son beğenilen tanımları son kötülenen tanımları
genel istatistikler
amaaaan, istersen iç çamaşırının rengine kadar öğren, kime ne fayda... adam allah'ına kadar oyuncu işte. bu b.ktan malumat açlığıyla sersefil olacağınıza, delikanlının oyunculuğuna yoğunlaşın daha iyi... eşsiz bir performansı var çünkü ekrandan ve perdeden eksik olmayasıcanın...
sahneyi şu linkten izleyebilirsiniz: http://www.youtube.com/watch?v=2Lt4HpWqRBY hiç alakası olmayanlar için açıklayalım: bu sahnede görünen delikanlı, yani kerim (ki engin akyürek oluyor kendileri) işlemediği bir cinayet yüzünden tutuklanıp, ilk duruşmasında da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. yanındaki kız da bir yıldır suçunun ne olduğu öğrenilemeyen fatmagül işte; kerim'in bu güne dek, gördüğünüz dahil iki kez elini, bir kez de yanağını öpebildiği, birkaç kez de kucakladığı karısı... * şimdi... bu sahneyi izleyen herkes yarılmış halde... ilk 3 gün hepsi komadaydı, yeni yeni kendilerine geliyorlar. al-la-hım yarabbim, o youtube yıkılıyor, facebook sayfaları yıkılıyor... niye? o el tutma sahnesi yüzünden... ve ben sadece düşünüyorum: "ben mi geri zekalı ve ruhsuz biriyim ki hiç etkilenmedim. benim göremediğim, anlayamadığım ne var o sahnede? tamam, bu durum biraz da "b.k yiyin, milyarlarca sinek yanılıyor olamaz" lafına benzedi ama niye yahu, niye?" derken... aydım duruma... benim gençliğimde ilk el tutmalar aşağı yukarı böyle yaşanırdı sevgililer arasında... aynen böyle: ürkek, çekingen, karşındakinin ne tepki vereceğinden şüpheli, biraz paranoyakça, biraz "zamanı mı acaba?" sorgusuyla birlikte... biz 40 yaş kuşağı, sevgilimizle ilk ele ele tutuşmayı hemen hemen böyle yaşardık ve bu, benim onlarca kez tanık olduğum bir sahneydi işte... beni onun için etkilememiş, o yüzden garip gelmemişti. iyi de sayıları belki yüzbinleri, haydi sağa sola yazmayanlarla birlikte milyonları etkileyen neydi ki bu sahnede? ve daldım düşüncelere... gençler, artık bu kadarcık bile ürkeklik hissetmiyor muydu sevgililerinin elini tutmaya davrandıklarında? peki ne yapıyorlardı? elini uzatıp şak diye avuçlarının içine mi alıyorlardı? bu sahneyi romantik olarak tarif edenlerin yaşayamadığı neydi ki bu kadarcık bir sahnede bile ölüp bitecek derecede romantizm buluyorlardı? yoksa şu icq günlerindeki gibi asl * bu çocuklar için yeterli miydi? flörte karar verdiklerinin ikinci günü kendilerini yatakta mı buluyorlardı yoksa? bu gençler, bir kızın, bir delikanlının elini ilk tutarken -allah aşkına yahu- ne hissediyorlar, nasıl davranıyorlardı ki bu sahneden bu kadar etkilenmişlerdi? cesaret edip sorduğum bir ikisi, "e romantik değil mi sence de?" demeye gelen cevaplar yolladılar. bilmem... endişeyle, korka korka aşık olduğun insanın elini tutmayı ben eziyet, duygusal işkence olarak görmüştüm hep. beyazıt meydanı'ndaki ekip otobüslerine (evet ya, ekip otosu değil otobüsü olurdu meydanda) yaklaşırken elleri ayırmak sıradan bir refleksti mesela, çünkü sen ayırmazsan, polis bile gelir ayırırdı o elleri, hiiiç üşenmezdi! eve dönüş yolunda vapura binildiğinde de ayrılırdı eller, bir baba dostu anne arkadaşı görür korkusuydu bunun nedeni. haydi bunları geç bir kalem, sevgilinin eline uzanan o ilk an, tedirginlik yüklü olurdu aynen bu sahnedeki gibi. bırak elini tutmayı, sevdiğin insanın koluna, eline, yüzüne, sırtına vs dokunmak bile "bir şey"di... ve aslında bütüüün bu sorulara verdiğim cevap, bu dizinin neden bu kadar sevildiğini de açıklıyordu: evet, en temelinde dizinin konusu ve gelişimi itibarıyla sebebi farklıydı ama insanlar bu dizide, sevilene adım adım ulaşma çabasını görüyordu. bu uğurda bir delikanlının verdiği mücadeleyi izliyordu. o delikanlı zorlandıkça "yeter ama artık yaa" diye isyan ediyor, delikanlının işi rast gittikçe dizinin sonu yaklaşıyor diye paniğe kapılıyordu. belki de insanlar ömrü üç gün süren sevdalardan bıkmışlardı. ama galiba en çok da sevgiyle, aşkla fethetmeye-fethedilmeye hasret kalmışlardı. bunları düşündüm işte bütün o yorumları gördükçe. ve anladım ki gençler belki aşkı yaşıyor ama aslında bir türlü hissedemiyordu... biz miydik şanslı olan, yoksa bu yeni kuşak mı şanssızdı? bunun cevabı o kadar göreceli ki... ama kesin olan bir şey varsa, bizim devrimiz geçmişti ve gençler bizim devrin bu masumane korkularını bile romantizm olarak görüp, bağırlarına basmaya hazırdı...
- hangi erol? - profiterol! zuhahahahahahaaaa! gibi bir geyik muhabbetine bin yıldır olta attıran ve itinayla sazan yakalatan tatlımsı, humurumsu, kremamsı... (hakket, ne lan bu tam olarak?)
diziye yeni katılan serdar gökhan'ı izlemek de büyük keyif verdi bana. özlüyorum böyle eskinin güzel insanlarını, hep yer versinler. çok da iyiydi, formundan bir şey kaybetmemiş. fazlasıyla "baba" olmuş.
engin akyürek sevenlerin ikinci ve aklı başında kesimi çok farklı. bunlar, yek vücut hareket ediyorlar. duyduğum, bildiğim o ki çeşitli sanal oluşumlarda bir araya geliyorlar. işte ne bileyim, gruplar, forumlar, facebook'ta sayfalar, youtube'da akyürek'li her video altında sürüp giden tartışmalar vs vs... bunların yaş ortalaması daha yüksek (ben kadar varlar galiba...) amaçları, ellerinden geleni arkalarına komadan ve tamamen gönüllü olarak engin akyürek için çabalamak, delikanlıyı layık olduğunu düşündükleri zirveye, yani görmek istedikleri yere getirmek. harika! buna kim itiraz edebilir ki? yalnız dikkatimi çeken ilginç bir şey var: karşı taraftan hiç ses çıkmıyor bütün bunlar olup biterken. yani yok mudur bir menajeri, bir basın danışmanı, bir pr'cısı, bilemiyorum ki... hani elini kaldırıp, "beni seven arkamdan gelsin" dese, sevenlerinin en az yarısı, "dur bekle cep telefonumu alayım, montumu alayım, çocuğumu bi öpeyim, kocama 'akşama beni yemeğe bekleme' diyeyim der, "nereye gidiyoruz?" diye sormaz bile! enteresan bir durum bu; zira benim "aklı başında" diye nitelediğim bu kitle, bu delikanlıyı ailenin ferdi gibi bellemiş. (yalan yok, benim için de öyle, sevdim keratayı) ne bileyim, sanki sevilen bir kuzen, sülalenin tek erkek evladı, komşunun akıllı ve çalışkan çocuğu, bakkalın efendi çırağı gibi... delikanlı, binlerce aile için "aileden" olmuş özetle. hani birinin kapısını çalıp "çok acıktım yaa, akşama ne var yemekte?" diye sorsa, ben kalıbımı basarım "taze fasülye, pilav, cacık... ama istemezsen sana sahanda sucuklu yumurta yapayım" cevabını alır. işte bu var yaa... çok çok çok zor elde edilen bir sevgidir! ve hiçbir şekilde oyunculuğuyla, başarılarıyla ya da yakışıklılığıyla, hani kara kaşı kara gözüyle ilgisi alakası yoktur. bu manyak aura, etrafındakileri de böyle bağlar kendine... yalnız gel gör ki, yüzbinlerce insanın ailesinden biri gibi gördüğü bu delikanlı, nedense temsil edilemiyor işte kardeşim yaa... temsili filan bırak, ne garabet bir durumsa, sanki başının üstünden bastırıyorlar suyun dibine doğru, boğulsun gitsin diye. Tamam, herkes herkesi sevmek zorunda değil de bu karın ağrısını da "benim" diyen tıp uzmanı çözemez, ben inanmam. dizide olağanüstü oynar, bir kendini değil herkesi aşar, rol arkadaşı beceriksizler pompalanır ha bire. sokağa çıkar, basına konuşmadığı için görmezden gelinir. yazıyorlardı o forumlarda, "höööh, yok artık" demiştim, şimdi ben de inanıyorum, 1,5 saatlik dizide (lan 1,5 saatlik dizi bölümü mü olur ayrıca? neyse bu başka konu) delikanlıya çok çok 15 dakika ayrılır, rolü gereği mapusa atılır, replikleri işaret diliyle konuşacak kadar azaltılır. ne o? başrol oyuncusu... hadi yaa... ha, şunu bilemem tabii: bir engeli vardır, ne bileyim, süren bir tedavisi vardır, ailevi bir takım durumlar vardır da kendi talebidir bu, geçici bir durumdur, bunu bilemem. ama eğer böyle bir şey yoksa, birileri bu çocuğu göstere göstere infaz ediyor demektir ve benim cinlerimin tepeme çıktığı sıfır noktası da tam burasıdır. şu hale bakın şimdi: yahu kardeşim, insan fiziki özelliklerini ana karnında eline tutuşturulan kataloğa bakıp mı seçiyor? öküz evliyalığına bakın ki bu delikanlı burun yapısı ve yarı kepçe kulaklarıyla bile ti'ye alınmaya çalışılıyor. hani çok gördüm de, bu kadar öküzlük de görmemiştim. menajerini, basın danışmanını, pr'cısı merak etme nedenim de bu zaten. ya öyle bir kitle yok ya da var ama kifayetsiz veya 1970'lerin devlet memurları gibi maaşlarını alıp umursamıyorlar bile kim için ne için çalıştıklarını. yani diyeceğim o ki, kendisini medyaya karşı temsil edecek birileri yoksa acilen bulması, varsa da acilen yenilerini ve iş yapacak olanlarını bulması gerekiyor bence. "ya haze, başka derdin mi yok allasen?" diyen varsa bir şey hatırlatmama izin versinler: bu da bir tür mücadele... benim toprağımdan filizlenen bir yeteneği, kimbilir hangi karın ağrıları uğruna kemire kemire yok etmeye niyetli kitlelere karşı verilen bir tür mücadele bu da işte. ucundan kıyısından beni de ilgilendiren bir direniş belki. (o ucu-kıyısı da kaliteli oyuncu izlemek, medya maymunu olmayan "adam gibi, insan gibi" oyuncu izlemek ve o oyuncuya da hakettiği gibi davranılmasını talep etmek oluyor benim için) hani "niye bu ülkeden hiç dünya starı çıkmaz" diye homurdanırız ya bazen... bak işte ben sana neden çıkmadığını anlatmaya çalışıyorum dolaylı yoldan, üstelik tahminlerimin onda birini, bildiklerimin dörtte birini yazıp, bir de mevcut duruma ve o mevcut durumu yaratanlara olabildiğince az küfrederek! bilmem anlatabildim mi?.. sonuç? yok sonuç... en azından şimdilik yok. bekleyip göreceğiz. halkın evladı mı kazanacak, medyanın maymunları mı, bunu göreceğiz mesela. veya gerçek oyuncu hak ettiği yere söke söke gelecek mi yoksa maymunları zorla mı izletecekler “sanatçı” diye bunu göreceğiz. yalnız ben maymun besleyenlerin bu defa avcunu yalayacağına inanıyorum. çünkü bu çağda, bu hızlı iletişim imkanlarıyla, bu koordineli ve online kol kanat germe güdüsüyle; kimse sanatçısını, aktörünü, oyuncusunu, starını * ama belki de en önemlisi ailesinden biri gibi gördüğü bu delikanlıyı harcatmayacaktır. niye? çünkü o kadar çok maymun izledik ki bin yıllardır, "adam" olanı bir bakışta tanıyabiliyoruz artık! bir önceki tanımda "yüksel ki yerin bu yer değildir" demişim, upgrade ediyorum: sevgili engin akyürek, yerin bu yer değil ve sen yükselmeye mecbursun kardeşim! sen başla yürümeye, sevenlerin arkanı kolluyor, merak etme... edit büdüt: varmış pr'cısı da... şimdi beni bir hayal edin, sağ elimi kaldırmışım havaya, avuç içim yüzüme bakıyor, başımı sola çevirmişim ama gözlerim sağda. ağzım da böyle "lan ben senin..." demek ister gibi kasılmış, çizgi haline gelmiş. tam bir "teeaallaaam yaaa" arefesi... haggedden tam pr'lık yeri bulmuş yani. öyle pr'a dalmışlar ki, vitrinleri olacak web siteleri bile prostatlı... iletişmeye çalışıyorsun, lan telefon numarasını, adresini bile göstermiyor sana... delikanlı nasıl oldu da burayla çalışmaya başladı acaba? hele ki big brother da işin içindeyse, insanlar boşuna yırtınıyor senin için demektir sevgili engin akyürek! kaç kendini kurtar oradan, deli misin divane misin yav?
o tribünlerdeki kadınların hepsi fenerbahçe taraftarı değildi elbette. kızı için, gelini için, kardeşi için gelen çoktu ama afferin kadınlara yaaa, ellerinden geleni yaptılar. bir volkan'ı bir alex'i tanıyordu çoğu belki ama olsun... hatta manisaspor'un kalecisi sahaya ayak bastı, volkan zannedip alkışladılar ama olsun, oradaydılar ya... böyle bir garip hissettim kendimi maçı seyrederken. seyircisiz oynansa daha bir maç havasında olacağım sanki ama... nasıl anlatsam... (yuh, benim dilim tutuldu, dünyanın sonu yakındır!) maç değildi o sanki. bir ara "i.ne trabzon olamazsın şampiyon" gibi aslında gayet sıradan bir tezahüratta bile ööyle şebek şebek gülerek baktım ekrana. maçla ilgili bir şey söyleyemeyeceğim çünkü kulağım ve gözüm hep seyircideydi. 1) iyi olmuştur, akıl edenlere helal olsundur. 2) illa ki seyircisiz oynama cezasında değil bütün maçlarda yer açın hanımlara. bak taciz yok ama. taciz edenin alırım o elini... neyse... 3) ya bir de çiğleşmeyin tamam mı? güzel bir manzaraydı, güzel bir jestti, güzeldi herşey be... en azından fenerbahçe tarihinde ve dünya futbol tarihinde bir ilki. bu bile yeter, keyfimize dinamit koymayın.
lan olm, beren saat manyağı bir kitle yetişiyor, haberiniz var mıydı? bunların alayı da bu dizi ağırlıklı olarak bereeeeeeeeeeennnnnnnnn bereeeeeeeeeeeeeeeeennnnnn diye me'lemekle meşgul. aklım dimağım durmak üzere, sen çalıştır ya rab! ben bunu türk delikanlısının geleceği açısından feci sakıncalı gördüm yaa... hani dizide elini sallasan, gözünü kaydırsan yakışıklı birine rastlıyorsun zaten, lan "olgun severim" diyenler için musa uzunlar'dan tut civan canova'ya; çıtır sevenler için engin öztürk'ten kaan taşaner'e, yaa geç haydi hepsini bir kalem, engin akyürek yeter alayına zaten, bir yığın böylesi afet-i devran var dizide, ama bizim genç kızlar "beren de beren" diyor. küçük dilimi yuttum, hükümsüzdür! n'ooluyo abi? kızlar delikanlı milletinden umudunu kesti, lesbos adasına mı ricat ediyor, nedir? sosyolojik bir durum vesselam. yani tamam, biliyorum, hem kadın hem erkek yıldızların her iki cinsten de hayranı olur ama ben böylesine ilk kez rastlıyorum ve bunda beren saat'in zatının etkili olduğunu da sanmıyorum. medyanın bok yemesi gibi geliyor bana. uyanın delikanlı ahalisi... kız milletinin bilinç altına beren saat tohumları serpiliyor, bakın uyarmadı demeyin, kök sökersiniz ileride. hayrettir yaa... sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz. sözlük sistemi ile geliştirilmiştir. |