hukukumuzda doğru sanılan yanlışlar

  1. 1) erkeğin evlilik marifetiyle kadının soyadını alabileceği kanısının örnek teşkil edebileceği yanlışlar grubudur.

    ülkemizdeki birçok yanlışlığın olduğu gibi bunun da kaynağını çiller ailesi oluşturmaktadır.

    bilmeyi üstüne vazife, boynuna borç bilenler için izah edeyim: özer bey'in çiller soyadını edinmesi nikâhtan hemen önce asliye hukuk mahkemesinde açmış ve sonuçlandırmış olduğu bir ismin düzeltilmesi davası neticesinde gerçekleşmiştir. yani evlendikleri anda eşlerden her ikisinin de soyadı hâl-i hazırda "çiller"dir.

    ülkemizdeki ve çoğu ülkedeki nüfus sicili sistemlerinde erkeklerin kadınların nüfus kütüklerine geçirilmeleri gibi bir olanak yoktur.

    2) eski türk filmlerindeki repliklerden sıklıkla kulağımıza çalınan "evlâtlıktan reddetme" kurumu da hukukumuzda doğru bilinen yanlış bir kanının oluşmasına sebebiyet vermiştir.

    hukuk düzenimizde "saldım çayıra, bozdun kafamı yavrucum, haydi, mevlâm kayıra" gibi bir anlayış hiçbir zaman benimsenmemiştir.

    kişinin evlâtlıktan reddedilerek ailesiz bırakılması mümkün değildir.

    tepesi çok atan ebeveynin yapabileceğinin en fazlası, tepkiye mazhar olmuş evlâdı mirastan mahrum bırakmaktır, ki bunu malvarlığında dilediği gibi tasarruf ederek yapamaz, kendisi ne niyette olursa olsun yasal mirasçısı olarak kendisinin terekesinden çocuğunun payına düşecek bir saklı pay olacaktır.

    bu saklı paya sahip olma hakkını da yitirmiş olması için artık çocuğun tam bir baş belası olması, yetiştirilmesinde çok önemli değerlerin esgeçilmiş olması, ebeveyni öldürmek veya öldürmekten beter etmek gibi işlere girişmiş olması gerekmektedir.

    miras hukukuna ilişkin diyeceklerimiz şimdilik bu kadar olmakla birlikte, yineliyoruz ki, hukuk sistemimizde evlatlıktan reddetme müessesesi hiçbir zaman varlık göstermemiştir.

    3) sağ ellerinin yüzük parmaklarında birer yüzük bulunmayan sevgili insanlarını ciddiye almamak, biz nişanlıyız dediklerinde kendilerine "ben de cleopatrayım" soğuk hava dalgasını göndermeye kalkışmak da bu yanlışlar grubuna rahatlıkla dâhil edilebilir.

    türk medeni kanunu'nun lâfzı oldukça açık olan yüz on sekizinci güzide maddesinin de açıklık getirdiği üzere:

    "nişanlanma, evlenme vaadiyle olur".

    hatta hukukun genel ilkelerinin de ışığında bir yorum yoluna gidecek olursak, evlenme vaadinin de kör, parmağım gözüne tarzında yapılmış olması şart değildir, bu vaat zımnen * de yapılmış olabilir.

    yani karşıdakiler kendilerine bu statüyü kazandırabilecek ehliyete sahipseler eğer, sizin onların parmaklarında yüzük, boyunlarında beşibiryerde, boklarında boncuk vs aramanız türk yargısı için hiçbir önem arz etmeyecektir.

    yüzeysel bir örnekle açıklamak gerekirse: haydar (55) makine mühendisi , ünzile (37) ev kızı. ehliyetlerini kısıtlayan herhangi bir olağandışı durumları da söz konusu değil. birbirlerine deliler gibi aşıktırlar. sürekli gelecek planları yapıp birbirlerine kocişko , hanım diye hitap edip çocuklarına koyacakları isim olarak abuzer, Şükufe, haydar jr gibi seçenekler düşünmektedirler.
    bu ikili artık yargı organları önünde, bu konuyu ilgilendiren durumlarda "nişanlı" olarak kabul edilecektir.

    4) hukukumuzda doğru sanılan yanlışlar gördüğümüz gibi ne yazık ki saymakla bitmemektedir. değinilmesi gereken yanlışlardan sıradaki ise evlenmenin o yayla gibi defterin üzerine serilerek atılan imzalar olmadan gerçekleşmemiş olacağı yanılgısıdır.

    her şüphemizde olduğu gibi bu sefer de ilgili kanun metnine öncelikle başvuruyoruz ve şu gerçekle karşılaşıyoruz : türk medeni kanunu - madde yüz kırk iki: "evlendirme memuru, evleneceklerden her birine birbiriyle evlenmek isteyip istemediklerini sorar. evlenme, tarafların olumlu sözlü cevaplarını verdikleri anda oluşur... "

    bu konuya da son derece yüzeysel bir örnek verecek olursak... nişanlanmalarında içlerinde olup artık kendilerini aileden birileri olarak benimsediğimiz aşıklar haydar ve ünzile, gerekli tüm hazırlıklarını tamamlayarak, bu sene bizi etkisine alan düğün çılgınlığına direnmeyerek yedi yedi iki bin lanet olası yedide dünya evine girmek üzere her türlü zarureti yerine getirirler. nikah masasına otururlar. belediyenin bu hayırlı işle görevli kıldığı nur yüzlü adam gelir. ve der ki: "ünzile, kızım, sen bir ömür bu adama yemek yapıp çamaşırlarını yıkayıp çocuklarının altını temizlicen mi". ünzile cıvıldayarak onay verir, "evet". aynı nurdan yüz bu kez haydar'a döner ve der ki: "haydar, oğlum, bir ömür bu kadına kredi kartını verip ekstrede ne gelirse gık demeden ödeyecen, buna laf atan olursa pis dalacan, kilo aldığında bile hayatım süper görünüyorsun diyecen mi". haydar da karizmayı derinden çizdiren o neşesiyle atılır, "evet. "
    her iki aile de salya sümük düz gider, alkışlar pat pat patlarken haydar'ın yüreği bu heyecana dayanmaz ve henüz o malûm deftere imzalar atılamadan haydar yere yığılır ve geçirmiş olduğu kalp krizinin neticesinde hayatını orada kaybeder.
    belki inanmayacaksınız ama ünzile artık dul bir kadındır. evlenme, olumlu iradelerin karşılıklı beyanlarının tamamlanması anında gerçekleşmiştir.

    ünzile ve haydar bir dakikalığına da olsa evli kalmışlardır ve artık ünzile bu durumun kendisine tanıdığı ne kadar hukukî durum varsa hepsine dâhil olmuştur.

    5) şu ana kadar aklıma geldiği kadarıyla açıklığa kavuşturmaya çalıştığım yaygın yanlışlarımızın aksine, sıradaki konu medeni hukuk ve özellikle şahsın hukuku ve aile hukuku alanına ilişkin değil. esasında bu yanlışımız daha ziyade dilbilgisi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

    "sabık" sözcüğü daha önceki, bir önceki anlamına gelir. "sabıka" sözcüğü ise geçmişte işlenmiş ve bağlandığı hükme karşı yargı yoluna gidilmeyerek veya gidilip de bir değişiklik kaydedilemeyerek kesinleşmiş suç demektir.

    hiçbir soruya mahal vermeyecek açıklıkta ifade ettiğime inandığım bu iki bilginin ışığında artık hepiniz takdir edersiniz ki, daha önce çeşitli nedenlerden ötürü almak durumunda kaldığınız ve temiz belgesi olarak da anılan o kâğıdın ismi "sabıka kaydı" değildir.

    önceden herhangi bir suçtan hüküm giymiş, bu hüküm kesinleşmiş ve daha sonra sicilinden bu kaydı sildirmek için herhangi bir başvuruda bulunmamış olan arkadaşlarımızı bu uyarımın dışında tutuyorum. çünkü tebrikler, onlarınki apaçık sabıka kaydı.

    ancak gelin görün ki, siz sütten çıkmış ak kaşıklar, sizin alacağınız şeyin adı sabıka kaydı değil, herhangi bir sabıka kaydınızın olmadığına dair belgedir.

    6) kocası ölmüş, evliliği boşanma nedeniyle sona ermiş veya evliliğinin sakatlığına hükmedilmiş olan kadının, bir başka erkekle evlenebilmesi için, önceki evliliğin bitiminden sonra beklemek durumunda olduğu süreye verilen isimdir. kadının sonlanmış olan evliliği sırasındaki cinsel ilişkisinden olabilecek bir bebeğin varlığının olasılık olar göz önünde bulundurulmasının ve ileride bu bebeğin soybağının erkeklerden hangisi ile kurulacağı sorunuyla karşılaşmak istenmemesinin bir sonucudur. ancak günümüz şartlarında kadının yeniden evlenmeden önce doktor raporuyla hamile olmadığını kanıtlaması artık mümkündür.

    hukukumuzda üç yüz gün olan bu sürenin bazıları tarafından iddet müddeti olarak da telaffuz edildiği bilinmekte, bu hatadan özenle kaçınılması için gerekli tüm uyarılar yeri geldikçe yapılmaktadır. nitekim, iddet sözcüğü zaten bir bekleme süresini, yeniden evlenmenin mümkün olamayacağı bir müddeti anlatmaktadır. iddet müddeti demek, bekleme müddeti müddeti demekle aynı olacak ve kuşkusuz şık durmayaktır.

    ayrıca önceden mümkün olan ancak uygulamasına artık rastlanmayan bir diğer iddet de, eşlerden her biri için hâkimin kendisinin koyduğu yeniden evlenme yasağının geçerli olduğu süredir.

    7) hukukumuzda zina kavramı, evli olan kimsenin, evlilik bağıyla bağlı olmadığı bir karşı cinsle cinsel ilişkiye girmesi eylemini anlatır. yani birbirleriyle evli olmayan herhangi iki insanın belediyeden izin almaksızın sevişiyor olmaları, tek başına zinanın unsurlarını içeren bir durum değildir.

    ayrıca eylemin zina sayılabilmesi için cinsel birlikteliğin karşı cinsler arasında olması ve erkek tenasül organının kadın tenasül organına tamamen dühûl olması şarttır. yani eşcinsel birliktelikler veya karşı cinsler arasındaki ön sevişme ve hatta tam birliktelik gerçekleşene kadarki hiçbir temas, zinayı meydana getirmeyecektir.

    bu konuda değinmek isteyeceğim son ayrıntı ise artık zinanın hukukumuzda tek etkinliğinin bir boşanma sebebi oluşudur. zina eylemi artık türk ceza kanunu'nda suç olarak tanımlanmamakta ve herhangi bir cezaî yaptırımla karşılanmamaktadır.

    8) ceza hukukunda bazı suçlar bakımından işlenme zamanı itibariyle ağırlaştırıcı sebep olarak da görülen veya hukukî mahiyeti bulunan başka birçok konuda da karşımıza çıkan "gece vakti" kavramı, birçoğumuzun sandığı gibi el ayak çekilince, sohbetler tükenince kriterleriyle belirlenmemektedir. gece vakti, değerlendirilecek olan zaman diliminin getirdiği coğrafî koşullara göre mevsimden mevsime, aydan aya ve hatta günden güne değişkenlik gösterir ve genelde bir saatin gece vaktinden sayılıp sayılmadığı, müftülükten sorulur.

    bu sepeplerden ötürü, her dönem için geçerli bir saat aralığı verememekle birlikte gece vakti, güneşin batmasından bir saat sonrası ile güneşin doğmasından bir saat öncesi arasında geçen zaman dilimine verilen isimdir.

    9) iç hukukumuzda yasalar hiyerarşisinde en üstte yer alan anayasamız ile ilgili olan ve pek dikkat edilmeyen bir konudur bu. anayasamızın 176. maddesi, anayasa metnini değerlendirirken dikkat etmemiz gereken bir konuya parmak basar.

    metni aynen geçiriyorum: "anayasa'nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmı, anayasa metnine dâhildir. madde kenar başlıkları, sadece ilgili oldukları maddelerin konusunu ve maddeler arasındaki sıralama ve bağlantıyı gösterir. bu başlıklar, anayasa metninden sayılmaz. "

    ilk bakışta "eee?? " ifadesini yüzünüze yerleştirecek olan bu ayrıntı, yeri gelip anayasa metninde kılı kırk yararken çok şeyi değiştirmeye gebedir.

    10) gerçek kişi olma durumu hukukumuzda sağ doğma ile edinilen, kaybı ise ölümle gerçekleşen statüdür.

    tıbben doğumu sağ olarak gerçekleşmiş bebek, aldığı ilk nefesin ardından hayatını kaybetse dahi artık kişilik kazanmıştır; yasalar karşısındaki durumu yaşamış ve ölmüş herhangi başka bir insan gibidir. örneğin; muris * olmuştur. bazı hukuk düzenlerinde kişiliğin kazanılması doğumdan sonra belli bir müddet hayatını sürdürme, bütün bir vücutla doğma ve hatta doğduğunda şeklen insana benzeme, ucube olmama gibi garabet abidesi koşullara bağlanmışsa da bizim hukuk sistemimizde bunlar söz konusu değildir.

    yine bazı hukuk sistemlerinde kişiliğin sona ermesi konusunda kabul görmüş beyin ölümü, manastır ölümü vb uygulamalar da bizim hukukumuzda yer almamış, kişiliğin yitirilmesi bizde yalnızca tıbbın insanı tamamen ölü saymasıyla gerçekleşir denilmiştir.
    (#224628) vlade tepes|16.12.2008 16:31|