micmacs

güneşli pazartesiler

    bu isimle gösterime girmiş ispanyol filmi içün ; (bkz: los lunes al sol)
    (12.05.2010 11:20)

los lunes al sol

    "ve ben başka hiçbir yere gitmeyeceğim. içkiler bedava bile olsa. ben buraya gelmeye devam edeceğim."
    "bu karınca spekulasyoncu götün teki. ayrıca masalda neden ağustos böceği olarak doğulduğunun sebebi anlatılmıyor. çünkü ağustos böceği olarak doğduysan s.ki tuttun demektir !"

    üst taraftaki 3 satırı yazmazsam içim rahat etmeyecekti şimdi devam edebilirim... 2002 yapımı yönetmen fernando leon aranoa'nın ödüllü filmi. 2002 san sebastian film festivalinde en iyi film ödülü, goya ödüllerinde en iyi film, yönetmen, erkek oyuncu, yardımcı ödülünü filan da almıştır. sadedir, dokunaklıdır. javier bardem'e olan antipatimi törpülemiştir. burada güneşli pazartesiler adıyla gösterime girmiştir.

    --! spoiler !--

    santa ve arkadaşları işsizdir. işsizliğin dünyanın her yerinde aynı şey olduğunu daha filmin ilk dakikasından itibaren anlamaya başlıyoruz. yok ab bilmem ne, hayır arkadaşım. halk ispanyada da halk, türkiyede de halk, halkın sıkıntısının zamanla ve mekanla ilişkisi yok aslında. bir de vuruculuğu şurada, belirli bir yaşı aşmış insanların -kimi çocuklu- işsiz kalışındaki o korkunç duygunun altını çiziyor, yetersizlik hissi, işe yaramadığı duygusu. çalışan bir kadının işsiz kocası olmak, karısının yorgunluktan geberdiği bir işi - balık fabrikası- ve kendisini çirkin, yorgun hissetmesinden mütevellit kocasından günden güne uzaklaşması. adamın habire açılan bu mesafeyi kapayacak bir şey yapmaya takatinin bile olmaması... kapitalizmin hep daha genç, diri, prezantabl insanları alıp kullanıp atması ve orta yaşın şişko, saçı beyazlamış ve bilgisayarı bile doğru düzgün bilmeyen "vasıfsız" adamların dolaylı yollarla ölüme mahkum edilmesi/olması. işçinin işçilikten kovulduğu an tam manasıyla sap gibi bırakılması ortada. tersanenin arazisi için birilerine peşkeş çekilmesi, tayvanda daha ucuza gemilerin yapılacak olması ve hep "aklın sesi(!)" ni seslendiren bir "dost"un ama böyle vıdı vıdı filan yapması. filmi izledikçe ne çok var bu insanlardan dedim ne çok... hem işsiz dertlilerden, hem de ama şartlar hede hödö filan yapan o pislik düzen şakşakçılarından... onlar asla amador'un nasıl yalnız bırakıldığını anlayamazlar neden ya da...jose'nin çalışan karısının ve toplumun karşısında işsiz ve vasıfsız bir işçi olarak nasıl ezilip yok olduğunu, lino'nun neden vapur tuvaletlerinde saç boyasıyla beyazlarını kapatmaya çalışıp oğlunun kıyafetlerini giydiğini iş görüşmelerine giderken. santanın neden "spekülatör karınca!" dediğini , sokak lambalarına saldırdığını, tersanedeki gemiyi kutsadığını ve tüm bunlara rağmen nasıl bazen gülebildiğini, güzellikleri görebildiğini... los lunes al sol herkesin iş bulup eller havaya yaptığı bir mutlu sonla filan bitmiyor. gerçek hayatta da olmuyor çünkü böyle şeyler... umutsuzluk, yalnızlık, parasızlık, aşksızlık nasıl varsa gerçek hayatta ve dahası umut, dostluk, para, aşk nasıl varsa bu filmde de öyle/o kadar var işte...

    --! spoiler !--




    (11.05.2010 18:00)

deniz baykal

    haber okumadığım saatler içerisinde hemen açıklamayı patlatıp " halk isterse dönerim" demiş adam. yuh diyorum başka da aklıma bir şey gelmiyor. az bi soluklan yiğenim bi koltuğun soğusun! vay arkadaş ne sevdalıymışsın başkanlığa ya! hangi halk o seni isteyen? etrafında kümelediğin +65 takımı mı? önce istifa et sempati kazan, mazlum ol. arkasından da çok isterlerse geri gelirim de? nerde kaldı peki şeref, namus haysiyet bilmem ne? yani bu soruyu da yeşillik olsun diye sorduğumu bilin... rodosa da yüzüyordu bir ara nooooöölduu? baykal sen var ya çok çılgın biriymişsin hakkaten. milleti "lan bu adam 71 yaşında değil mi ne kaseti lan?" diye soktuğun komplekse mi yanalım, hadi yedin diyelim bir halt dürüstçe "ya oldu bir şeyler, önümüzdeki maçlara bakacağız, özür dilerim, bi daha olmiyciik söz" demediğine mi? hem istifa et, hem tayyibi suçla hem de arada gülen'e zarf at. maşallah bu kıvraklık köçeklerde bile yok, her saniyesi rezalet olan bir durumun baş aktörü, gider ayak hükümetten habersiz olamaz bu işler diyor komplo diyor. Ankara ankara değil de film stüdyosu sanki. bunu böyle kuru sıkı sallarken yarın bir gün tayyibin de başına gelir bu, dur çok gaza gelmiyeyim hiç mi demiyorsun? etrafında bir tane mi aklı başında adam yok? düştüğü durumu lehine çevirip senelerdir oturamadığı başbakanlık koltuğu hayaline yaklaştığını sanıp yanılan adam... ne diyeyim sana, senden kurtuluş yok mu ya?!

    aklıma gelmişken yazmadan edemiyciim, süper bir bollywood filmi olan ajab prem ki ghazab kahani' de acayip yavşak bir baba figürü var parti başkanı. seçimi bir türlü kazanamıyor. neyse işte oğlu bir kızla evlencek vs.. düğüne bir gün kala gelini kaçırılıyor fidye için, adam tutuşuyor ya işte bir gelinine sahip çıkamadı, ülkeyi nasıl yönetir diyecekler, bir sürü oy kaybedeceğim bu yüzden filan diye. ordan yardımcısı diyor ki "efendim halkımız çok duygusaldır, çıkıp televizyonlara biraz üzülün, sizin durumunuzu görünce asıl üzülüp size oy verecekler, sempati oyları deniyor buna" diyor. baykalın dediklerini filan duyunca aklıma geldi bu sahne, gel gör ki ne burası bollywood, ne de baykal başarılı bir aktör... eee ne demiş üstad fukuyama, kötü film yoktur, kötü yönetmen vardır!
    (11.05.2010 12:41)

deniz baykal

    dünya gözüyle istifasını gördüğüm kişi. şaşkoloz oldum, bakın aday olmayacağını filan açıklamadı, istifa etti yav! bildiğin istifa ediyorum dedi, kendimi çimdikledim filan. bir iki hafta önce kılıçdaroğlu şöyle demişti: sayın baykal partimizin başkanlığına en çok yakışan kişidir ve zaman zaman ayrıldığımız noktalar olsa da uzlaşıya açık bir insandır. ben de; ya kemal bey bu kadar yenilikçiyse niye o zaman istifa etmiyor da yeni bir başka seçmiyorsunuz ya da başkan olmuyorsunuz zaten partiniz seçimlerde dibi görmüş neyi bekliyorsunuz ki? dedim gaz vermek içün. gülümsedi ve lafı hebele hübele gibisinden genel konulara bağladı. meğersem kader ağlarını iki ters bi düz örüyormuş o sıra. kongrede yeniden aday olma ihtimaline karşın yine de sakince beklemekte fayda görüyorum ve kayıt cihazlarına karşı dikkatli olunması gerektiğini belirterek tanımımı noktalıyorum.

    + şoktayım, döncem.
    (10.05.2010 14:03)

hayata dair iğrenç detaylar

    insanların;

    olan biteni gördüğünüz halde gözünüzün içine baka baka yalan söylemeleri...
    sevgileri için zerrece emek harcamamış kişilere iyi davranıp sizi gayet rahat kırabilmeleri...
    iyi niyetin suistimal edilmesi ve yaptığınız iyiliklerin görev haline gelmesi...
    siz x'i kırdım mı üzdüm mü diye kendi kendinizi yerken onun gayet rahat yaşayabilmesi...
    kendi yalanlarına inanmaları, sizi inandırmaya çalışmaları...
    naylondan samimiyetlerinin gayet farkında olduğunuz halde size samimiyet nutukları atmaları...
    her konuda bir şekilde mükemmel olmayı başarmaları, ya da kendilerini kandırmadaki başarılarını size sunmaları...
    her şeyden anlamaları, her konuyu bilmeleri, her konuda bir fikirleri olması, her insanla ilgili yaftalarının olması...
    herhangi bir şeyden yakındığınızda belki sadece canınız sıkıldığı için ya boşver geçer takma demesi gerekirken hemen akıl veren moda bağlamaları, nefretlerini bu şekilde kusmaları, bunu konuşma cesareti gösterdiğiniz için anında haddinizi bildirmeleri...
    her konuda sadece dengenin yanında olup iktidarı korduğu halde muhalifmiş gibi davranmaları...
    olmadıkları gibi olmaya çalışıp bunu asla olmayacaklarından adi bir taklit olarak kalmaları...
    ifşacı yanları ve pornografik halleri...
    sürekli kendizi anlatmak zorunda bırakmaları, lafları farklı yerlerinden anlama başarıları...
    kendilerini övmeleri, çevrelerindekileri övmeleri bunun üzerinden sağladıkları iskambilden özgüvenleri...
    asla biriyle gerçekten yakın olamayacak kadar korkak oluşlarına bin tane farklı isim bulmaları bu esnada size de güven bunalımı yaşatmaları...
    küçük dünyaları ve hesaplarıyla mutlu oldukları halde diğerleri için ancak -miş gibi yapabilmeleri ve bu rolü hakkıyla oynamaları...
    bütün fırsatlarda yaa ben demiştim diyebilecek anları kollamaları...
    insan hayatını bu kadar daraltıp zorlaştırıyor oluşları...
    kendilerini başkalarıyla kıyaslayıp onlar üzerinden aklıyor oluşları...
    bu insanları düşündüğünüzde "ben neyim ki" sorusunu sorduğunuzda "hiç" olduğunuzu hissetmeniz ...

    daha böyle uzar gider...

    edişin: şu kadar geçen zamanda hiçbişeyin değişmeyip daha da katlanarak hainliklerin çoğalması da ayrıca başlıbaşına bi iğrenç detay olarak eklenebilir tabii.
    (05.05.2010 13:03)

zaytung.com

    bir son dakika haberinde şöyle yazıyordu; "meteorolojiden açıklama: serdar ortaç'ın albümü çıkmadan havalar tam ısındı diyemeyiz"

    süper insanlarsınız ya, maşallah valla...
    (05.05.2010 12:39)

who will take my dreams away

    la fille sur le pont'ta kullanılmış ve on numara yakışmış şarkı. marianne faithfull söylüyor.

    sözleri;

    i can't give you all my dreams
    nor the life i live.
    you and i won't friendship miss,
    that's all we got to give.

    who will take your dreams away
    takes your soul another day.
    what can never be lost is gone,
    it's stolen in a way.

    please, don't stand too close to me,
    can you hear my heart ?
    take my woe and lean on me
    when we're not apart.

    now our mission is complete
    and our friends are hid.
    evil things brought down by the light,
    life goes on until the end

    türkçesi için de şöyle bişeyler diyebiliriz,

    ne hayallerimi verebilirm sana
    ne de hayatım, yaşamana
    sen ve ben bitmeyecek dostluğumuz
    herşeyimiz birbirimize sunduğumuz

    kim kaçıracak hayallerini
    ve ruhunu çalacak günaşırı
    asla yitmeyecek olan, yok şimdi
    nasıl da çalındı gitti.

    Durma yanıbaşımda öyle
    Kalbimin sesini dinle
    Derdimi, kederimi al benden
    Birlikte oldukça böyle

    Görevimiz bitti şimdi.
    Ve dostlarımız kayboldu gözden
    Kötülükler ışığa yenildiler. .
    hayat şimdi sonsuza gider.

    dinlemek için de efem; http://www.youtube.com/watch?v=-P6h0btzA5I&feature=related
    (05.05.2010 12:35)

bollywood

kahve markasını değiştirmek

    efendim kapitalizm yüzünden kahve markasını değiştirmek boyu kısa diye at değiştirmek gibidir üstelik dereyi geçerken. naçizane şöyle bir önerim var; kahveyi değiştirmeyiniz, mesela cipinizin markasını değiştiriniz, cep telefonu da olabilir. iphone yerine mesela ankesörlü telefona dönünüz. oturduğunuz muhitten taşınıp halka karışınız. bazı kendini bilmezler kahve markası değiştirip düzene kafa tutabilecekleri gibi çocukça heveslere kapılıyorlar. lütfen, bu anarşik düşünceler üniversite yıllarında bir heves gelip geçen şeylerdir. hem siz mi değiştireceksiniz dünyayı canım? aaaaa! oturuun oturduğunuz yerde, koyunuz bir kahve ohh mis! biz kim miyiz? elbette sizden daha iyi düşünüp karar veren, ve sizi yargılama hakkına da sahip "bir bilen" iz...
    (30.04.2010 14:41)

alesta ferro

    hepimiz gayseriliyiz! değil mi ama?
    noooööllduuu?
    kim çıkarıyo bu lafları yaa kim kim kim?

    (30.04.2010 14:35)

geniş aile

    diziyi izlerken seviniyorum baya, sanki çok sevdiğim bir arkadaşımı görmüş gibi, çikolata ya da abur cubur yiyormuş gibi böyle anlamsız salak bir neşeyle. bitince de acayip üzülüyorum ya bu insanlar neden dizilerde, niye benim babaannem öyle değil? niye mürsel gibi hoop yardır mürsel! diyen bir eniştem yok? niye zekai gibi isyan eden bir ergen gerisi sefil kardeşim yok diye. daha böyle gider bu. bütün karakterlerin tam yerine oturduğu son yıllarda izlediğim en iyi dizi. sadece çok uzun olduğundan oyuncular için üzülüyorum, hoşaf oluyorlardır çekene kadar yav. niye 2 saat? 45 dk, bilemedin 1 saat olsun. yazıktır günahtır bu adamlara. şüküfe sana da uyuz oluyorum bil! her gördüğüne pas veriyorsun öyle bir raddeye geldim ki koyu bilal'e bile üzülmeye başladım.
    bu dizi mesela yaprak dökümüyle aynı kanalda. bu da bana çok komik geliyor. nasıl ya filan diyorum ama öyle işte. yani yaprak dökümündekiler utanıyorlar mı acaba bu bizim yaptığımız dizi mi filan diye? tek geçerim geniş aileyi. bazı bölümlerde tıkansa da cevahirin nooooöööllduuuuuu? demesi yeter. allarazıolsuuün ve koyu bilalin hakkımızda hayırlısı neyse o osssun demesi de on nümero! toptan seviyorum her bir karakteri, bir gün senaryo tıkanacak ve saçmalama başlayacaklar diye de korkmuyor değilim.

    ps: iş bu tanım 25. bölüme kadar izlemiş biri tarafından girilmiştir.
    (30.04.2010 14:24)

işçi bayramı

    ismet özel'in dediğine göre ilk kez istanbulun işgali senesinde kutlanmaya başlamış bayram.
    (30.04.2010 14:12)

marilyn monroe

    yapı kredi yayınlarından "marilyn'i kurtarmak" isimli bir kitap çıktı. pek sevgili marilynciiimle ilgili bilmediğim çok şey öğrendim. bir kere daha intiharına -ya da öldürülmesine- giden yolun onun için ne kadar kaçınılmaz olduğunu gördüm... annesinin öldüğünü söylese de aslında delirip bir akıl hastanesine yatırıldığını, yıllar önce 17 yaşındayken onu son gördüğünde annesinin "seninle yaşamayı ne çok isterdim norma" deyişini ve bunu ancak 35 yaşında gözyaşlarıyla kendine itiraf edebildiğini, sanat dünyası ve piskanalistler tarafından nasıl sömürüldüğünü, yönetmenler ve özellikle fox stüdyolarının onu nasıl metalaştırdığını, bu kalıpların içinden kurtulmak için ne çok çırpındığını... roman bir tür kurmaca fakat gerçek belgelere dayanıyor. o dönemin yıldız oyuncuları, şarkıcıları, yönetmenleri ve psikanalistleri kitabın diğer karakterleri. ölümüne aylar kala hayatına giren kennedylerin üstündeki etkisi de var tabii. sadece sevilmek ve kabul olunmak isteyen, ama bunu soyunmadan da makyajsız da, saçını oksijenle açtırmadan da isteyen zavallı bir kadın-çocuk o... ilaç almadan, iğne yapılmadan ya da sarhoş olmadan da uyumak isteyen biri. insanların ona karşı olan zalimliklerini düşüne düşüne, geçmişin korkunç izlerini silmeye çalışmaktan yorulup, yorgunluğundan ölmüş biri. ya da öldürülürken buna direnememiş bir kadın marilyn monroe.
    (30.04.2010 14:02)

dramatik

sayfa: 1-2-3-4...-67

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.