son beğenilen tanımları son kötülenen tanımları
genel istatistikler
--! spoiler !-- Politikacının romanın sonunda idam edilmesi ile, bahsi geçen olgun yaşlardaki politikacının Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu veya Hasan Polatkan'dan biri olması gerektiğini düşünmekteyim. Fakat rahmetlileri yasak aşk yaşamış insanlar olarak töhmet altında bırakmamak için olsa gerek *, Kürşat Başar kesinlikle isim veya bu kişilerden birine dair özel bir detay vermez --! spoiler !-- "Başucumda Müzik" akıcı dili ile, nostalji sevenlerin, 50'li yıllardaki hayatı merak edenlerin severek okuyacağı bir kitaptır kanımca... Yalnız yine fikrimce, o yılları anlatırken yeterince detaya inmez: Bunun sebebinin yukarıdaki spoiler ibaresi altında yazan nedenden dolayı bir politikacıyı (dolayısıyla da ülkedeki tüm politik koşulları) tarif edememekten mi, yoksa Kürşat Başar'ın tüm kültür birikimine karşın o yılları etraflıca anlatamayacak kadar genç olması mı olduğu, benim çözemediğim bir muammadır... Yine de, Hatırla Sevgili'yi severek izleyenlerdenseniz, bu kitabı da seveceğiniz muhakkaktır. Hatta bir önceki cümledeki eleştirimin, Hatırla Sevgili'ye kıyasla devede kulak kaldığını görerek beni eleştirmeniz de mümkündür*. Bu arada, * romanın yazarının, yine aynı dönemi anlatarak hikayesine başlayan Hatırla Sevgili dizisine yeni katılan oyunculardan olduğunu görmek de ilginç bir detaydır...
Meraklısına not: Kullanılan abuk isimler gerçek insanlara ait olup, zamanında tanımış olduğum ve burda afişe etmekten çekinmediğim bahtsızlardır kendileri...*
Sözleri ise şöyledir: Fee fi fo, she smells his body She smells his body And it makes her sick to her mind He has got so much to answer for To answer for, to ruin a child's mind How could you touch something So innocent and pure? Obscure! How could you get satisfaction From the body of a child? You're vile, sick! It's true what people say God protect the ones who help themselves In their own way It's true what people say God protect the ones who help themselves In their own way He was sitting in her bedroom In her bedroom And now what should she do She's got so much insecurity And his impurity: It was a gathering gloom How could you touch something So innocent and pure? Obscure! How could you get satisfaction From the body of a child? You're a vile, sick! It's true what people say God protect the ones who help themselves In their own way And I often wondered to myself: Who protects the ones who can't protect themselves? It's true what people say God protect the ones who help themselves In their own way And I often wondered to myself: Who protects the ones who can't protect themselves? Fee fi fo [x4]
--! spoiler !-- Sütçü Ramiz*'in Rum komşularının bebeleri aç kalmasın diye savaşa (ve herkesin kendisiyle alışverişi kesmesine rağmen) hepsinin kapısının önüne birer tas süt bırakması; Fatma yengenin* son kalan bulgurunu komşusuna verip kendi ev halkı için laboda otundan yemek yapması; Mustafa'nın cepheden yolladığı mektup, Arnavut Mehmet'*in ölümü yürekleri sızlatan sahnelerdi... Ayrıca minik Zarife'nin hikayesini aradan kaç bölüm geçmesine rağmen açık nokta olarak bırakmamış olan senaristlere şapka çıkarmayi bir borc bilirim. Öte yandan Namık'ın zabit ve baytar efendiyle olan sahneleri, kızçelerle kızancıkların çamaşırlardan düğme aşırmaları gülmekten kırmış geçirmiştir. --! spoiler !-- Bu diziyi diğerlerinden farklı kılan nedir? İnsanlar daha bir saf, iyilik dolu, çıkarsızdır bu dizide. İhanet ve yalanların kirletmediği masumane, tertemiz aşklar, sevgiler izleriz... Savaşın çirkin yüzünü görürüz öte yandan; unuttuğumuz tarihimizi, terk ettiğimiz topraklarımızı hatırlarız içimiz acıyarak... Ama hamaset dolu değildir "Elveda Rumeli", savaşın ancak vatan savunması için meşru olduğu, başka amaçlarla, örneğin intikam için yapılırsa katliam olduğu mesajı tatlı tatlı anlatılır bir yandan da... Bu arada Balkan ezgileri çalınır, o tatlı Trakya şivesi ile konuşur insanlar... Her şeye rağmen basit, ama mutlu bir yaşam sürerler, imrenmeden edemezsiniz... Bir yandan da az-cok tarih bilginiz varsa, başlarına gelecekleri bildiğiniz için yüreğiniz ağzınızda izlersiniz bu insancıkların hayatını; atalarınızı rahmetle yad ederek... Hülasa, O minik kızçelerin, sapsarı saçlı Hüsmen bebeğin sevimliliği, Alex'in güzel gözleri, Namık'ın tipitip halleri, cahil ama arif Ramiz ağanın verdiği hayat dersleri için bile izlenesi, izlettirilesi dizidir, şiddetle tavsiye edilir. **
İşaret parmağı:Tanrıya karşı olan görevleri yerine getirmeyi; Orta parmak: Başkalarına karşı olan görevleri yerine getirmeyi; Yüzük parmağı:Insanin kendine karşı olan görevleri yerine getirmeyi; Serçe parmak: Küçüklerin büyüklere olan saygı ve sevgisini; Baş parmak: Büyüklerin küçükleri sevip korumasını; Serçe ve baş parmağın oluşturduğu halka: Tüm dünya izcilerinin kopmaz bir bağ olduğunu anlatmaktadır.
Anlaşılmaz adamlardır şu izci milleti: Akşamleyin efendi gibi evinde oturup sıcacık çayını yudumlamaktansa, kamp ateşinin başında ısınmaya çalışırlar. Hatta ateşten biraz uzaklaşınca daha beter titremeye başlanacağından, zıplayarak hoplayarak, veya küllü çaylar içerek* vücut ısılarını korumaya çalıştıkları gözlemlenmiştir. Bu da yetmezmiş gibi, bezden çadırlarda yatarlar geceleri, uyku tulumları kışlık bile olsa çoğu sabah bacak ağrısıyla uyanırlar. Bir de üstelik nöbet tutmak için geceleri ikişer saat uykularından feda etmek zorundadırlar... Komik adamlardır şu izci milleti: Kendilerine ait bir dil geliştirirler. Örnek vermek gerekirse, çiçek toplamak izci jargonunda gerçekten çiçek koparmak değil (zaten izcilikte doğaya zarar vermemek esastır) "küçük tuvaletini yapmak" anlamına gelir * * *. Bir başka örnek, "çelenk bırakmak"tır *. Biraz da enayi adamlardır şu izci milleti: Yok enerji israfının engellenmesiymiş, yok çevre kirlliğinin önlenmesiymiş, böyle şeyleri kafaya takarlar. Sonracığıma kan bağışı, aşı kampanyası, Unicef kartları satarak fakir okullara yardım gibi sosyal sorumluluk projeleri organize ederler işleri yokmuş gibi... Neymiş, izci selamında topluma karşı vazifelerden bahsediliyormuş... Boyle değişik adamlardır işte... Ama onlara sorarsanız, kamp başında titreye titreye içilen çayın tadı, en kral çaylarda bile olmazmış; okullarindaki inşaata yardim etmek için gittiğiniz çocukların gözlerindeki mutluluğu görmenin tadına paha biçilemezmiş... (Ayrıca: Genel kanının aksine, izciler odunları birbirine sürterek ateş yakmaz, adam gibi çakmak/kibrit kullanırlar; vallahi gözlerimle gördüm...)
beynin bir kısmının iltihapsız inflamasyonu (yangısı). bakteriyel, paraziter, mantar, viral ya da allerjik orijinli ya da genel bir hastalığın primitif ya da sekonder sonucu olabilir --- alıntı --- kaynak: roche tıp sözlüğü
ağız ve burun çevresinde çıkan türü, herpes simplex type 1 (hsv-1) adlı türün neden olduğu bir hastalık iken, genital bölge uçukları daha çok herpes simplex type 2 (hsv-2) nedeniyle ortaya çıkar. her iki tip de son derece bulaşıcıdır. Özellikle genital bölge uçukları, doğum esnasında anneden çocuğa geçip ansefalit'e neden olarak ölümcül olabilirler. dudak bölgesi uçuğu ise göze bulaştırılırsa körlüğe kadar gidebildiğinden dolayı uçuğun patlak verdiği durumlarda son derece dikkatli olmalı, yara kaşınmamalı, eller sık sık sabunlanmalıdır * uçuğun kesin tedavisi olmamakla birlikte yüzde patlak verme durumunu azaltmak için uygulanacak beslenme programları (lisin içeren besinleri * tüketip arjinin içerenlerden * mümkün olduğunca uzak durmak gibi) ve patlak verdiği durumlarda kullanılacak antiviral dermatolojik kremler* mevcuttur. yine de henüz uçuk kapmadıysanız mümkün olduğunca uçuğu olan insanlarla yakın temastan kaçınarak korunmaya çalışınız; yoksa uçuk virüsünün düğün günü/ mezuniyet gecesi/ önemli bir proje sunumu gibi en güzel ve en stresli günlerde yüzünüzde sergilediği marifetleriyle hem güzelliğiniz hem de sinirleriniz feci halde bozulabilir! *
ne acı, birbirimizden bildiğimizin bu olması... evet, hakikaten "aklı başında" kimsenin yapmayacağı iştir buralarda üzerinde gelinlikle otostop çekmek... bırakın onu, otostop çekmek, hatta onu da bırakın, e5 otobanında yalnız bir kadın olarak bulunmak, buralarda yapılacak en son iştir! bir zamanlar, ordusu üzüm bahçelerinden geçerken tek bir üzüm salkımına bile dokunmayan, komşusu siftah yapmadı diye kendi dükkanına gelmiş müşteriyi yandaki dükkana gönderen bir milletin torunlarının ahlâkı nasıl bu kadar bozulur, bunca çürük elma bünyesinde nasıl barınır, hâlâ aklım almıyor... yok, hayır, aklım alıyor aslında: dejenere bir toplum olmaya gitmemizdeki yolları az-çok görüyorum herkes gibi: Öncelikle cahillik, eğitimsizlik başı çekiyor elbette... İşsiz ziraat mühendislerini-iki yıllık bitirenleri-eğitimin uzağından yakınından geçmeyen daha nice meslekten insanları 3 aylık kurslar sonrası öğretmen yapıp, şimdilerde ise öğretmenlik mezunlarını açıkta bırakan; liselerin boyunu uzatıp kısaltarak, her sene yeni bir sistem, yeni bir müfredat getirip çocuklarımızı deneme tahtası olarak kullanan; gerçek birer öğretmen yetiştiren kurumlar olan köy enstitülerini, yüksek öğretmen okullarını siyasi gerekçelerle kapatan zihniyetler, bu ülkedeki eğitim sistemini çoktan biçti geçti * ... tek eğitim aracı televizyon olan bir toplum haline geldik. televizyondaki eğitim ise malum; her akşam her kanalda ikişer dizi *, dizilerden bunalanlara ise kutu açmacalı, en kolayından para kazandırmalı sözüm ona "yarışma"lar var menümüzde... bir zamanların siyasi hicivlerle dolu güldürü programları bile artık belden aşağı espriler dışında birşey barındırmaz oldu; insanlar artık ince bir zekâ ürünü olan mizah yerine, recep İvedik tadında filmlere gülüyor: Çünkü, artık toplumu, yani bizleri, bu filmler yansıtıyor! türkiye'de erkek olmak zor gerçekten arkadaşlar... ama kadın olmak daha da zor... pippa bacca ölümüyle bu gerçeği bir defa daha vurdu yüzümüze... Çünkü bu ülkede, birazcık güzel bir kızsanız, erkeklerle göz göze gelmeden yürümeniz gerektiğini çoktan öğrenmişsinizdir; yoksa her sokağa çıktığınızda laf yersiniz. aslında gözlerinizi yerden kaldırmasanız bile laf yersiniz, en kapalısından giyinseniz bile laf yersiniz! hal böyle olunca da, insan ister istemez bir süre sonra bütün erkek milletine toptan "sapık" muamelesi yapmaya başlar; aralarında nice değerli insan olduğunu bile bile, vicdanınız sızlasa bile öyle davranırsınız; bunca yıldır gördüğünüz tacizlerden dolayı çok yaralanmışsınızdır çünkü... hatta bu ülkede güzel bir kızsanız, özgüvenini ve akıl sağlığını koruyabilmek bile büyük bir cesaret işidir! ve üstelik bu ülkeyi seviyorsanız, bu milletin soylu bir millet olduğuna inanıyorsanız, acınız daha da büyük olur: "benim insanlarımı bu hale getiren kim???" diye isyan etmemeniz mümkün değildir! hele de elin yaban memleketlerinde, bir İtalyan arkadaşınız hayret dolu gözlerle gazetede yeni okuduğu haberi duyup duymadığınızı size sorarsa... yutkunur, bir şey diyemezsiniz... bu korkunç olayı yapan hayvana ve onu bu hale getirenlere lanet okumak dışında birşey gelmez elinizden...
ayrıca siirt'in bir ilçesinin ismidir.
oyunu, iki elde de yanan mumlar ile oynanır. türküsünün sözleri şöyledir: "Çayda çıra yanıyor, hanım nanay kız nanay nanay güzelim nanay, nanay sevdiğim nanay humar göz uyanıyor, hanım nanay kız nanay nanay gelinim nanay, nanay figarım nanay fitil çifte yarabbim, hanım nanay kız nanay nanay güzelim nanay, nanay sevdiğim nanay yürek mi dayanıyor hanım nanay kız nanay nanay gelinim nanay, nanay figarım nanay Çayda çıralarım var, hanım nanay kız nanay nanay güzelim nanay, nanay sevdiğim nanay gizli yaralarım var hanım nanay kız nanay nanay gelinim nanay, nanay figarım nanay eller al yeşil giyer, hanım nanay kız nanay nanay güzelim nanay, nanay sevdiğim nanay benim karalarım var hanım nanay kız nanay nanay gelinim nanay, nanay figarım nanay" türkünün altında yatan hikayeye dair efsaneler ise son derece acıklıdır... en çok anlatılanlarından birine göre, çay kenarında kurulmuş bir düğün evinde, köy ağasının güzeller güzeli kızının düğünü yapılmaktadır... Şatafatlı düğün, gece yarılarına kadar devam eder. o zamanlar elektrik yoktur elbette, ancak ay parıl parıl parlamaktadır o gece... birden olanlar olur, ay tutuluverir. ve gelin alayının önünde ilerlemekte olan güzeller güzeli gelin kız, gece karanlığında çayın sularına kapılır gider! herkes ellerinde çıralarla koşturur, bütün gece çayda gelin kızı arar dururlar... fakat ne çare, çayın suları gelinin ölü bedenini getirir sabahın ilk ışıklarıyla... bir başka hikayede, hazar gölü kenarında bir köyde birbirini seven iki genç gizlice buluşmaktadırlar. erkeğin buluşma yerine gidebilmesi için gölü yüzerek geçmesi gerekmektedir. buluşma gece olduğundan, kız çıra (dındik) yakarak gence yerini belli etmektedir. genç ise ışığa doğru yüzmekte ve böylece sevgililer buluşmaktadır. bu durumu sezen kızın babası, buluşmanın yapılacağı bir gün erkeğin yüzerek gölün ortasına geldiği sırada çırayı söndürür ve genç sevgilinin gölde boğulmasına sebep olur. bunu fark eden kız da kendini suya atar, o da kaybolur. bunun üzerine bütün köylü toplanarak ellerindeki çıralarla iki sevgiliyi aramaya başlarlar. ancak yine acıklı sonla biter bu hikaye de... Çayda Çıra oyunu sürekli olarak kendi ezgisi ile oynanır. ancak oyunun başlangıcında "Şirvan" ya da "gelin ağlatma havası" denilen bir melodi çalınır. bu oyunun melodisi ile başka bir oyun oynanmadığı gibi, bu oyun başka bir melodi ile de oynanmamaktadır. oyun 10/8 lik usulde "Şirvan" makamındadır. orta çabuklukta bir oyun olan çayda çıra, en az dört-beş kişi ile yürütülür. arka arkaya dizilerek basen tek dizi, bazen de daire şeklinde oynanmaktadır. sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz. sözlük sistemi ile geliştirilmiştir. |