transkripsion

 << >>

  1. "transcription" kelimesinin, cümle içinde kullanıldığında (türkçeleşmemiş olsa da burada göre göre türkçeleşebilme ihtimali olan ) kulağı rahatsız etmeyen halidir. burs alma zamanlarında iyi olmayan derslerin kafaya en fazla takılmasına sebep olan bi kaç sayfadan ibaret kağıtlar bütünüdür.
    (ahmedsword 21.05.2007 01:12)
  2. trans.. tüm zamanların en en en* popüler dj i..
    seni de özlemişim kuzum...


    edit: sımayli yapmışım.. düzeltme gerektirdi transcım..*
    ama azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz..!!!
    (deified 28.05.2007 19:28 ~ 28.05.2007 19:32)
  3. sınavlarım bittiğinde sabahlara kadar oc şarkıları çalacağıma söz verdiğim insan
    (desem de inanma 02.06.2007 01:22)
  4. bizim sonlarımız her sefereinde kötü mü olmak zorunda? umuduna tutunduğumuz her uçurtma daha da yükseleceği halde her seferinde yere çakılıyor. bize kalan ise her düşüşümüzden baki tecrübeler ve bu tecrübelerin pratiği bir kaç ufak tefek sıyrık...

    bağdaş kurulan bir meditasyon anı... düşünceyi düşüncelerle yok ederek rahatlamaya çalışmak ne kadar da sahtekarca. onca olumsuz anın üzerine kuşlu, böcekli ve hatta manasını dahi bilmediğimiz pozityivize boşluklu kuyukar, binalar inşaa edilir. yoga dediğimiz şey ham bünyeye eklem ağrısından başka ne olabilir? felsefesinde gezdirdiği küçük polyanna bizi huzura erdirebilir mi? zaten daha mutlu olmak için kırmadık mı bunca cevizi?! ve yuğne en sonunda kurmadık mı yine o nankör cümleyi hem suçlu, hem güçlü biri gibi? "bizim sonlarımız hep kötü mü olmak zorunda?"

    zafer çığlığı atmaya çalışırken boğazımızada gıcık yapan karmaşaları yutkunarak çözmeye çalıştık. halbuki, tek bir boğaz pastili yetedi boğazımızdaki balgamsal çelişkileri yok etmeye. ama biz, en zoru tatmin olmaz egomuz bildik her boğazımız tıkandığında.çünkü, en zoru başarmaktı bizi egosal orgazmların kucağında huzura erdiren. elimizde bşr kaç başarı hikayemiz vardı fakat, doyumsuz güdülerimiz her derfasında daha fazlasını istedi.işte bu fitne fikirler bizi "zor"a aşık etti. - ki aslında aşk da böyle doğmuştu - aşk, bizlerin farkında aolmadığımız tanımı ile zora ulaşamamanın verdiği tatminsizlikti.

    sıraya konulmuş her paragrafta anlam kargaşasına yol açacak bir sürü ifade var.istediklerini elde edemeyen bir adam meditasyon yapmış ve hep daha fazlasını istemiş hayattan... kim bu adam? hangi alak bünye isyanlarından arınmak için kendini yalan hayallerle rahatlatmaya çalışır? asıl olan, sahte hayallerin peşinde kendini avutmak mı, yoksa zor olana duyulan aşkın peşinden koşmak mı? bu sayılanların hepsi tek bir bünyede bulunabilir mi?..

    transkripsion ile çelişik insan analizleri her an devam edebilir...
    (transkripsion 05.06.2007 21:03 ~ 06.06.2007 17:20)
  5. istek butonu kullanmayanlara ayar çeken sempatik dj * * *
    (spinninaround 05.06.2007 22:31)
  6. radyoculuktan şarkıcılığa geçmiş, en kısa zamanda bi pop star yarışmasında görülmesi muhtemel zat.
    amma velakin popülirite bizi bozar biz kenar barlarda çalarız diye diretmektedir.
    fantastürklü, sevilen, gurbet hayatı yaşayan karikatürik insan.
    (merlin 07.02.2008 12:56 ~ 07.02.2008 12:57)
  7. şöhreti bulmasıyla totosunun irtifa kazanması bir olmuştur. dün akşam beni radyodan kovdu bu adam yaaa... * *
    (hazeyame 07.02.2008 14:50)
  8. vampircik bir yasinda zirvesi ve vampircik 2 yaşına koşuyor zirvesi için tee samsundan kalkıp gelen vefalı vampir. ben olsam kesseniz 2 gün için o kadar yol tepmezdim şahsen. ama adam ilk sefer geldi, üstüne ikincisi için bir daha geldi. bu nasıl bir azim, bu nasıl bir sevda. hoş bu sefer sadece kuru kuru ayak üstü hoşgeldin muhabbetinden öteye gidemedik. geçen seferki gibi atamadım eve ona yanıyorum. hala bira ve çiğ köfte sözüm var onuda unutmadım. bir daha ki sefere daha uygun zamana denk getirsin o da geliş tarihini bak o zaman ne oluyor.
    (mcleod 26.03.2008 01:26)
  9. 21 mart cuma, dikmen - gerze arası...

    memur servisindeyim. sürekli gidiş geliş yapanların aksine ben, sadece belli başlı günlerde bu aracı kullandığım için 4 ytl ödemek zorundayım. bir de üzerine memur sohbeti. amirler, insanlar, okullar, siyaset... hiç zorlandığımı hissediyorum konuşurken. boğazımda bir düğüm, aklımda tek soru: neredeyim ben?..

    21 mart cuma, gerze samsun karayolu...

    mp3 çalarıma yine pil almayı unutmuşuım. bu 3 saatlik yol nasıl geçecek yine? samsun'a giden son otobüs bu ve insanlar sırf daha büyük bir şehre gitmek istedikleri için, 3 saatlik yolu ayakta ve istiflenmiş olarak gitmeyi göze alıyorlar. otobüsün içinde oksijen yok. nefes almak sırayla ve ben bilincimi yerine vurduran her soluyuşumda sabit bir soruyu tekrarlıyorum: neredeyim ben?..

    22 mart cumartesi, çarşamba havalimanı/samsun...

    uçağa geç kalmamak için arabayı radarlara yakalatıyoruz. aslında ailecek sakiniz ama, annemin "aman oğlum yavaş!" feryadları bizi de paniğe sürüklüyor. herkesin beni havalimanına yolculamaya gelmesi garip. aslında asıl amaçlarının son ana kadar yaratacakları duygu sömürüsü ile beni yolumdan döndürme istekleri olduğu aşikar.arkamdan bakarken geçen her saniye yüzlerindeki acınası ifade daha da belirginleşiyor. vicdanımla feci bir sınav içindeyken bile aklımda hep aynı soru: ben nerdeyim?..

    22 mart cumartesi üsküdar/istanbul...

    arkadaşımla geldim buraya kadar. ve yolda gelirken bu kaosun içinde neden b,r haftadan fazla kalamayacağımı daha iyi anladım. zirve diye gelmiştim buraya. ancak ilkine oranla daha sönük bir alevle karşılaştım. yine de dostları görmek güzeldi. sonunda hep bir belirsizlik olsa da... neredeyim ben?..

    22 mart cumartesi, kadıköy zübeyde hanım öğretmenevi/istanbul...

    3 restorantın ikisinde düğün var ve ben açım. 3. restoratta ise ne kadar eğitim neferi varsa hepsi eller havaya modunda eğlencenin dibine vurmuş. gözden uzak bir masaya oturup yemek sipariş ediyorum. insanların eğlenceye aç oldukları hissine kapılıyorum pistte atılan çığlıklardan. o salonda bir ben yorgunum besbelli. her gece ayrı bir yatakta uyumanın dayanılmazlığı var üzerimde ve ben tekilliği özlüyorum. şans eseri emekli bir öğretmen ile paylaşmak koşulu ile en manzaralı odada farketmeden uykuya dalıyorum. rüyamda gördüm mbunu: neredeyim ben?..

    23 mart pazar, yenikapı iskelesi/istanbul...

    o kadsar yol tepmişim ve bana bir macera lazım. feribot ile bursa'ya geçiyoruz. içimde güzel olan her şeye dair garip bşr teselli. marmara'yı bir boydan bir boya geçmek güzel de; neredeyim ben?..

    23 mart pazar, öğretmenevi/bursa...

    3 defa önünden geçmişiz ve farketmemişiz bile. halbuki kafamızı biraz yukarı kaldırsak kocaman puntolarla yazıyormuş ismi. yine paylaşımlı bir oda diyor resepsiyondaki bayan. bu kez 4 kişi ve daha küçük bir oda. durumu görünce iştahtan kesiliyorum. uykuya yatıyorum, gecenin bir yarısı dışarıdan gürültüler geliyor. seslerden biri yol sorduğum turiste ait sanki. gürültüler an ve an büyüyor allah aşkına, neredeyim ben?..

    24 mart pazartesi, otogar/bursa

    ayrılıyoruz... bir yanım artık burada. giderken uzun uzun içime hapsediyorum ki yokken kalsın diye. sonra yine yollara düşüyorum. neredeyim ben?..

    25 mart salı, şehir polikliniği/samsun...

    sol kulağım tıkalıydı. doktora aç dedim. elinde iğnemsi bir alet ile kulağıma abandı. eğer feryad etmesem bırakacağı yoktu. kulağımın delindiğini hissediyorum. bütün akşam zedelenmeler yüzünden kan temizledim kulağımdan. bilgisayara format atarken uğultular rahatsız ediyor beni. halsizlik beni bilinçsizleştiriyor. neredeyim ben?..

    26 mart çarşamba, gerze kalyoncu otel/sinop...

    sırt çantamı yatağın üzerine atar atmaz, sanki çok meraklıymıuşım gibi milli maça balıyorum. sonra dizilere... garip bir yalnızlık çöküyor üzerime ve ne hikmetse bana bunu hissettiren musluğundan su sızdıran lavabo. o su sesi beni ne hale soktu, anlatmak güç. bir an düşünüyorum. 5 günde kaç yatakta utudum ben? daha da önemlisi, neredeyim ben?..

    27 mart perşembe, dikmen ilçe milli eğitim müdürlüğü/sinop...

    parmaklarım boş durmuyor şimdi. kendime geldiğimde 23 mart yazıyordum... düşünüyorum da, kaç insan geçti hayatımdan bir haftada? neler yaşadım, nelerle karşılaştım? bir sonuca varmak için bu kadar yol mu tepmem gerekirdi? peki ya bir sonuca varbildim mi? ya ben ne yaptım!? masamdan bunları yazarken aslında bir boşluğun hikayesini yazdığımı kendime itiraf etmem bu kadar mı zor? n*olur biri bana söylesin!.. neredeyim ben?..
    (transkripsion 27.03.2008 13:57 ~ 27.03.2008 14:22)
  10. 2. yaş zirvesine her zamanki gibi uzun bir yolu tepip gelen şahsiyettir kendisi. bir geceliğine misafir edebileceğimiz -öğretmen evi olmayan- bir mekan ayarlamıştık ki kayıplardaydı. kaçarcasına uzaklaşmasını not ettik. sonradan anladık ki jet-lag türevi birşey yaşıyormuş. hayatını insomnia benzeri bir filmde görürsem şaşırmayacağım. al pacino film için gelmez belki ama kendisi oynarsa bir yıldız olur...
    (deli kadir uleyn 28.03.2008 09:56)
  11. son 4 günün hıkayesi...

    -1.gün-
    o cok sevdiğim ev arkadaşım odamın kapısını tıkladıgında yine şebeklik yapıcak sanıyordum, oysa...bır gun sonra 2 sınav var ve bakın bakalım neler olmus:
    yanıma gozlerı dolu dolu geldı, donuktu, korktum, olanları yarım yamalak anlatamadan,'telefonu bır kız actı,o şu an dusta ben sevgılısıyım...' demeye kalmadan,dustu bayıldı. o an o kadar korktum ki...kendıne geldıgınde tam da yukarıda yazan konusmayı anlattı ve tekrar fenalastı.elımden hıc bır şey gelmıyordu ve bu ınsana lanet okuyordum...

    -2.gün-
    bir tanım gırılmıstı tam da bu sayfaya...sankı yaptıgı rezıllık degıldı de gurur göstergeseydi.onu oyle odasında buldugumda; yarı baygın, bu yazıyı okudum ve sadece yazık dedım... bu kendini bilmez yuzsuzluk abidesine...bir madalya takmak gerekirse bu sadece yaptıgı ve bıraktıgı viraneye gosterdıgı terbıyesızlıgın sımgesı olurdu.'bu saatten sonra o olmus olmamıs ne onemı var.'cumlesi bir hayatı ölümün eşigine getirmisti.

    -3.gün-
    herşey aynıydı. yine okul asılmıs, yine yataktan çıkılmamis, iki göz iki çeşme...zorla disarı cıkardım karbon monoksitle dolan cigerlerine oksıjen asılamak için... ama ne yazık kı başimi yastiga koydugumda o acı cıglıkla bölundu gecem... o kıyamadıgım ınsan yerde kendınde degıldı. her tarafı kasılmıstı,nefes alamıyordu,konusamıyordu, eli ayagı tutmuyordu...nasıl olur diye sordum kendime, onu hastaneye yetistirirken hala ınsan olduguna ınanan bırımı diye...bütün gece doktorlar, hemsıreler ne cok ınsan gectı onumden o orda çıglıklar atarken... ben sadece bekledım, yine elımden bir sey gelmeden...
    artık sabaha karsı alınan sakınlestırıcıler, serumlar, tum o kabuslar bıttıkten sonra evımıze dondugumuzde, bir anne gibi onu yatırdım ve uyuttum. sonra tum gece içim içimi yedi.ve bu yazıyı yazmaya karar verdım.

    -4.gün-
    sen,aynaya her baktıgında gördüğün suretten nefret etmelisin. evet,hiç bir önemin yok. hayatta tanıdıgım en gereksiz ınsan sen; daha bitmedi...seni istememiş birini yalanlarınla surukledın ve o yalana hapsettin. sımdı birkaç dakika için, yuregıne hem senı hem baba sevgısını aynı anda sıgdırmıs bır ınsanı kaybettin. onu merak ediyorsan aslında o senin gibi birinden kurtuldu ama bunu anlaması ıcın zaman gerek...
    zaman gelip geçecek ve sen bir gün titreye titreye o rezil halinle tek basına ölüceksin.
    ve o benim sevgili arkadasim, su an aldıgı ılacla yıne uyuyor ama bir gün gelip uyandıgında sensız ve berrak bir dunyaya adım atıcak;

    adını dahı hatırlamadan...
    (daisy 10.04.2008 00:18)
  12. üstteki "elveda" içerikli tanım ile hayli üzüldüğümü gizlemeyeceğim. bu kararı almasının sebebi nedir bilmiyorum ama, geriye dönmesini diliyorum.
    (vladimir 17.04.2008 10:28)
  13. hemşo lastik mi patlamış bi baksana?
    (rouge 03.07.2008 13:29)
  14. beni sürekli olarak deneyen vampir. işin güzel yanı ise ben hep bu tuzağa düşüyorum.

    (bkz: sazan)
    (iruneach 03.08.2008 21:35 ~ 03.08.2008 21:36)
  15. madem doğu kapısı yok o zaman o bitirpte yayınlayamadığı "kalkan" kendi çapında seri hikayesini diyara yazmak gibi bir fikrin izinden giden kişi...
    (transkripsion 21.08.2008 19:18 ~ 21.08.2008 19:19)
  16. Kalkan:

    Bölüm 1:

    &#8220;Ne yapmam gerek bilmiyorum. İnsanlar benden korkuyorlar. Ancak ben de tıpkı onlar gibi değil miyim?.. Ellerim, yüzüm, vücudum. Birbirimizden farklı hiç bir şeyimiz yok. Sadece ben güçlüyüm. Çıplakken bile kurşun işlemez bana. Ama bana şeytanmışım gibi damga vurmaları beni yüreğimden yaralıyor...

    Bana verilen bu şey... Büyü, efsun, güç... Adı her neyse nasıl kullanacağım, ne yapacağım bilmiyorum. Bildiğim ise sadece bir tek şey. Kurtulmak istiyorum...&#8221;
    (transkripsion 22.08.2008 01:57 ~ 22.08.2008 01:58)
  17. Kalkan:

    Bölüm 2:

    Ancak, sabahları kalmak gibi bir sorunu olan kişi cep telefonunun alarmını &#8220;Lamb Of God&#8221; olarak ayarlar. Kaya uyanmaktan aciz insanlara sadece bir örnekti dünya üzerinde. Elini başucundaki cep telefona götürdü ve alarmı susturdu. &#8220;Ya kim kalkıp gidecek işe yine sabahın körü!&#8221; dedi en kalın ses tonu ile.

    Her sabah aynı cümleyle başlıyordu güne Kaya. Güneş ışınlarının seyrek vurduğu odasında yeni güne gerinmekten bütün kemiklerini kırmaya meyilli olarak başlamak ona büyük bir haz veriyordu sanki. Yatağında birkaç defa vücudunu sağa ve sola savurdu. Yüzünü zar zor yıkadı ve en tembel haliyle giyinmeye koluydu.

    Sokakları aşarken iş yeri yolunda, yüzüne çarpan her rüzgâr zerresi onu biraz daha kendine getiriyordu. Yeni günde neler yapacağını, günlük programını ve tüm sosyal aktivitelerini ajanda olarak kullandığı beyninde teker teker gözden geçirdi. Kahvaltı yapmadan da insanın zihni uyanık ve dimdik durabiliyormuş mantığı onu sabah kahvaltı etmeye kalktığında midesi bulanan aciz bir insan konumuna düşürüyordu. Aklını ajanda gibi kullanabiliyordu ancak, midesi ile sebepsiz problemleri vardı.

    İş yerinin kapısına geldi. Sağlık sektöründe çalışan biri olarak, normal günlerde giriş kapısında birikmiş insanların arasından güvenlik yardımı ile içeri girmesi gerekiyordu. Demek ki bugün anormal bir gündü. Acaba hafta sonu mu geldim düşüncesi ile telefonun tarih göstergesine baktı. Gün henüz Çarşamba idi. Haftanın en ortalık yerinde bu sessizlik anlamsızdı. Kapıdan içeri girdi. Koridor bomboş. Üst kata çıktı. Sağa baktı kimse yok. Tam sola baktı...

    &#8220;Kaya oğlum kovacaklar bugün seni işten!&#8221; dedi bir mesai arkadaşı en telaşlı haliyle.

    Ne olduğunu anlamadı bile Kaya. Tam tabiriyle kuruyup kalmıştı. Anlam veremedi arkadaşının söylediklerine. &#8220;Ne kovulması Orçun? Nereden çıktı bu sabah sabah?&#8221;

    &#8220;Sendikal faaliyetleri öğrenmişler!&#8221;

    Gülümsedi Kaya. &#8220;Zaten öğreneceklerdi...&#8221;

    &#8220;Öyle değil be oğlum! Tüm örgütlenmeyi çözmüşler. Herkes seni söylemiş. Herkes bizi Kaya kandırdı demiş.&#8221;

    Duyduklarına inanamadı Kaya. &#8220;Nasıl çözülürler? Hani herkes kovulma pahasına mücadele edecekti. Sözleşmeyi imzalatana kadar direnmekten yılmayacaktık. Daha direnmeye bile başlamadan nedir bu olanlar Orçun?..&#8221;

    Orçun&#8217;un sessiz bakışları ardında Kaya&#8217;nın annesi belirdi. &#8220;Oğlum bir sabah ne olur şunlardan yesen.&#8221; dedi ve elindeki kahvaltı tepsisini uzattı.

    O sırada &#8220;Şimdi yemek yemenin zamanı değil Kaya, mobil santrale hayır demenin zamanı. Mitinge gidiyoruz ve sen slogancı olacaksın!&#8221; dedi bıyıklı bir adam ve Kaya&#8217;nın eline bir megafon tutuşturdu.

    &#8220;Kaya biz artık dayanamadık ve Rüzgar&#8217;la çocuk yapmaya karar verdik.&#8221; dedi daha 19 yaşını gösteren bir kız ve burnuna değecek olan karnını gösterdi Kaya&#8217;ya.

    Kaya olup bitenlere ne tepki vereceğini şaşırdı. &#8220;Nisan ne ara karar verdinizde yaptınız bunu? Daha dün akşam beraber yemek yedik. Mikserde mi yapılıyor artık çocuklar?&#8221; diyebildi. Saçmalamak bile en azından bir cevap olur kanaatindeydi.

    Arkasından bir el Kaya&#8217;yı omzundan tuttu ve bu dokunuşun etkisiyle elin kaynağına döndü Kaya. &#8220;Artık sendikaya geçiş zamanınız geldi Kaya.&#8221; dedi sakin bir tonla gözlüklü ve orta yaşlı bir adam.

    &#8220;Fakat Menderes Bey, az önce arkadaşım bana örgütlenmenin çözüldüğünü söyledi.&#8221;

    &#8220;Demek sendika çalışmaları doğruymuş.&#8221; dedi kalın bir ses. Bu ses Kaya&#8217;nın idari amirine aitti. &#8220;Kaya bey, arkadaşlar söylemişti de inanmamıştım. Demek anarşist faaliyetlere katıldığınız doğruymuş.&#8221; diye devam etti konuşmaya, yüzündeki pişkin ifadeyi hiç bozmadan.

    Kaya o anda oyuna getirildiğini düşündü. &#8220;Menderes bile sistemin bir parçası oldu ya!..&#8221; diye geçirdi içinden.
    O sırada amirinin yanına bir kız sokuldu. Kaya&#8217;nın sevgilisi Hale&#8217;ydi o. Şişman adamın dudaklarına bir buse kondurdu ve &#8220;Kaya, kovulduğuna çok üzüldüm.&#8221; dedi...

    Böylesine bir cep telefonu melodisi zaten sadece bir insanı uyandırmak için telefonun alarmı olarak düzenlenebilirdi. Bu sefer yatağından zıpladı neredeyse Kaya. Gördüğü kâbus onu sinirlendirdi. Elini hızlıca cep telefonuna götürdü. Telefon daha eline değmeden karşı duvara fırladı bir anda. Fakat Kaya bunu kendisinin yaptığını zannetti uyku sersemi...
    (transkripsion 22.08.2008 20:30)
  18. Kalkan:

    Bölüm 3:

    Belli bir yaştan sonra insanlar hayatlarına yön vermek zorundadır kisvesi altındaki acı gerçek daha kısa tabiri ile eşek kadar adam oldun git biraz para kazan ve ona göre yaşa demektir. Eğitim durumu ne olursa olsun, eğer zengin bir ailenin çocuğu değilse kişi monoton hayatın kapılarını ardına kadar açmış demektir istemeden de olsa. Artık o kişi için hayat tek devreli bir futbol maçı kıvamındadır her gün oynanan. Sabah 8, akşam 5...

    Böylesine mesai saati insanı kıvamında pişmeye başlayan yeni yetme iş dünyası kişileri için mutlaka bu monotonluğun bir kaçışı olması gerekir. Zira bu tek düzelik ile yaşantıları kendilerine göre çekilmez bir hale gelmektedir. Bu yüzden her genç kanlı iş kişisi akşam mesai bitimlerinde evlerine değil de körelmeye yüz tutmuş adrenalin bazlı dürtülerini yeniden uyandırmak için şehrin çeşitli kalabalık ve loş ortamlarına doğru bedenlerini bırakırlar. Tabi herkesin arayışı farklıdır ancak, gerçek olan tek şey gecenin sonundan günün başlangıcına kalmış ve gereğinden fazla hırpalanmış bir bedendir. Ve o beden yeniden işe gitmek zorundadır akşam için ilk adımı atmak adına.

    &#8220;Özel Tedavi Hastanesi, ben Kaya. Nasıl yardımcı olabilirim...&#8221; demesi gerekiyordu Kaya her telefonu açtığında. Özel bir hastanenin iki santral görevlisinden biriydi. Onun mesaisi ise sabahtan akşama kadar en az beş yüz telefona cevap vermekti. Beden olduğu yerde sabitti fakat yorulan tek organı beyniydi. Neredeyse iki yılı bitiyordu bu iş yerinde ve geleceğe yatırım olarak elinde kalan tek şey aşırı telefona bakmaktan kaynaklı sürekli uğuldayan kulaklarıydı. Durmadan ve neredeyse tuvalete bile gitmeden çalışmak zorundaydı. Herkesin bilmediği bir gerçek vardı hayatta Kaya&#8217;ya göre. Hastanelerde en çok çalışanlar santral görevlileriydi. Fakat en ufak bir telefon sıkıntısında veya karmaşasında ilk okka altına gidenler de yine onlardı. Fakat kimse bunun farkında değildi ve yine sırf bu yüzden en kolay hakaret edilecek kişiler santral görevlileriydi hastane personelleri arasında.

    Zaman kendini avutmak için uydurduğu bu tarz saçmalıklar ile geçiyordu çoğu zaman Kaya için. Hiç durmadan çalan telefonlardan biri ne hikmetse bu kez kendisini arıyordu. &#8220;Evet Orçun... Hemen mi?.. Tamam birazdan geliyorum...&#8221; dedi ve masanın tam karşısında oturan iş ortağına çıkacağını başı ile işaret ederek odadan ayrıldı. Koridorlarda etrafını kolaçan ederek yürümeyi adet edinmişti. Takip edilme ve amirlerine yakalanma riskine karşı asansörü değil merdivenleri kullanıyordu. Bir dakika olmadan kapısında &#8220;Dâhiliye Polikliniği&#8221; geniş bir salona giriş yaptı. Kapıdaki sekretere Orçun&#8217;u sordu. Ardından aldığı cevap üzerine sekreter bankosunun tam karşısına denk gelen &#8220;Personel Odası&#8221;na ilerledi. İçeride takım elbisesiyle Orçun, elinde bir fincan çay ile pencereden dışarıyı izliyordu. &#8220;Seni dinliyorum kardeşim.&#8221; dedi Kaya.

    Orçun başıyla selamladı önce Kaya&#8217;yı. &#8220;Bugün on kişi daha geldi.&#8221; dedi Orçun.

    &#8220;Ne dediler peki?&#8221;

    &#8220;Sendikalılaşma ile ilgili bilgi istediler. Güvenmedim ilk önce. Sonra Altan&#8217;ın gönderdiğini söyleyince bende akşamki toplantıdan bahsettim. Katılmak istediler. Bende telefon numarası istedim gerek olursa arayacağımızı söyledim.&#8221;

    &#8220;Sence güvenebilir miyiz peki?&#8221;

    Orçun duraksadı bir anda. &#8220;Eskiden böyle bir durum olunca çağıralım mutlaka diye heyecanlanırdın. Ama son zamanlarda biraz şüpheci olmaya başladın sanki. Şu gördüğün rüya yüzünden değil mi bunlar?&#8221; dedi. Kaya&#8217;da bir değişim olduğunu ve bunun nedenini bulması gerektiğini düşünüyordu.

    Kaya Orçun&#8217;un bu tepkisi karşısında üzüldü biraz. Kendisini mücadeleden vazgeçmekle suçladığını düşünüyordu Orçun&#8217;un. &#8220;Bilmiyorum Orçun. Rüyadan etkilenmedim diyemem. Ama kendimi kaptırmış olsaydım şu anda bunları seninle konuşuyor bile olmazdık değil mi?&#8221; dedi. Kısa süreli bir sessizlik oldu. Kaya biraz ileri gittiğini düşündü. &#8220;Son zamanlarda kafamın içinde anlayamadığım şeyler oluyor sanki. Beynimde karıncalanmalar hissediyorum. Sağlıklı düşünmemi engelliyor sanki bu durum. Zaten... Her neyse işte. Ama inan ki ben hiçbir şeyden vazgeçmiş değilim. Sanırım sadece biraz yoruldum hepsi bu.&#8221; dedi özür dilemek istercesine.

    Orçun az da olsa anlamıştı Kaya&#8217;yı. &#8220;Sende haklısın. Yedi ay oldu. Onca zaman bu kadar adamla uğraştın...&#8221;

    Kaya sohbetin gidişatından sıkılmıştı ve lafı böldü. &#8220;Çok kaldım ben ya! Gitmem gerek. Akşama görüşürüz.&#8221; dedi ve Orçun&#8217;dan karşılık almadan odadan çıktı.

    Mesainin ilk saatleriydi ve Kaya daha ilk dakikadan kendini yorgun hissediyordu. Sessizce kendisini akşam için hazırlıyordu. İnsanlara umut dağıtacaktı. Aslında bunun ağırlığı bile yeterince yoruyordu onu.
    (transkripsion 23.08.2008 21:32 ~ 23.08.2008 21:33)
  19. Kalkan:

    Bölüm 4:

    Mesai saatleri kendini bilmez çay ve pasif derecede nikotinle geçip gidiyordu. Üç devreli günün ilk yarısında çalışan kesimin kişileri artık kendilerine göre bir şeylerin sonuna gelmişlerdi. Kiminin kafası şişmişti, kimi insanlarla uğraşmaktan bunalmıştı. Ortak olan tek şey ise bedenen ve ruhen tükenmişlik duygusuydu.

    Herkes çalıştığı işten memnun olmayabilir. Hatta yine o herkes memnun olsa bile işinden, bu kez meymenetsizlik edecekleri şey çalışma koşullarıydı. Kaya en azından işine saygı göstermek isteyenlerdendi. Usulca geçiyordu zaman ve her telefon çaldığında Kaya, kulağındaki anlamsız uğultuların her seferinde daha da arttığını hissediyordu. Saate baktı. Zaman on dakika önce iki dakika öncesini göstermekteydi Kaya&#8217;ya göre. Geçmeyen zamana içinden küfür etti ve başını ovuşturmaya başladı. Bugün ise onu bütün bu sızıntılarından uyandıracak olan cep telefonuna gelen mesaj oldu. Hale&#8217;den geliyordu mesaj ve artık öğle tatili zamanının geldiğini, yemekhanede onu bekliyor olacağını yazmıştı. Gülümsedi Kaya ve &#8220;Acaba kim bekleyecek?&#8221; dedi sırıtan yüz çehresiyle.

    Seviyordu çalışma arkadaşları Kaya&#8217;yı ve selamsız bırakmazlardı hiç. Ayaküstü sohbetlerle bile en geç girdiği yemekhanede Hale&#8217;den en ufak bir iz bile yoktu. İnsanlarla üç beş kelime konuşarak yemek sırasına girdi, tabldotunu aldı ve her zaman yaptığı gibi kimsenin olmadığı uzak köşeden bir masa seçti kendine. Tam oturmuştu ki kapıdan girdi Hale. Her anını büyük bir dikkatle izledi Kaya Hale&#8217;nin. Yürüyüşünü, tavrını, insanlarla ilişkisini... Sevdiği kadının hayatla ilgisi olsun istiyordu Kaya ve Hale standart kompleksleri dışında Kaya&#8217;nın idealindeki kadın tipinin tek örneğiydi.

    Usulca masaya yaklaştı Hale, oturdu. Gülümsüyordu Kaya&#8217;ya hiç bitmek bilmeyen bir enerji ile. &#8220;bu hastanenin en sevdiğim şeyi yemekleri&#8221; dedi aynı sempatik tavırlarla.

    &#8220;Bence buranın en güzel şeyi sensin.&#8221; dedi Kaya.

    Öğle yemeğinin en romantik anları... Kaya Hale&#8217;nin elini tutmak istedi ancak, izin vermedi Hale. &#8220;Görecekler Kaya!&#8221; dedi telaşlı.

    Yüzü asıldı Kaya&#8217;nın &#8220;Doğru ya, mesai saatleri içinde sevgili olmadığımızı unutmuşum ben, özür dilerim.&#8221; dedi.

    Aldırış etmedi Hale. Sadece anın büyüsünü bozduğu için üzgündü biraz. &#8220;Akşama ne yapıyorsun?&#8221;

    &#8220;Akşam iş çıkışı örgütlenme toplantısı var hatırlatırım. Ardından da Nisan&#8217;ın çalıştığı kafeye gideceğim. Sonrası malum.&#8221;

    &#8220;Yani hiç vaktin yok.&#8221;

    &#8220;Aslında var sevgilim. Mesela bu akşam toplantıya beraber el ele gideriz. Bu sayede kaçamaklar ortadan kalkar. Ardından beraber Nisan&#8217;a gideriz ve böylece de Nisan&#8217;a karşı olan o anlamsız kıskançlığın da dinmiş olur.&#8221;

    &#8220;Ama Kaya biliyorsun ki ailem...&#8221;

    &#8220;Ailen 25 yaşına gelmiş bir kızın nedensiz korumalığını üstlenmiş biliyorum. Anlamadığım şey senin gibi bir kızın o aileye mensup olması. Nasıl bir tutuculuk anlayışı bu anlayamıyorum. İş yerinde kimse bilmiyor. Dışarıda desen aynı. Ben bana en yakın olan arkadaşıma bile söyleyemiyorum. Hâlbuki her an bağıra çağıra sevdiğimi haykırmak geliyor içimden.&#8221;

    Hale üzüldü Kaya&#8217;nın bu feryadına kayıtsız kalamadı. Usulca etrafına baktı önce ve ardından çaktırmadan elini tuttu Kaya&#8217;nın. Kaya&#8217;nın yüzünde oluşan tebessüme bakı sonra. Sıcak, sade, ama biraz kuşkulu...

    Kaya biraz olsun rahatlamış hissetti kendini. &#8220;Akşam geleceksin değil mi?&#8221; dedi.

    &#8220;Tabi ki. Gelmem mi... Kahraman sevgilimsin sen benim!&#8221; dedi Hale. Bir anda yüzünde kadınlara has şeytani bir gülümseme belirdi. &#8220;Sen şimdi streslisindir de!&#8221; dedi anlamlı bakışlarla.

    &#8220;Nasıl yani?&#8221; dedi Kaya.

    &#8220;Sen önce bir yemeğini bitir önce. Zaten bugün Özlem izinli. Yemekten sonra beni yalnız bırakma.&#8221; dedi. Ardından Kaya&#8217;nın kulağına eğildi ve &#8221;Biraz masaj yaparım eklemlerine rahatlarsın. Ne stres kalır ne de kırgınlık...&#8221; dedi, masadan kalktı ve sessizce uzaklaştı.

    Kaya öylece kaldı masada. Sevdiği kadın bir nevi açık çek sundu ona. Bu ilk değildi tabi. Birazdan o odaya gidecekti ve altıncı defa ayaküstü sevişeceklerdi. Seksin bile cıvıklaştığını var sayarsak, Kaya Hale tarafından tek bir amaç için kullanıldığını hissetti ilk defa. Çünkü tanıdığı kadınlar arasında sadece Hale seks ile özür diliyordu...
    (transkripsion 24.08.2008 21:53 ~ 24.08.2008 21:55)
  20. Kalkan:

    Bölüm 5:

    Küçük bir toplantı salonunu sessizce dolduran insan grupları, geldikleri yerin aslında bir sendikaya ait konferans salonu olmasından biraz tedirginlerdi. Çünkü darbeler almıştı insanların özgür iradeleri ve yine o iradeler belli zümreler altında fikir beyan etmekten korkuyordu, aldıkları darbeler yüzünden. Bilincimizin en mahrem yerlerine kadar işlemiş düşünme korkusu. Bu yüzden sevişmeler bile sapıkça yaşanıyor olmuş. Ebeveynlerimizin rüzgârında savrulup, kanatları altından çıkamaz olmuşuz kendi ailemizi kursak dahi. Kısacası bağımlı yaşıyoruz. En azından bu akşam, salona toplanan bunca insan için kolundaki serumu çıkarma zamanı geldi.

    Kaya, hem gelenlerle selamlaşıyor, hem de oturma düzenini kontrol ediyordu. Sürekli takip ettiği insanlar bu güne kadar hiç haklarını aramamış, sessizliğe gömülmüşlerdi ve Kaya onların acemiliklerini seyrederek gülümsüyordu. Daha birkaç gün önce sendika, örgüt gibi sözcüklerden korkan bu insanlar şimdi kendilerini keşfetmenin sakarlığa vurmuş heyecanı içindeydiler. Diğer bir tarafta, farklı siyasal fikirlere sahip ve hatta ideolojileri birbirine tamamen zıt insanlar gülümseyerek selamlaşıyorlar ve sohbet ediyorlardı. Ve yavaşça doluyordu salon. Üstelik katılımcı sayısı beklenilenden daha fazla gibiydi. Böylesine müthiş bir tablo Kaya&#8217;yı umutlandırıyor ve gururlandırıyordu.

    &#8220;Bütün bunlar senin eserin.&#8221; diyerek yaklaştı Menderes. Elini Kaya&#8217;nın omzuna attı ve onunla beraber insanları seyretmeye başladı. &#8220;Bu kadar insan buraya toplanmışsa eğer bunun tek nedeni sensin.&#8221;

    Utandı Kaya, yüzünü eğdi. &#8220;Yok, canım hep beraber başardık. Sen, ben, Hale, Orçun, Seçil, Altan...&#8221;

    Gülümsedi Menderes &#8220;Hale ile aranda özel bir şeyler var değil mi?&#8221; dedi.

    Titredi Kaya, şaşkındı ve heyecanı bir kat daha arttı. &#8220;Yok, biz sadece...&#8221; diyebildi.

    &#8220;Hale&#8217;ye bir baksana. Duruşu, tavırları, hareketleri... Sence bu zamana kadar kaç defa bir fikrin peşinden gitmiştir. Hale&#8217;nin senden önce siyasete eğilimi olduğuna da inanmıyorum...&#8221; dedi ve Kaya&#8217;nın yere eğik suratını gördü. &#8220;Bir şey söylemek zorunda değilsin. Bunu açıklama. Çünkü bu sizin özeliniz. Benim anlatmaya çalıştığım farklı aslında. Hale dahil, burada iki yüz kişiyi aşkın insan var. İki yüz birbirinden farklı insan. Ve bu insanlar senin sayende burada bir umudun peşinden geldiler. Sen onların umudu oldun. Röntgende çalışan Şefik, ilk konuşmaya gittiğinde seni kovmuştu hatırladın mı? Ama sonra beş kişi kazandırdı aramıza ve şimdi senin ağzından dökülecek sözlere bakıyor sadece. Bir tek Şefik değil, buradaki bütün insanların umudu sensin. Senin söyleyeceklerin onların en azından bir şeylerin farkında olmalarını, bilinçlenmelerini sağlayacak. Ve bu yüzden Kaya, bu akşam son konuşmayı sen yapmalısın.&#8221;

    Kilitlendi adeta Kaya. Ne diyeceğini bilemiyordu. Heyecanı katlanarak artıyordu bir yandan. Her zaman yaptığı şeyi yaptı yine. Derin bir nefes aldı ve &#8220;Peki&#8221; dedi. &#8220;Konuşmayı ben yapacağım.&#8221;

    Kolayca reddedebilir ve hatta mütevazı davranıp Menderes&#8217;e sadece şükran sunarak kenara çekilebilirdi. Bir an Menderes&#8217;in söyledikleri geçti aklından ve onca insana kılavuz olmak fikri içini ısıttı. &#8220;Madem insanlar benden medet umuyorlar, ben de istediklerini veririm.&#8221; diye geçirdi içinden. Yanından ayrılan Menderes&#8217;e başı ile selam verdi ve ardından içinde giderek büyüyen heyecanı bastırmaya çalıştı. İnsanlara bakarken adeta gözleri bulanıklaşıyordu. Böylesine bir sorumluluğu bir defada ve kendi isteği ile kabul etmiş olması ağır geldi o saniye. Yanına yanaşan Hale&#8217;yi fark etmemişti bile. Hale elini Kaya&#8217;nın omzuna attı. İrkildi Kaya Hale&#8217;nin elini hissedince. Bir anda Hale&#8217;ye döndü. Ne olduğunu anlamadı Hale ve kendinin hızlı bir şekilde geri itildiğini hissetti. Bir anda dengesini kaybetti ve iki adım geriledikten sonra yere düştü.

    Ne olduğunu anlamadı bile Kaya, elleri cebindeydi. Öylece bakakaldı çok kısa bir an Hale&#8217;ye. Ardından kimse fark etmeden yerden kaldırmaya yeltendi onu. &#8220;İyi misin?&#8221; diye sordu.

    Hale de olanlardan şaşkındı. &#8220;İyiyim, sanırım dengemi kaybettim bir an.&#8221; dedi ve Kaya&#8217;nın uzattığı eli tutarak ayağa kalktı. &#8220;Peki, senin neyin var? Yüzün bir garip.&#8221; diye ekledi ayağa kalkınca.

    &#8220;Menderes bu akşam insanlara benim konuşmam gerektiğini söyledi. Bende kabul ettim.&#8221;

    Hale&#8217;nin yüzündeki şaşkınlık sevince dönüştü. &#8220;Sen başarırsın. Sana güveniyorum.&#8221; dedi. Ve yanağına bir buse kondurarak seke seke uzaklaştı.

    Hale&#8217;nin bu cesareti Kaya&#8217;nın heyecanını kırdı. Yüzü gülmeye başladı ve kürsüye doğru kendinden emin adımlarla ilerlemeye başladı. Kürsüdeyken karşısında duran onca insan bakışlarını Kaya&#8217;ya çevirdi. Önce bir bardak su içti Kaya. Herkesinden odağında olmaya alıştırmaya çalıştı kendini. Hale&#8217;nin gülen yüzüne bakıp rahatladı biraz ve hayatının belki de en önemli konuşmasını yapmak için son kez boğazını temizledi.

    &#8220;Sevgili Özel Tedavi Hastanesi çalışanları. Yani sevgili mesai arkadaşlarım. Bu akşam burada çalışma hayatımıza dair aslında elimizde bulunması gerektiği halde, gerek hastane yönetimi ve gerek işçi sınıfımızın ezilmesinden kaynaklanan sebeplerden ötürü sahip olamadığımız haklarımızı geri kazanmamız için ilk büyük adımı atacağımız akşamdır. Yani sizler, bu akşam bizler için yeni bir devrin başlangıcını sağlayacaksınız. Bu devre tanık ve katkıda bulunmak adına hepiniz hoş geldiniz... İlk olarak değinmek istediğim şey bizlerin yaptığı işin, yani mesleğimizin, nitelikli sağlık hizmetinin kutsallığı ve gerekliliği ile ilgili. Bizler, en alt kademesinden, en üst seviyeye kadar sağlık hizmeti üretmekte olan birer temel öğeyiz. Hastalar yeri geldiği zaman bizlere canlarını emanet etmektedir. Hatta insanlar bütün mahremlerini bizlere açarlar daha sağlıklı ve mutlu olabilmek için. İnsanların tereddütsüz kendilerini ve bedenlerini emanet ettikleri tek zümre, nitelikli sağlık hizmetini onlara sunan bizleriz. Uygun koşullarda uygun teşhisi koyup tedaviyi sağlayanlar yine bizleriz. Ve bizlerin yokluğu demek, sistemin çöküşü demektir. Bir çark olarak düşündüğünüz zaman nitelikli sağlık hizmetini, bir dişlinin eksildiğinde nelere kadir olacağını unutmayınız. Böylesine bir güç olan bizler, birlikteliğimizi koruduğumuz ve birbirimize sahip çıktığımız sürece, maddi değerlerden daha öte olan şeyleri kazanabiliriz... Gelin görün ki, mevcut sistem nitelikli sağlık hizmetini özelleştirmek ve buradan büyük maddi çıkarlar sağlamak istemektedir. Unutmayın ki, sağlık hatır ve para ile satılamaz. Sistem ise bunun tam tersini istemektedir ve kişilerin ceplerindeki para kadar sağlık hizmeti satın almasını dayatmaktadır. Ne yazık ki bizler de sistemin dayatmış olduğu anlayışın maşaları konumundayız. Buna dur demek ve insanlara nitelikli sağlık hizmetlerini ihtiyaçları doğrultusunda bedava sunmak bizim asıl görevimizdir... Bundan yaklaşık yedi ay önce bir hayalim vardı benim. Derken bir gün Menderes geldi. Hepimizin büyük sıkıntılar yaşadığı ve hastane yönetiminin bizleri hiç anlamak istemedikleri günlerde, zulüm günlerinde, Menderes bizlere ışık tuttu. O ışık büyüdü ve bu güne kadar apaydınlık sizler oldu... Unutmayın ki bu akşam yapacağımız başlangıç sadece bizim haklarımızı geri almamız anlamına gelmiyor. Bizler aslında yaktığımız bu ateşle ülkemizdeki diğer işçi kardeşlerimiz için sadece ufak bir ışığız... Bu yolda korkmayın diyemem. Bundan sonra olacaklar için korkmuyorum da diyemem. Fakat cesaretimiz bizi yüceltecek ve bizler asıl olmamız gereken yerde olacağız bundan emin olun. Sadece bu günü kurtarmak adına değil, bu ülkede sağlık sektörünü kemiren bu kapital düzene son verene kadar benimle birlikte mücadele etmeye var mısınız?..&#8221;

    Kaya o akşam tam bir kahraman edası ile yaptı konuşmasını ve artık o, onu dinleyenler için gerçek bir kahramandı.
    (transkripsion 29.08.2008 19:38)
  21. Kalkan:

    Bölüm 6:

    &#8220;... Zaten hiçbir zaman anlamadım Hale&#8217;nin benden ne istediğini. Hatta çoğu zaman beni sevmediğini düşünüyorum. Onun aşk anlayışı değişik. Bu kadar muhafazakâr ve namus timsali bir aileden böyle bir kızın çıkması gerçekten garip. O dar görüşlü bünyeler içinde Hale, karanlıkta gizlenmiş bir ışık sanki. Gülüşü, duruşu ve hatta enerjisi. Böyle söyleyince sevgilime termik santral muamelesi çekmiş gibi oluyorum belki ama, insanlar ondan alıyorlar güçlerini kimi zaman ve ben bundan büyük gurur duyuyorum. Tek anlamadığım halen bu açığa çıkmama isteği. Ben artık zamanının geldiğini düşünüyorum fakat o inatla saklanmayı istiyor. Belki de sakladığı bir şeyler var. Bazen şüpheleniyorum. Ancak, aşkım şüphelerimin önüne her seferinde kalın bir duvar örüyor.

    Sonra Hale&#8217;nin gözlerine bakıyorum. O, orada, o koltukta bana gülümsüyor, cesaret veriyor. Sonra bir yudum alıyorum önümdeki bardaktan ve bu güne kadar hiç kullanmadığım bir ses tonuyla karşımdaki insanlara sesleniyorum. Hale&#8217;nin bana verdiği umudu ve cesareti bir ayna gibi onlara yansıtıyorum. Daha rahat bir gelecek temennisi ile onlara mevcut düzenle savaşın diyorum. İçimdeki heyecan artıyor ve bu beni daha çok galeyana getiriyor. Artık konuştuklarım basit cümleler olmaktan çıkıyor, itimat edilesi özdeyişler gibi insanların zihnine kazınıyor. Belki biraz abartı olur bu söylediğim ancak, o kısacık süre içerisinde tanrı oluyorum onların gözünde. İnandıkları bütün değerleri önüme seriyor ve yönlendirme bekliyorlar benden adeta. Ben ise diyorum ki; bu yolda beraber yürümeye var mısınız?!... O an salonda çınlayan alkış sesleri bana artık eskisi gibi olamayacağımı söylüyor sanki.

    Çünkü artık, ben iki yüz kadar insanın sorumluluğunu üzerime aldım o an itibari ile. Bundan sonra yapacaklarım bizi mutlak başarıya götürecek. Alkıştan sonra planın son aşamasını anlattım. Üç gün sonra eğer herkes nüfus cüzdanı fotokopisini getirirse bu zamana kadar sarf ettiğimiz emekler karşılığını bulacak. Ancak, asıl savaş ondan sonra başlayacak. Çünkü, sendikalılaşmakla bitmiyor her şey. Sıkı bir eylem planı ve kararlı bir kitleye ihtiyacımız var. Sonrası zaten çorap söküğü gibi gelecek...

    Ey damarlarımdaki sosyalist kan! Sana sesleniyorum! Bana güç ve irade ver!..

    Ne trajik bir hikayem var değil mi sevgili dünlük? Daha sevdiğim kadının aklından geçenleri çözemeden insanlara kılavuz olmaya çalışıyorum. Biraz çelişik değil mi sence de bu durum? Çelişik veya değil. Önemli olan şu an için geleceğimiz. Ve gelecekle ilgili bildiğim bir tek şey var:

    Kazanacağız!..&#8221;

    Kaya günlüğünün sayfasını kapattı ve buğulu camından görebildiği kadarıyla dışarıda yağan karı seyretmeye başladı. O belki pek farkında değildi ancak, bütün vücudunda onu daha güçlü kılan bir duruş yavaş yavaş kendine yer edinmeye başlamıştı. Kaya ise ruhundaki çocuğun giderek kaybolduğunu fark etmiyor, onunla kar topu oynuyordu hayalindeki sokaklarda...
    (transkripsion 31.08.2008 23:44)
  22. Kalkan:

    Bölüm 7:

    &#8220;Televizyondaki dizilerde yapılan aile vurgusuna karşıyım. Çünkü, bireyin özgüven duygusunu köreltiyor bu diziler. Anneden babadan bağımsız alınamayan kararlar, her seçenekte çaresiz kalmalar... Yumruğunu masaya vuramayan bir neslin çocuklarıyız ve tehlikedir; içimizden bazıları da bunu istiyor. Birliktelik, beraberlik duygusu elbet güzel. Fakat, dizilerde yaratılan kaşları eğik Küçük Emrah durumları, zaten duygusal olan insanımızı kötü etkiliyor. Onları bağımlı kılıyor. Böylece bağımsız olma isteğimiz yok oluyor.İşimizde yükselemiyoruz, birilerini sevemiyoruz ve olur da seversek ailemizden fikir almadan ilişkimizi yönlendiremiyoruz. Halbuki hayat en fazla iki kişiliktir. Bir üçüncüyü kaldırmaz. Akıl danışmak için de, akıl vermek için de...&#8221;

    Bu sözleri duyduğunda Kaya irkilmişti. Nihayet onun gibi düşünen birileri vardı. Bu sözleri duyduğunda Kaya bundan tam bir yıl öncesiydi...

    Kalabalık bir arkadaş gurubu içerisinde popüler kültür ile ilgili yapılan derin bir sohbet esnasında sarfedilmişti bu sözler. Kaya konuşan kıza bakakalmıştı. Suratında oluşan gülümseme tüm benliğini, o zamanlar hiç olmadığı kadar mutlu olmaya zorluyordu. Önce tanıştı kendisiyle konuşma sahibinin. İsmi Nisan&#8217;dı. Kısa süreli konuştular Kaya ile ve bir çok ortak fikre sahip olduklarını gördüler. Bir kaç dakika sonra Nisan&#8217;ın yanında uzun ince bir adam belirdi. Nisan onu görür görmez ayağa fırladı, boynuna sarıldı ve hiç kimseden çekinmeden dudaklarından öptü. Sonra tanıştırdı Kaya ile sevgilisi Rüzgar&#8217;ı.

    O günden sonra sıkı dost oldu Kaya, Nisan ve Rüzgar. Kaya onlara tabiri caizse hayrandı. Çünkü, hayata dair aklında ne varsa, ne düşünüyor ve istiyorsa, hepsi onlarda mevcuttu. Kaya henüz teorideydi, Onlar ise çoktan pratiğe geçmişlerdi. Hayatlarına karışmadan, ilişkilerine dokunmadan, sormadan ve sorgulamadan içinden geldiği gibi yaşamayı öğreniyordu Kaya, Nisan ve Rüzgar&#8217;dan. Hayatlarında oluşan en olumsuz an ve negatif takındıkları tutum bile Kaya&#8217;nın gözlerini kamaştırıyordu.

    Aklında hep o ilk karşılaşma anı ve Nisan&#8217;ın söyledikleri olurdu Kaya&#8217;nın, her buluşma ve sevgililerin birbirleri ile yakınlaşmalarında. Üçüncü olmanın ezikliği vururdu bu tip anlarda Kaya&#8217;ya. Kimi zaman, Nisan sayesinde en cinsel anlarına kadar bildiği bu ilişki yorardı Kaya&#8217;yı bu yüzden. Buna rağmen seviyordu dostlarını Kaya ve onlarla geçirdiği her andan büyük keyif alıyordu.

    Sendikalılaşma sürecinin ilk toplantılarında tanıştığı Hale&#8217;yi bir tek onlar biliyordu. Tek sorun Hale&#8217;nin bundan haberi olmayışıydı. Kaya bir umut gruba katmak istediği dördüncü ile kareyi tamamlamayı umut ediyordu o günden beri. Akıp geldi böylece zaman bu günlere ve şimdi Kaya ile Rüzgar, Nisan&#8217;ın çalıştığı kafeye gidiyorlardı arnavut kaldırımları yerinden çıkmış yol üzerinden.

    &#8220;Yani yarın büyük gün öyle mi?&#8221; dedi Rüzgar.

    Kaya derin bir nefes aldı. &#8220;Evet. Yarın tek bir fire ile sendikalıyız hepimiz. Altan devlet memuru oldu ve gitti... Keşke tüm fireler böyle olsa...&#8221; dedi. Aklına geldikçe dava arkadaşı Altan, buruk bir sevinç kaplıyordu içini Kaya&#8217;nın.

    &#8220;Biz de başladık Mobil Santral mitingi çalışmalarına. On beş gün sonra yine gidiyoruz taşlamaya.&#8221;

    &#8220;Ya!.. Aslında içim sıkılıyor o duruma da. Bizim meseleden yardım etmeye fırsatım olmuyor.&#8221;

    &#8220;Aldırma ya... Çifte zafer olacak fena mı?..&#8221;

    &#8220;Orası öyle. Hem bizim başarımız bu mitinge katılımı daha fazla kılacaktır. Bugünlerde en muhafazakar çalışan bile Lenin&#8217;den örnekler vererek cümleler kurmaya başladı.&#8221;

    Gülmeye başladılar karşılıklı. Kafenin önüne yaklaştıklarında ikisi birden sus pus oldular bir anda. Kendilerini Nisan&#8217;a konsantre ettiler. Kafenin kapısını açarken &#8220;Kız Nisan! Bi..&#8221; diye seslenirken tam, &#8220;Alp yapma!&#8221; diye bağıran bir ses duydular. Hemen mutfağa yöneldiler ve kapıyı açtıklarında mutfak tezgahına Nisan&#8217;ı sıkıştırmış yarı iri bir adam vardı karşılarında.

    &#8220;Ne oluyor lan burada!&#8221; diye bağırmasına kalmadan Rüzgar&#8217;ın, Alp birden toparlanıp mutfaktan dışarı açılan kapıya yöneldi ve dışarı çıktı. &#8220;Ön tarafa çıkıyor o kapı!&#8221; dedi Nisan ağlarken ve Rüzgar önde, Kaya arkada geldikleri kapıdan dışarı fırladılar.


    Sokak boyu kovalıyorlardı Alp&#8217;i. Rüzgar, sigara tiryakiliği yüzünden kesilmeye başlamıştı. Gittikçe yavaşlıyordu ve artık sadece Kaya takip ediyordu Alp&#8217;i. Kafeye geldikleri bozuk yoldan geçiyorlardı. İyice yaklaşmıştı ki Kaya, dört yol ağzında takılıp bir taşa, yere kapaklandı. Kafasını kaldırıp önünde koşan Alp&#8217;e baktı önce, sonra ayağının burkulduğunu fark etti. Ayağa kalkmaya yeltendi ama olmadı. Bir anda solundan yüzüne yansıyan parlaklık dikkatini çekti. Bir araba üzerine doğru geliyordu Kaya&#8217;nın. Gözleri yuvalarından fırladı adeta ve sadece sol elini kaldırıp gözlerini sıkıca yumabildi...
    (transkripsion 07.09.2008 22:07 ~ 09.09.2008 09:49)
  23. Kalkan:

    Bölüm 8:

    Musluğun başında öylece duruyordu. Aynada yansıyan siluetine bakıyordu. Yüzünü yıkamak için musluğu açtı. Avuç avuç ıslattı yüzünü ve musluğu kapattı. Aklından geçen tek soruya yanıt arıyordu yüz hatlarında. Islak yüzünü kurulamadan aynaya öylece baktı. Dün gece ölümden nasıl döndüğünü çözemiyordu bir türlü Kaya.

    Gözlerini kapattığı anda hayatı film şeritlerine dökülmemişti. Hissettiği tek şey korkuydu ve ilk defa bu kadar sızmıştı vücuduna. Arabanın inleyen fren sesleri ise korkuyu daha da yaymıştı vücuduna. Olması gereken olmamıştı. Araba geldiği hızla ezip geçmese bile çarpıp bir kenara savurmalıydı. Ancak olmamıştı. Bir çarpma sesi duymuştu halbuki. Buna rağmen olduğu yerden bir santim bile kıpırdamamıştı. Korkusunun etkisiyle zar zor aralamıştı gözlerini Kaya. Görüntü netleştiğinde tam karşısında duran şey farları patlamış ve ezilmiş bir ön kaporta idi. Kafasını kaldırmıştı biraz da olsa ve arabanın geri kalanını görmüştü. Havada kalan sol elini yere indirmişti. O an Kaya&#8217;ya çok garip gelmişti ölmesi gerektiği yerde yaşamak. Hasarın en fazla olması gereken Kaya&#8217;nın bedeniyken tek bir çizik bile yoktu üzerinde. Arabanın sahibi bile olana akıl sır erdirememişti. Telaşla arabanın kaportasını incelerken Rüzgar&#8217;ın gelip Kaya&#8217;yı oradan kaçırdığını fark etmemişti bile.

    Seke seke uzaklaşırken oradan Kaya&#8217;nın gözü hep arabadaydı. Bir şok anıydı yaşadığı ve Kaya o anda hissizdi. Nasıl oldu da araba çarpmadan o hale geldi. Evet araba yavaşlıyordu yaklaşırken fakat, hiç yoktan çarpıp zarar vermesi gerekirdi o hızla. Neden veremedi? Arabayı bu hale getiren neydi?.. Bütün gece uyutmadı bu sorular Kaya&#8217;yı. İşte pörtlek gözler ile dolanan, Hale&#8217;ye neredeyse hiç tanımadığı biri gibi davranan Kaya, şimdi bir lavabonun başında geceden beri sorudan öteye gidemiyordu, cevaplardan ziyade.

    Aramaktan yorulmuştu artık. Bulunduğu ortamın şartlarına alışmalıydı şu anda, her ne kadar sorular aklının bir köşesinde pusuya yatmış olsalar da. Kağıt mendil ile yüzünü kuruladı. Lavabonun kapısından çıkıp kısa ve geniş holden topallayarak o büyük konuşmayı yaptığı salona yürüdü. Bugün hasat zamanıydı. Bir kaç dakika içinde insanlar gelecek ve &#8220;Ben varım!&#8221; diyeceklerdi. Mutlu sonun başlangıcı için düğmeye basma günüydü bugün.

    Kaya, Menderes, Orçun ve Seçil kürsünün yanına serilmiş uzunca bir masanın salona bakan tarafına oturmuşlardı. Küçük ve sevimli bir muhabbet dönüyordu masada. Gelecek mutlu günlerden ve insanların nasıl aşamalar kaydettiklerinden söz ediliyordu. Hayatta sızlanmaktan başka yapacak şeylerin olduğu öğrenen insanların birlik halinde yaptığı bu büyük işin güzelliği vardı dillerde.

    &#8220;Altan&#8217;dan haberi olan var mı?&#8221; diye sordu Menderes sohbet arasında. Soruyu duyduğu anda Seçil&#8217;in yüzü asıldı ve başını farklı bir yöne çevirdi. Kaya zaten dünyayı duymuyordu. Bir tek Orçun soruyu muhatap aldı kendine ve &#8220;Bugün Dikmen&#8217;e geçip başlayacaktı o.&#8221; dedi.

    Menderes bu soruyu sadece Orçun&#8217;un üstüne alınmasından şaşkındı. Mücadelenin temel taşlarından biri olan Altan&#8217;ın ismi Seçil&#8217;i garip hareketler yapmaya, Kaya&#8217;yı ise tepki dahi vermemeye itmiş gibi düşündü. Masanın sonunda oturan Kaya&#8217;ya seslendi. &#8220;Kaya sen iyi misin?&#8221;

    Kaya uyumak ile uyanmak arasında gezip tozuyordu ve bugün hiç ona göre değildi ikisinden birini tercih etmek. &#8220;İyiyim ben ya. Uykusuzum biraz.&#8221; diyerek geçiştirdi Menderes&#8217;i.

    Menderes tam Seçil&#8217;e soracaktı ki, salon kapısından insanlar girmeye başladılar. Bunu fırsat bilen Seçil &#8220;Birilerinin insanlar ile ilgilenmesi gerekli.&#8221; dedi ve koşar adım salon kapısına yöneldi.

    İnsanların gelmeye başlayışı ile Kaya biraz toparladı kendini. Aklını dağıtmak istiyordu ve masadan kalkıp Seçil&#8217;in yanına gitti. İnsanlar ile konuşmaya ve onları yönlendirmeye çalışıyordu. Kapıdan giren herkes gülümsüyordu onlara. Belki de ilk defa kendi iradelerinin almış olduğu bu zaferi vicdani bir huzur eşliğinde taşıyorlardı göğüslerinde. Henüz bilmeseler de savaşın daha yeni başlayacağını., olacakları şimdiden göze almış gibi görünüyorlardı.

    Bir zaman sonra Hale göründü kapıda. Bugün Kaya ilk defa fark etmişti Hale&#8217;yi. Görür görmez yanına atıldı. Selam vermeden lafı ağzına tıkadı Hale ve &#8220;Kaya, beni görebildin nihayet demek!&#8221; dedi kindar bir ses tonu ile.

    Anlam veremedi Kaya Hale&#8217;nin söylediklerine. &#8220;Zaten ben seni bugün ilk defa görmüyor muyum?&#8221; diye sordu Kaya.

    Hale çok sinirlendi. Kalabalık içinde bağıramıyordu. &#8220;Sen nasıl bir adamsın ya! Dalga mı geçiyorsun benimle. Bugün en az on defa geçtim yanından ve sen fark etmedin bile. Ben de suçu kendimde arıyorum salak gibi. Ama, sen karşıma geçmiş beni ilk kez gördüğünü söylüyorsun!..&#8221; dedi. Nefes aldı derin derin ve &#8220;Bence sen beni bugün hiç görme. Mümkünse yarın görüşelim! Hatta yarını da geçtim ben. Bence biz uzunca bir zaman görüşmeyelim.&#8221; diye devam etti. Ardından Kaya&#8217;ya fırsat dahi vermeden uzaklaştı.

    Şaşkındı Kaya. Ardından öylece ve en salak yüz ifadesi ile bakıyordu Hale&#8217;nin. Bir an silkelenmiş gibi anımsadı. Aslında böyle bir durum ile ilk kez karşılaşmıyordu Kaya. Daha önce de, özellikle örgütlenme sırasında böyle şeyler bir çok defa olmuştu. Hatta bu sebepten bir defa kavga bile etmişlerdi. Son olanlar ise ne kadar ucuz atlatılmış gibi görünse de, Hale bunun intikamını alacaktı mutlaka. Tüm bunların sonucunda Kaya, Hale&#8217;nin kaprisli yanına hazırlamalıydı kendini.

    Salon, önceki toplantılardan daha hızlı bir sürede toplanmıştı. İnsanlar sabırsız hareketler içindeydiler. Kürsünün yanına gelen Kaya ve Seçil ise, kısa bir süre bu sabırsız kalabalığı izlemenin keyfini sürdüler Menderes ve Orçun ile birlikte. Hepsinin yüzünde ayrı bir mutluluk ifadesi vardı. İnsanlar nihayet cesur davranıyorlardı. Nihayet kararlıca sergiledikleri bu duruşun, birlikteliğin meyvesini yiyeceklerdi hep beraber. Ve nihayet tepki gösteren, kendinden, var oluşundan haberi olan bireyler oluyorlardı.

    Konuşmayı Kaya&#8217;nın yapacağını sanıyordu insanlar. Merakla bekliyordu herkes bugün neler söyleyeceğini Kaya&#8217;nın. Bir tek Kaya farkında değildi bu isteklerin. Hale son yumruğu indirmiş ve kısa süreli iletişim kopukluğu yaratmıştı Kaya&#8217;nın çevresi ile. &#8220;Menderes sen konuşsan bugün. Zaten söylenecek çok şey yok.&#8221; dedi sakin bir ses tonu ile. Konuşurken yüzüne dahi bakmıyordu Menderes&#8221;in.

    Menderes geçti mikrofonun başına bu sefer:

    &#8220;Hepiniz hoş geldiniz arkadaşlar... Kısa konuşacağım. Buradaki herkesin artık olumlu karar verdiğini varsayarak başlamak istiyorum. Bugün burada Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası&#8217;na aktif üye olmak isteği ile toplandınız. Daha önceki bilinçlendirme toplantılarında sizlere üyelik koşullarını ve gereksinimlerini aktarmıştık. Bunlarla ilgili hala daha bir çekincesi veya sorusu olan var ise lütfen konuşsun... Şimdi nüfus cüzdanı fotokopilerinizi alarak sizlerden üç adet üyelik formu doldurmanızı isteyeceğiz. Bu üç adet formdan biri sizde, biri çalıştığınız kurumda ve biri sendikada kalacaktır. Kayıt işlemlerine başlamadan önce son bir defa sormak istiyorum; üye olmak istemeyen var mı?..&#8221; dedi ve salona arayan gözlerle baktı. Hiç kimse öne atılmadı itiraz için. Herkes hazır bir şekilde başlamayı bekliyordu. Başarının haklı gururu ile Menderes göğsünü kabarttı. &#8220;Madem yok, o zaman buradan sonrasını onlar düşünsün...&#8221;
    (transkripsion 14.09.2008 23:36)
  24. Kalkan:

    Bölüm 9:

    ütün her şey hazır. Üyelikler, belgeler... Eksik olan tek şey ise sabır. Herkes bir şeyler olmasını istiyor artık. Üstelik daha bir gün bile olmamışken bu galeyan müthiş bir stres yaratıyor Kaya&#8217;nın ve hemen yanındaki Menderes&#8217;in bünyesinde. Kaya bir yandan mesai görevini yerine getirirken, diğer yandan olacakları hesap etmeye çalışıyordu. Menderes ise tecrübeli olmasından sebeple sakince bekliyordu. Yaklaşık bir saate yakın bir zamandır personel şefinin gelmesini bekliyorlardı. Her geçen an daha bir stres yükü biniyordu Kaya&#8217;nın omuzlarına. Artık telefonlar hastalar yüzünden değil meraklı personel yüzünden kilitleniyordu. Her seferinde ise aynı yanıt meşgul seslerine karışıyordu. &#8220;Henüz bekliyoruz gelmesini...&#8221;

    Dün akşam saatlerce süren üyelik işlerinden ve evrak düzenlemelerinden yorgun düşmüşlerdi. Akıllarının bir köşesindeydi hep &#8220;Şu iş bir bitsin vurup kafayı uyuyacağım&#8221; dürtüsü. &#8220;Neden bizi bu kadar bekletiyorlar dersin?&#8221; diye sordu Kaya sabırsızca.

    &#8220;Çünkü henüz şefiniz işe teşrif etmemiş.&#8221; dedi Menderes ve gülümsedi. Kaç şehir, kaç Kaya çıkmıştı kim bilir karşısına. Menderes bu gibi zamanlara alışıktı. Adana&#8217;da kazandığı başarı ardından ikinci başarısı olacaktı o&#8217;nun. Yıllardır sürdürdüğü sendikal mücadelesinin ilk kez bu kadar etkileyici sonuçlar verdiğini görmekti onu heyecanlandıran sadece. Buna rağmen sakindi. Emin adımlar atmak istiyordu her seferinde. Bugün ise, Kaya&#8217;yı endişelendirmek istemese de, bir şeylerin ters gittiği hakkında garip bir his vardı içinde.

    Telefon susmuyordu. Olası sessizlik anlarında ise Kaya saçmalayacak bir mevzu üretiyordu her seferinde stresini üzerinden atmak için. Son çalan telefon akışı değiştireceğe benziyordu:

    &#8220;Efendim... Söyle Seçil... Ne kağıdı?.. Nasıl yani?.. Ne yazıyormuş peki?.. Tehdit mi? Seçil sen ne diyorsun?.. Tamam, geleceğim ben birazdan...&#8221;

    Suratının rengi döndü bir anda Kaya&#8217;nın. Sinirden eli ayağı tutulmuştu sanki. Ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. &#8220;Ne oldu Kaya?&#8221; dedi Menderes. Kaya&#8217;nın değişen mimikleri yanılmadığının kanıtıydı.

    &#8220;Adam resmi yazı ile tehdit etmiş herkesi...&#8221; dedi Kaya. Şaşkındı ve ne yapacağını bilemiyordu. Siniri korkularına karıştı Kaya&#8217;nın.

    O sırada odaya iş ortağı girdi. Elinde iki adet kağıt vardı. Birini Kaya&#8217;ya uzattı hiç bir şey demeden. Kaya yazıyı aldı ve okumaya başladı:

    &#8220;Özel Tedavi Hastanesi Personeli; Kurumumuz içinde yasak olduğu halde sendikal faaliyetler yürüttüğünüz araştırmalarımız sonucunda öğrenilmiştir. Bu tarz yasaklı tutum ve davranışlar göstermeye devam ederseniz eğer iş adlinizin feshine karar verilecektir. İmza Personel Şefi Veli Şener&#8221;

    Yazıyı okudukça gülümsemeye başladı Kaya. &#8220;Bu resmi filan değil!&#8221; dedi ve kağıdı Menderes&#8217;e uzattı. &#8220;Ne tarihi var, ne sayısı. Göz korkutmak için yazılmış belli ki.&#8221; diye devam etti konuşmasına.

    &#8220;Sadece o da değil. Bu adam kendi başıma iş halletmeye çalışmış anlaşılan. Böyle bir uyarı yazısını başhekim imzası olmadan yazamaz.&#8221; dedi Menderes kâğıdı incelerken.

    Kaya iş ortağının yüzüne baktı. &#8220;Hiç telaşlanmana gerek yok Ferit. Bu yazıyla sadece insan korkutur bu adam.&#8221; dedi Kaya. Konuşarak Ferit&#8217;in yüzündeki endişeyi yok etmekti niyeti.

    &#8220;Madem böyle bir yazı dolaşıyor ortalıkta, adam sabahtan beri burada ve sekreterine yok dedirtiyor demektir.&#8221; dedi Menderes.

    &#8220;Madem burada biz de gidelim o halde.&#8221; dedi Kaya ve bir hışımla kalktı koltuğundan. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar sabırsız davranmıştı. Kimseyi dinlemeden odadan çıktı. Peşinden bağıran Menderes ve Ferit&#8217;i duymuyordu bile. Süratle çıktı koridora. Kimseyi görmüyordu gözü. Önceki gün yaşadıkları ve hatta Hale bile yer etmiyordu zihninde. Kaya için savaş zamanı gelmişti ve Kaya, zihninde savaş baltalarını bilemiş, çoktan cepheye koşmaya başlamıştı.

    Koridorlar geçti önce Kaya ve her geçtiği koridorda insanlar bir şekilde fark edip Kaya&#8217;nın kavgaya giden yüz ifadesini bir şeylerin olacağını anlamışlardı. Kaya dün sadece &#8220;Bir işaret bekleyin benden&#8230;&#8221; demişti mesai arkadaşlarına. Bazıları Kaya&#8217;nın işaret fişeğini yakmaya gittiğini anlamıştı. Fakat hiç kimse sormaya cesaret edemedi olan biteni yüzündeki o aşırı ciddi ifadeden çekindikleri için. Anladıkları şey üzerine, yani savaşın başlayacağı düşüncesi yoğunlaşmaya başladı tüm personel. Herkes kendi köşesinde, bir duvar kenarında veya bir deskin ardında hücum borusu beklemeye koyuldu sessiz sedasız.

    Asansörden indiğinde Kaya nihayet yönetim katına ulaşmıştı. Buradaki insanlar ona o kadar uzaklardı ki, yüzüne bile bakmamışlardı Kaya&#8217;nın. Her adımda, alt kattan gelmiş basit bir santral operatörünün ayak izleri kirletiyordu koridoru onlar için. Adım adım yaklaştı personel şefinin odasına. Sekreterle göz göze geldi bir an. Birbirlerini korkutacak bakışlar attılar karşılıklı ve kazanan Kaya oldu. Olduğu yerde tepkisiz kaldı sekreter. Kaya ise ona hiç bir şey sormadan Şefin odasına yöneldi. Kapının önünde durakladı bir an. Derin bir nefes aldı ve yutkundu. Öfkesini dizginlemeye çalışıyordu. Sakinleştiğine tam ikna olmasa da, daha fazla sabredemedi ve kapıyı vurup içeri girdi.

    &#8220;... Siz merak etmeyin efendim... Şimdiden on kişi gelip istifa edeceklerini duyurdular... Hiç bir problem çıkmayacak efendim siz merak etmeyin... Yönetim kurulundan hiç kimse duymayacak garanti veririm... Size de kolay gelsin sayın başhekimim...&#8221; dedi personel şefi ve telefonu kapatıp Kaya&#8217;ya döndü. Pişkin bir yüz ifadesi varrdı. Elini ayva göbeğine götürdü &#8220;Sende mi istifa etmeye geldin?&#8221; diye sordu.

    Kaya ağzına geleni saymak üzereydi ki, kapı vuruldu tekrar. İçeri giren Menderes&#8217;ti. Kaya Menderes&#8217;i görünce daha da cesaretlendi. &#8220;Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!?&#8221; dedi büyük bir öfke ile.

    Altta kalmak istemedi Veli. &#8220;Bu ne cüret! Sen kimsin be!&#8221; dedi aynı öfke ile.

    Kaya tam cevap verecekti ki, Menderes &#8220;Sen dur. Öfkelisin. Ben konuşayım ve sen yapman gerekeni yap.&#8221; diyerek sözünü kesti. Elini omzuna attı Kaya&#8217;nın Menderes. Yüzünde yazıyordu sanki her şey ve Kaya orada yazanları teker teker okumuş gibi hiç bir şey söylemeden çıktı odadan. Geldiği hışımla geri dönüyordu. Bu kez daha sakindi ve yüzünde bir tebessüm oluştu. Aklında Menderes ile yaptığı bir sohbet vardı:

    &#8220;İnanç denen şey yokluğun duygusudur bence. Bu güne kadar kaç varlıklı tanıdım ki, gerçekten inansız. Etrafındaki her şey gibi inançları da sahtedir onların. Hatta onlar güçlerini inandırmaktan yana kullanırlar. Madem ben kimseye inanmıyorum, kimse gelsin bana inansın mantığıyla hareket ederler. Fakat maddiyatı olmayan için inanç tek umuttur. Tutunacak bir daldır onun için. Uğruna inandıkları şey için savaş verirler ve bu da onların hayatta kalmasını sağlar. Dinler, siyasal fikirler veya daha basit bir şey. Daha iyi bir yaşam mesela. Herkes daha iyi bir hayat süreceğine inanmaktadır aslında. Ancak, hayat bu inançlarını törpülemektedir. Hepimiz daha iyi bir yaşama inanıyor ve ona ulaşmak için çabalıyoruz. Bu yüzden ben diyorum ki; Mesai arkadaşlarımın içinde daha güzel şartlarda yaşamak inancı zaten var. Bizler sadece içlerinde gömülü cesareti açığa çıkarıp savaşmalarını sağlamalıyız Menderes... Aslında sınırlar olmasa de inanmaya ihtiyacımız olmasa keşke&#8230;&#8221;

    Zihninde yeniden canlandırdığı bu konuşmanın etkisi ile santrale geri döndü Kaya. İstene tek şey cesaretti ve artık o cesaret yattığı yerden kalkmış, sadece bir kıvılcım bekliyordu. Kaya anons mikrofonunu eline aldı:

    &#8220;Bütün özet Tedavi Hastanesi Personeli!.. Bugün inandığımız şeyler uğruna savaşma günümüzdür! Bugün, bunca zamanlık ezilmemişliğimizin hesabını sorma günüdür! Hastane yönetimi toplu sözleşme teklifimize karşı gelmektedir! Ve bizler bu teklifimizi koşulsuz kabul ettirmek için greve kararı veriyoruz! Şimdi, grev eylemimizin başlangıcı için hepinizi hastane girişine davet ediyorum!..&#8221;

    Mikrofonu usulca yerine bıraktı Kaya. İçini büyük bir huzur kaplamıştı. &#8220;Ferit, bırak kardeşim telefonu. Hadi gidiyoruz.&#8221; dedi gülümseyerek. Ferit&#8217;in de gülümseyen yüzünü yanına alarak santrali terk etti Kaya.

    Koridorlar geçtikçe Kaya&#8217;nın etrafındaki kalabalık ve alkış sesleri artıyordu. Herkes kendi için bit şey yapmış olmanın mutluluğu içindeydi. Tedirginlerdi belki ancak, bu savaşı kazanacaklarına inançları tamdı. Böylesine güzel bir ortamda çıktı Kaya hastane girişine. Yol ortasında durdu önce ve sol elini havaya kaldırıp yumruk yaparak haykırdı: &#8220;taşeron köleler olmayacağız!..&#8221;
    (transkripsion 21.09.2008 22:58)
  25. Kalkan:

    Bölüm 10:

    Hiçbir kıraathane bu kadar dumanlı ve iç bayıcı olamaz. Hani daha önce bu mekânın kapısından girmeyen biri gelse koyacağı teşhisin &#8220;berbat&#8221; olacağı kesin. Artık duvarları buz mavisi değil rengi, veya parkelerin ilk günlerdeki parlaklığından eser yok. Temizlenen sadece tuvalet ki, orası da aslında sadece çamaşır suyu ile kabası alınmış vaziyette. Üstelik bu mekana gelen insanların çoğu geçmişinde öğretmenlik, doktorluk yapmış veya halen yapmakta olan ve mekanın dışarısında kalan insanlara göre entel kesimin rehavet gösterdiği saygın ve kalburüstü bir yer burası. Böylesine lisans ve üstü eğitimi bünyesinde barından insanın bu mekanda bulanması sanki kire duyulan bir hasret gibi. Ağır nikotin, hiç eksik olmayan okey taşı ve televizyon gürültüsü sanki bu insanların bütün elektriğini alıyordu. Ya da atalarından gelen bir gen yarasıydı kıraathane alışkanlığı. En azından Kaya böyle düşünüyordu.

    Gözden uzak bir masada, hiç olmadığı kadar rahattı Kaya, Seçil ve Orçun. Önlerinde bir kucak dolusu gazete ile baş başa vermişler, sırayla gazetelerden satırlar okuyordular.

    Seçil&#8217;deydi okuma sırası. &#8220;İşçilerin zaferi!.. Samsun&#8217;da Özel Tedavi Hastanesi personelinin vermiş olduğu büyük mücadele dün zaferle sonuçlandı. Dört gün önce sendikal yapılanmayı kabul etmeyen Hastane yönetiminin tutumu karşısında alınan grev kararı ile iş bırakan hastane çalışanları, hastane yönetimi tarafından alınan lokavt kararına rağmen eylemlerini sürdürdüler. Daha iş bırakmanın ikinci saatinde alınan lokavt kararı ile eylemi gerçekleştirenler arasında vazgeçenler olsa da, lokavt kararından sonra görevlerini bırakmamış olan acil ve ameliyathane personelinin de iş bırakması ve hatta hastane doktorlarının da desteği ile lokavt kılıcını çeken yönetimin hamlesi iki gün sürdü. Şimdi tüm çalışanlar yarın yapılacak toplu sözleşme görüşmesini bekliyorlar...&#8221;

    &#8220;Bir de şunu dinleyin&#8221; dedi Kaya. &#8220;İşçileri gönülden kutluyorum. Sendikal yapılanma istememek gibi bir geri kalmışlığı benimseyen hastane sahiplerine vurulmuş büyük bir darbedir bu. Lokavt blöfüne karşı en önemli silahıyla rest çekti işçiler. Bir hastane de asla işlevlerinin bozulmaması gereken acil servis ve ameliyathane personeli iş bıraktılar. Onlar da haklı aslında. Madem lokavt kararı alınmış, çalışmanın bir anlamı olamazdı. Şanslıyız ki hastane içerisinde o an için hayati tehlikesi olan bir hasta yoktu. Her ne kadar sağlık sektöründe çalışanların bu tarz eylemlerine karşı da olsam, yaşadıklarını ve nasıl koşullar ile çalıştırıldıklarını duyunca hak vermemek imkansız, böylesine karşı koyucu eylemler ülkede ki bazı dinamikleri tetiklese de... Sendikalar yasal kurumlardır ve çalışan haklarını savunmak için faaliyet gösterirler. Bu sebeple hakkını savunmayı isteyen insanları kısıtlayan zümrelerin haklarını savunmak gibi lüksleri olamaz. Bravo Tedavi Hastanesi çalışanları! Helal olsun size!..&#8221; Gülümsedi Kaya. &#8220;Ya bu ikinci cumhuriyetçilerin her yöne giden köşe yazılarına hastayım!&#8221;

    "Her yolun yolcusu olmak o kadar kolay değil tabi." dedi Orçun ve hep beraber güldüler. Ellerinde başarıyla sonuçlandırılmış bir eylem vardı. Direnerek kazanmışlardı. Eskiden sessizce ve toplandıkları bu kıraathanede şimdi gönül rahatlığıyla ve en ortalık masada oturuyorlardı. İçlerinde kendilerine karşı mutlak güven duygusu ile sendikal bütünlüğü sağlamak bir yana, iyi bir şey yapmış olmanın mutluluğu vardı. Dört gün boyunca tüm vücutlarına çöken yorgunluk ve stres yoktu artık. Ellerinde her görüşten gazeteler ile gülümseyerek dışarıdan bakmaya çalışıyorlardı olan bitene ve şu an için, eğer mümkünse yarından itibaren izlenecek yolu düşünmek dahi istemiyorlardı. Bir şekilde kafalarını boşaltmaya ihtiyaçları vardı aslında. Seçtikleri bu gazetelerden haber okuma yöntemi her ne kadar tezat olsa da onlar için denemeye değerdi. Zaten bu zıtlıklar kıraathanesinde olması gereken de bu değil miydi?

    Seçil yine eline bir gazete aldı. "Bu işin sonu... Bir de madalyonun görünmeyen yüzüne bakalım. Samsun'daki bu olayın ardındaki insanların birçoğu sosyalist ve yetmiş sekiz kuşağı. Özellikle Menderes Beyli isimli sendika temsilcisini dikkatle incelemek gerek. Samsun kadar ses getirmese de, Adana'da da buna bire bir benzeyen bir örgütlenmenin arkasında yine o adam var. Bu tip insanlar Alttan oymacılıktan başka bir şey yapmamaktadırlar aslında. Önce hak, hukuk derler, sonra ise insanlarımızı komünizme götürürler..."

    "Bu, ne zaman birilerine veya bir zümreye dikkat çekse, dikkat çekilenin başına uzun vadede bir şeyler gelen gazete değil mi?" dedi Kaya. Herkes Kaya&#8217;ya döndü o an. Bu kez güzelliklere limon sıkan Kaya olmuştu. Gazeteler masaya bırakıldı önce ve ardından küfredercesine baktılar ona. Kendini sinmiş ve ezik hissetti. &#8220;Tamam, espri kötüydü, kabul ediyorum.&#8221; diyerek toparlanmaya çalışsa da artık yapabileceği bir şey yoktu.

    Şimdi soğuk ama dolunay ile aydınlık sokaklarda gururla yürümek zamanıydı. Göğsü gergin ve kendinden bir kat daha emin adımlar atıyordu artık Kaya, Seçil ve Orçun. Yol ayrımlarında birbirleri ile vedalaşırken bile tüm vücut hareketleri içinde bulundukları duruma kendini uydurmuştu bile. Yalnız kaldığında ise Kaya evine ilerlerken geldikleri noktanın güzelliğine dair karanlıkta belirsiz tebessümler biriktirmişti yüzünde. Hayallere dalmıştı bile. Bugünden sonra ilk iş toplu sözleşme olacaktı. Zaten en geç bir hafta içinde bu sorun halledilirdi. Ardından tüm mesai arkadaşları ile güzel bir yemek tertiplemek gerekirdi. Bu organizeyi de en iyi Orçun yapardı. Hem kim bilir belki orada Hale ile... Hale ya tabi! Kaya hayatının en güzel gerçeğini dört gündür görmemişti bile. Hatta en son ondan fırça yemişti. Nasıl olurdu da Hale&#8217;yi unuturdu? &#8220;Eyvahlar olsun!&#8221; dedi içinden ve hemen telefonuna sarıldı. Aradığı Hale&#8217;ye o an için ulaşılamadığı idrak için İngilizce bile söyledi karşıdaki bant kaydı. Kaya isyanı bastı; &#8220;Nerdesin be Hale!&#8221;

    Daha telefonunu cebine bile atmadı ki, ne olduğunu anlamadan sürüklendiğini hissetti. Bir anda üç kişi sardı etrafını ve Kaya&#8217;yı çekiştirerek bir yerlere götürmek istediler. Karşı koymaya çalıştı Kaya ancak yeterli olamıyordu. İkisi koluna girmiş, bir diğeri ise arkasından itelemekteydi onu. Durdurmaya çalışırken ise yediği küfrün haddi hesabı yoktu. Belki de o zamana kadar Kaya ne bu kadar küfür etmiş, ne de bu kadar küfür işitmişti.

    Tenha bir sokağa geldiler. Arkadan ittiren ve seri kürüler eden adam Kaya&#8217;nın karşısına geçti. Hafif kirli sakallı fakat toy bir delikanlıydı. Yirmili yaşlara gelmediğini anlamak hiç de zor değildi. &#8220;Demek Kaya sensin.&#8221; dedi dizi film jargonu üzerinden.

    Kaya debelenmekteydi sürekli. Karşısındakinin bu lafı onu bir süre durdurmaya yetti. &#8220;Sen kimsin?&#8221; diye sordu belirsizliğin verdiği korku ile.

    &#8220;Ben senin ecelin olacağım orospunun çıkardığı!&#8221;

    &#8220;Ne eceli lan! Neler dönüyor! Kimsiniz siz!&#8221;

    &#8220;Hale teyzemle gönül eğlendirip onu bırakan lavuk değil misin lan sen! Sikecem oğlum senin belanı bu gece!&#8221;

    &#8220;Ne gönül eğlendirmesi be! Kimseyle eğlendiğim yok benim!&#8221;

    &#8220;Bak aslanım, ben senin gibi sikindirik entelleri iyi bilirim. Siz bir kızla yatana kadar muhabbeti kurarsınız, sonra işiniz bitince kızı sallamazsınız daha!&#8221;

    &#8220;Yok öyle bir şey. Ne sallamaması?&#8221;

    &#8220;Şimdi beni iyi dinle. Ya gelir teyzemi bir ay içinde istersin, ya da seni şuracığa yatırır çatır çatır...&#8221;

    &#8220;Ya ne istemesi, ne evlenmesi! Benim etim budum ne! İsteyemem ben kimseyi!&#8221;

    O anda adam sinirini zirvesine vardı. Arkasından pantolonuna sıkıştırdığı irice bir çakı çıkardı. &#8220;N demek lan isteyemem! Sokarım lan dünyana! Alırım lan erkekliğini!&#8221;

    Kaya bıçağı gördüğünde dönülmez bir yola girmiş gibi hissetti. Cevabı ne olursa olsun o çakıdan payına düşeni alacağını düşündü. Madem her durumda bıçaklanıyordu &#8220;Evlenmiyorum lan! Kesecek misin beni! Hadi!..&#8221; dedi bağırarak.

    &#8220;Lan seni Doğrarım ağzına sıçtığım!&#8221; dedi adam ve bıçağı Kaya&#8217;ya saplamak için hamle yaptı.

    Sessiz sokak, Kaya&#8217;nın &#8220;Hayır!&#8221; nidası ile inledi. Bıçak ilerlemedi o feryattan sonra. Karın boşluğuna milimetreler kala durdu, adamın ısrarla bıçağı saplamak isteğine rağmen. Bıçağın karnına girmediğini fark eden Kaya kendini daha da sıktı ve vücudunu kastı. Bir anda etrafını saran üç adam da farklı yünlere savruldular. Kaya içinden dışarı fışkıran her neyse onu kontrol edemiyordu. Bıçaklı adam düştüğü yerden çabuk toparlandı. İyice şuursuzlaşmış, gözü dönmüştü ve Kaya&#8217;ya doğru koşarak saldırıya geçti. Kaya ise sol elini adama doğru uzattı ve tek kelime söyledi; &#8220;Dur!..&#8221;

    Bu sefer daha da uzağa, yolun karşısındaki direğe büyük bir hava akımının etkisindeymişçesine uçtu adeta. Sırtını çok sert vurdu direğe ve oracığa çöküp kaldı. Diğer iki pasifize güç ise ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. &#8220;Efsunlu lan bu!&#8221; dedi bir tanesi ve arkalarına bile bakmadan kaçıştılar karanlıların içine.

    Neydi bu olan? Ne yaptı Kaya?.. Sakinleştiğinde karşısındaki manzara ürpertmişti onu. İçinden fışkıran şey ne olabilirdi? Her süper güçlü kişi gibi önce ellerine, sonra direk dibine düşmüş adama baktı. Korkuyordu neden korktuğunu bilmeden. Kısacık bir an, ağzından sadece bir cümle döküldü usulca.

    &#8220;Ne yaptım ben?...&#8221;
    (transkripsion 29.09.2008 21:22 ~ 29.09.2008 21:22)

<< >>



Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.