les miserables

  1. Prens Mişkin de dahil olmak üzere edebiyat tarihinin en peygamberimsi karakteri Jean Valjean'ı bizlere armağan etmiş olan bir hayat kadar uzun kitap. Sosyal Yayınlar tarafından orijinal gravürleriyle basılmış hali 2228 sayfadır. O derece büyük bir klasiktir ki isteyen 19. yüzyıl Fransa'sının devrimlerle ve çalkantılarla dolu kanlı tarihini, isteyen temiz bir aşk öyküsünü, isteyen de bir forsanın her sayfada yavaş yavaş göğün yedinci katına çıkışını seyredebilir. Ama Victor Hugo'nun amacı, bir sosyal düzen eleştirisidir. Yoksulların, suçluların, yetimlerin, fahişelerin, hırsızların dünyasına yasalardan başka bir şeyin, insan vicdanının gözüyle bakar ve bizlere de böyle bakmamız gerektiğini öğütler. Yasalar, toplumun üvey evlatları olan bu insanları daha iyi yapmadığı gibi onları içine girdikleri batağa biraz daha gömer. Sorunu baskılamak onu çözmeye yetmez. Adı "affetmek" olan büyüklüğün nasıl olup da yepyeni bir insan yaratabildiğini, bir forsadan bir ermiş çıkarabildiğini kendi çarmıhını sırtında taşıyan Jean Valjean üzerinden anlatır Hugo. Açlığını gidermek için bir ekmek çalmak zorunda kalan ve 20 yıl kürek cezasına mahkum edilen adam üzerinden "suçlu kim?" diye sorar?* Bu insanları kurtarmak, onları kazanmaya çalışmak yerine demir parmaklıklara, giyotinlere gönderenler mi, yoksa yasa koyucuların ooluşturduğu sosyal düzende, çirkefi bir kader gibi üzerinde taşıyanlar mı? İyilik, bir kürek mahkumunu da, kaskatı bir polis müfettişini de yenebilir.

    Bence kitabın üzerinden takriben 200 yüzyıl geçmesine rağmen ne toplumdaki sefiller azaldı ne de bu sefalatle mücadele yöntemi. Victor Hugo, 2 asır önce yazdığı bu kitabında, eğitimin ücretsiz ve zorunlu olmasından söz ediyor ve daha bugün uyguladığımız birçok şeyden. Aklıma Cemil Meriç'in, "Her büyük adam, içinde yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır. O, kendinden sonra gelen ve fikirleriyle yarattığı cemiyetlerin evladıdır." cümleleri geliyor.

    Son olarak bu romanın filmine de değinmek istiyorum. Liam Neeson ve Geoffrey Rush'ın muhteşem oyunculuklarına rağmen başarılı olamamış. Filmin yarısının eserle alakası yok, olaylar bambaşka gelişmiş, neden-sonuç ilişkileri, filmi toparlamak ve kısa tutmak adına senaristin paşa gönlüne göre düzenlenmiş. Ama zaten şimdiye dek iyi çekilmiş bir klasik eser uyarlamasına rastlamadım.

    Baklava çalan çocuklara 22 yıl hapis veren bizim gibi ülkelerin eksiği, sanırım bir Victor Hugo'ya, bir Jean Jack Rousseau'ya sahip olamayışıdır.
    (#238890) sartre|05.04.2009 17:58|