son beğenilen tanımları son kötülenen tanımları
genel istatistikler
http://www.imdb.com/title/tt1149361/
"bu karınca spekulasyoncu götün teki. ayrıca masalda neden ağustos böceği olarak doğulduğunun sebebi anlatılmıyor. çünkü ağustos böceği olarak doğduysan s.ki tuttun demektir !" üst taraftaki 3 satırı yazmazsam içim rahat etmeyecekti şimdi devam edebilirim... 2002 yapımı yönetmen fernando leon aranoa'nın ödüllü filmi. 2002 san sebastian film festivalinde en iyi film ödülü, goya ödüllerinde en iyi film, yönetmen, erkek oyuncu, yardımcı ödülünü filan da almıştır. sadedir, dokunaklıdır. javier bardem'e olan antipatimi törpülemiştir. burada güneşli pazartesiler adıyla gösterime girmiştir. --! spoiler !-- santa ve arkadaşları işsizdir. işsizliğin dünyanın her yerinde aynı şey olduğunu daha filmin ilk dakikasından itibaren anlamaya başlıyoruz. yok ab bilmem ne, hayır arkadaşım. halk ispanyada da halk, türkiyede de halk, halkın sıkıntısının zamanla ve mekanla ilişkisi yok aslında. bir de vuruculuğu şurada, belirli bir yaşı aşmış insanların -kimi çocuklu- işsiz kalışındaki o korkunç duygunun altını çiziyor, yetersizlik hissi, işe yaramadığı duygusu. çalışan bir kadının işsiz kocası olmak, karısının yorgunluktan geberdiği bir işi - balık fabrikası- ve kendisini çirkin, yorgun hissetmesinden mütevellit kocasından günden güne uzaklaşması. adamın habire açılan bu mesafeyi kapayacak bir şey yapmaya takatinin bile olmaması... kapitalizmin hep daha genç, diri, prezantabl insanları alıp kullanıp atması ve orta yaşın şişko, saçı beyazlamış ve bilgisayarı bile doğru düzgün bilmeyen "vasıfsız" adamların dolaylı yollarla ölüme mahkum edilmesi/olması. işçinin işçilikten kovulduğu an tam manasıyla sap gibi bırakılması ortada. tersanenin arazisi için birilerine peşkeş çekilmesi, tayvanda daha ucuza gemilerin yapılacak olması ve hep "aklın sesi(!)" ni seslendiren bir "dost"un ama böyle vıdı vıdı filan yapması. filmi izledikçe ne çok var bu insanlardan dedim ne çok... hem işsiz dertlilerden, hem de ama şartlar hede hödö filan yapan o pislik düzen şakşakçılarından... onlar asla amador'un nasıl yalnız bırakıldığını anlayamazlar neden ya da...jose'nin çalışan karısının ve toplumun karşısında işsiz ve vasıfsız bir işçi olarak nasıl ezilip yok olduğunu, lino'nun neden vapur tuvaletlerinde saç boyasıyla beyazlarını kapatmaya çalışıp oğlunun kıyafetlerini giydiğini iş görüşmelerine giderken. santanın neden "spekülatör karınca!" dediğini , sokak lambalarına saldırdığını, tersanedeki gemiyi kutsadığını ve tüm bunlara rağmen nasıl bazen gülebildiğini, güzellikleri görebildiğini... los lunes al sol herkesin iş bulup eller havaya yaptığı bir mutlu sonla filan bitmiyor. gerçek hayatta da olmuyor çünkü böyle şeyler... umutsuzluk, yalnızlık, parasızlık, aşksızlık nasıl varsa gerçek hayatta ve dahası umut, dostluk, para, aşk nasıl varsa bu filmde de öyle/o kadar var işte... --! spoiler !--
aklıma gelmişken yazmadan edemiyciim, süper bir bollywood filmi olan ajab prem ki ghazab kahani' de acayip yavşak bir baba figürü var parti başkanı. seçimi bir türlü kazanamıyor. neyse işte oğlu bir kızla evlencek vs.. düğüne bir gün kala gelini kaçırılıyor fidye için, adam tutuşuyor ya işte bir gelinine sahip çıkamadı, ülkeyi nasıl yönetir diyecekler, bir sürü oy kaybedeceğim bu yüzden filan diye. ordan yardımcısı diyor ki "efendim halkımız çok duygusaldır, çıkıp televizyonlara biraz üzülün, sizin durumunuzu görünce asıl üzülüp size oy verecekler, sempati oyları deniyor buna" diyor. baykalın dediklerini filan duyunca aklıma geldi bu sahne, gel gör ki ne burası bollywood, ne de baykal başarılı bir aktör... eee ne demiş üstad fukuyama, kötü film yoktur, kötü yönetmen vardır!
+ şoktayım, döncem.
olan biteni gördüğünüz halde gözünüzün içine baka baka yalan söylemeleri... sevgileri için zerrece emek harcamamış kişilere iyi davranıp sizi gayet rahat kırabilmeleri... iyi niyetin suistimal edilmesi ve yaptığınız iyiliklerin görev haline gelmesi... siz x'i kırdım mı üzdüm mü diye kendi kendinizi yerken onun gayet rahat yaşayabilmesi... kendi yalanlarına inanmaları, sizi inandırmaya çalışmaları... naylondan samimiyetlerinin gayet farkında olduğunuz halde size samimiyet nutukları atmaları... her konuda bir şekilde mükemmel olmayı başarmaları, ya da kendilerini kandırmadaki başarılarını size sunmaları... her şeyden anlamaları, her konuyu bilmeleri, her konuda bir fikirleri olması, her insanla ilgili yaftalarının olması... herhangi bir şeyden yakındığınızda belki sadece canınız sıkıldığı için ya boşver geçer takma demesi gerekirken hemen akıl veren moda bağlamaları, nefretlerini bu şekilde kusmaları, bunu konuşma cesareti gösterdiğiniz için anında haddinizi bildirmeleri... her konuda sadece dengenin yanında olup iktidarı korduğu halde muhalifmiş gibi davranmaları... olmadıkları gibi olmaya çalışıp bunu asla olmayacaklarından adi bir taklit olarak kalmaları... ifşacı yanları ve pornografik halleri... sürekli kendizi anlatmak zorunda bırakmaları, lafları farklı yerlerinden anlama başarıları... kendilerini övmeleri, çevrelerindekileri övmeleri bunun üzerinden sağladıkları iskambilden özgüvenleri... asla biriyle gerçekten yakın olamayacak kadar korkak oluşlarına bin tane farklı isim bulmaları bu esnada size de güven bunalımı yaşatmaları... küçük dünyaları ve hesaplarıyla mutlu oldukları halde diğerleri için ancak -miş gibi yapabilmeleri ve bu rolü hakkıyla oynamaları... bütün fırsatlarda yaa ben demiştim diyebilecek anları kollamaları... insan hayatını bu kadar daraltıp zorlaştırıyor oluşları... kendilerini başkalarıyla kıyaslayıp onlar üzerinden aklıyor oluşları... bu insanları düşündüğünüzde "ben neyim ki" sorusunu sorduğunuzda "hiç" olduğunuzu hissetmeniz ... daha böyle uzar gider... edişin: şu kadar geçen zamanda hiçbişeyin değişmeyip daha da katlanarak hainliklerin çoğalması da ayrıca başlıbaşına bi iğrenç detay olarak eklenebilir tabii.
süper insanlarsınız ya, maşallah valla...
sözleri; i can't give you all my dreams nor the life i live. you and i won't friendship miss, that's all we got to give. who will take your dreams away takes your soul another day. what can never be lost is gone, it's stolen in a way. please, don't stand too close to me, can you hear my heart ? take my woe and lean on me when we're not apart. now our mission is complete and our friends are hid. evil things brought down by the light, life goes on until the end türkçesi için de şöyle bişeyler diyebiliriz, ne hayallerimi verebilirm sana ne de hayatım, yaşamana sen ve ben bitmeyecek dostluğumuz herşeyimiz birbirimize sunduğumuz kim kaçıracak hayallerini ve ruhunu çalacak günaşırı asla yitmeyecek olan, yok şimdi nasıl da çalındı gitti. Durma yanıbaşımda öyle Kalbimin sesini dinle Derdimi, kederimi al benden Birlikte oldukça böyle Görevimiz bitti şimdi. Ve dostlarımız kayboldu gözden Kötülükler ışığa yenildiler. . hayat şimdi sonsuza gider. dinlemek için de efem; http://www.youtube.com/watch?v=-P6h0btzA5I&feature=related
son dönem filmlerinden (bkz: billu barber )ve şarkısı (bkz: jaoon kahan) ayrıca (bkz: wanted) ve (bkz: ajab prem ki ghazab kahani)
noooööllduuu? kim çıkarıyo bu lafları yaa kim kim kim?
bu dizi mesela yaprak dökümüyle aynı kanalda. bu da bana çok komik geliyor. nasıl ya filan diyorum ama öyle işte. yani yaprak dökümündekiler utanıyorlar mı acaba bu bizim yaptığımız dizi mi filan diye? tek geçerim geniş aileyi. bazı bölümlerde tıkansa da cevahirin nooooöööllduuuuuu? demesi yeter. allarazıolsuuün ve koyu bilalin hakkımızda hayırlısı neyse o osssun demesi de on nümero! toptan seviyorum her bir karakteri, bir gün senaryo tıkanacak ve saçmalama başlayacaklar diye de korkmuyor değilim. ps: iş bu tanım 25. bölüme kadar izlemiş biri tarafından girilmiştir.
http://www.youtube.com/watch?v=y8Kyi0WNg40&feature=related ps: her gün 50 doz alıyorum bu bakıştan. sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz. sözlük sistemi ile geliştirilmiştir. |