ottan boktan hayatlarımıza dair

    "25 yaşında, yaklaşık bir yıldır işsiz birisi olunca..." diyor iknowthepiecesfit. ve sonra 24 yaşında ve bir yıldır işsiz olan benim ve bizim gibi pek çoklarının altına imzasını atabileceği bir yazı döşeniyor.

    evet ben de tıpkı i know gibi kamu yönetimi bitirdim. tıpkı onun gibi okul birincisi değilim. tıpkı onun gibi pek çok farklı bölüm okumak isterdim; edebiyat, konservatuar -hem müzik hem tiyatro-, tarih... ve yine tıpkı onun gibi bir senedir evdeyim.

    bize ta ilkokul'dan başlıyorlar, "hayal kur ve peşinden git" demeye. güzel bir cümle değil mi? siz de bir an bu cümlenin büyüsüne kapılacak oluyorsunuz. "yok! önce okul, önce ders" diyorlar. yıllar boyu sizi önünüze geleni almaya, başka birşey için çabalamamaya zorluyorlar. tarihi nefret uyandıran bir ezber, türkçayi saçma kurallar bütünü, felsefeyi gereksiz bir ders, matematiği bir kabus haline getiriyorlar. sevdirmek yok bu eğitim anlayışında. "bak aslında tarih çok eğlenceli bir serüvendir. onu bir roman gibi okuyabilir, öğrenebilirsin" gibi bir bilinç kazandırma çabası yok.

    algılarınızın ve zihninizin en berrak olduğu ilk gençlik yıllarınız bütün bunlarla bulandıktan sonra, siz tam "artık kurtuldum, istediğimi yapabilirim" dediğiniz anda hayallerinizle aranızda bir öss duvarı beliriyor. "bu duvarı aşabildiğiniz sürece özgürsünüz" mesajı kazınıyor beyninize. eğer bunu başarıp üniversiteye 'kapağı atan' 'şanslı' insanlardansanız kendinizi bir an için güçlü, mutlu ve hür hissediyorsunuz. Oysa üniversitede yıllar geçtikçe daha yolun vbaşında olduğunuzu, ortalama 12 yıllık bir eğitimin size sadece emekleme becerisini kazandırdığını görüyorsunuz. geç kalmışlık duygusu yoldaşınız oluyor. bunca sene okuyup sadece başlangıçta olmak geleceğe dair ümitlerinizi * ve hayallerinizi yok ediyor. bir bezmişlik duygusu sarmalıyor sizi. öyle ki üniversiteyi bitirdiğinizde "eee.... şimdi nolacak?" diye kalakalıyorsunuz.

    sonra "çalışmaya başladın mı?" soruları geliyor. içinizden "sana ne?" diye diklenirken, dıstan sadece kafanızı iki yana sallamkla yetiniyrosunuz. ama sorular peşinizi bırakmıyor. o kadar yoruluyorsunuz ki alakalı alakasız herkese dert anlatmaktan... "ben bu sene kendime tatil verdim." "hııı... öyle mi? e iyi yapmışsın tabi...." bu "iyi yapmışsın"ın altında gizlenen manayı söyleyenin ses tonu ele veriyor. sırf soru soracaklar diye insanlarla bir araya gelmekten kaçınır oluyorsunuz. zaten kafanızdaki sorular sizi rahat bırakmazken, bir de dışardan gelenlere hiç tahammülünüz kalmıyor.

    sizin isteklerinizle hayatın gerçeklerinin çatıştığı yerde doğuyor mutsuzluk. benim mutsuzluğa bulduğum çare: hayal kurmamak... evet çok ürkütücü biliyorum. ama şimdilik elimden bu kadarı geliyor. hergün "neden?" deyip ağlamaktansa, elimdekilerle ne yapabilirim deyip çabalamak daha mantıklı görünüyor.

    ama hayaller söz dinlemiyor. bir tarafta üstünü örttüğünüzü sanırken uykudan kaçan yaramaz çocuklar gibi başka bir tarafta karşınıza çıkıveriyorlar.

    kitaplarla dosttum ben... bazen insanları bile umursamayacak kadar hem de. ama hiçbir dönem üniversitedeki kadar az kitap okuduğumu bilmiyorum. kastettiğim derslerde okunması gereken kitaplar değil, kendim için, kendimi geliştirmek adına okuduğum kitaplar.

    arkadaşlarımla, akrabalarımla programlar düzenler, piyesler sahneye koyardım. başrol yine benim olurdu. şimdi sadece tebessümle hatırlıyorum o günleri.

    kendine güvenen bir öğrenciydim ben. bir sorusu oldu mu anında dile getiren, gerektiğinde doğru bildikleri için öğretmenleriyle bile çatır çatır tartışan... başkalarını bilmem ama üniversite benim bütün güvenimi sıfırladı. sadece bildikleri hakkında konuşan bir çevreden gelmiştim ve bilir bilmez her türlü konuda yorum yapan insanlarla karşılaşmamıştım. üniversitede birden herkesi konuşuyor görünce kendimden şüphe ettim. yanlış yaptığımı sonra anlayacaktım ama ilk yıllarda bu benim güvenimi resmen yedi. sonra sonra herkesin sadece bildiği için konuşmadığını farkettiğimde kendimi toparlamaya çalışsam da eski halime dönemedim. çünkü başka etkenler de vardı beni kabuğuma çekilmeye iten.

    ama iknow'un dediği gibi ben bu değildim. üniversitede kendimi tanıyamaz hale geldim. hala da tanıyamıyorum.

    "ben bu değilim ve olmak da istemiyorum."

    (u:bahane.... bahane.... )(u:ne kadar kolay değil mi bahaneler bulmak... )(u:suçu yükleyebileceğin senden gayrı ne çok şey var değil mi? )(u:hıh... )
    (27.05.2009 15:23)

haluk kurdoğlu

    ilk kez reis bey'le tanıştığım, daha sonra kurtuluş dizisinde şeyh edebalı, küçük ağa'da yüzbaşı nazım olarak, acımak'ta, yalnız değilsiniz'de, hacı arif bey'de, kurtuluş'ta ve daha pek çok yerlerde karşıma çıkan, ses tonuna hayran olduğum sanatçı üstat. kısaca biyografisine göz atacak olursak:

    --- alıntı ---

    ankara devlet konservatuarı tiyatro yüksek bölümü’nü bitirdikten sonra 1953-1997 yılları arasında devlet tiyatroları’nda oyuncu olarak görev yapmış, londra royal shakespeare academy’de de bir süre çalışmalara katılmış usta oyuncu. 1982-1985 yılları arasında mimar sinan üniversitesi tiyatro bölümü’nde ders vermiş ve 100’ü aşkın oyunda çeşitli roller üstlenmiş.

    --- alıntı ---

    2004 yılında aramızdan ayrılmıştır. Allah rahmet eylesin...
    (27.05.2009 01:59)

reis bey

    necip fazıl'ın merhamet ile adalet arasındaki dengeyi ele aldığı muhteşem bir eser.

    konu itibariyle reşat nuri'ni "acımak"ı ile benzeşse de çok daha felsefi ve geniş bir bakış açısı vardır. nsıl ki acımak'ın zehra öğretmeni kendisinde eksik olan merhamet duygusunu babasının başına gelenleri öğrenerek keşfedecektir; reis bey de aynı duyguyla suçsuz bir mahkumun yanlış infazı sonucu tanışacaktır. içindeki adalet terazisi her daim cemiyeti ıslah için ferdi feda anlayışıyla tartmaktayken, yanlış kararı onu vicdanıyla hesaplaşmaya götürecek ve merhametin varlığını ve dahası hayati önemini kavramaya itecektir. burada necip fazıl kahramanımızı suç ve ceza'nın raskolnikov'u misali bir iç yolculuğa çıkarır. reis bey, başta dünya edebiyatında şaşmaz adaletin duygusuz bekçisi tiplemesinin bir örneğidir. tıpkı sefiller'in her daim jean valjean'ın peşindeki adalet aşığı polis müfettişinin, jean valjean'dan gördüğü iyilik sonucu bütün fikri dünyasının alt üst olması misali, reis bey de bir mahkumun sözleriyle paramparça olur. en yüce bildiği adaletin, merhamet olmayınca nasıl önüne geleni biçen bir giyotine dönüştüğünü farkeder. necip fazıl burada muhteşem bir merhamet güzellemesi yapmıştır. bunu betimlemek çok zordur. ancak alıntılar bu konuda yardımcı olabilir.

    "bir gözyaşı çetesi kuralım..... mazlumun kendinde kıyılana, zalimin kendinde kıydığına ağlayalım.... zalime daha çok ağlayalım çocuklar....!"

    "ağlayanlardan olmak varken ağlatanlardan olmak reva mı?"

    "gelemem dadı... gözyaşımın kurumasından korkuyorum."

    "ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz...."

    "-nerdeymiş ağlayan taş?
    -karşında... ben!"

    "bütün evlere merhamet boruları döşeyin..!"

    "ben göklerin merhametle dolu olduğuna inanıyorum."

    "affet... herkes herkesi affetsin... ancak bu şekile kurtulabilir cemiyet."

    filmde haluk kurdoğlu reis bey'in ete kemiğe bürünmüş halidir adeta. rol değildir de sanki gerçektir. ses tonuyla, yüzündeki önce sertlik sonra merhametiyle, duruşuyla, bakışıyla, yürüyüşüyle, herşeyi ama herşeyiyle haluk bey reis bey'dir sanki. filmin oyuncu seçimi genel olarak çok iyidir, ancak haluk bey tek kelimeyle müthiştir. etkileyici ses tonuyla söyledikleri günlerce kulaklarınızda yankılanır.

    filmin müziği de çok etkileyicidir. necip fazıl'ın edebi üslubu, haluk bey'in ses tonu, arka fonda da konsepte uygun bir müzik.... artık film boyunca gözyaşlarınızın dinmesi mümkün değildir.

    kısacası reis bey muhakkak izlenmesi gereken bir klasiktir.
    (27.05.2009 01:44)

bir bulut olsam

    saçmalıklarla dolu bir finalle sezona veda etmiş dizi. şöyle ki:


    --! spoiler !--

    milyon tane polis evin önünde nöbet bekliyor. bizim ruh hastası kahramanımız* on metre ötede hiç saklanma ihtiyacı hissetmeden öylece arabasında oturuyor. gerektiğinde ikide bir polislerin önünden geçiyor. ama bir Allah'ın kulu da bundan şüphelenmiyor....... bu biiirrr....

    kızı kaçırıyor getiriyor teee mardinlere. kız da güya istemiyor ama yan cebime koy pozlarında. hiç değilse bi kaç, di mi, iki metre koş bari, peşinden koşup yakalasınlar... yok!........ bu ikiiiii......

    sonra bütün gece sınırı geçmeden bekliyorlar. narin hanımımızın tek isyanı sessizliği. kızım bu adam hasta değil mi? sinirlendir, nöbete sok. o bayılınca da al telefonu, ara milleti nerde olduğunu söyle! lakin kuzular uslulukta bu kızımızın yanında halt etmiş. kurbanlık koyunlar bile bi şekilde sahiplerinin elinden kaçmayı başarırken kızda bu hususta en ufak bi teşebbüs bile yok!...... bu üüüüçççççç.....

    o mustafa'daki de nasıl bir dirençtir ki hem kolundan hem de bacağından vuruldğu halde, bırakın "ah" demeyi, yere bile düşmüyor. hadi erkekliğe toz kondurmamak için inlemedin, bacağının tam ortasından girdi kurşun be adam! hiç değilse sağlam bacak üstünde tek ayak pozisyonuna geç! tövbe tövbe..... bu dööörrrtttt.....

    sonra, o nasıl namazdır öyle? hadi kol baş açık, örtecek birşey bulamadı diyelim. su da yok. ama karaktere iki rekat namaz kıldırmayı düşünecek zeka öylesine de olsa bi teyemmüm aldırsaydı bari!........ bu beeeeşşşşşş......

    makyaj konusu da değinilmeyecek gibi değil. narin'e her koşula daynıklı, garantili kalıcı makyaj yapmışlar heralde. kızın onca gözyaşı, bütün o kaçmalar göçmeler makyaja en ufak bir halel getiremedi. sabahın ilk ışıklarıyla narin gelinimiz taptaze bir makyajla başladı güne. yuh diyorum, fazlasına dilim varmıyor.... bu altıııı.....

    --! spoiler !--

    daha çok şey var ama bende yazacak enerji kalmadı... seyirci bu kadar da küçük görülmez ki canım. gerektiğinde her türlü detaya yer vermeyi biliyorsunuz. bu finale en iyi tanım "aceleye gelmiş..." olabilir.

    (26.05.2009 01:16)

özge borak şakrak

    sultan makamı ve ıhlamurlar altında'da gözü yükseklerde itici karakterleri canlandırmış, bu nedenle de tarafımdan pek sempati toplayamamış; ancak eşref saatindeki rolüyle beğenimi kazanmış* * aktrist.

    yılan hikayesi'nde komik çaycıyı, gece gündüz'de işgüzar sipsi'yi canlandıran bülent şakrak ile evlidir.
    (20.05.2009 23:57)

hayatı amerikan filmi tadında yaşamak

    kurulan hayallerin klişelerden öteye geçememesi,
    verilen tepkilerin aynılaşması,
    sözcüklerin anlamlarının değişmesi,
    özgün ve naif değerlerin yitip gitmesi,
    sürekli koşturmaca,
    telaş,
    sıkıntı,
    mutsuzluk....

    işte hayatı amerikan filmi tadında yaşamak..!
    (20.05.2009 23:46)

zalimler için yaşasın cehennem

    "zalime merhamet, mazluma eziyettir."
    (20.05.2009 23:32)

kör ölür badem gözlü olur

    vaktiyle kıymetini bilememekten ziyade kişiye kendisinde var olmayan kıymetler atfetmektir.

    sağken geçinemeyen komşu teyzelerden biri vefat edince diğeri onu anlatır da anlatır mesela... zannedersiniz ki teyzeler can ciğer kuzu sarmasıydı. işte bölyesi bir duruma işaret eder "kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur" atasözü.
    (20.05.2009 23:28)

sen tedavülden kalktın

iyi akşamlar

    bir telefon operotörünün kontör yükleme ünitesindeki telesekreterin neş'eyle sarfettiği söz öbeği...
    "iyi akşamlar... hattınızda şu anda..."
    (20.05.2009 23:11)

uyku düzenini bozmak

    yapacak iş olmaması sebabiyle erken kalkma zorunluluğunun ortadan kalkmasından kelli bünyenin erken yatmayı bir mecburiyet olarak görmemesi sonucunda ortaya çıkan geç (u:hatta öyle geç ki erken sayılabilir ) (u:şekspir'di galiba ) uyma hadisesi akabinde geç kalkma neticesini vererek günün akışını değiştiren eylem.
    (u:uhh.. yoruldum... )
    (20.05.2009 23:08)

yedi numara

    tekrar bölünleri yine yeni yeniden trt'de gösterilen komedi klasiği.

    *
    (20.05.2009 01:33)

jangum un rüyaları

    sanırım kore yapımı çizgi dizi.

    jangum adlı küçük bir kızın yemek yapma sevdası ve saraya ahçı olması hikayenin ana unsuru.

    güzel ve izlenesi bir çizgi.
    (20.05.2009 01:30)

uzun saçlı erkek

    uzak doğu yapımı çizgi filmlerde sıkça karşılaşılan karizmatik erkek tipi.

    (bkz: terry )

    (bkz: jeongomin )

    vb.
    (20.05.2009 01:25)

canım ailem

    sevimli dizi.

    haftalar sonra tekrar izledim ve anladım ki bütün tutarsızlıklarına ve saçmalıklarına rağmen bu diziyi izlettiren hoş birşeyler var. bir samimiyet... meliha, feride, samim, halim, ve en çok da mertcan. o nasıl güzel rol yapmadır öyle.

    hoş bir tad bırakıyor geride.
    (20.05.2009 01:21)

sayfa: 1-2-3-4-5...-10

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.