sanjay leela bhansali

  1. sanjay leela bhansali , bollywood tarihinde bir efsane olacaktır, bundan şüphem yok. kendini asla tekrar etmiyor her filminde bunu daha iyi anlıyorum. daima sanat anlayışını, çekim tekniklerini, mekanların kullanımını daha ileri bir düzeye taşıyor. Bunun üzerine hakikaten kafa yoruyor ve bazı önemli özelliklere sahip. Cesaret, insanları iyi tanımak , incelikli bir bakış açısına ve üstün bir müzik zevkine sahip olmak gib...

    eserlerine baktığımızda, ilk filmi olan khamoshi:the musical 'a vasat bir hint filmi denebilir ki onda bile çekildiği tarihe göre * değişik bir bakış açısı var olaylara. khamoshi 'de sağır olan, hayatta başa çıkılması güç bir engeli olan ve bununla yaşamaya alışan bir aileyi ele alan bhansali, ilerleyen yıllarda black'i çekerek benzer bir konuda kendini nasıl geliştirdiğini izleyicinin gözüne sokmadan ispatladı. Oyuncu seçiminde asla hata yapmayacağı nana patekar’a baba rolünü vermesinden belliydi bence taaa o yıllardan. Bu adam hakikaten sağır mı, diye düşünmedim değil izlerken. filmlerinde dans ve müziği her seferinde daha nitelikli hale getiren, dans sahnelerinde kamerayı çok iyi kullanan sanjay , bu anlamda alışılan hint filmi izleyici kitlesini biraz da şaşırttı ve bundan hiç çekinmedi.

    hum dil de chuke sanam ile 1999'da büyük başarı yakalamasının nedenlerinden biri de oyuncu kimyasından anlaması ve birbirine uyum sağlayabilecek izleyicinin baktığında 'şimdi bu ikisi mi aşık olacaklar ' demeyeceği türden, sanki herşey doğalmışçasına harmanlayabilmesiydi. Khamsohi’den hum dil de chuke sanam’a gelindiğinde yönetmenin mekan konusunda radikal değişikliklere gittiğini gördü izleyicisi. Kırdan, bayırdan , sahilden geniş, ihtişamlı salonlara geçmişti yönetmen. Şimdi karakterler daha yoksul bir yerdeydiler aslında, daha çok acı çekeceklerdi ve kapana kısıldıkları saray zindanlarında çilelerini dolduracaklardı. İlkinde yoksul ama mutluydu, ve şimdi varlık içinde mutsuz. Filmleri kıyaslandığında bu ayrım göze çarpıyor ama bunu asla ‘fakir ama gururlu genç’ edasıyla yapmıyordu yönetmen. Bu ayrımın en bariz şekilde hissedildiği film ise şüphesiz devdas. İlk bakışta kast sisteminin insanları düşürdüğü gibi durum gibi görünsede paro ve devdas’ın aslında ayrılmasının sebeplerini biliyordu izleyci filmin sonunda ,aralarında eksik olan inancı ah u vahlar ederek taa kalbinin derinliklerinde hissediyordu.

    devdas sanjay'ın dünyaya adını duyurduğu ve ihtişamıyla insanı büyüleyen bir film. çekildiği yıl olan 2002'ye kadarki en yüksek bütçeli bollywood filmi idi. Devdas’a ‘bir film’ demeye dilim varmıyor aslında, ve şundan eminim ki benzer şekilde yüksek bütçe ile çekilen kabhi alvida naa kehna ya da türevinden daha sonra çekilmiş bir sürü film asla o yere gelemeyeceklerdir. çünkü burada önemli olan yönetmenin elindeki maddi güçten ziyade, incelikli bir bakış açısına sahip olması, aynı bakmak ve görmek arasındaki keskin fark gibi.

    sanjay'ın ne kadar mükemmeliyetçi olduğunu her filmde insanı ağlama krizine sokabilecek görkemli veda sahnelerinden bile çıkarabiliriz. her filminde mutlaka lambalar devrilir, mumlar söner, sahneye çok yakışan bir müzik kullanılır.ne devdas'ta hamesha tumko caaha yerine, ne de hum dil de chuke sanam 'da tadap tadap ke yerine başka bir şeyin kullanılmayacağını hissedebilecek kadar derinlikli bir yönetmendir sanjay. Süründürmez insanları. Aşktan sürünülmez ona göre ancak aşk için ölünür, sadece ölünebilir haysiyetli bir şey yapılacaksa. Ne varsa aklınızda gerilere ittiğiniz sizi bir seansa sokmuş gibi yavaşça ilerler ve son sahnede hançeri saplayıverir. Ama bu esnada öyle büyülü bir atmosfer yaratır ki öleceğinizi anlamaz huzur içinde ölürsünüz. Mesela sariler uçuşur, yere boyalar dökülür, uzun koridorlar koşar , koşar aşık, yazgısını yakalamaya çalışır gibi koşar ve sonunda yazgısının ne olduğunu oracıkta anlatıverir sanjay leela. Hiçbir filminde veda sahneleri hırgür içinde geçmez, kim vurduya gitmez. Vedanın en önemli şey olduğunu, bir kapıdan geçince insanın geri dönse bile neleri kaybedeceğini onun kadar güzel anlatan başka biri var mıdır? Bilemiyorum...
    devdas’ta da tıpkı hum dil de chuke sanam ‘daki gibi varlıklı ailelerin, refah içerisindeki hayatların , ve bu refahın getirdiği bakış açılarının, en acıklısı kibirin insanı nasıl kendi içine hapsettiğini ve o hapsettiği zindanda verilebilecek en güzel cezanın yalnızlık ve kimi zaman suskunluk olduğunu en güzel anlatan yönetmendir desem , bu bir iltifat bile olamaz kendisine.

    geçelim sanjay leela bhansali’nin ne gözü kara biri olduğunun ispatı olan black ’e. hindistan gibi neyin gişe yapacağı öngörülebilen bir ülkede çekene deli gözüyle baktıracak kadar ağır bir filmdi black. tek bir dansın ve müziğin olmayışına rağmen yine de öylesine etkili bir şekilde yansıttı ki bunu seyirciye, bollywood film festivaline götürüp zorla izlettiğim insanlar sinemadan çıktığında ‘bollywoodla ilgili bir daha atıp tutmayacaklarını’ söylediler. bunların ötesinde black hem oyuncular için hem seyirciler için benzersiz bir deneyimdi, fakat mutlaka ki en fazla sanjay için öyleydi. bir kere devdas gibi bir filme imza atmıştı ve beklentiler en üst düzeydeydi. devdas hum dil de chuke sanam'dan sonra göze batmazdı çünkü aşk teması işleniyordu onda da. fakat black sanjay'ın izyeci kitlesine kelimenin tam manası ile sürpriiizz! dediği filmiydi. boşuna demedi en şahsi filmim diye. bir kere daha şaşırttı herkesi. sadece aşkı değil insana dair herşeyi ustalıkla anlatabilirim diyordu adeta blackte. Yine büyük salonlar vardı, yine para vardı ama bu kez paranın ve eldeki her türlü imkanın dahi halledemeyeceği bir pozisyona sokuyordu kahramanları. Ve tam da burada para ile asla ölçülemeyecek kadar değerli bir şeyin varlığını hatırlatıyordu izleyicinse : inanç... bu kez ölüm değil inadına yaşamaktı anlatmaya çalıştığı. İnançla yaşamak, bir şeyi tutkuyla istemek. Michelle ve debraj üstünden defalarca yenilen insanları , yenilgileri sineye çekmeye nasıl hazır olduğumuzu, aslında başka birinin yoluna serilip bereketlenmedikçe hayatın manasının yittiğini anlatıyordu. kasvetli bir havanın altında izleyiciye yavaş yavaş damardan verdiği umut, filmin çıkışında herkese sarılacak, tüm dünyaya inanacak kadar değiştirebiliyordu bazı şeyleri. insanlara bunu hissettirebilmek ve izledim bitti, unuttum demeyeceği bir filme imza atabilmek zaten ancak onun gibi birinin altından kalkabileceği bir şeydir. Büyük önyargıları kırdığı ve sadece aşk temasından yola çıkmadan da gişe yapabileceğini , bunu yaparken insanları sıkmayacağını, ve hayat boyu hatırlayabilecekleri bir eserdi şüphesiz, tıpkı devdas gibi. Onda nasıl ustaca içini parçalıyorsa izleyicinin, nasıl dakika dakika acıyı taaa kalbine yolluyorsa, bunda da aynı ustalıkla içimizde körelttiğimiz tüm güzel yanlarımızı uyandırıyordu bir bir...

    son filmi saawariya ile ilk kez hollywood sermayeli bir bollywood filmi yaptı. fazla karaktere yer vermeyen belirli kişiler arasında geçen klasik bollywood izleyicisini sıkabilecek bir yapım olarak değerlendirildi ve hatta kimi kaynaklar saaboriya diyerek * sanyaj leela'yı eleştiri bombardımanına tuttular. Fakat o asla değişimden korkmayan bir adam, bunu black’i çektiğinde anlamıştır tüm takipçileri. Saawariya’da acemi aşıkların ve dahi acemi oyuncuların saflıklarından yola çıkan yönetmen yine kimi sahnelerle izleyiciyi hipnoz etme yoluna gidiyordu. Bir sanjay klasiği olarak çıkılan merdivenler, ağır ağır yanan lambalar , tütsüler bu filmde de vardı muhakkak. Fakat saawariya bir uyarlamaydı, bir kitaptan yola çıkılarak üstelik Hindistan izleyicisi ilk aşamada dikkate alınarak yapılmalıydı ki bence bunu da müthiş kotardı yine. Özellikle bu filmde değişikliklerine bir yenisini ekleyerek yeni şarkıcılarla çalıştı ve hatta bir şarkıya da kendi imzasını attı. Senelerdir süren mani ratnam- a.r . rahman birlikteliği gibi sanjay leela bhansali -İsmail darbar denklemini bu filmde bozmakta bir beis görmedi. Daha dinamik çalgıları kullandığı soundtrackte klasik hint çalgılarının yanı sıra kemanı ve gitarı da ağırlıklı olarak kullanırken kitleler için değil de aslında kendi için film yaptığını , kendi içine sindikten sonra onun mutlaka güzel olacağına inandığını bir kere daha sadık takipçilerine gösterdi.film yönetebildiği gibi beste de yapabildiğini thode badmash ile şaşırarak dinledik.

    Sanjay leela’nın her şeyinin, tüm başarısının dışında bence en önemli ve güzel özelliği değişmekten korkmamasıdır. Mesela karan johar seneler sonra da aynı filmleri çekecek. Daha yüksek bütçeli daha çok yıldızın oynadığı daha görkemli şeyler olacak bunlar. Ama bence daima o ince dokunuştan, o bakış açısından eksik olacak ve kendini tekrar edecek. Daima onun filmlerinde birileri aşık olacak, kavuşamayacak bol ve uzun dans sahneleri olacak. Bu işte bir yönetmenin belirli bir limana demir atması ve yaratıcılığının artık buraya kadar demesidir. burası benim güvenli alanım, burası benim gişe yapacağım, para kazanacağım yer ve sanatım buraya kadar demesidir. Sanjay ise her filminde izleyicisini şaşırtmaya , hüsran dahi yaratsa şaşırtmaya, daima bunu denesem ne olur acaba diyecek cürete sahip olacak. Gelecekte adı raj kapoor’ larla, satyajit ray’larla beraber anılacak. Çünkü o film çekmek için çekmiyor asla, o insanların bir yere koyup unuttukları şeyleri hatırlatıyor. insan olmak için çabalamayı... insan kalabilmek için sevmeyi , feda etmeyi, feda olmayı ... ve sonunda tam manasıyla hakkını vererek insan olmayı...

    (#198711) mistaneek|29.06.2008 12:47|