ingiltereden junky manzaralarını anlatan, kopuk sahneleriyle hatırladığım ama bir o kadar da kaliteli film.bunlar çekiyor otu , vuruyor lsd'ye ondan sonra başlıyor can alıcı sahneler. hele bir klozet sahnesi var içler acısı.
"choose your future. choose life." sloganına sahip, gösterime girdigi her ulkede gençleri uyuşturuya özendirmekle suçlanan, izleyeni çok etkileyen bir film.
mümkünse film izlenmeli, üzerine de soundtrack i dinlenilmelidir.
perfect day ve lust for life ile filmdeki kilit sahneler hatırlanmalı, olaylardan feyz alınmalıdır.
milyonlarca kere seyredilebilecek, gerek müzikleriyle gerekse konusuyla kalbimi kazanan "choose your future.choose life."sloganıyla da beni benden alan film.
ölmeden önce her gencin seyretmesi gerekir.
"choose life. choose a job. choose a career. choose a family. choose a fucking big television, choose washing machines, cars, compact disc players, and electrical tin openers. choose good health, low cholesterol and dental insurance. choose fixed- interest mortgage repayments. choose a starter home. choose your friends. choose leisure wear and matching luggage. choose a three piece suite on hire purchase in a range of fucking fabrics. choose diy and wondering who you are on a sunday morning. choose sitting on that couch watching mind-numbing sprit- crushing game shows, stuffing fucking junk food into your mouth. choose rotting away at the end of it all, pishing you last in a miserable home, nothing more than an embarrassment to the selfish, fucked-up brats you have spawned to replace yourself. choose your future. choose life... but why would i want to do a thing like that?
so why did i do it? i could offer a million answers, all false. the truth is that i'm a bad person, but that's going to change, i'm going to change. this is the last of this sort of thing. i'm cleaning up and i'm moving on, going straight and choosing life. i'm looking forward to it already. i'm going to be just like you: the job, the family, the fucking big television, the washing machine, the car, the compact disc and electrical tin opener, good health, low cholesterol, dental insurance, mortgage, starter home, leisurewear, luggage, three-piece suite, diy, game shows, junk food, children, walks in the park, nine to five, good at golf, washing the car, choice of sweaters, family christmas, indexed pension, tax exemption, clearing the gutters, getting by, looking ahead, to the day you die. "
hayat felsefemi icinde barindiran mukkemmel* film.
filme kaptirip kendinizi uyusturucuya falan vermeye calismayin, oyle gorundugu gibi kolay birakilan birsey degil bu.
keske filmdeki gibi kapali bir odada, 2 abuk sabuk ruyayla atlatilsa.
genç neslin, hiç bir özelliği olmayan insanlarının boşluktan ne yaptıklarını göstermek, hayatın bazı insanlara göre ne kadar değersiz olduğunu çok açık bir şekilde gözler önüne serdiği için bazı insanlar tarafından yadırganan film. izlemesi bile ayrı bir zevklidir.
irvine welsh'in yazdığı kitap, 1996 da sinemaya aktarılmıştır. train spotting kitabın içinde geçen bir nükteden dolayı adı olmuştur. hakkında birçok dedikodu çıkmıştır, gençleri uyuşturucuya özendirdiğine dair ama avrupa sinemasında hâlâ en iyi filmlerden ve en iyi uyarlamalardan birisi sayılmaktadır. kara bir mizah anlayışı içinde, yok olan hayatlarında, göz altları morarmış olarak karşımıza çıkan bu gençlerin var olması ve gerçek hayatta duyarsızlaştığımız, görmezden geldiğimiz, kortuğumuz bu kişileri bir film karasinde sevmemiz, onlar gibi olmaya çalışmamız da bir ironidir. **
aslında uyuşturucuyu anlatmayan insanın sömürgesel yaşamını ve bu yaşama bakış açısını anlatan filmdir. uyuşturucu sadece bu sömürge yaşamını gizleyen bir neden olarak sunulmaktadır.
"normal" ve "sıradan olmanın", sıradışı ve uçuk varsayılan yaşam içinde ne kadar da ulaşılmaz olduğunu tüm çıplaklığıyla anlatan film. sırf bizi ewan mc gregor gibi bir oyuncuyla tanıştırdığı için bile takdire değer. oscar adayı olmuş, kazanamamış ama 18 ayrı ödül ve 13 de adaylıkla tüm dünyada değeri anlaşılmış film. trainspotting, bir açıdan da "indie" sinemanın zaferi... yani dev film şirketlerinin dev stüdyolarında sürüsüne bereket sponsorla ve astronomik rakamlar karşılığında değil, indie (independent-bağımsız) küçük şirketlerin dar bütçeleriyle çektiği filmlerin de "sanatsal ve kalıcı" olabileceğinin somut göstergesi...
şarkıları ve bazı kilit sahneleriyle akıllardan çıkmayacak gibi görünen 1996 yapımı film. ewan mcgregor'un tüm sevimliliğiyle başrol oynadığı filmde çocuğa* "yapma.. yapma çocum.. yapma canım.. bak gül gibi çocuksun. yapma..." diye ağlayasınız gelebilir. boşu boşuna ewan'cık için üzülmeyin bu arada onun kolu değildi o, makyaj departmanının hazırladığı biyonik mi denir mekanik mi denir damarlı mamarlı, makyaj hilesi bir kolmuş o delik deşik olan kol.
şiveli konuşan iskoçlara bayıldığımız filmdir ayrıca. sevgili ewan'ın pislik deyişi* hatta direkt şayt diye telafuz edişi iyice ilginç. valla filmi mi anlatıyorum ewan'ı mı anlatıyorum ben de anlamadım ama ewan'i bir kenara koyarsak diğer oyuncular da iyiydi. o liseli kızın ilginç hayatına ve tuhaf anne-babasına şaşırmakla birlikte kızı sevdim*. tüm salaklığına rağmen spud'ı bile sevdim. o asabi tipi hiç sevmedim ama.
not: klozet sahnesinde çikolata kullanmışlar. oh...
(umarım o masa ve çarşaf sahnesindeki de çikolatadır-başka ne olacak zaten)
son olarak, tüm o klozet ve masa sahneleri için: ıyyyy....
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.
