örgü örmekte kullanılan sivri uçlu alet. modelleri örülen şeye göre değişebilmektedir, örneğin normal örgü şişinin sadece bir ucu sivridir, çorap şişi ise daha kısadır, ve iki ucu da sivridir.
aynı zamanda et geçirilen şişler de vardır, bu şekilde pişmiş ete de şiş adı verilir.
sessizliği çağrıştıran bol rutubetli doğa olayıdır. istanbulun doğal hava ve insan kirliliği içinde tadı çıkmamakla birlikte kırsalda tek başına yaşanılasıdır.
bi sunucu firmasi türkiyede hakikaten internetin yayılmasına baya bi destek olmuş türkiyede internete beli ölçülerde yön verebilmiş bir firma http://www.sis.com.tr
zülfü livaneli' nin senaryosunu yazıp yönettiği, uğur polat, sevtap parman, rutkay aziz, menderes samancılar' ın rol aldığı 1970' lerde riskli kararlar vermekten korktuğu için yargıçlığı bırakıp avukatlık yapan ali fırat' ın siyasal nedenlerle öldürülen oğlunun katil zanlısı olarak suçlanan diğer oğlunu savunmasını anlatan 1988 yapımı film.
istanbul semalarına çöktüğü vakit bir başka korkutucu olan doğa olayı.
çünkü istanbul büyük, çünkü istanbul kayıp, çünkü istanbul derin... boğulmak yok olmak ihitmali her zaman var. bir de sisler içinde yan binanın çatısını dahi göremiyorsanız istanbul'da yalnızlık daha da bir çörekleniyor ruhunuza. bir yanınız sislerin içinde bende kaybolayım bu koca şehirde derken, diğer yanınız hemen dagılsın bu karanlık sis herkes aydınlansın görünür kılınayım diyor.
istanbul bu! insanı bir sis dalgasıyla bile çarpıp bölüp çıkarıyor bir köşeye savuruyor...
tevfik fikret'in abdülhamit'in istibdat yönetimine duyduğu nefretin bir tezahürü olarak ortaya çıkan ve edebiyatımızda ilk defa İstanbul'un güzellikleri yerine çirkinlklerinin anlatıldığı şiirdir. bu eser tipik bir servet-i fûnun şiiridir. zira sembolizm ve parnasizmden etkilenen tevfik fikret "sis" ile aslında devrin istibdat yönetimine dem vurmuştur.
sİs
satrmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,
bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid,
tazyikının altında silinmiş gibi eşbâh;
bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar.
lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,
lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim;
ey sahn-ı mezâlim... evet, ey sahn-ı garrâ,
ey sahne-i zî-şa'şaa-i hâile-pirâ!
ey şâ'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;
Şarkın ezeli hâkime-i câzibedârı;
ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret
perverde eden sine-i meshûf-i sefâhet;
ey marmara'nın mâi deragüşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
ey köhne bizans, ey koca fertût-i müsahhir
ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ;
hâlâ titirer üstüne enzâr-ı temâşâ.
hâricden, uzakdan açılan gözlere süzgün,
Çeşmân-ı kebudunla ne mûnis görünürsün.
mûnis, fakat eıı kirli kadınlar gibi mûnîs;
Üstünde coşan giryelerin hepsine bi-his.
te'sis olunurken daha, bir dest-i hıyânet
bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet.
hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde,
bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffü
yalnız bu... ve yalnız bunun ümmîd-i tereffü'.
milyonla barındırdığın ecdâd arasından,
kaç nasiye vardır çıkacak pâk ü dırahşan;
Örtün, evet, ey hâile.. örtün evet ey şehr;
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..
ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
katil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar;
ey dahme-i mersûs-ı havâtır, ulu mâbed;
ey gırra sütunlar ki birer dîv-i mukayyed.
mâzîleri âtilere nakl etmeğe me'mur,
ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i sûr;
ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
ey doğruluğun mahmîl-i ezkârı minârât;
ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer
te'min edebilmiş nice bin sâil-i sâbir,
geçmişlere rahmet,. diyen elvâh-ı mekabir;
ey türbeler, ey her biri pür-velvele bir yâd,
İkaz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
ey mâ'reke-i tıyn u gubâr eski sokaklar,
ey her açılan rahnesi bir vak'a sayıklar;
virâneler, ey mekmen-i pür hâb-ı eşirrâ;
ey kapkara damlarla. birer mâtem-i ber-pâ
temsil eden âsüde ve fersûde mesâkin,
ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
gam-dide ocaklar ki merâretle somurtmuş,
yıllarca zamandan beri tütmek ne... unutmuş,
ey mîdelerin zehr-i tekazâsı önünde
her zilleti bel'eyleyen efvâh-ı kadide,
ey fazl-ı tabiatle en âmâde ve mün'im
bir fıtrata makrün iken aç, âtıl u âkım,
her nîmeti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı
gökten dilenen züll-i tevekkül ki... mürâyi!
ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtaz,
İnsanda şu nankörlüğü tel'in eden âvâz,
ey girye-i bi-fâide, ey hande-i zehrin,
ey nâtıka-i acz ü elem; nazra-i nefrîn:
ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra; nâmus,
ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâbûs,
ey havf-ı müsellâh, ki hasârâtına râci'
Öksüz, dul ağızlardaki her şekve-i tâli';
ey şahsa -masüniyet ü hürrîyete makrun
bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kanun,
ey vâ'd-ı muhâl, ey ebedi kizb-i muhakkak ,
ey mahkemelerden mütemâd sürülen hak;
ey savlet-i evhâm ile bîtâb-ı tahassüs
vicdanlara temdid edilen gûş-ı tecessüs,
ey bim-i tecessüsle kilitlenrniş ağızlar,
ey şöhret-i milliye ki, mebguz u nıııhahkar;
ey seyf ü kalam, ey iki mahıkum-ı siyâsi,
ey behre-i fazl u edeb, ey çehre-i mensî;
ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeğe me’luf;
eşrâf u tevabi' koca bir unsur-ı mâ’ruf;
ey re's-i fürübürde ki ak hak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tdkîbe koşan genç;
ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i muğber,
ey kimsesiz, âvâre çocuklar... hele sizler!..
hele sizler!
Örtün, evet ey hâile... örtün, evet ey şehr
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..
günümüz türkçe'siyle şu şekildedir:
sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
ey zulümler sâhası... evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
ey marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
ey köhne bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
yalnız işte bu... ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
milyonla barındırdığın insan kılıklarından
parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?
Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
“geçmişlere rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: ayak öpme yolu.
ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar... hele sizler,
hele sizler...
Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!
eve gelirken başka hiçbir yerde görmediğim, şu anda sadece benim sokağımda hükmünü süren doğa olayı. evim yoğun beyaz bir bulutun içine gömülmüş durumda. sokakta yürümek bir düşteymişsin hissini veriyor ya da bir adım sonra duvara toslayacakmışsın gibi sanki. yön duygusu yok. sağın solun, sadece senin sağın solun. yön hissinin kaybolması çok güzel. aklım siste kaldı. dur ben gene çıkayım sokağa en iyisi.
"fikret"in bu isimde bir de resmi vardır. aşiyan'da sergilenmektedir hâlâ. sislerin içinden bir istanbul silüeti belirir. şiirden sonra yapılmış diye biliyorum ben.
öğlenden bu yana istanbul'un her yanını sarmış hava olayı. birçok hava ve deniz seferi iptal edilmiş durumda. 1-2 gün daha böyle olacak diyor tahminler.. bilemiyorum.. ben sokağın ucunu göremiyorum meselâ..
karşıya geçmeye çalışan istanbul' luların anasını ağlatmıştır. eminönü' ne gidersiniz seferler iptal, kabataş' a ya da beşiktaşa gidin derler. tramvaya atlarsınız, yolda anons gelir kabataş da iptal oldu diye. zar zor çalışan bir vasıta bulursunuz ama orda da izdiham söz konusudur. ya allah deyip dalarsınız kalabalığa. ezilmezseniz geçersiniz, ezilirseniz zaten hiç sizin olmamıştır. *
gün itibariyle istanbul'da hayatı çekilmez hale getirmiştir. günün en yoğun ulaşım saatlerinden 8-10 arası vapur ve motorların iptal olmasıyla zaten muhteşem olan şehir trafiği iyice göçmüştür.. bir sislik ihtişamın var işte istanbul.
ilgilisine not: vapur ve motorlar şu an çalışıyor,ancak akşama doğru olan seferlerin iptal edilip edilmeyeceğiyle ilgili sorduğum soruya net bir yanıt alamadım. *
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.