istiklal mahkemeleri

türkiye ye kaçan yahudi bilim adamları

türkiye ye kaçan yahudi bilim adamları

    1930 larda baskı almanya da baskılar altında yaşayan yahudi kökenli alman bilim adamları albert einstein in atatürk e yazdığı bir mektup sonucu türkiye ye kabul edildi. bu bilim adamları ankara ve istanbul daki üniversitelere yerleştirildi. en az kalanı 1933-1946 arasında kaldı kimileri ise türk vatandaşlığına geçip türk topraklarında öldüler. bu gün fazlaca hatırlanmayan bu göç aslında türk bilim tarihindeki belkide en büyük sıçramalardan birine imkan tanımıştır.

    gerek sosyal bilimler gerekse fen bilimlerinde çok saygın bir grup yetenekli genç bilim adamlarını eğiterek yepyeni bir bilim adamı kadrosu geliştirdiler. bu gün hala pek çok üniversitede bu göçmen yahudi bilim adamlarının türk öğrencilerinin altmışlı yıllarda yazdıkları kitaplar ufak tefek değişikliklerle okutulur. bu yüzden 1930 lar belki de türk rönensansı dönemi olarak bile görülebilir. konuyla ilgili uluslar arası hukuk alanında türkiyenin yetiştirdiği en önemli bilim adamlarından biri olan prof. türkkaya ataöv ün makalesini altta görebilirsiniz.

    israille yaşanan kimi sorunlardan dolayı kamuoyunda artık saçmayan düzeye kadar çıkan bir yahudi düşmanlığı pompalanıyor. yahudilere küfretmek herşeyi kurtlar vadisi tarzı yahudilere yıkmak nerdeyse normal bir durum oldu. israil in yaptığı pek çok canavarlığı eleştirmekle beraber şu andaki durum düpedüz anti semitist bir hal aldı ve bu aklı başında insanların göstereceği tepki değil. bu makaleyi bir de bu durumu dikkate alarak okumanızı öneririm.

    ----------------------------------------------------------------
    ----------------------------------------------------------------

    '' Türkler 14'üncü ve 20'nci yüzyıllar arasında, yani 600 yıl boyunca, kendilerini din ya da anasoy nedeniyle Yahudi bilenleri bir değil birkaç kez, en tehlikeli durumlarda, ama engin hoşgörü sergileyerek, hem topluca hem de tek tek yaşama döndürerek, kendi geniş topraklarını ardına dek açıp onları yalnız yok olmaktan kurtarmakla kalmamışlar, Hıristiyan Batı'nın elinde yaşamlarından bile umudu kesmiş bu kişilere ayrıca tüm özgürlükleri vererek onları sözgelimi cennette yaşatmışlardır. Türklerin Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinden bu öğrenek (ibret) dolu sayfaları Batılılarca (ve öyle anlaşılıyor ki, kimi Türklerce de) gereği gibi bilinmiyor.

    Gene Türkler, Yahudiler dışında, baskı altındaki başka kişilere, geçmişin devrimci aydınlarına ve kıyım gören din, mezhep ya da anasoy kümelerine de sıkı sık kucak açtılar. Bu anlayışı ve özveriyi bu denli uzun göstermiş olan, hattâ böylesine bir duygudaşlık doruğuna geriden gelip yaklaşabilen başka bir ulus yoktur. Bu gerçeklerin gerektiği gibi anımsanması bilim gereğidir, doğru konuşmanın koşuludur.

    Einstein'in Atatürk'e mektubu

    Einstein'ın "Ekselansları" hitabıyla Atatürk'e gönderdiği 1933 tarihli mektup. Nazi zulmünden kaçan Yahudi bilim adamlarına kucak açılması istenen bu mektup Atatürk tarafından gereğinin yapılması için dönemin Başbakanı İsmet İnönü'ye havale edilmiş.

    Özellikle adı "uygara" çıkmış olan Avrupa'da Yahudilere ilişkin önyargılar, çıkar nedeniyle saldırılar ve Nazi döneminin toplu kıyımları nedeniyle bu kişilerin kaçıp kurtulacakları yer Osmanlı Türkleriyle Atatürk Türkiye'sinin insancıl kucağı oldu. Yahudiler Batı ve Orta Avrupa'da sözde "kan iftirası", veba salgını sorumlusu ve her türlü uğursuzluğun kaynağı sayılıyorlardı. "Kan iftirası" şuydu: Gerçek olmayan masala göre, Yahudiler "fısıh" bayramında yaptıkları ve "matzot" denen ekmeği (daha önce sözde kaçırdıkları Hıristiyan çocuklarını iğneli ve çivili fıçıya koyduktan sonra yuvarlayıp elde ettikleri) kanla yoğuruyorlardı. Bu nedenle, Batı denilen cehennemin herhangi bir köyünde, kentinde bir çocuk aranıp da bulunamadı mı, ardından kuşku altındaki Yahudilere toplu saldırılar olurdu. Veba salgını büyük olasılıkla deniz aşırı yolculuklar yapan Avrupa ticaret gemilerindeki farelerden yayılmıştı, ama bunun da bedelini Yahudilere ödettiler.

    Katolik İspanya tüm İberya Yarımadasında egemen olabilmek için, Kordova'nın 1492'de düşmesiyle "Moriscos" dedikleri Endülüs Müslümanlarını ve "Marranos" sözcüğüyle andıkları Sefardik Yahudilerini yer yer öldürdüler, Hıristiyanlaştırdılar, kovdular ya da kaçmağa zorladılar. Umarsız kalarak Katolik olan "converso"ların içtenliğine inanmayarak din değiştirmiş olanları bile işkenceden geçirdiler. Yahudiler İtalya gibi kimi yakın Avrupa ülkelerinde de benzer acımasızlıklar yaşadılar. Yaşamını sürdürebilenler kapağı Osmanlı topraklarına attılar.

    Özellikle Fatih Sultan Mehmet'in oğlu İkinci Beyazıt yıllarından başlayarak Osmanlı toplumu Yahudilerin yarınlarından umutlu olarak göçebilecekleri tek yerdi. Avrupa'da başını yeniden çıkartmış olan Yahudi düşmanlığı gitgide yayılıyordu. Oysa, İspanya'daki Müslüman devlet egemenliğinde Yahudilerin özel bir yakınması olmamıştı. Ayrıca, Orhan Gazi'nin (1324-59) Bursa'ya girişinde (1324), oğlu Süleyman Paşa'nın (1316-59) Gelibolu'ya geçişinde (1354) Birinci Murad Hüdavendigâr'ın (1326-89) Edirne'yi alışında (1363) ve Fatih'in (1432-81) İstanbul'daki Bizans yönetimini çökertmesinde (1453) bu yörelerdeki ufak ve yoksul Yahudi yerleşmelerinin Türklere desteği olmuştu. Fatih'in askerleri kente Yahudi mahallelerinin önündeki kapıdan girdiler. Bizans yönetimi Yahudiler için bir acımasızlık tarihiydi. Yahudiler Buda ve Pest'in (1526), Rodos'un (1522), Belgrat'ın (1526), Irak ve İran'ın (1534, 1638) ve Yemen'in (1628) Osmanlılara geçmesinden memnundular. Osmanlının o tarihte din kümesi anlamına gelen "millet" düzeni uygulaması içinde onlar da "Yahudi milleti" olarak kendi içlerinde örgütlendiler ve yaşamları, dinleri, dilleri ve kazançlarında özgür oldular.

    Osmanlı devleti zenginleştikçe Yahudiler de ondan paylarını, giderek belki de fazlasını aldılar. Devlete eklenen Bosna ve Hersek'e (İspanya'daki Sefardik'lerden farklı olarak) Macaristan, Polonya, Rusya, Almanya, İtalya ve Fransa'dan kaçan Eşkenazi Yahudileri yerleştirildi. Edirne'deki Hahambaşı tüm Balkan Yahudilerinin başına getirildi. Yahudilere para alınmadan toprak verildi, vergi kolaylıkları ya da tüm bağışıklık getirildi. Özetle, geniş Osmanlı toprakları Yahudilere de ilk olarak 1492'de İspanya'daki Engizisyon'dan kaçanlara açılmadı. Ondan da önce vardı ve sonra da sürdü.

    Osmanlı devleti, yalnız İspanya'da "Engizisyon" denen soruşturma ve yargı sürecinden yakayı kurtarabilenlere değil, Roma ve Bizans dönemlerinden arta kalanlarla Roma İmparatorluğu yıllarında Kutsal Topraklar'dan sürülmüş olan Yahudilere de sahip çıktı. Son sözü edilenler "Musta'rab" (yani, bir ölçüde Araplaşmış) Yahudilerdi. Aynı Kutsal Topraklar Yavuz Sultan Selim'in Portekiz çevrelemesine karşı giriştiği güney seferiyle Osmanlılara katılınca, Yahudiler de onların ünlü Tapınağının yıkılıp sürgüne yollanmalarından sonra ilk kez aynı devlet çatısı altında bir araya geliyorlardı. Başka yerlerdeki Yahudi düşmanlığı dalga dalga yükseldikçe, kapısı çalınacak olanlar gene Türklerdi.

    Örneğin, 1683'deki İkinci Viyana gerilemesinden sonra Habsburglar'ın Sırbistan ve çevresini işgâlleriyle canlarını kurtarmak isteyen Yahudiler hemen güneye ve güvenli Osmanlı topraklarına bir daha çekildiler. Ukraynalı Bogdan Çmielniki askerlerine Yahudileri kılıçtan geçirme buyruğu verdiğinde, kendilerini kurtarabilenler hemen güneye Osmanlı toprağına indi. Napolyon Savaşlarını izleyen tutucu ve gerici Avrupa ortamından kaçan Yahudiler de gene Türklere sığındı ve iyi karşılık buldu. Balkanlar 1821'deki Yunan başkaldırmasıyla birlikte Türklerden ve öteki Müslümanlardan temizlenirken, birçok Yahudi de onlara katılarak geldiler. Birçoğu da Türklerle birlikte orada öldürüldüler. Bu kıyım Yunanistan'da başlayarak önce Ege adalarına, sonra Bulgaristan, Sırbistan ve Romanya'ya sıçradı. Ölenler Hıristiyan olmadığı için, bu gerçekler Batı'da bilinmiyor. Çarlık Rusyası Orta Asya'ya doğru ilerledikçe, önlerindeki Türkî Tatar Hanlıklarını ortadan kaldırır ve Türkmenleri baskı altına alırken, Yahudilere de benzer siyaset uyguladı. Britanya Osmanlı toprağı Mısır ile Kıbrıs'a ve Fransa da Afrika'nın kuzey-batısında Fas ile Osmanlı toprağı Tunus'a ve Cezayir'e el koyduktan sonra, oralardaki Yahudilerin önemli bölümü de gene elde kalan Osmanlı topraklarında çıkar yol aradılar. Birinci Balkan Savaşını (1912) Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan'ın kazanmasıyla, Türklere sığınanlar arasında Yahudiler de vardı. Birinci Dünya Savaşının ilk yıllarında Doğu Anadolu'da görülen Rus ilerlemesi o yörelerdeki Yahudilerin de daha güvenli yerlere çekilmelerine yol açtı. Savaş sonunda Osmanlı başkenti İstanbul'u işgâl eden İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar Rusya'dan kaçıp gelerek Marmara Denizi çevresinde bulunan Yahudilerin durumlarını iyileştirmek için hiçbir şey yapmadılar.

    Öte yandan, Osmanlı yurttaşı olan Yahudiler yüzyıllarca dünyanın en özgür ve en varlıklı Yahudi topluluğu oldular. Gene Türklerin kurduğu devlet aynı zamanda bir Yahudi merkezi olarak din, ekin ve aydın yoğunlaşması açılarından yeryüzünde en büyük ve önemli olanıydı. Osmanlı devletinin bu koruması nedeniyle Yahudiler İstanbul, Selânik ve Filistin benzeri Osmanlı kentlerinde kendi toplumlarının önemli düşünürlerini çıkardılar. Osmanlının Hıristiyan yurttaşları devletin sarsıntı ve yıkım dönemlerinde Rusya, Britanya ve Fransa gibi yabancı emperyalist güçlerle işbirliği içinde sık sık ayaklandılarsa da, Yahudilerde benzeri davranışlar görülmedi.

    Türklerin kurduğu Osmanlı toplumu Avrupa'da baskıdan kaçan kişi ve türlü kümelerin de sığındıkları yer oldu. Macaristan, Polonya ve İsveç'ten kaçmak zorunda kalan yöneticiler ve siyaset adamları güvenliği Türkler arasında buldular. Büyük Petro'nun dinsel anlamda ortodoks tekdüzeliğiyle uyuşmayan ve "Rus Eski İnançlıları" diye bilinen kalabalık Rus topluluğu Anadolu'ya göçtü ve birkaç kuşak uzun süre burada yaşadı. 1848 Devriminin başarısızlığından sonra ona tepki olarak gelişen gericilikten sıtkı sıyrılanlar da soluğu Osmanlı topraklarında aldılar. 1880'lerden başlayarak Rusya'da ve Orta Avrupa'da "pogrom" diye anılan ve gitgide yayılan Yahudi kıyımından kaçanlar da Osmanlılara sığındılar. Rus Devrimi ile oradaki İç Savaştan bunalanların geldikleri yer de burası oldu.

    Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Avrupa'dan genel olarak faşizmden ve Almanya'dan Nazizm'den kaçanların da barınağı oldu. Az bilinen bir olay Türkiye'ye kapağı atanların içinde Mussolini'nin İtalya'da iktidara ele geçirişinden (1922) sonra Türkiye'ye gelen İtalyanların da bulunduğudur. Bu gerçeğin de yaygın bilinmemesinin bir nedeni bu İtalyanların Almanya'dan sonraki yıllarda çıkmak zorunda kalanlar gibi ünlü bilim kişileri olmayışlarıydı. Ancak, Almanya'dan gelenler de yalnızca birkaç yüz olağanüstü profesör ya da sanatçı değildi. Gelen seçkinler yalnız Almanya'dan da değildi. İçlerinde Budapeşteli, Praglı, Tirollü, Parisli ve Viyanalı olanlar da vardı. Bunlara ek olarak, bilinmeyen, sıradan ve ortalama aydın denecek binlerce kişi daha, İstanbul başta olmak üzere, Türkiye'ye yayılmışlardı. Büyük Atatürk yabancı diller bilen ve kendi çaplarında değerli ama sıradan görünümlü kişileri de arkadaşları, yakınları ve tanışlarının çocukları için özel öğretmen olarak önermiştir.

    Bunun iki örneğini ben kendi yaşamımdan da verebilirim. Bir aile dostu, babama (Yugoslav kökenli eşi ölmüş ya da öldürülmüş) kuzey Tirol doğumlu Avusturyalı (Madam Tırbuhoviç) adlı bir hanımın İstanbul'a göç etmek zorunda kaldığını, işsiz olduğunu ve Almanca ve piyano çalmasını bildiğinden evdeki çocukların eğitiminde yardımcı olabileceğini söylemişti. Bu göçmenle birlikte eve bir piyano da alındı ve böylece sabah kahvaltısından akşam yemeğine değin özel bir öğretmene kavuştuk. Birkaç yıl sonra Bebek sırtlarında Robert Koleje yazıldığımda, oradaki Almanca hocamız da gene bu türlü göçmenlerden Traugott Fucks'du. Yazın düşkünüydü, iyi piyano çalar ve resim yapardı. Değerli yanları olan bu iki kişi o binlerin içinde sıradan göçmen sınıflamasındaydılar.

    Çok daha önemli, ama az bilinen bir gerçek de 20'nci yüzyıl fiziğinin en öndeki adı Albert Einstein'ın (1879-1955) Adolf Hitler'le birlikte Almanya'ya özgü ve en acımasız faşist türünün iktidar yılı olan 1933'de, ülkemizdeki en yüksek yönetim yerine mektupla baş vurması ve yaklaşık kırk üstün nitelikli bilimciye üniversitelerimizde iş verilmesini son derece saygılı ve alçakgönüllü bir anlatım biçimiyle önermesidir. Bu mektubu yazıma ekliyorum. Bilindiği gibi, Einstein daha Zurich Üniversitesinden doktorasını aldığı 1905 yılında yayınlanmış üç yazısıyla bilim çevresinin olumlu tepkilerini çekmişti. Bu yazılar moleküllerin varlığını gösteren Brown hareketi, ışığın tozan (zerre) doğasını gösteren fotoelektrik etkisi ve sonra geliştireceği görecelik (izafet) kuramıydı. Söz konusu belgenin sağ üst köşesinde "Maarif Vekâletine - İsmet" sözcüklerinden anlaşılacağı gibi, faşizmden kaçanlara kapılarını zaten açmış olan Cumhuriyet yöneticileri bu önerinin gereğini hemen yaptılar ve söz konusu Yahudi kökenli bilimciler Türkiye'deki yeni yerlerine en geç altı ay içinde ve çok iyi koşullarda yerleştirildi. Bir önemli nokta da şu ki, Einstein'ın kendi de Türkiye'ye gelip ülkemizde çalışma yanlısıydı. ABD'nde bir toplantıya katılırken Princeton Üniversitesinin yaptığı kalma önerisine "evet" diyerek oraya yerleştiği anlaşılıyor.

    Bu göçmen bilimcilerin Türkiye'ye ayak basışları Nazilerin iktidara gelişinden bile önceydi. Hemen hemen tümü eşleri, çocukları ve yardımcılarıyla birlikte gelmişlerdi. Nazizmden kaçan seçkin Almanlar düzeltilmiş ve çağdaşlaştırılmış İstanbul ve yeni kurulmuş Ankara Üniversitelerinde önemli yerlere atandılar. Kimileri bilimsel araştırma kurumlarının başına geldiler. Oralardan birkaç kuşak Türk bilimcileri yetişti. Bu başlangıç Atatürk'ün bilgisi ve onayıyla gerçekleşti. Faşizme karşı bu direnmenin ve Türkiye'nin kazanımlarının "Mustafa" adındaki film fasaryasına yansımaması kimilerimizi şaşırtmıyor.

    Yüzlercesinin içinde Weimar Cumhuriyetinde sosyalist eylemci Alexander Rustow, Magdeburg'un eski sosyalist Belediye Başkanı Ernst Reuter, yaşam bilimci-kimyacılar Felix Haurowitz ve Fritz Arndt, sağlık bilimci Julius Hirsch, genel pataloglar Philipp Schwartz ve Siegfried Oberndorfer, pediatrist Albert Eckstein, oftalmolojist Joseph Ingersheimer, yarmanlar (operatörler) Edward Melchior, Rudolf Nisdeen ve Alfred Kantorowicz, dokubilimci (histolojist) Karl Loexenthal, radyolog Frederich Dessauer, jinekolog Wilhelm Liepmann, embilimci (farmakolog) Werner Lipschitz, kulak-boğaz-burun uzmanı Karl Hellmann, ruhbilimci Wilhelm Peters, bitkibilimciler Leo Brauner ve Alfred Heilbronn, kimyacılar Friedrich L. Breusch ve Otto Gerngross, mikro-filolojist ve epidemiolojist Hugo Braun, yerbilimci (jeolog) Wilhelm Salomon-Calvi, fizikçi Hans Reichenbach, Asiriolog Benno Lansberger, Hititolog Hans Güterbock, Türkolog Andreas Tietze, uluslararası hukukçu Ernst E. Hirsch, Roma hukukçusu Andreas Schwartz, Roma filologları Leo Spitzer ve Erich Auerbach, ceza hukukçusu Richard Hönig, uluslararası ticaret hukukçusu ve hukuk felsefecisi Ernst Hirsch, toplumbilimci Gerard Kessler, klâsik filolog Georg Röhde, genetik uzmanı Curt Kosswig, fizyolog Hans Winterstein, Doğu çalışmaları uzmanları Walter Gottschalk ve Hellmut Ritter, Çin uzmanı Wolfram Eberhard, İndolog Walter Ruben, iktisatçılar Fritz Neumark, Alfred Isaacs ve Wilhelm Röpke, besteciler Paul Hindemith, Eduard Zuckmayer ve Ernst Praetorius, sahne yöneticisi Carl Ebert, kazıbilimciler Clemens Bosch, Hans Güterbock ve Wolfgang Gleissberg, mimarlar Gustav Oelsner, Clemens Holzmeister ve Bruno Taut, heykelci Rudolf Belling, ressam Léopold Lévy ve benzerleri...

    Bunlardan Winterstein gibileri Türk yurttaşı oldular. Heykelci Belling gibilerini Atatürk kendi girişimiyle çağırdı. Hüseyin Gezer, Mahir Tomruk ve İlhan Koman gibi ünlü heykelcilerimiz onun öğrencileridir. Belling 1967'de Almanya'ya döndü. Ressam Lévy bizden Nurullah Berk, Bedri Rahmi, Sabri Berkel ve Zeki Faik'i yetiştirdi. Muazzez Çığ, Kemâl Balkkan ve Raci Temizer Alman Güterbock'un öğrencileridir. Ekrem Akurgal'ın hocası da Röhde'ydi. Reuter Mülkiye Mektebinde ilk kent tasarlaması derslerini verdi. Ebert Ankara'da modern operayı, Praetorius da Cumhurbaşkanlığı Filârmoni Orkestrasını kurdu. Kosswig Manyas kuş cennetini bulan, Heilbronn da İstanbul Bitkibilim Bahçesini kuran kişilerdir. Ankara'da birtakım bakanlıkların mimarı Avusturyalı Holzmeister'di. Kessler öğrencisi Orhan Tuna ile ilk işçi sendikalarının kurulmasına omuz veren kişidir. Türkçe, Arapça ve Farsça öğrenen Ritter İstanbul'da Sıraselviler Caddesinde Alman Arkeoloji Enstitüsünü oluşturdu. Kimileri ülkemizde uzun yıllar kaldılar, Grengross ve Zuckmahyer gibi ölünceye değin ya da Ritter gibi 28, Heilbronn gibi 23 (1933-56) ve Neumark gibi 19 yıl (1933-52). Kosswig ve Frank gibileri Türkiye'de gömülüdür.

    Berlin'deki Nazi yönetimi Türkiye'deki Yahudi kökenli Almanların yurttaşlıklarını geçersiz saydıktan başka, Ankara'dan tümünün ("cezalarını çekmeleri için") Almanya'ya geri yollanmalarını istedi ve Hitler Cumhurbaşkanı İnönü'ye kendi imzasıyla yolladığı bir mektupta onların yerine "daha iyilerinin gönderileceğini" ekledi. İnönü'nün yazılı yanıtı şöyle oldu: "Biz bizdeki iyilerle yetineceğiz."

    Kendi geçmişlerinde Yahudi düşmanlığı olan, Yahudilerin ticaretteki rekabetini istemeyen ve Türkiye'ye Yahudi göçünün giderek artacağından ürken kimi Ermeni ve Rum azınlığı üyeleri bu türlü Nazi baskılarını desteklediler. Bu çabalara C. R. Atılhan benzeri Nazi duygudaşları da katıldı. Örneğin, Atılhan önce İzmir'de yayımladığı "Anadolu" ve sonra ırkçı Julius Streicher'in çağrısıyla Berlin'e gidip geldikten sonra Edirne'de çıkardığı "Milli İnkilâp" adlı gazetelerde Alman görüşlerini savundu. İkisi de kapatıldılar. Başbakan İnönü 5 Temmuz 1934'de TBMM'nde Yahudi düşmanlığının bir Türk ürünü olmadığını ve dış ülkelerden içimize sokulmak istendiğini, buna izin vermeyeceğimizi, sorumluların yargı önüne çıkacaklarını ve ağır cezalar göreceklerini söyledi.

    Türkiye Cumhuriyeti'nin Nazi işgâli altındaki Avrupa'da yaşayan kimi Yahudileri toplama kamplarından ve ölümden kurtarmış olmaları gibi bir gerçek de vardır. Bunların çoğunu T.C. yurttaşı olan Yahudiler oluşturuyor. Anayasamıza göre, yurt dışında yaşayanlarla onların çocukları, en yakın Türk konsolosluklarında kütüğe yazdırma işlemlerini yaptırmış olmaları koşuluyla, yurttaşlık kimliklerini koruyorlardı. Fransa gibi diplomasi temsilciliklerimizde görevli olanlar yalnız yurttaş Yahudileri değil, resmî işlemleri uzun yıllar savsaklamış olanları, hattâ Türk Yahudisi olmayanlara da sahte belgeler düzenleyerek ölümden kurtarmışlardır. Bunların içinde Marsilya Konsolos Yardımcısı Necdet Kent gibi Nazi toplama kampları yönüne hareket etmiş vagonun içine atlayarak (Türk Yahudisi olsun olmasın) korkudan titreşen tüm Yahudileri kurtaran diplomasi temsilcilerimiz de vardı. Yıllar sonra Vatikan Büyükelçisiyken Ermenilerce öldürülen Fuat Carım, Cevdet Dülger, Pertev Subaşı, Bahri Engin, Bedii Arbel, Fikret Şefik Özdoğancı ve Namık Yolga gibileri benzer kişiliği gösterdiler.

    "Yahudilerin kurtarıcısı olarak Türkler" konusunun kanımca önemli noktaları bunlardır. Eksiksiz inceleme ancak bir kitaba sığabilir.


    Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
    (14.05.2011 01:50)

düğün takılarının hangi eşe ait olduğu konusu

    burada adetlere de dikkat etmek lazım. adetler yöreden yöreye değişiyor. mesela bizim orada nişanda kız tarafı takı takar genelde. nişanda takılan takılar nişan bozulunca kız tarafında kalır. Kız tarafı dilerse nişanda erkek tarafının takılarını iade edebilir. düğünde ise erkek tarafı ağırlıklı takı takılır. Takılar boşanma durumu olsa dahi geline aittir, gelinin isteği dışında zorla alınamaz. bir tür sosyal güvence gibi bir şey yani.
    (19.04.2011 15:35)

seks otobüsü skandalı

    artık kasaba değerlerinin istanbul a iyice hakim olduğunu göstermektedir. yakında ramazanda pazarda sebze tattığı için dövülen hamile kadınları istanbulda da göreceğiz.

    ( bu olay atmasyon değildir, 1980 lerde erzincanda yaşanmıştır)
    (19.04.2011 00:46)

ysk nın 12 bağımsız adayı veto etmesi

    ço basit bir seçilme yeterliliği meselesinden bile devlete vuracak bir şeyler bulanları da ortaya çıkaran vetodur. Seçilme yeterliliği seçim kanunlarında açıkça yazar. bu yasayı da parlamento çoğunluğu yani akp çıkartır. akp nin uygun gördüğü seçim yasasını uygulayan ysk hakimlerine atıp tutmak en hafif deyimle cehaletin daniskasıdır.

    kaldı ki akp nin çıkardığı yasada da seçilme yeterliliği açısından evrensel hukuk normlarına aykırı bir durum da yoktur, onların da günahını almayalım şimdi.

    insan bilmezse boş da konuşabilir eğer kötü niyetli değilse tabi. Seçilme yeterliliğini yitirmek için belli suçlardan hüküm giymek gerekir, tutuklu olmak yada her hangi bir kovuşturmaya tabi olmak seçilmeye engel değildir. eğer öyle olsaydı bir savcı dilediği lider hakkında bir soruşturma açar ve hemen o kişiyi seçimden men edebilirdi.

    cahillere masumiyet karinesini yani bir kişinin suçu ispat edilene kadar masum olduğunu hatırlatmaya gerek yok, çünkü daha önce defalarca söylendi, gözler kör kulaklar sağır olduğundan işe yaramadı.

    gelelim pkk yandaşlarının hezayanlarına, onlar da bunun böyle olacağını bilmiyorlar mıydı? bunu sıradan bir taşra avukatı bile bilir. demek ki stratejilerini böyle gerilimlerden beslenmek üzere kurmuşlar. onlar da anladılar mağdur edebiyatının işe yaradığını.

    zaten bildikleri o kadar açık ki, bağımsızların yedeklerini bile hazırlamışlardı. böylesine taşra kumpanyasında düzeyinde sergilenen tiyatroya bile balıklama dalanlar var maalesef memlekette.

    bu devlete, bu millete, bu rejime ve bu kurumların temsil ettiği değerlere öylesine kör bir nefret var ki, dünyanın her yerinde uygulanan bir hukuk normundan bile düşmanca çıkarımlar yapılıyor. ne anlatalım ki bi zihinlere, zaten çoktan iğdiş edilmişler...
    (18.04.2011 22:22)

fatmagül ün suçu ne

    türban taksaydı böyle olmazdı. haketmiş bence! Bir kadın türban takmıyorsa mağdur da olamaz arkadaş, bu kadar basit bir şeyi bile anlamıyor kimse.
    (14.04.2011 13:37)

zapataist ten artı karma almak

    bu gün başardığım şey. yıllardır neredeyse her konuda ters düşmüşüzdür. neyse ki insanlık konusunda farklı düşünmüyoruz. umut hala var demek ki.
    (14.04.2011 13:29)

başbakanın akpm deki fransız ayarı

    o değil de adamlar 'ulan şimdi ne demek istedi?' diye kafayı yemişlerdir her halde. fransıza fransız kaldın deniyor daha ne olsun. ağzı gözü eğilmiş, çarpılmışlardır mutlaka.
    (14.04.2011 13:27)

yandaş basından tiksinme sebepleri

    pek çok gerekçe yazılabilirdi ama bu gün hiç olmadığım kadar kızgınım. star isimli liberal muhafazakar gazete vakit gazetesinin bile yapmayacağı bir çirkinliğe imza attı. ihlas muhabirinin çektiği suriyedeki gerginlikleri haberleştireceğim diye 8-9 yaşında bir oğlan çocuğunun başından vurulmuş cesedini yayınladılar. kabul edilemez bir fotoğraf elbette. çocuğun hafifçe sıyrılmış pantolundan dolayı o bölgeyi de lekelemişler. yani kurşun yarası almış bir çocuk başı sakıncalı değil de sadece açılan kalçası yayınlanması mehmet altanlar ergun babahanlar için sakıncalı demek ki.

    not linke sadece yandaşlar tıklasın. diğer yazarlara tavsiye etmem.

    http://www.stargazete.com/dunya/muhabirler-gizlice-girdi-haber-344019.htm
    (14.04.2011 13:23)

çemen

    ıssız bir adaya giderken götürülmesi gereken yiyecek. lezzetli ama insanlardan uzak durmak lazım.
    (14.04.2011 02:20)

anal dönem

mehmet haberal

    asıl aday olması gereken parti mhp olmalıydı. çünkü sağ gelenekten gelen birisi aslında. mhp çekindi sanırım. chp içinde yaşanacak ilk gerginlikte ya mhp ye yada demokrat partiye geçecektir. dünya çapında bir bilim adamıdır o ayrı tabi. tutuklanması vs zaten tam bir faciaydı. umarım cmuk yeniden düzenlenir de böyle tutuklamalar bir daha yaşanmaz bu ülkede.
    (12.04.2011 21:02)

hazeyame

    nükleer enerji yada fosil yakıt yerine alternatif enerji kaynağı olarak düşünülebilecek yazar. sürekli insanlara enerji veriyor çünkü.

    mutlu yıllar diliyorum, uzun uzun yaşasın çevre dostu enerji sağlasın herkese.
    (12.04.2011 20:56)

dünyanın en ölümsüz insanı

sayfa: 1-2-3-4-5-6...-165

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.