istanbul

 << >>

  1. necip fazıl kısakürek'in hakkında yazdığı şiirle, hiç istanbulu görmemiş beni dahi ağlatan merak ettiğim şehir. şiir şöyle:

    canim ıstanbul

    ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;

    onu ıstanbul diye toprağa kondurmuşlar.

    ıçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;

    o benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.

    çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;

    ay ve güneş ezelden iki ıstanbulludur.

    denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,

    ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.



    ıstanbul benim canım;

    vatanım da vatanım...

    ıstanbul,

    ıstanbul...



    tarihin gözleri var, surlarda delik delik;

    servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

    bulutta şaha kalkmış fatih'ten kalma kır at;

    pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

    şahadet parmağıdır göğe doğru minare;

    her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..

    hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;

    beyoğlu tepinirken ağlar karacaahmet...



    o manayı bul da bul!

    ılle ıstanbul'da bul!

    ıstanbul,

    ıstanbul...



    boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;

    çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.

    oynak sular yalının alt katına misafir;

    yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.

    her akşam camlarında yangın çıkan Ãœsküdar,

    perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...

    bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?

    cumbalı odalarda inletir "katibim"i...



    kadını keskin bıçak,

    taze kan gibi sıcak.

    ıstanbul,

    ıstanbul...



    yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!

    yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...

    eyüp öksüz, kadıkoy süslü, moda kurumlu,

    adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.

    her şafak hisarlarda oklar çıkar yayından

    hala çığlıklar gelir topkapı sarayından.

    ana gibi yar olmaz, ıstanbul gibi diyar;

    güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...



    gecesi sünbül kokan

    türkçesi bülbül kokan,

    ıstanbul,

    ıstanbul...
    (epitaph 04.09.2006 11:20)
  2. dönüş yolculuğu insana zevk veren şehirdir.
    (gurbaa 05.09.2006 14:14)
  3. uğruna şiirler yazılan bir yerdir istanbul. eminönünün balık ekmeği belki hiçbiyerde balık ekmek yememişçesine zevk verir. kızkulesi hiç olmadık kadar değişik gelir her seferinde gözlerimize. adeta büyüler bizi ıstanbul.taksimde insanların trenvayın sesleri, boğazda martıların haykırışları ve onlara simit atan insanların mutluluğu... küçücük bir mutluluktur istanbul. tek bir köprüsü vardır asya ve avrupa arasında.bu yüzden istanbul tektir,özeldir.ışte böylesine bir şehirde mutluluğu zehir etmeye çalışan insanlar da yaşamaktadır.bunlar kapkaççılar, gaspçılar, soyguncular, yankesiciler....saymakla bitmeyen insanlar.malesef istanbulda böyleleride yaşar.yani öyle biryerdir ki insanlara hayatın zorluğunu öğretir.evet öğretmendir istanbul!....
    (tiki kontes 05.09.2006 14:33)
  4. aşk gibidir..ne o'nla olur, ne o'nsuz !
    (baileys 05.09.2006 14:46)
  5. her görenin hayran kaldığı, uğruna şiirler yazılan, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan, güzel şehir. asilliği ve eşsiz manzaralarıyla, unutulmaz bir kenttir ve dünyada en güzel ikinci şehir seçilmiştir.

    (info 05.09.2006 15:03)
  6. yollarında çalışmaların, az kalmış yeşil alanları üzerine yapılan rant kavgalarının, en lüks semtinde bile eksik olmayan gecekonduların şehri. herşeye rağmen gelenin birdaha bırakamadığı ve layık olamadığımız şehir. *
    (exi 05.09.2006 20:46)
  7. aldığı yüksek göç nedeniyle kalabalık demografik yapıya sahip olması, trafiği ve diğer bütün problemlerine rağmen sevdiğimiz, bir türlü terkedemediğimiz kötü ellerde yönetilen güzel fakat talihsiz bir şehirdir.

    talihsizliğinin kanımca en kötüsü; içinde yaşattığı, karnını doyurduğu insanların nankörlüğüdür. zirası olayın anadolunun bağrından kopup gelen niteliksiz, nankör insanların hoyratça kullanması ve bu kadar hoyratlık ve magandalıklarına rağmen kendisine sahiplenmemesidir. oysa ki istanbulluyum, bu şehir bana aittir demek ve buna göre davranmak çok mu zor?

    bu konuda en basit ve yaygın konuşma örneği şu şekildedir ;

    s :nerelisin?
    c : x şehir.
    s: nerede doğdun?
    c: istanbul.
    s: nerede yaşıyorsun?
    c: istanbul.
    s: peki nasıl olur x şehir?
    c: istanbullun yerlileri rumlarmış. benim babam x şehirli. dolayı....
    s: allah belanı verecek almancıların almanya'yı sahiplendikleri kadar bu şehirli olamaz mısın?*

    oysaki her vatan evladının hissetmesi gereken şu olmalıdır ;

    (bkz: alıntı)

    ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;

    onu istanbul diye toprağa kondurmuşlar.

    içimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;

    o benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.

    çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;

    ay ve güneş ezelden iki ıstanbulludur.

    denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,

    ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.


    istanbul benim canım;

    vatanım da vatanım...

    istanbul,

    istanbul...
    (bkz: alıntı)

    (bkz: necip fazıl kısakürek)

    (mancene 08.09.2006 19:57)
  8. birden fazla ruha sahip,her semtinde farkli yasam turleri barindiran (ornek:bagdat caddesi'nde bolca tikky varken bu yasam turu esenyurt'ta gorulmez.),kalabalik oldugu icin arasira insanda kacma hissi uyandiran ancak bir turlu ayri kalinamayan ve ozlenen sehirdir.sadece bogazici kismi dahi bir okuze ilham verebilecek nitelikler tasimaktadir.en onemlisi de hic bir sehrin eline su dokemeyecegi bir sehirdir.icinde 6 sene yasayip ankara'ya gidince "yahu ankara da ne kadar buyuk bir kasabaymis boyle?" dedirten sehirdir.
    (catlakzombie 08.09.2006 20:00)
  9. denize çılgın gibi dalış yapan göbekli güvercinleri anlamakta güçlük çeken kaygısız, karizmatik ve yoluk kargaların şehri..
    (rakunz 25.09.2006 21:00)
  10. gidemediğim onüç yılda iyice deforme olan memleketim..

    çocukluğumun arnavut kaldırımlı taşları, selvileri,sokak dondurmacıları, kapı önü seksekleri, şehir hatları vapuru, haliçin pis kokusu, sabahın köründe milletle üstüste gittiğim otobüsler, tansiyoncu amca, bomonti...

    saymakla bitmeyen yamalı bohça, çeyizimi yaptığım ve hala gidip te getiremediğim şehir..

    canım..
    (nedenkine 27.09.2006 14:07)
  11. ne güzeldir şu Ä°stanbulÂ’un küflü sevda vapurlarıÂ…
    ne keder kalır insanda ne de sevmek. hiç alışamadım şu arabaya, taksiye binmeyi de sevmem esasında ama hayat bazen mecbur kılıyor insanı. uzun zaman oldu vapura binip bir kokulu çay içmeyeli martılarla, Ä°stanbulÂ’u şöyle doyasıya seyretmeyeli, yanı başımda duran yaşlı amcanın ağzını oynatarak garip sesler çıkarmasını sinirle işitmeyeli, yeni telefon alan bir adamın kendini beğenmişliğini, genelde yalan atan ve sattığı her şeyin birkaç gün içinde bozulacağını bildiği satıcıların gevrek sesini, en gerçek, en akla sevda düşen o maviden nurun ortasına, elinde çayıyla sultanlık eden bir şah olmayalı.
    dedim ya uzun zaman oldu, ne sevdaları unuttum vapurun küflü demirlerinden iskeleye çocukluğumca atladığımda. ne sevdalar beni unuttu her vapura binip onlardan gittiğimde!
    hatırlarım, diyar-ı mukaddesÂ’te hatırlar elbet ilk üzerine bastığım çocuk ayaklarımı. nasıl da ateşiyle yakıp kül eylemişti ayaktan başa şu kagir gönlümü. dedim ya hatırlıyorum; ilk dilencilerine şaşırmıştım sonra sevdalarına. Ä°lk sahtekarlığı öğrendim sonra hakikati. Ä°lk küfrü bildim sonra mukaddesi. Ä°lk seni unuttum sonra beni buldum. ben de ki ateşi ne zamandır arardım ki neden Ä°stanbulÂ’u şahit tuttun bu hayale.
    hayalin meskeni bir kuru döşektir. nerde bir hayal kurmak istesem onu ararım ilkin. nerde bir sevda, nerde bir ateş görsem yastığım gelir aklıma. bunca sene baş başa verip ne ateşler yaktık ne sevdalar söndürüp üzerlerine ahvalimizi nakş eyledik. şimdi pekte üzülüyor değilim onları aldattığım için.
    kim bilir kimler gelip geçiyor vapurlarından Ä°stanbulÂ’un. kim bilir kimler diyarından geçiyor vapurlarla.
    Ãœst kat, dışarısı, içerisi kavgaları,hayat telaşı kimi zaman unutturur insana nerden gelip nereye gittiğini , ne zaman ki oturursun bir köşeye ve yakarsın sigaranı o zaman aklına gelir esasında nereye gittiğin. etrafına bakmadan edemezsin vapurda, hayal kurmadan edemeyeceğin gibi. bir jeton parasına hayal satmak ancak böylesine usta bir tüccarın marifeti olabilir. aslında büyük bir tüccardır deniz, insanlar maviyi ilk nerede gördü sanıyorsunuz! Ä°lk özgürlüğü ne hatırlattı onlara. Ä°nsanlardan başka yaşayan bir şeylerin olduğunu nerde fark etti başlarda, insanlar ilk kez mavinin içinde bu kadar renk olduğunu nerede gördü ve neden maviye özgürlüğün rengi dendi?
    ama bana şu an sadece başımdaki sevda ve içtiğim çay tat veriyor bu denli mukaddes bir geçmişi olan denizin üzerinde.
    nedense pek sevmedim çay içmeyi vapurun dışında, kahveyle anlamsız bir ilişki kurmayı yemekten sonraları. lakin ikram büyük yerden, çaycı remzi abiÂ’den olunca kıramazdı insan. bunca zaman sonra remzi abiÂ’nin beni hatırlamasına pek bir memnun olmuştum. mavi üzeri bir sohbet ediverdik ondan bundan. yeni bir kızı olmuş remzi abiÂ’nin. nasıl da heyecanlıydı. en iyi bildiği çay yapmayı bile neredeyse unutmuştu. bizler ya sevdiklerimize kavuşmak için bindik bunca zamandır vapura yada zorunluluktan kimi zaman nadir de olsa keyf etmek için. lakin sen ne sefa bildin nede hayal, acaba rizeÂ’de kış olur mu diye düşünmekle geçmez bu yolculuk remzi abi!. derinden bir ah çekerek “ geçmez ya! “der gibi bakıyordu gözleri, çok iyi biliyordum denize ne kadar aşık olduğunu. lakin o denizi kendine bir türlü aşık edemedi. nede büyük bestekardır esasında, bilirim senindeki güzelliği. pekte mütevazıdır “ biz çay diye bağırarak öğrendik şarkı türkü söylemesini. “ der takılırdı bana. şimdi en güzel bestesini yapmıştı, belliydi elinin ayağının bu denli titremesinden. bir kızı olmuştu, hayallerini bir cebinden diğer cebine doldurdu şimdilik, yani anlayacağınız remzi abiÂ’nin daha çok çay satması lazım küçük kızına vapur alabilmek için yada lastik ayakkabı.
    dedim ya remzi abi küçük kızı içim şimdilik ayrılmıştı yanımdan ama başka bir hayatta elbet karşıma dikilecekti martıların kanatlarında.
    gidince öylece bir baktım arkasından hayranlıkla, tekrar oturup kaldım yerime. bir anda sarıverdi yeniden vapurun esrarı etrafı, bir anda koktu Ä°stanbul yine martıların yakalayamadıkları simitlerde.
    karşımda duran adamı uzun zamandır tanır gibiyim esasında. aslında hiç görmedim simasını evvelden. nasıl da masum bakıyor mavisine denizin, kim bilir başından ne sevmek geçiyordur. gözlerinden belli keşke bir simidim olsaydı martılarla paylaşacağım dediği. maviden yana bir huzurun yanı başına taht kurmuştu martılar, siz şimdi gelin de aziz Ä°stanbulÂ’a kusur edin saygıda!..
    vapurun insansız zamanlarda denize boşaltılan pisliği martıların yemek zorunda olduğu en tatsız tuzsuz yemektir esasında. kimse şahitlik etmez bu yanına martıların, gelip geçenler sadece simitle doyar sanırlar martıları. nasıl da canları sıkılmıştı, anlaşılan remzi abiÂ’nin çaycılık yaptığı vapur birkaç saattir çıkmamıştı sefere. ne karşımda oturan adamın nede benim elimden bir şey gelmiyordu o an martılar için. lakin ben gördüm nasıl güldüğünü bir martının evvelden. Ä°şittim sevdasını bir başka martıya. şahitlik ettim susam için kavga ettiklerine. gidin sorun onlarda benim bilir kavgalarımı, düşlerimi, sevdalarımıÂ…
    martılar yamalı sevdalara şahitlik etmişlerdir ilkin bu zamansız kalkan bi çare vapurlarda. kim oldukları önemli değildir bunların. o ara önemli olan simit ve sevdadır ancak. kısa bir yolculuğun nefes tarifesi, gizli gözyaşlarına şahit olmuştur azab-ı mukaddesi bir yudumda içenlerin.
    vapur ne zaman yaklaşsa kıyıya anlardım ki bir sevmek gelecek başıma, çünkü hep vapurla giderdim deniz aşrı sevdiğim kadınlara. onlarda vapurla gelirlerdi bana. denizin ötesindeydi hep sevmek, hep bir vapura ihtiyaç duyardım bu yüzden sevdiğim zamanlarda.
    (muzafferercan 27.09.2006 20:56)
  12. yaklaşık olarak türkiye nüfusunun %20'sini içinde barındırdığı için; -doğal olarak- bir dizi yerleşim, ulaşım, kaynak sorunu yaşayan şehir.
    (bkz: taşı toprağı altın)
    (krzmtk hnf 30.09.2006 11:02)
  13. rüya içinde bir rüya
    yağmurda sağanak ışık damlacığı
    denizde martılara aşık balıkçıların oltası
    kız kulesinde bir akşamüstü yalnızlığı

    sadedir istanbul
    bir o kadar da karışık kendi içinde
    yarım yamalak uykulardır sabaha taşıyan
    karşıya koşan çarşılarda
    (deli kadir uleyn 30.09.2006 11:24)
  14. hüzün coğrafyasından payıma düşen şehir...
    (sebepsiz yalnizliklar 02.10.2006 15:36)
  15. hala edebilerin üzerine yazı ve şairlerin ise siir yazmadan duramadığı, batı almeinin göz diktiği o mükemmel tarih kompozisyonlu 10 milyon nüfuslu şehrimiz.
    (kuzeyli 04.10.2006 08:50)
  16. "istanbul, sen ululardan kalma şehirsin amma,
    şimdi görürüm seni de herşeyin bir muamma"

    satırlarına özne olan şehir.
    (obvious 04.10.2006 20:26)
  17. ara gürel ve istanbul'un değerli fotoğrafçılarının çektiği kareler eşliğinde orhan pamuk'un çocukluk ve gençliğini anlattığı kitap.
    (tokvampir 05.10.2006 10:37)
  18. Ä°stanbul, kendini bilmez bir zamanın içinde kendinden uzaklaşan kalabalığın içinde yalnızlaşan, belki de anlamsızlaşan bir coğrafyadır. özlemlerinden hergün uzaklaşan, küçük mutluluklar peşinde koşanların hayallerini süslemekten öteye gidemeyen, üzerinden tonlarca ağırlıkta gemilerin yükü altında ezilen boğazından öte sığınacak pek bir yeri kalmayan, kendine yazılmış şiirler ve bestelenmiş şarkılarla avunan kocaman bir terkedilmişliktir.
    (manevra 05.10.2006 13:09)
  19. * içinde yaşarken bile kendisine hasret olunan şehirdir istanbul. ne kadar sevilse azdır..
    (herseyemaydanoz 13.10.2006 12:57 ~ 07.06.2008 18:35)
  20. 7 tepe üzerine kurulu, içinden deniz geçen memlekettir şehr-i istanbul.

    ömründe bir kez havasını soluyanı, toprağına basıp, suyunu içip, gün batımını birde o güzel çehresinden izletipte, kendisine insanı tutsak eden şehir.

    yazarlara, şairlere, en acemi aşıka bile ilham olan güzel şehir, sanki dünyanın başına konmuş bir taç gibidir.

    anadolu yakasından avrupa yakasına geçme eylemini karayolundan yaptığınızda, köprünün orta yerine gelince kendinizi arşa yükselmişte yukardan cenneti izliyormuş sanarsınız. eğer yolculuğunuz deniz üzerinden ise, önce haydarpaşa limanı karşılar sizi kocaman kocaman gemileri, sanki denize olta atmış, sizi bir balık misali yakalamaya çalışan o kocaman iş makineleri selamlar. ardından haydarpaşa, hani şu trenle anadoludan gelenlerin istanbul'a ilk vuruldukları yer. sonra kız kulesi bütün vakarlığı ve endamı, uzaktan mağrur duruşu ile sanki, sen dönerken ben seni yine burda karşılıyacağım der gibi bakar. ve az ilerde güzel köprü görünür istanbul'un bir simgesi daha. siz martılara simit atarken bir yandanda akıp giden trafiğe bakar, orda değil denizin ortasında olduğunuz için şükür edermişçesine o özgürlük kokan, iyot kokulu denizi havasını ciğerlerinize tepeleme doldurarak mutlu olursunuz. ve martılara bir parça simit daha, çünkü onlar bizim sessiz yol arkadaşlarımız. ve işte karşımızda dolmabahçe sarayı. size hem osmanlının ihtişamını, eski parlaklığını hatırlatır hemde kemal atatürk'ün vedasını mırıldanır.

    gemi iskeleye yanaşmıştır, ve artık veda vakti gelir sizi o yakadan bu yakaya taşıyan beyaz gelinciğe. iskeleden çıkınca bir derin nefes daha alınır ve hayata kulak kesilinir, işte istanbul her çeşit insanı ile önünüzde uzanmış size kendini anlatıyordur.

    istanbul'da doğup büyümüş olmak gerçekten büyük şanstır. ne kadar hayıflansakta bize seni böyle seviyoruz istanbulum.
    (hatasiz cool 14.11.2006 22:40)
  21. ne büyük saadettir o diyar-ı mukaddesi sevmek ve ne büyük ölmektir bilinmez bir istikametin de kadıköy hattının alıp götürmesi sizi ondan uzakta her hangi bir hayale..
    (muzafferercan 14.11.2006 22:53)
  22. 72,5 millet, yarısı orda yarısı burda, şehir sanılan ülke...
    (deep 12.12.2006 11:21)
  23. Üstad'ın sözleriyle açıklamak gerekirse;

    erkeklerin gözünde merhamet, kadınlarının gözünde iffet, gençlerinin gözünde saffet, yaşlılarının gözünde şefkat kalmamış olan şehir... ne de profesörünün gözünde hakikat, muharririnin gözünde samimiyet, tüccarının gözünde sadakat, polisinin gözünde cevvaliyet...
    benim güzel İstanbul'umda, sadece yemek, yutmak, içmek, şişmek, ısırmak, incitmek, aldatmak, atlatmak, çelmeye getirmek, tuzağa düşürmek sevdasında kaba nefs suratlarının çeşitli tuğraları...
    gel de meydanlarda, caddelerde, yol ağızlarında bir kenara çekilip dirseğini bir taşa ve başını eline daya; ve kimsenin farketmediği bu tuğraları hecelemeye çalış! göreceksin ki, benim güzel İstanbul'um, ruhiyle olduğu kadar suratiyle de çirkin mi çirkin!...
    dolmuşlarda kimse kimsenin hacim sahibi olmasına tahammül edemez. vapurlarda favorili delikanlılarla mini-etekli kızlar, kollarını birbirlerinin omuzlarına atmış, kadın-erkek kompleksini havada üstüste uçan sineklerin seviyesine indirmiştir. bir şeyin halisini bulmak öylesine muhâl olmuştur ki, pres makinesinde ve gözünüzün önünde portakal sıkan tezgâhtar, önceden portakallara şırınga ettiği terkos suyunun keyfiyle karşımızda sırıtmaktadır. nizamsızlıkta nizama memur beyaz trafik eldiveni, çözülmesi imkansız bir düğümü boyuna sıka dursun...
    mektep, adliye, sinama, gece kulübü, ibâdethâne ve bilmem ne hâneden boşalan insanlar sırasıyle küskün, kırgın, bezgin, bitkin, ölgün ve ezgin...
    benim güzel İstanbul'umun dâvâsı, ne idarî, ne siyasî, ne içtimaî, ne iktisadî, ne beledî, ne bediî; sadece ruhî ve ahlâkî...

    (gladonun turk tetikcisi 14.12.2006 19:17)
  24. mûcizeler ibdâ eden mukaddes şehir. her an her köşesinde târihin bir ânına şehâdet eden eserlerin âdetâ "beni de gör bu binâ ve beton yığınları âresinde" dercesine önünüze çıktığı şehr-i lâtîf.

    bir zamanların kostantinepol'ü. erguvan renkli, fâtihini bekleyen bizans şehri. ve o kutlu günde bütün kapılarını genç sâhibine ardına kadar açan belde. peygamberin cihan-kıymet dudaklarından isminin dökülmesiyle şeref-yâb olma sırrına mazhar olan belde. ne diyordu yaratılmamızın sebebi:ıstanbul bir gün muhakkak feth olunacaktır. onu feth eden kumandan ne güzel bir kumandan ve onu feth eden asâkir ne kutlu asâkirdir...

    nekre, şen tabiatlı lâle devri şâirine * acem mülkünü bir taşı için fedâ ettiren şehr-i şehîr:
    bu şehr-i stanbul ki bî-misl ü behâdır
    bir sengine yek-pâre acem mülkü fedâdır.

    saltanat-ı osmâniyenin pây-i tahtı, hilâfet-i islâmiyenin dârü'l-hilâfeti'l-âliyesi *.

    sazın, sözün, aşkın, muhabbetin türk dehâsıyle ittifâk ederek terkiplediği ve muhalled bir eser olarak vücûde getirdiği vilâyet. bir eli rumili'nde bir eli kâbe toprağı denen üsküdâr ve tevâbiinde, kâkül-i hoş-bûsu ise nehr-i azîzde * gezinen nazlı güzel. öyle ki güzellikte bî-hemtâ *, saâdette lâ-nazîr *...

    derûnunda sakladığı nice dürr-i şehvâr * mevcut. her biri bir gûşe-i uzlette. bir vakıtler efendimsiz cümlelerin başlamadığı ve yine efendimsiz kelâma hitâm verilmediği mekânların, irili ufaklı cumbalı evlerin, konakların, âşiyana* benzer köşklerin, leb-i deryâ sâhil-hânelerin *, kâşânelerin, kasırların * süslediği gülistân-ı hüsn *.

    tekke, dergâh, hankâh, türbe, mescid, câmi, kabristân ve hâmûşânlarıyle sokaklarında gezenleri mest ü hayrân eden, bu âlemden alıp başka başka târife gelmez diyârlara sürükleyip götüren, insanlığı, hoşgörüyü, muhabbeti, islâmı ve tasavvufu da hep bu mekânlarda öğreten, bir bir züvvârına * talîm eden mürebbî.

    uyanın uyanın bunların hepsi hayâl ve neticesi de melâl. zirâ bu anlattıklarımız hep târih kitaplarının tozlu sahifelerinde kaldı. bu şehirde yaşayanlar bütün bu güzellikleri de yanlarına aldılar ve cennet atlarına binip gittiler. şimdi ıstanbul, vasıfsız bir yığın şahsın tecâhüm ettiği, yolda yürümenin bile muhâl olduğu, sokaklarından pislik akan, iki yağmur damlasıyle trafik keşmekeşi yaşanan, çehrelerin gülmediği, insanların birbirine selâm dahi vermediği, sârıkların *, uğursuzların, tarih nedir, kültür ve medeniyet nedir bunlardan behre-yâb olamamış echel-i cühelânın fink attığı, sokaklarının beton binalardan gri renge boyandığı, zevkten nasibini alamamış mimârisiyle insanın içini karartan, üstüne üstüne gelen bir yer hâline geldi.

    amma ne dersek diyelim ıstanbul bir tâne. insan bunalır, kabz hâline girer, bed-bînlik ile hem-hâl olur, tâbir câizse "sis" şiirini okur, gerekirse tehammül edemez de lânet-gû * olur, fakat yine dayanamaz en azından galata köprüsü'ne gider huşyâr bir halde muhteşem süleymâniye'ye bakar, oradan topkapı sarayı'na atf-ı nazar eder, bir boğaz köyüne gidip çınar altında çayını yudumlar, kanlıca'da yoğurt yer ağzına tat keyfine neşve verir, eminönü'nde şekerci hacı bekir'de bir temr-i hindî şerbeti içer ferah-nâk olur, sultanahmed meydanı'nda firuz ağa ile beraber mukâbeleli okunan ezanı dinler sadra şifâ gelir, galata mevlevîhânesi'nde kendinden geçer ve belki kendini bulur, dîvânyolu'nda hayâle dalar ser-mest olur. sonra da bir bakar ki kapısının kilidini zorlamakta, bir ıstanbul mâcerâsı, ruyâsı, masalı daha sona ermekte. ve hayâtın hakikatleriyle rû-be-rû * gelmekte...
    (uydurellezine velbeceruhu 30.12.2006 07:55)
  25. türküde dendiği gibi:

    yedi da sene hapis da yatsam alacam senı, saracam senı...

    ne olursa olsun, istanbul benimdir, asla ondan geçemem.
    o şimdi züleyha gibi, yusuf tabiatlı bir himmet eli bekliyor...

    hazret-i istanbuldur o...
    (hashacip 30.12.2006 17:06)

<< >>



Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.