tarhana

    tarhana adı "darhane"den gelir. diğer bir deyişle yoksul hanelerin klasikleşen çorbasıdır. tarhanaya asıl lezzet veren çörtük otudur. Özellikle bebek maması olarak değer biçilemez mineral ve vitamin deposudur. ek gıdalara geçen bebeklere bol bol içirilmelidir. ege bölgesinde haşlanmış kuru börülce ile karıştırılanı köy sofralarının vazgeçilmezidir. bir yerde anadolu'nun hazır çorbasıdır şeklinde de tanımlayabiliriz...
    (01.09.2006 16:13)

kargo

    kargo, ilk yola çıktığında tüm müzik aletlerini kendileri taşıdığı için bu adı almışlardı. koray öncesi dönemdeki kadın vokali ile adını duyduğumuz kargo, koray'ın imaj katkısıyla tanınmış ve kitleler tarafından sevilmiştir. ancak grup şu sıralar "beyni"nden yoksundur. mehmet şenol şişli, kargo'dan ayrılmış ve kesmeşeker'e katılmıştır. ayrılma nedenine dair muhtelif söylencelere rağmen, kesin olan tek şey mşş'nin yokluğuyla kargo'nun çok kan kaybettiğidir. çünkü mşş sıradan bir söz yazarı değil, ozandır ve onun şarkı sözleri olmadan grup epey eksiktir. mşş'nin 'şair'liği için 2000'deki sen bir meleksin albümüne kadar tüm kargo albümleri incelenebilir.
    (01.09.2006 16:01)

boğaziçi üniversitesi

    boğaziçi üniversitesi 80'lerde herkesin bir şekilde kapağı atmayı hedeflediği bir okuldu. bir kez en düşük puanlı bölümüne girmek, çok çalışarak yatay geçişlerle istenen bölümden mezun olunmasına kadar öğrencinin yolunu açıyordu. mezuniyet sonrası çalışma hayatında en çok tökezleyenlerin de bü mezunları olduğu ortaya çıktı. çünkü hepsi boğaziçili olmanın verdiği öz güvenle, anında amir ve müdür olacaklarını beklemişlerdi. öyle olmadı elbette. şirketler, işe aldıkları her bü'lüyü eğitimden geçirmek durumunda kaldı. bu durum eleman arama ilanlarına da yansıdı. 90'larda bü mezunu olmak neredeyse ön koşulken, 2000'lerle birlikte liderliğini başka üniversitelere bıraktı.
    aklıma gelmişken... bir bü mezunundan dinlediğim 'öğrenci eylemi'ni de paylaşmak isterim: "bütün üniversitelerde öğrenciler ya siyasi nedenlerle ya da yemek ücretine yapılan zam gibi öğrenci yararına olmayan konularda eylem yapıyorlar. bizde şahit olduğum tek eylem ise yetersiz otopark yüzündendi. öğrenciler araçlarını park edecek yer bulamıyormuş..."
    hepsi bir yana, 'güzide' bir eğitim yuvası olduğunu düşünüyorum.
    (01.09.2006 15:38)

dark side of the moon

    Dark Side of the Moon albümü, aynı zamanda listelerde en uzun süre kalma rekoru kıran bir eserdir. Albüm, ilk kaydını takiben 14 yılı aşkın bir süre billboard listesinde kaldı. gelişen kayıt teknolojileriyle re-mastering yapılarak tekrar satışa sunulduğu 2000'li yıllarda yeniden listelere girdi ve bu süre 25 yıla uzadı. albümdeki the great gig in the sky'daki siyahi gırtlaklı beyaz kadın vokal clare torry'nin yorumu tek kelimeyle tüyler ürperticidir.
    (01.09.2006 14:16)

ertuğrul özkök

    yukarıdaki tanımlardan da anlaşılabileceği gibi türk basınına, türk halkına fazla birşey vermeden 10 yılı aşkın süredir hürriyet'in genel yayın yönetmenliğini sürdüren isimdir. o'nun yönetiminde hürriyet daha bağımlı, daha borazan ve daha halktan kopuk hale gelmiştir. ürdün kralı hüseyin'in cenazesine devlet protokolüyle birlikte katılınca, yeni yüzyıl tarafından "cenazede türk basınını başarıyla temsil etti" şeklinde ti'ye alınması hala akıllardadır.
    (31.08.2006 15:12)

engin ardıç

    kalemi son derece keskin bir köşe yazarıdır ve onun deyişiyle 'türk matbuatında' bence tek ve benzersizdir. duruşunu ilerleyen yıllarla birlikte değiştirenlerden ya da parayı görünce sapıtanlardan değildir. bazı fikirleri sivri bulunduğu için belli kişi ve gruplar tarafından dışlanır. metal müzik yapan ve dinleyen tayfa, köylü kurnazları, atatürk'ün doğum tarihini bile bilmeyen atatürkçüler, dini imanı olmayan sözüm ona dindarlar gibi... elbette her köşe yazarı gibi, onun da her fikrine katılmak mümkün değildir. ancak engin ardıç'ın öyle bir manyak mıknatıslığı vardır ki, bugün 'öküz' diye hitap ettiği kitle, yarın kendisini diş gıcırdatarak yine okur. fukara edebiyatı yapan ama gecekonduda apartman diken tipler, memur olmayı (kendisi de memur ailesinden geldiği halde) türkiye'nin entelektüel kitlesinden olmakla bir sayanlar ve '68 veya 78 kuşağından olmakla öğünmekten başka bi halt bilmeyen daevrimciler' gibilere alerjisi vardır. eminim ki pek meslektaş dostu yoktur ama okurları her hangi gazeteye giderse gitsin, kendisini takip etmektedir, edecektir. eline sağlık, kalemine kuvvet!
    (31.08.2006 14:54)

beyin fırtınası

    özellikle reklamcılık gibi yaratıcılığa dayalı işlerde, tüm creative ekibin toplanıp, konuyla ilgili bilinç akışı tekniğiyle farklı birşeyler bulma ve söylemler geliştirme çabası. brainstorming oturumlarında genellikle herkes en parlak fikrini ortaya atar. bu parlak fikir çay servisi yapan arkadaşın dahi konuya katkıda bulunduğu bir tartışma ortamıdır. sonuçta ve çoğunlukla beğenilen fikrin geliştirilmesi ve fikri ortaya atanın bile tanımayacağı hale gelmesiyle sonuçlanır. en başarılı reklam kampanyaları genellikle bu şekilde ortaya çıkar. öte yandan, her başarılı reklam, ürünün iyi tanıtılması veya ürünün satışı anlamına gelmez. reklamcıların 'kristal elma'yı kaptığı ama reklamın, neyin reklamı olduğunun bile hatırlanmaması türk reklamcılığında vaka-i adiyedir... (bkz: kristal elma)
    (31.08.2006 14:44)

nesnesitelna lehkost byti

    ya da 'varolmanın dayanılmaz hafifliği'... yayınlandığı günden itibaren okumayanan adamdan sayılmadığı, özellikle 80'lerin ikinci yarısından başlayarak entelektüel sohbetlerde baş tacı edilen, "anlaşılmadığı için yüceltilen" roman kategorisine iç huzuruyla yerleştirebileceğim klasikleşmiş bir roman.
    (30.08.2006 18:11)

gulliver s travels

    gulliver's travels, jonathan swift'in o zamanlar ıngiliz topraklarına dahil olan ırlanda'da yazdığı bir eser. kraliyeti, bir din adamı olarak adada yaşanan sefalete çözüm bulması için defalarca uyardığı halde, taleplerine hep kulak tıkandığı ve çaresizliğin swift'i adım adım deliliğe sürüklediği söylenir. o delilik hali de zaten kitabın 3. ve 4. bölümlerinde çok açık görülür. misantroph, yani insan sevmeyen biri haline gelen swift, bu eserinde hıristiyanlık mezheplerinin de eleştirisini yapar. bizde epey tanınan ve çocuk klasikleri arasına giren lilliput ve devler Ãœlkesi brobdignag bölümleri aslında hem ıngiltere'nin ve avrupa'nın, hem de hıristiyanlığın eleştirilerini içerir.
    (30.08.2006 18:07)

attila ilhan

    cumhuriyet'e ve atatürk'e gönülden bağlı bir yazardı. hatta atatürk adının dillere pelesenk edilmesine ve sözüm ona atatürkçü'lerin pıtrak gibi çoğalmasına inat, yazılarında hemen hemen hiç "atatürk" adını anmaz, o'nu "gazi" ya da "mustafa kemal" olarak tanımlardı. kendisi aynı zamanda türk dilinin yılmaz savunucularındandır. paris'te tam bir bohem hayatı yaşarken, bir anda fransızca düşünüp, duygularını fransızca ifade etmeye başladığını, hatta daha da acısı fransızca şiirler yazmaya başladığını görerek, paris'i terketmiş ve yurda dönmüştür. türkiye'deki kolej sistemine de karşı çıkan ilk isimlerden biridir. yerinde bir tespiti de vardır: kolejde okuyan erkek çocuklarının sokaktaki hayatla iç içe yaşadıkları için türkiye gerçeklerine daha kolay uyum sağladığını, ancak dört duvar arasındaki genç kızların, idealist kolej eğitiminin ardından toplumla bir türlü barışamadığını ve mutsuz olduğunu söyler.
    sadri alışık'ın kayınbiraderi ve çolpan ılhan'ın ağabeyidir.
    umarım bir gün trt 2'deki programları dvd olarak, cumhuriyet'teki yazıları da kitap olarak hazırlanarak satışa sunulur. o'nu her kuşaktan türk'ün tanımasında sayısız fayda vardır.
    (28.08.2006 16:36)

robbie williams

    abd'ye kendini bir türlü kabul ettirememiş ingiliz müzik adamı da diyebiliriz. parçaları avrupa'yı kasıp kavururken, abd listelerinin sanki öyle biri yokmuş gibi davranması ilginçtir. benim gibi robbie williams konusuna mesafeli duranlara acizane bir tavsiye: sanatçının live 8'teki performansını izlemenizi ve kitleleri nasıl etkisi altına aldığını görmenizi isterim. koca stadın hep bir ağızdan tüm şarkılarını baştan sona williams ile birlikte söylediğini gördükten sonra, kendisinden çok karizmasıyla ilgilenmeye karar verdiğim ingiliz müzisyeni de diyebilirim. (bkz: live 8)
    (28.08.2006 12:22)

obi wan kenobi

    star wars'un the phantom menace, attack of the clones ve revenge of the sith filmlerinde obi wan'ı ewan mc gregor canlandırdı. orijinal üçleme a new hope, empire strikes back ve return of the jedi'da ise obi wan artık yaşını başını almış biriydi ve onu canlandıran da sir alec guinness olmuştu.
    (25.08.2006 11:35)

the beatles

    liverpool'u limanı ve futbol takımı kadar, hatta ondan da fazla dünyaya tanıtan grup. tüm elemanları, çocukluklarını ikinci dünya savaşı yıllarında geçirdiği için yoksul, sahipsiz ve yitik bir kuşağın temsilcileri sayılabilirler.

    o güne kadar dinlene dinlene alışılagelmiş rock ritmlerini bir yana bırakıp kendi bildikleri gibi müzik yapan beatles, başlangıçta 5 kişiyle yola çıkmıştı. bunlardan stuart sutcliffe, grubun 2. hamburg turnesinde beyin kanaması geçirerek öldü. sonradan sutcliffe'in kızkardeşi, stu'nun aslında john lennon ile girdiği bir kavgada başına aldığı tekme darbeleriyle yaralandığını ve birkaçgün sonra da öldüğünü iddia edecekti. (bu iddia 2003'te kitap olarak yayınlandı) diğer ayrılan eleman ise grubun liverpool'da çaldığı barın sahibi mona best'in oğlu pete best idi ve grupta bateri çalıyordu. pete, daha çok rock'n'roll yapmaya istekli olduğu için bir süre sonra grupla yolları ayrıldı. geriye kalan john lennon, paul mc cartney ve george harrison, beatles'ın belkemiğini oluşturdu. davula da bir süre sonra ringo starr geçti.

    grup liverpool'da cavern adlı bir barda sahne alarak önce bu kentte tanındı. ardından hamburg konserleri gündeme geldi. o çok ünlü saç kesimleri de hamburg konserlerinin bir hatırasıydı çünkü stu'nun alman sevgilisi astrid gruba bir kişilik kazandırmak üzere saçlarını öyle kesmelerini önermişti. başlangıçta cover parçalarla boy gösterdiler. buna rağmen kimseye dinletmeye cesaret edemedikleri besteleri de vardı. o besteleri cavern'de ve ancak ortamı fazlasıyla dost buldukları zaman seslendirirlerdi.

    aslında brian epstein'a rastlamasalardı ve yapımcı george martin onları ve müziklerini beğenmeseydi, sonradan groupie adını alacak kızlarla eğlenip, içip, bol bol hava basıp, dağılıp gidecek sıradan bir gruptu. yine de karizmaları olduğu herkesin ortak fikridir ve cavern'de sahne aldıkları günlerde nasıl olup da kapının önünde upuzun kuyruklar oluştuğunu kimse açıklayamamıştır.

    beatles'ın 1962'de çıkan ilk single'ları love me do'dan, son albümleri let it be'ye kadar olan dönemde olup bitenlere dair hemen her türlü bilgi hemen her yerden bulunabilir. özellikle şarkı, albüm ve konser bazındaki bilgiler...

    beatles'a dair az bilinen bazı konular da var. örneğin ilk kurulduklarında adları quarryman's skittle idi. sonra silver beetles oldular ve beatles'da karar kıldılar. beatles, çok uzun ömürlü olmasa da en üretken gruplardan biri olmuştur. yazdıkları onlarca şarkı, aynı zamanda onları dünyada şarkıları en çok yorumlanan grup yapmıştır. o şarkılarda pek çok deneysel müzik de vardır. revolution nr 9 kaydın geriye sarılarak tekrar kaydedilmesiyle üretilmiş bir parçadır. tüm sözleri iki cümleden ibaret beste yapmak da onlara has bir özelliktir (why don't we do it on the road, no one would be watching us), müzikal tadında albümler hazırlamak da (sgt peppers lonely hearts club band), albümlerinden bir parçaya çizgi filmle klip hazırlamak da (yellow submarine). hatta mtv yokken parçalarına senaryosu olan klipleri ilk çeken de beatles'tır. kendi plak şirketlerini kuran (apple records -ki şu sıralar aynı adı taşıyan apple computers ile mahkemelik), hindistan gezisinden sonra başta -toprağı bol olsun- harrison olmak üzere uçuran, şarkı sözlerinde uyuşturucu kullanımını övmekle suçlanan (a day in life, lucy in the sky with diamonds) beatles daha çok ilk dönem parçalarıyla tanınsalar da müzikal değerleri asıl olarak 67 ve sonraki yıllarda yaptıkları albümlerde gizlidir. abd'de stadyumda konser veren ilk grup da beatles'tır, abd'nin o zamanlardaki jay leno'su ed sullivan show'a çıkan ilk müzik grubu da onlardır.

    beatles'ın pekçok taklidi zaman içinde ünlü olmuştur. monkees de bunlardan biridir. 60'lı yıllarda rolling stones da beatles'a rakip olarak ortaya atılmıştır örneğin. yalnız beatles üyelerinin kraliçe 2. elizabeth'in elinden 'sir' ünvanı almasıyla bu rekabette rolling stones her zaman bir adım geride kalmış, her iki grup üyelerinin katıldığı alkollü uyuşturuculu partileri basmak için bile ingiliz polisi beatles üyelerinin partiden ayrılmasını beklemek zorunda kalmıştır. yıllar sonra john lennon'a karşılaştırmalı bir beatles-rolling stones sorusu yöneltildiğinde lennon'ın verdiği cevap hala akıllardadır: 'asıl şaşırtıcı olan beatles'ın dağılması değil, rolling stones'un hala bir arada kalabilmesidir...'

    cinayetler, ölümler, hastalıklar... kısaca değinelim: john lennon 9 aralık 1980'de mark chapman adındaki bir hayranının kurşunlarına hedef olarak terk-i diyar eyledi. geride kimselerin bir türlü sevemediği japon eşi yoko ono (ki kariyerinin beatles sonrası yıllarında müziğe ono ile birlikte kurduğu plastic ono band ile devam etmişti) yoko ono'dan olan oğlu sean, eski eşi cynthia ve bu eşinden olan oğlu julian lennon (ki hey jude şarkısı julian'a ithafen yazılmıştır) kaldı. oğul julian valotte adlı (bence albümdeki space destansı bir parçadır) bir albüm çıkardıktan sonra ortalıkta görünmedi.

    paul mc cartney her zaman grubun kasası ve en zengin adamıydı. eastman şirketinin (kodak'ın sahibi olan firma) sahibinin kızı linda ile evlendi ve kurdukları wings adlı grupla pek de kayda değer sayılmayacak parçalar ürettiler. 80'lerin ortasından itibaren düetlere ve solo albümlere yöneldi, hayır işlerine ve live aid-live 8'lere katıldı. linda'nın kanserden ölümüyle birlikte heather mills ile birlikte oldu, evlendi ve bir süre önce boşandılar. kızları, kendi adlarına kurdukları moda evini işletiyorlar ve müzikle pek alakaları yok.

    grubun çirkin örnek yavrusu george harrison, kavga kıyamet her beatles albümüne çok çok iki-üç bestesini koydurabiliyordu. nedense grubun en silik kalan ama gerçekte yeteneği kasten gölgelenen elemanı oydu. kimine göre beatles'ın dibine dinamit koyan da bu iç çekişmelerdi. something, while my guitay gently weeps, my sweet lord gibi parçaları hala yorumlanır. harrison ilk yardım amaçlı ve çok katılımlı konseri organize eden isim de oldu ve 1 ağustos 1971'de bangladeş yararına verilen konseri düzenledi. harrison ile eric clapton'ın meslektaş olmanın ötesinde ortak bir yönleri daha vardı: pattie boyd. clapton o çok ünlü layla'yı pattie için bestelemişti ve pattie bir süre sonra harrison'ı terkederek clapton ile evlendi. bu skandal bile iki arkadaşın dostluğunu bozamadı. ikinci eş olivia trinidad arias ise medyadan uzak duran bir tipti. sessiz beatle olarak tanınan harrison 29 kasım 2001'de kanserden öldü. külleri, inancı gereği ganj'ın sularına serpildi.

    ringo starr (ki asıl adı richard starkey'di) kimine göre en yetenek yoksunu beatle'dı. sesi berbattı, beste yeteneği yoktu, söz yazamazdı ve kötü bir davulcuydu. yine de grubu bir arada tutan eleman oydu. 70'lerin seksi yıldızı barbara bach ile evlendi, caveman gibi birkaç filmde rol aldı ve hangi beatle ne zaman ona ihtiyaç duyduysa hep yanında oldu. bugün mccartney ile hayatta kalan iki beatle'dan biridir.

    beatles'a ait şarkıların neredeyse tamamının telif haklarını michael jackson elinde tutmaktadır. beatles, aynı zamanda şarkıları senfoni orkestraları tarafından seslendirilen ve gerek armonisi gerek melodisiyle şaşırtıcı sonuçlar veren, dünyanın en çok albüm satan birkaç grubundan biri olarak müzik tarihinde sarsılmaz bir yer edinmiştir. bazıları savaş sonrası sendromunu yaşayan ingiltere'de gençleri (ki grubun üç üyesi savaşın devam ettiği 1940'da, harrison ise 1943'te doğmuştur) biraz olsun neşelendirip onlara umut vermek, geçmişi, en önemlisi de ailelerinde yaşanan kayıpları unutturmak üzere bu grubun ite kaka ünlü edildiğini söyler. öyle bile olsa, maksadını aşan bu ün ve başarı, beatles'ı müzik tarihinde farklı bir kulvara yerleştirmiştir.
    (24.08.2006 16:00)

ölme eşeğim ölme

    tamamı: 'ölme eşeğim ölme, bir tarla yonca biçeyim, ye de öyle öl' diye de bilinir. hak edileni elde etmek için bile beklenmesi gerektiğini, bazen de hak edileni elde etmenin imkansızlığını anlatmak için kullanılır.
    (24.08.2006 13:18)

hürriyet gazetesi

    türk basınının yüz akı iken, ani bir türbulansa girerek yüz karası olma yolunda ilerlemeye başladı. simavi adını türk basın tarihinden silmeye and içmişcesine gazetenin olaylara bakışında ve değerlendirmesinde 180 derecelik bir farklılık yaşandı. sedat simavi karikatür ödülleri'nin adı bile aydın doğan karikatür ödülleri olarak değiştirilince hazımsızlığın boyutu herkesin pes demesine neden oldu. amiral gemisi olma vasfını da medya towers'a taşınıp 'yokuştan' fildişi kuleye çıkınca kaybetti. halktan koptu, akvaryum gazeteciliğinin önderi oldu. iyi ilişkiler içinde olmak zorunda olduğu şirketlerin borazanlığını üstlendi, hatta işi moskova'da açılan ramstore'u manşetten görecek kadar abarttı. bugün çok tartışılan ama sonuçolarak bizlere bilgi adına pek birşey vermeyen köşe yazarlarıyla ünlü bir gazetedir. hürriyet haber ajansı'nın çabaları takdire şayan olmakla beraber, gazetenin toplum mühendisliğine soyunduğu herkesin malumudur. hürriyet'in bir ayrıcalığı da amerikan kongre kütüphanesi'nde her nüshası (bilgisayar ortamında) arşivlenen tek türk gazetesi olmasıdır. bu onuru (!) da soğuk savaş döneminde birileri tarafından yakından izlenmesi gerekli görülen cumhuriyet gazetesinden devralmıştır.
    (24.08.2006 12:35)

sayfa: 1...-298-299-300-301

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.