hayal kırıklığı

    çabalarsın onun için, sınavdır, çalışırsın; sevdiğindir, hep yanında olursun, en zor zamanlarında teselli etmeye çalışırsın; uzun zamandır üzerinde çalıştığın iştir, her türlü emek verirsin... sonra bir bakarsın ki yerle bir olmuş hayallerin... "bunun için mi o kadar uğraştım?" diye düşünürsün, yaptığın hatalar daha bir aptalca gelmeye başlar. ama hayaldir o bir kere, kaybettiysen onu; bir daha toplayamazsın parçalarını -ya da sen öyle sanırsın-, gerisi gözyaşıdır kimi zaman, en rahatlatıcısı, en tükenmek bilmeyeni belki de. ağladıkça ağlamak istersin, dünyanın en büyük hatasını yapmış gibi, sanki ortada bir suç varmış ve baş suçluymuşsun gibi, hayat oyununun kaybedeni gibiymişsin gibi... ne var ki, ağlamak hiçbir zaman sorununa çare olmaz. ne sevdiğini sana eskisi gibi getirebilir ne de işini sunar sana. sonra aradan bir zaman geçer, kırıklığın azalmaya başlar, yok olmasa da. düşünmemeye çalışırsın, beyninin derinliklerine atarsın, kalbinde gizli bir köşeye sıkıştırırsın onu. aradan yıllar geçer, bir bakarsın ki,o hayallerin yerini yeni hayaller almış ve yeni hayal kırıklıkları peşini bırakmamış... "o zaman" dersin "hayat, kırıklıkları toplamakla geçirilemeyecek kadar çetin olmalı." sonra hayallerinin farkına varırsın; uçtur bazen bunlar, yükseklerdedir. başarmışsındır birincide,ikincide ama üçüncüye gelince olmamıştır. şu cümleyi tekrarlarsın sessizce: "yenilmedim, belki biraz fazla açıldım, o kadar." eğer bir gün buna gerçekten inanırsan, işte o zaman başarmışsın demektir.
    (21.11.2007 01:17)

sait faik abasıyanık

    "yazmasam deli olacaktım." diyebilecek kadar işini seven, insanlar gökyüzünde ararken mutluluğu,uzaklardakilere yazılar yazarken; her gün yanından geçtiğimiz,ekmeğini denizden çıkaran,elleri nasıl dolu olanları, kimi zamansa sadece bir dülger balığını karşımıza getiren,durum öyküsünün türkiye'de öncüsü sayılan,insanlara büyük bir sevgiyle bağlı yazar. kendisinin haritada bir nokta öyküsü tavsiye edilir tarafımdan.
    (19.11.2007 18:20)

umut

    gecenin karanlığındaki ışıktır, sevilen bir çift gözdeki parıltıdır, yaşam telaşında seni ayakta tutandır, kafan kazan gibi eve geldiğinde "yarın ola, hayrola" dedirtendir, yolda boş boş yürürken ambulans sesi duyup "inşallah bir şey olmamıştır" dedirtendir, hastane koridorunda beklerken acilden gelen hastayı görüp buğulanan gözlerinde arayıp bulamadığındır, bunca adaletsizliğin dünyasında kimileri zevk için yaşıyorken kimilerinin yiyecek ekmeği olmadığını göre göre "ölmek istemiyorum" dedirtendir,eski bir dostu gördüğünde evladın için böyle dostluklar diletendir, kendini parasız, arkadaşsız, giysisiz, yemeksiz düşünebiliyorken onsuz düşünemediğindir, acısıyla tatlısıyla,güzelliğiyle çirkinliğiyle, hayatı hayat yapıp yaşanılır kılandır umut.
    (19.11.2007 17:52)

fyodor mihailovic dostoyevski

    oldukça etkileyici romanları olan yazar. karamazov kardeşler çok önceleri okumuş olmama rağmen hala aklımdadır, fakat ufak bir tavsiye; kitaplarını art arda okumayın, aksi takdirde kendinizi size yabancı bir dünyada yaşıyor hissedebilirsiniz.
    (17.11.2007 18:44)

su

    olmazsa olmaz. çeşmeyi açınca lanet bir tıslama sık sık duyduğumuz şu günlerde, ankara'da değeri gittikçe anlaşılan, müsrifçe harcamalar için kendini suçlu hissettiren değerli sıvı.
    (17.11.2007 18:28)

yalnızlık

    dünyanın en kalabalık zindanıdır yalnızlık.* milyon nüfuslu koca bir kentte, arabaların vızır vızır geçtiği işlek bir caddede, gürültünün sel olup aktığı bir anda yanındakinin konuşmalarını dinleyememektir, anlattığından hiçbir şey anlamamaktır en bildik şey olsa da,sonra onun şaşkın bakışları arasında bırakıvermektir kendini, anlamsız, anlaşılmaz...herkesin senin gibi hissettiğini, aradığın iyi niyeti bir gün bulabileceğini bilerek yine de ağlamaktır yalnızlık...
    kimi zaman sana cephe alanlara savunmandır,yalnız olmak güzelmiş diye yutturmaya çalışmandır tam aksini düşünsen de. tek başına savaş vermendir birilerine karşı, sonucun seni de yıkacağını bilerek. aradan yıllar geçip de geçmişteki yalnızlığına, hüzünlü ama faydasız çırpınışlarına baktığında tutulup kalmandır ya bir daha korkusuyla. bir damla gözyaşını yalnız bırakmayandır yalnızlık...
    (17.11.2007 18:02)

oğuz kağan destanı

    hun türklerine ait olan destanda oğuz kağan'ın orta asya'da türk birliğini sağlaması anlatılır.destanda adı geçen oğuz kağan'ın türkleri bir bayrak altında toplaması sebebiyle büyük hun imparatoru mete han olduğu düşünülmektedir.ne var ki,destanlar sözlü edebi ürünler olarak her dönemde çeşitli ulusların etkisine maruz kalmışlardır.bu durum, destanın elimizde olan bir bölümünde oğuz'un kendini bir uygur kağanı olarak ifade etmesinin de sebebi olabilir.

    destan oluştuğu dönemde yazıya geçirilmediğinden elimizde olan kısmı sonraları yazıya geçirilen 12 parçadan ibarettir. bu parçalarda sırasıyla; oğuz'un doğumu, gençliği, tahta çıkması, evlilikleri, seferleri ve son olarak da devleti oğulları arasında paylaştırması anlatılır.dönem yaşantısından izler bulabileceğimiz eserin bir bölümü şu şekildedir:
    "bolsıngıl tep tediler
    anung angagusu uşbu turur
    takı mundın song sevinç tapdılar
    kene künlerden bir kün
    ay kagannug közü yarıp bodadı
    İrkek ogul togurdı
    oşul ogulnung önglüki çıragı kök irdi
    agızı ataş kızıl irdi
    közleri al saçları kara irdiler irdi
    yakşı nepsikilerdin körüglügrek irdi"
    oğuz'un dünyaya gelişinin anlatıldığı bu alıntı şöyle özetlenebilir:"olsun dediler, onun resmi işte budur. ondan sonra da sevinç ve neşe buldular. yine günlerden bir gün, ay kağan'ın gözü parladı, bir erkek dünyaya getirdi. bu oğlanın gözleri ela,saçları ve kaşları kara idi. perilerden daha güzeldi."
    dönem inanışlarından parçalar bulduğumuz alıntıda, ay kağan'ın gözünün parlamasının sebebi, oğuz gibi bir yiğidi dünyaya getireceği için tanrısal ışığın yüzüne yansımasıdır.ilerleyen dizelerde oğuz'un yüzünün mavi olduğu söyleniyor, bu maviliğin sebebi de gök tanrı inancından kaynaklanan tanrısal ışıktır.ışık, türk destanlarının temel motiflerindendir.
    türk destanlarının temel motiflerinin bazıları şunlardır:ışık, maden, ak sakallı bilge kişi, ağaç, bozkurt... bu motifler kendi kavramlarının ötesinde birtakım şeyleri yansıtır. örneğin bozkurt, tanrının yol göztericiliğini temsil etmektedir.-bozkurt, destanda seferler sırasında oğuz'un askerlerini yönlendirmekte, onlara liderlik yapmaktadır-
    destanın genelinde şunları öğrenmekteyiz o döneme ilişkin:
    -kutsal olduğu, tanrıdan geldiği düşünülen ve aynı zamanda bir borç gibi görülen saltanat halindeki kağanlıkla yönetiliyor devlet.
    -ülke hanedanın ortak malı, oğuz bu sebeple ülkesini oğullarına paylaştırıyor.
    -kağan, aynı zamanda ordunun da komutanı.
    -gök tanrı'ya ve sebebini bilmedikleri pek çok doğa olayına ve ruyalara inanıyorlar.
    -göçebe toplum yaşamı söz konusu.çadır kurdukları yere yerleşiyorlar.
    -göçebelilkten ötürü hayvancılık, akıncılık ve avcılık çok önemli.
    -at, göçler sırasında kullanıldığından ayrı bir öneme sahip.
    -gök tanrı gökte olduğundan devletlerinin sınırlarını sürekli genişletmeye, onun bulunduğu göğün tamamını ele geçirmeye çalışıyorlar.bu da akıncılık düşüncesinin temeli.
    -avcılık göçebe yaşamın gereklerinden olduğu için çok önemli. ayrıca bir gelenek halini almış ava çıkmak. öyle ki yılda bir kez topluca ava çıkıyorlar mutlaka ve yak avlamanın onları ölümsüzleştireceğine inanıyorlar.
    -önemli günlerde tören düzenleme geleneği söz konusu. bu sebeple eserin genelinde oğuz sık sık halkını topluyor, şölenler düzenliyor.(eski türk devletlerinde genel yas törenlerine yuğ, genel kurban törenlerine şölen, genel sürek avlarına ise sığır töreni denilirdi.)
    -eserde geçen maden isimlerinin türkçe olmasından madencilikte ileri gittiklerini anlayabiliyoruz.
    -eserde oğuz'un boy beylerine yaptıkarı işlere göre adlar verdiğini görüyoruz. bu da türk destanlarında isimlendirmenin rastgele olmadığı sonucuna ulaştırıyor bizi.
    yalnız unutulmamalı ki, destanlar olayların geçtiği dönemin değil; bu olayların ulus bilincinde izler bıraktığı dönemin ürünleridir.bu sebeple tarihsel belgeler gibi kesinlik içermemekte, tarihi belge niteliği taşımamaktadır.


    (17.11.2007 17:40)

normal

    sürekli karşılaştığımız kavramlardan biridir normal. daha çok "anormal" biçimiyle çıkar karşımıza. anormal insan, anormal davranış, anormal görünüş... normal ne ki insanlara rahatlıkla anormal diyebiliyoruz?! türk dil kurumu, alışılagelen, kurallara uygun olarak tanımlıyor normali. ne var ki, alışılagelen, toplumdan topluma değişendir zaten. bırakın toplumu, kişiden kişiye göre de değişir. her zaman doğru olan, kurallara uyan da değildir değişen kuralların dünyasında. bu bakış açısıyla normal, "normal" değildir aslında. farklı düşüncelere saygı duymayı öğrenemediğimiz sürece evrenseli bırakın, toplumsal normalin bile olmadığını anlayamayacağız bana kalırsa.
    (12.11.2007 16:53)

hayat

    hakkında söylenebilecek oldukça fazla şey olmasına rağmen -kısaca- "arkana bakmadan yürümeyi öğrenme sanatıdır hayat".
    (11.11.2007 21:26)

sayfa: 1...-14-15-16

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.