babanın kanser olması

  1. insanın tüm dünyasını alt üst etmesi dışında hiç de düşünüldüğü gibi gerçekleşmeyen bir felaket, bir kerbela, bir can acısıdır.

    babamın dördüncü ve son evresine gelmiş bir mide kanseri hastası olduğunu öğreneli 18 gün, babam 8 saatlik bir ameliyatın sonunda yoğun bakıma şuursuzca inleyerek götürülürken gözlerim kararalı 15 gün oldu. tek damla göz yaşı dökmedim. böyle olacağını hiç sanmazdım.

    babamın aksi karakteri onu her konuda titiz ve aşırı şüpheci davranmaya ittiğinden midir, eczacı olmasından mıdır, eski toprak olmasından mıdır, sıfırdan başlayıp kendisine koca bir dünya kurabilecek kadar civan bir adam olmasından mıdır bilmiyorum ama ben babamın ağır bir hastalığa yakalanarak can çekişeceğini hiç beklemiyordum. ölecekse de bir gün hastalık yüzünden değil başka bir şekilde olacağını düşünür üzülürdüm hep. günler boyu ağlayacağımı, zaten mütemadiyen isyan ettiğim bu dünya düzeninin köküne kibrit suyu döküp gemileri yakacağımı, nefret ettiğim akrabalarımın hepsinin suratına tüküreceğimi düşünürdüm. hiç biri olmadı.

    hasta olunca doktora gitmeyen, kendi ilaç tedavisini ben bildim bileli hep kendisi yapan babamın zamanında doktorlara neden ağzına gelen her küfürü saydığını şimdi anlıyorum. babamın hayatı söz konusuyken organ başına fiyatlandırma yapan, cerrahi operasyonun hiç bir evresi için size net bir şeyler söyleyemeyen, çoğu zaman yuvarlak laflarla ve tıbbi terimlerle size anlattığı şeyin tek kelimesini bile anlamamanıza sebep veren bu adamların içinde iyi niyetli birisini bulmanın şanstan ibaret olduğunu görüyorum. ceraahlığın yarı yarıya kasaplık olduğunu ve en büyük meselenin para olduğunu görüyorum. komünist damarım şişiyor. doktora dalacak gibi oluyorum. gözlerim kararıyor. ikinci kez.

    her doktor ayrı bir şey söylüyor, en ileri teknolojinin kullanıldığı özel filmler çekiliyor, doktorlar yine de babamın karnını açıp bakmadan belirli bir şey söyleyemeyiz diyorlar. "o filmler ne boka yarıyor o zaman?" diyorum. "şaşırmamak için" diyorlar. şaşırıyorum. doktorların yarısıyla kavga ediyorum. dayım, amcam, annem bana gübreymişim gibi bakıyor. birisi "salak" diyor, birisi "dengesiz", birisi "sana çekmiş işte!"

    57 yaşına kadar tüm yaşıtlarının maşallah dediği, resmen delikanlı gibi olan babam 61 yaşına geldiğinde kalp, şeker ve kanser hastası oldu. bunca zamandır arkamda olmasının nasıl bir güven hissi verdiğini onu kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldığımda anladım. babam olmadan ben ufacık bir çocuğum, 27 yaşında bir sümsük... elimden hiç bir iş gelmez. ben henüz en iyi atışımı yapmadım baba, beni bekle, bir şeyler olduğumu gör, evlendiğimi gör istiyorum. sana diyemiyorum ama bil işte.

    gel gör ki ağlayamıyorum. ablam ağlıyor, annem ağlıyor. ben daha tek damla göz yaşı dökmedim. tüylerim her dakika diken diken oluyor, bazen nutkum tutuluyor, bazen gözlerim boş boş bakıyor, bazen iç çekip nerede olduğumu unutuyorum, bazen fark etmeden 3 sigarayı peş peşe yakıyorum ama ağlayamadım hiç. bir ağlasam durabileceğimi de sanmıyorum.

    babam dediğim bu adamın bana oğlum demesine bu zamana kadar hiç dikkat etmediğimi fark ettim. şimdi babamın bana oğlum demesini sağlamak için saçma sapan yerlerde söz kesip bir şeyler diyorum. bana seslensin de oğlum deyişini duyayım diye. demiyor bazen, selim diye sesleniyor. üzülüyorum. bir gün gelip de bana oğlum diyecek, gerçek manasında bu kelimeyi kullandığında garipsemeyeceğim ya da samimiyetini tartmayacağım bir adamın olmayacağını, bu koca adamın gözlerinde silüetimin olmayacağını düşünmek benim canımı fena halde sıkıyor.

    yanına gittiğimde sıklıkla bana sigara vaazı veriyor. 40 yıl hiç kesinti yapmadan sigara içmiş olan bu adam artık sigaranın zararlarını bana anlatıyor. iki lafından biri sigaraya söver tarzda. en sonunda da cebimden bir sigara çıkarıp ona vermemi istiyor. veriyorum. yakmıyor sigarayı. burnuna götürüp kokluyor. "kanser oldum ama bu namussuzun kokusunu duyunca hala burnumun direği sızlıyor" diyor. geri uzatıyor sigarayı. gözlerine bakıyorum, moral olsun diye suratımda dozunu bir türlü ayarlayamadığım garip bir sırıtışla yeşil gözlerine bakıyorum, boş boş bakıyor bana. belki niye salak salak sırıttığımı anlayamadığından, belki gözlerimde içimdekileri gördüğünden, boş boş bakıyor.

    nefret ettiğim, ilk fırsatta suratlarına tükürmek istediğim akrabalarım geliyor ziyarete. el öpme, tokalaşma, selamlaşma derken hepsinin dediklerine "amin" ya da "inşallah"demekten başka bir şey yapamıyorum. babam bu akrabalarımıza bana gösterdiğinden daha çok ilgi gösteriyor, kırılıyorum. uyuz oluyorum, basıp arkadaşlarıma gidiyorum. aklım evde, suratsız suratsız oturuyorum. ne yapıyorum pek farkında da değilim. hiçbir şey düşündüğüm gibi olmuyor. ne kadar çocuk olduğumu düşünüyorum. büyüyorum.

    herkes acil şifalar diliyor, ben aciliyetinde değilim. isterse 10 yıl sürsün, ben razıyım, şifa denen şey varsa eğer, o bizi bulsun da, ne zaman bulursa bulsun. "allah'ın biz kullarına bahşettiği sabrın en gerekli olduğu zamanlar bunlar" diyor amcam. sabır diliyor, dua edin diyor, camiye çağırıyor beni. iyyakenabüdü diyerek babamı iyi edeceğimi sanmadığımdan, bir yalan atıp kaçıyorum. amcam bozuluyor. ben dünyanın düzenine sövüyorum.

    sözlük, yazarım yazmasına da, canım çok sıkkın. iç dökmek iin geldim. az birazını döktüm. hayatımda ilk defa benim için gerçekten vazgeçilemeyecek derecede önemli bir şeyi kaybetmekle yüz yüzeyim. benim parçam, benim atam, benim babam. ölümün gözlerinin içine bakıyorum. orada kendimi görsem hiç korkmazdım. gördüğüm insanın hayatı için kendi canımı vermeye de razıyım. ama işler öyle yürümüyor bu dünyada. isyan ediyorum, her zamanki gibi.

    en beterinden korkmayan ben şimdi çok korkuyorum. salak şiirlerdeki dizeler kadar salak bir şekilde, ışığın düğmesine uzanamayan bir çocuğun karanlıktan korktuğu kadar çaresizce; karanlığın ortasında, çok korkuyorum.
    (#305887) iknowthepiecesfit|09.06.2011 01:20|