlü öncülerindendir. böyle olduğu için mustafa Çavuş, ". . . mûsikîşinas olarak şarkı edebiyâtımızda kendinden öncekilere göre yepyeni bir çığırın ve bugünün anlayışına, zevkine bütün tâzeliği ve heyecânı ile seslenen bir seviyenin sâhibidir. "

    ". . . mûsikîşinas olarak şarkı edebiyâtımızda yapmış olduğu orijinalite kadar, şiirde de kendine mahsus bir çığır açmıştır. kullandığı ölçülerin ritmik inkişâfındaki şekillenmede güzel anlayış ve buluşları vardır. makamlarımızın estetik ve karakterlerini pek güzel anlamış, kavramış ve ifâdelendirmiştir. güfteleri, halk edebiyâtımızın biraz şehir dili karışmış özel örnekleridir; hepsi kendisinindir. Şarkılarında söz ve ses olarak şen, şûh bir lirizm vardır. bâzı bestekârlarımızın üzerinde etkisi olduğu görülür. nihayet mustafa Çavuş, halk sanat ve zevk seviyesini şehir sanat ve zevk seviyesine ustalıkla uygulamayı bilmiş, başarmış en büyük şarkı bestekârlarımızdan biridir. "

    bu şakrak, sevimli, neşeli ve çarpıcı üslûbun anlaşılması ve bellenmesi kolay olduğu, her zevke hitâb ettiği için günümüze altmış dört eseri gelebilmiştir.

    bunlardan otuz altısının notasını dr. suphi ezgi 1948 yılında İstanbul belediye konservatuarı aracılığı ile yayınlamıştır. bu şarkıların otuz beşinin aranağmesini suphi ezgi, "dök zülfünü meydâne gel" güfteli hisar bûselik makamı'ndaki şarkının aranağmesini de udî nevres bey bestelemiştir. birçok eseri de unutulmuştur. eserlerinin biri beste, diğerleri ise şarkı formundadır. bu eserlerinde yürük aksak, düyek, ağır düyek ve raks aksağı gibi usûlleri kullanmıştır.

    mustafa Çavuş aynı zamanda bir hece, yâni halk şâiridir. Şiirlerinde "tanbûrî" mahlâsını kullanmış, sâde ve duru bir türkçe ile özentisiz, duygulu ve sanatlı şiirler söylemiştir. elde bulunan şiirleri gözden geçirilirse şiir geleneklerimiz içinde "edebî sanatlar"a sık sık yer verdiği görülür. gerek mûsikîde, gerekse şiir söyleme sanatında ortaya koyduğu eserler onun "Âşık mûsikîsi" ve "Âşık edebiyatı" ile klâsik mûsikînin arasında yer aldığı ve kendine özgü bir sanatın mensûbu bulunduğu dikkati çeker. enderûn'dan yetişmiş olmasına rağmen mûsikî anlayışını değiştirmemiş, ilhamlarını sanatın dar kalıplarına sıkıştırmamıştır.

    diğer bestekâr şâirlerimizin halk şiiri vâdîsindeki söyledikleri dikkate alınırsa, mustafa Çavuş'un güçlü bir "hece Şâiri" olduğu sonucuna varılabilir.

    bu yönü yeterince araştırılmamış olan bestekârımız şiirlerinden örnekler seçerek vermeyi uygun buluyoruz. İşte "cinaslı" bir şiiri:

    keremkânı efendim gel gül yüze,
    bülbül gibi hasret oldum gül yüze,
    günde yüzün elli kerre görsem de,
    tamahkârım, gözüm doymaz gül yüze.

    nâr-ı firkat yerden göğe erişti,
    burc-u âhım kamer ile buluştu,
    yüz elli yıl ede bâri ömrünü,
    zâhir bâtın yıldızımız barıştı.

    ne mümkindir ben durayım yüz yüze,
    seyreyleyim hâl-i aşkım yüz yüze,
    sultân-ı aşk dergâhında tanbûrî,
    Çek çileni bir gün gele yüz yüze.

    mustafa Çavuş şiirlerinde mûsikîmizde kullanılan bâzı makamların isimlerini başka anlamlarda kullanmış, bunlardan bir takım söz oyunları yaparak aynı makamlardan besteler yapmıştır; meselâ bûselik makamı'ndan bestelediği bir şiirinin son dörtlüğü şöyle:

    mecnûn misalidir hâli,
    sevdiğimi bilir bâri.
    tanbûrî'nin her nağmesi,
    bûselik'tir gül-i zârı.
    muhayyer makamından bestelediği bir başka şiirinin son dörtlüğü ise şudur:

    okundukça beste dilde,
    tanbûrî'yi pek tut elde.
    sen çıkarma, gözle aşkın;
    muhayyer'dir zîrâ perde.

    Şimdi sunacağımız şiirin samîmiyeti, duru türkçesi ve ifâdesindeki güzellik dikkat çekicidir; âdetâ bir kır manzarası çizmiş gibidir:

    İki âhu bir derede su içer,
    dertli âhu dertsizlere dert saçar,
    nazlı yârim nasıl benden vazgeçer ?
    varsın avcı başka avlar avlasın,
    tazıları dağdan dağa yollasın.

    Çıka çıka şu dağları yoruldum,
    ben âhunun gözlerine vuruldum,
    ahum için bu yerlere kul oldum,
    varsın avcı başka avlar avlasın,
    tazıları dağdan dağa yollasın.

    son olarak şu güzel şiirini vermekle yetinelim:

    safâ geldin efendim sen;
    dağ-ı sînem oldu rûşen.
    felekten bir ay-gün doğdu
    nûr ile yer oldu gülşen.

    hüsnün gibi bağ-ı irem,
    bulunmaz ki gönül verem ,
    Şeref burcu açılırsa,
    mâhitabda* belki görem.

    âşık mısın tanbûrî sen ?
    gör kendini , haddin bil sen
    açılırsa gül cemâli,
    nice olur hâlin görsen. "***


    yazılı kaynak: http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Tanburi_Mustafa_%C3%87avu%C5%9F
    (benlicenan 26.07.2007 23:12 ~ 26.07.2007 23:26)


Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.