kişinin bağlı olduğu bir cismi* günün birinde yitirmesinden kaynaklanan fobidir. nezaman birini yada birşeyi kaybetme duygusuyla kafayı sıyırma derecesine gelsem şu satırlar aklıma gelir.
--- alıntı ---
ben
seni bir okyanusun derinliginde buldum da sevdim
parlak bir inciydin benim icin
paha bicilmez bir inci
ben seni soguk ve yagmurlu bir gunde
seni dusunurken gulusundeki sicakligin icime dolup da
beni sardigi bir anda sevdim
seni sadece selvi boyun, siyah saclarin yada kara gozlerin
guzel bir yuzun var diye degil
fikirlerinle, konusmandaki guzelligin ve benim o kor halde yanan yuregimle
sevdim
ben seni derinden ve hissederek sevdim
her kalp atisimda vucudumun dort bir kosesine yayildigini
beni sardigini her nefes alisimda cigerlerime isledigini bilerek sevdim
seni kis gecelerinin o soguk yataginda birlikte uyuyup beni isittigin
yaz sicaginda uyuyamayip sikintilarim oldugun
ve ruyalarimda bulustugumuz gecelerde sevdim
seni ellerinden tutup kanimin kaynadigi
kalbimin yerinden firlayacagini hissettigim anlarda
o islak dudaklarinla beni sevdigini soyleyecegin anlari dusunerek sevdim
ben seni o sensiz anlardaki bos ve degersiz gecen dakikalarda
kayip zamanlarimizda, seni arayip bulamadigim
caresizlik icinde oldugum, icki sofralarini dost bildigim anlarda sevdim
sen ne kadar uzak olsan da,
aramizdaki kilometreler nasil coksa
bende seni o kadar yogun ve o denli cok sevdim
seni kalbimde yanan atesin ile
zihnimde olusan hayallerin o ay parcasi cehrenle
bana derinden bakan o gozlerindeki isiltiyi gorecegim anlari beklerken
kalbimin yanip tutustugu anlarda
gelip o bu atesi alevlendirerek
bana sarilarak beni sevdigini soyleyecegin anlari dusunerek sevdim
korkuyorum!
hak ettigin mutlulugu sana verememekten korkuyorum.
seni beni sevdiginden fazla sevememekten korkuyorum.
senin sevgine layik olduktan sonra baskalari tarafindan o sevgiyi
kaybetmekten korkuyorum.
seni kazandim derken kaybetmekten korkuyorum.
aramizdaki maneviyat haricindeki ucurumlardan korkuyorum.
senin kalbini daha fazla kirmaktan korkuyorum.
o temiz ve masum goz yaslarini daha fazla akitmaktan korkuyorum.
evet, korkuyorum;
seni kaybetmekten, seni daha fazla uzmekten...
sana kendimi ifade edememekten korkuyorum.
yâda yanlis anlasilmaktan korkuyorum.
ucurumun kenarinda yalniz kalmaktan korkuyorum.
dostluguna doyamadan uluorta yalniz kalmaktan korkuyorum.
yuregimdeki o ince sizinin bir gun cogalmasindan ve beni sarmasindan
korkuyorum.
sevgi denen guzelliginin bir gun beni terk etmesinden korkuyorum.
dostlugun olup yerine nefretin yesermesinden korkuyorum.
korkuyorum evet;
seni kaybetmekten ve seni daha fazla uzmekten...
bir cicek misali ne ellemeye nede koparmaya kiyamiyorum uzaktan
seyrediyorum cunku;
seni daha fazla incitmekten korkuyorum.
omrunde yasadigin mutlulugu huzuru sana yasatamamaktan korkuyorum.
sana kalbimden fazlasini verememekten korkuyorum.
sonunda sana gozyasindan baska bir sey birakamamaktan korkuyorum.
seni sevmekten degil;
dostlugunu suiistimal etmekten,
seni kaybetmekten ve degerini bilememekten ve yuce rabbime hesap
verememekten korkuyorum.
belki de cok fazla korkuyorum...
sonucu başına döndürecek histir. bu duygunun sonu kesinlikle kaybetmektir. "kaybetmeyi düşünebilmek" ile arasındaki ince çizgi ise "kararlılık ve doğal eylem" dir. işte kazananların sırrı budur.
kaybetmekten korkmak için önce sahip olma zannını taşımak gerekir. herşeyin ve herkesin aslında kime ait olduğu akılda tutulduğu sürece böyle bir korku hayat bulmaz. kişi hem mülkiyet zannı taşıyorsa, hem de kendi varlığını bu sahiplik zannı üzerinden tanımlıyorsa, o zaman kaybetme kabusundan bahsetmek gerekebilir. zira kaybolan / kaybolma riski olan x, y, z değil, bizzat kişinin kendiliğinden parçalar, varlığının bütünlüğünü tehdit eden unsurlardır. böyle bakınca, korku kabusa, kabus ise zehir olmuş bir hayata zemin hazırlar.
burda bulunan herkes tanıyor beni. ama tüm bu nefret dolu bakışlara sebep olacak bir şey yapmayı hiç istemedim ben.. hç planlamadım. niyetim başkaydı benim. olmadı.
her şey.. her şey bebekle başladı. bunu ilk sahiplenme kabul ettim ben. o vakit dünyaya geldim işte. anneye koruma fikrini aşıladım. belki gözü korksun diye bebeği bazen bile bile tehlikeye atmış olabilirim -nolur kızmayın bana-, ama hepsi anneye o küçüğü korumayı öğretmek içindi. nitekim öğrendi de. onu korudu, her şeyden korudu. mutlu oldum, bu ilk meyvemdi. sonra anne, çocuğunu korumak uğruna kendini tehlikeye atar oldu. kendini hiç umursamıyordu. o zaman babaya aşıladım koruma isteğini. öğrendi, o daha da iyi kıvırdı bu işi. hem anneyi hem bebeği o korudu. koruma isteğiyle, korunaklı bir yer aradılar hep kalabilecekleri, yaşayabilecekleri bir yer. buldular nihayet, oraya ev dediler. orayı da sahiplenmeye başladıklarını fark ettiğimde her şey için çok geçti.
bebeğe hediyeler verdiler. anne, bebeğin her eşyasını saklamaya başladı saçma sapan bir şekilde. çocuk büyüyüp uzaklarda oynamak istedikçe anne evde ağlıyordu, ben şaşkındım. bir şeyler tersti ya, du bakalım. çocuk ağaçtan düştü bir gün, çocuk ağladı, anne kızmaya başladı. sadece üzülür diye ummuştum kızması değişikti, ve çocuğa bağırmaya başladı. zaten acı çeken çocuğa neden bağırdığını merak ederken o cümle döküldü ağzından:
"sana bir şey olmasını istemiyorum!"
aralarındaki tuhaf bağı o zaman keşfettim. birinin canı acıyınca öbürünün de acıyormuş, ne ilginç değil mi?
dünya giderek büyüyordu. ilk çocuğu diğerleri izledi. ve bir gün yabancılar geldi ailenin yakınında bir yerde yaşamaya. çocuk yeni çocuklarla tanıştı. onlara, babasının yaptığı tahtadan oyuncakları gösterdi. bir çocuk aldı, baktı, oynadı ve kırdı. ve çocuk o vakit ağlamaya başladı, ben şaşkındım. zaten günlerdir bunla oynuyordun, yenisi yapılır demeye kalmadan çocuk küstü o kıran çocuğa. bağlanma kavramını insanlardan, yerlerden sonra eşyalara da yüklediklerine şaşırmıştım, yine de ses etmedim. sonra barıştılar çocuklar. çocuk bunlar, öyle ya.
komşu adam geldi sonra, bir şeyler istedi. yiyecek sanırım, tam hatırlamıyorum. ormandaki her şey herkesin olmalıydı, ama ilk aile bunu kolayca sahiplenmişti. evlerinin yakınındaki her şey onlarındı. çilek çalısı, ufak göldeki tatlı su balıkları, hepsi onlarındı. ve yabancılara verdiler kendi yiyeceklerinden. sahip olunan bir şeyi verip yerine karşılık olarak başka şey almayı ilk burda gördüm. halbuki çocuğa oyuncak verrken maddi bir şey isteyememişlerdi, bir sarılma, bir öpücük belki ama hayır, maddi değildi. şaşırdım yine, gülüp geçtim.
sonra bambaşka bir şey oldu, aklımın ucundan geçmemişti. yeni komşuları olan adam evlerinin yakınına geldikçe baba sinirleniyordu. bir gün kavga ettiler karısıyla. konu komşulardı. insanın, sevdiklerini ne biçim bir sahiplenmeyle kendisine bağlamaya çalışabileceğini oradan öğrendim. kıskanmak dediler buna, adam çok sinirliydi, eşini kıskanıyordu.
her şeyleri vardı aslında, yuvaları, yiyecekleri, giyecekleri.. yine de daha istediler. kadın, komşu kadınla konuştukça farklı şeylere sahip olduklarını fark ediyorlar, akşama kocalarından bunları istiyorlardı. adamlar getirince yüzleri gülüyor, getirmezse kavga etmeye başlıyorlardı.
herkes birbirini daha çok sıkmaya başlamıştı. böyle sürüp gitti bu. çocuk, insanoğlu büyüdü. kocaman oldu. arkadaşlarında gördüklerini sahiplenmek istedi, olmayınca üzüldü. sahip olduklarını ödünç verdi, geri alamayınca üzüldü. ödünç vermedi, diğerleri üzüldü. üzülmemek için bir şeye sahip olmamaya çalışırken bir kız gördü, sevdi, istedi. bağlandı ona, ona sahip olmazsa öleceğine inandı. ölmedi.
bir başka kız sevdi. ona sahip oldu. kız uzaklaştıkça uçurtma makarası dolar gibi çekti kendine, ona kızdı, bağırdı. kız kendine kötü bir şey yapmayı denediğinde daha beter bağırdı. kız ona bencilsin dedi, oğlan üzüldü. her şeye sahip olmak istiyordu, bir gün çocukları oldu. çocuk büyüdükçe bakımı zorlaştı. insanoğlu onun gözüne baktı, her şeyini onunla paylaştı, karşılık bekledi. sevgi bekledi, saygı bekledi. verilmeyince üzüldü, verilince daha fazlasını istedi.
kendi nefislerini doyurduktan sonra onun iyiliğini düşünmeye başladılar. o her şeyin en iyisine sahip olsun istediler, olmayınca çocuğa kızdılar. çocuk her şeyde en iyi olsun istediler -geleceği için- olmayınca çocuğa kızdılar. çocuk mutlu olsun diye oyun oynamaya yolladılar, eve mutlu ama pis gelince ona kızdılar, o hasta olmasın diye. çocuk keyfine bakmaya çalıştıkça onu uyardılar, hep bir şeyler hatırlattılar, çocuk umursamayına çocuğa kızdılar.
bir gün çocuk bir sevdiğini kaybetti. o gün ailesini anladı, ve kaybetmekten korkmaya başladı.
benim bir suçum yok ki bu işte! insanoğlu hep bir şeyleri sahiplenecekti elbette, ben olmasam her varlık kendi kendine yaşayıp gidecekti. ben sadece onlara her şeyin insanoğlu için yaratılmış olduğunu hatırlatmaya çalıştım. abartacaklarını nerden bilebilirdim?
ben.. adım sahiplenme içgüdüsü benim. keyfimden yapmadım bunları. birbirlerini daha çok sevsinler istedim, kısmen de olsa başardım bunu. hasta insanlara, ölüm döşeğindekilere daha sıkı sarılıyorlar, onlara daha iyi davranıyorlar. lütfen diyen çocuklarına kıyamamaya başlıyorlar çocuk tehlikedeyse. büyük bir kazadan kurtulan kişiye özel ihtimam gösteriyorlar. ben yalnızca onları azıcık korkutuyorum, sırf birbirlerinin değerini bilsinler diye.
kaybetme korkusunu onların içine ben soktum. pişman mıyım? değilim. ben olmasam her insan keyfince yaşıyor olacaktı, nasıl olsa orada duruyor diye dönüp bakmayacaklardı sevmeleri gereken insanlara. evet, üzülüyorlar bazen, sevdikleri üzülünce, ama üzgünken, bu anlarda sahip olduklarına başka gözle bakıyorlar, siz fark edemiyorsunuz belki ama evet, kaybedeceklerini hatırlayınca daha sıkı sarılıyorlar.
hep daha çok sevsinler diye yapmıştım. abartacaklarını bilemezdim.
gereksiz yere yaşandığı zaman * sonu paranoyaya varan, kişinin kendisine karşı duyduğu yoğun güvensizliğin, en yakın sevilenlere yönelik dışa vurum biçimidir.
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.