kendinden nefret etmek

  1. bana öncelikle nefret ve ilgisizlik arasındaki kavramları sorgulamama sebep olan bir nevi ruhsal çöküntü hali, diye tanımlanabilir aslında. zira sevginin karşıtı nefret değil, ilgisizliktir demiştir bir yazar. sanırım herman hesse idi. buradan birçok dolambaçlı yola girebilir, geçmişimi sorgulayabilir, prensiplerimi yargılayabilir ve sonunda kendimi infaz edebilirim. sonunu bilmediğim yollara girmek prensiplerim arasında olsa da prensiplerini bir kenara bırakmış, daha doğrusu hiç prensip sahibi olmamış bir insan olarak bu kapıdan geri çeviriyorum kendimi. (-prensiplerinden birini söylüyorsun, sonra da prensiplerini bir kenara bıraktığını söylüyorsun, peşinden de aslında hiç prensip sahibi olmadığını söylüyorsun. bu ne perhiz ne lahana turşusu? -milyonlarca spermin olabilir ancak aynı zamanda hiç çocuk sahibi olmamış olabilirsin değil mi? bu da bunun gibi bir şey işte.)

    kendinden nefret etmek bir gençlik depresyonu ya da bir ergenlik sivilcesi değildir. prensiplerini mecburen ya da istemeyerek ezip geçmiş insan bunalımı olabilir ama ben burada bunu anlatmayacağım en azından. dedim ya, benim hiç prensibim olmadı sevgili arkadaşlarım. prensipli insanları ya da idealist mahlukatları sevemedim bir türlü, sevemeyeceğim de sanırım. hayali prensiplerim olsa da hiçbir zaman uygulamaya koymadım. bilakis gerek duymadım. fakat her insan gibi benim de bir hayat görüşüm, fikir dünyam, hayallerim var. hep fikir dünyamın ve hayat görüşümün çizgisinde yürümeye çalıştım, başaramadım. hayat görüşümün bana belirlediği kıstaslar çerçevesinde yaşayamamak kendime küsmemin başlangıç noktası oldu belki. fakat sonrasında alıştım kendime. her şeyi kabullendim, içimden geldiği gibi hareket etmeye devam ettim. zaman zaman yapmak zorunda olduğum şeyler karşısında içim cızladı, zaman zaman içinde bulunduğum ortamları yabancıladım ve tüm vücudum buzladı... cenderede kaldım, arada sıkıştım, boşlukta asıldım, uçurumdan yuvarlandım, lakin hepsine alıştım. alıştım alışmasına ama gene de fikirlerimden vazgeçmedim, arkasında durdum, elimden geldiğince de uygulamaktan geri durmadım, her ne kadar hakkını veremesem de.

    bazı noktalarda kimilerinden tiksindim. "bu yapılan şerefsizliktir!" diye haykırdım. "bir öylesiniz, bir böylesiniz, kendinizin farkında değilsiniz, hislerinizi kontrol edememek bir yana ne ifade ettiklerini bile anlamaktan acizsiniz!" diye höykürdüm. teoriler ürettim, yaradılışlarına verdim, acizliklerine bağışladım ve onları öyle kabul ettim. ama gene de davranışlarının doğru olmadığını hem dilimle hem kalbimle tasdik ettim. sonra kendime de kızdım; onları bu kadar geç analiz edebildiğim için, davranmam gerekenden çok farklı ve haketmedikleri bir biçimde davrandığım için, acziyetlerini farkedemediğim ve karşılarında aciz olduğum için. yanlışlıklarından fazlasıyla emindim ve davranışlarının bir gün bana da sirayet edebileceğini, daha açık söylemek gerekirse benim de bir gün onlar gibi davranabileceğimi kesinlikle tahayyül edemedim, hatta mümkünse aklımın civarındaki herhangi bir yoldan böyle bir fikir geçmedi bile.

    ama sonra yaptım. tıpkı onlar gibi oldum, dengesizliklerinden tiksindiğim o yaratıkların dengesizliğini kendi bünyemde görüverdim. hissiyatlarından emin olamamalarını kendi dünyamda buluverdim. ve o an kendimden tiksindim arkadaşlar. kaçmak istedim. başka bir bedene, başka bir dünyaya, başka bir aleme göçmek istedim. lanetler ettiğim o şahıstan bir farkımın kalmadığını görmek, bana da lanetler okunduğunu idrak etmeme yetmişti. küfürler ettiğim o anlayış tarzına sahip olduğumu farketmek, ayna karşısına geçip kendime tükürükler yağdırma isteğimin doğmasına yetmişti. yapamadım. ne kendimden kaçabildim, ne kendime tükürebildim. sadece oturduğum yerde kendimden nefret ettim. neyse, en azından kendime karşı ilgisiz değilim.

    anlatmaya çalıştığım ruhsal çöküntü halini umuyorum ki az çok anlatabildim. doğrusunu söylemek gerekirse kendi halimi ben de hala anlayabilmiş değilim. neyse, gideyim ben.
    (#171051) ne evet ne hayir|11.01.2008 16:47|