harf devrimi

  1. arap alfabesinden latin alfabesine geçişimize verilen isimdir.
    (slave 13.01.2008 18:55)
  2. geçmişten kopmamızda önemli bir etkisi olmuş bir devrimdir.
    (krgym 16.04.2008 17:31)
  3. okuma ve yazımın öğreniminde kolaylık sağlamış bir devrimdir.batı dillerinin öğreniminde arap alfabesinden sonra * latin alfabesini ezberlemek zorunda kalmamamızı sağlamıştır aynı zamanda.
    (urserpens 16.04.2008 19:22 ~ 16.04.2008 19:23)
  4. bazı kesimlerce atatürk'ten nefret etme sebebi olarak gösterilir. çünkü bu harf devrimiyle birlikte halkın tamamı okuma yazma bilmez hale gelmiş, osmanlıca tarihe karışmış ve arşivler de bu yüzden sınırlı kişinin okuyabildiği bir statüye konulmuştur.

    bu devrimin getirdiği güzellikleri saymaya tenezzül bile etmiyorum.
    (iknowthepiecesfit 14.06.2008 19:37)
  5. çirkinlikleri güzellikleri bir yana türk dil kurumunun ilk başkanının devrimden sonra; "bu vatan ve millete ihanettir" diyerek istifasını pek kimse bilmez..

    şimdi peyami safaya kulak verelim;

    --- alıntı ---
    Almanya’da Latin harfleriyle birlikte Alman Gotik harfleri de öğretilir ve bunu bir gerilik hareketi
    saymak hiçbir Alman’ın veya başka bir medenî millet mensubunun hatırından geçmez. Bizdeki devrim
    yobazlığının eşine cihanda rastlanmaz. Gençlere dünyanın hayran olduğu, Rusya’da heykeli dikilen
    Fuzûli’yi aslından mı okutmak istiyorsunuz? Mürtecisiniz. Türk tarihinin en büyük faslı olan Osmanlı
    tarihinin başlıca eserlerini mi okutmak istiyorsunuz? Mürtecisiniz... Devrimbazlar mugalata
    yapmasınlar. Latin harflerini atıp Arap harflerini getirmek istemiyoruz. Üniversitelerimizde okutulan
    Arap harflerini ve Osmanlıcayı liselerimizde de öğretmelerini istiyoruz. Buna Türk kanunları engel
    değildir. Akıl kanunları da bunu emrediyor. (Safa 1999, s.254.)
    --- alıntı ---
    (endorfin 14.06.2008 19:49 ~ 22.08.2008 16:46)
  6. insanlık tarihinde yobazlığa atılmış en büyük goldür.
    (goodboyum 15.06.2008 00:23)
  7. insanlık tarihinde bir halka ve bir dine atılmış en büyük goldür. bir gecede koskoca bir nesil cahil bırakılmış, yılların birikimi kitaplar ise okunamaz hale getirilmiştir.

    ha bunun yanında Atamızı severiz.
    sevmeyeni hapse yollarız.
    (detroitli kizil 15.06.2008 09:47 ~ 15.06.2008 09:48)
  8. sanayi devrimi,bolşevik devrimi,iran islam devrimi gibi dünya devrimlerinin yanında şapka devrimi,dil devrimi ve harf devrimi gibi devrimlerde vardır.harf devrimi arap dilinin alfabesi olan arap harflerinden,latin harflerine geçişi anlatmak için kullanılır,bu geçişi yapan kimdir türk milleti,bir milletin harflerinden başka bir milletin harflerine geçiş devrimin tanımı oluyor demekki,bari arap harflerini devirmişken göktürk alfabesine falan geçseydik.belkide devrim olarak adlandırılması bir gecede gerçekleşmesinden kaynaklanıyor olabilir.düşünsenize bir devrim daha yaptığımızı yarın sabah uyandığımızda tüm gazetelerin,dergilerin kiril harfleriyle çıktığını.ben olduğum yerde devrilirdim heralde.
    (motto 22.08.2008 00:44)
  9. allah'ın türkçe bilmediğini ve latin alfabesiyle yazılanları anlayamayacağını sananların sürekli saldırdığı devrimlerden biridir. bu konudaki iddiaları da bilgisizliklerinin göstergesidir. arapça bilen kitle, harf devrimini takip eden yıllarda da arapça okuyup yazmaya devam etmiştir. hatta, yine buradan öğrenecekler ki, devrimin ilk yıllarında gazeteler iki ayrı alfabeyle (arap-latin) yayınlanmıştır ki karşılaştırma, okuma, anlama şansları olsun... sonuçta arap harfleriyle okuyup-yazmak ne dün yasaktı ne bugün yasaktır. şunu da hatırlatmak gerekir ki, harfler işaretlerdir, diller farklıdır. dolayısıyla diyelim kiril alfabesini kullanarak da kur'an ayetlerini yazabilirsiniz, arap alfabesini kullanarak da latin harflerini kullanarak da... ha yok, ben illa ki şekilciyim diyorsanız, bre destur, allah bunu kur'anda yasaklamıştır!

    mustafa kemal'e gelince... sevenlerine göre, o tarih itibarıyla 11 milyon türk ve müslüman evladını itin köpeğin kölesi olmaktan kurtarmış olması, buna önderlik etmesi bile cennetlik olduğunun delilidir. sevmeyenleri diyar'da dahi çatır çatır ve "yazabildikleri kadar" yazarak alehinde atıp tutmaktadır zaten. ne hapsi allah aşkına yaaa...

    -edit-

    yukarıdaki tanım, artık burada olmayan ve "cahil avlayan" türden bir tanımdan sonra yazılmıştı. bu haliyle kelebek pozisyonunda olabilir ama içeriği doğru olduğu için silmiyorum!
    (hazeyame 22.08.2008 01:11 ~ 22.08.2008 12:21)
  10. harf devriminin temeli osmanlının son dönemlerine, yazının zorluklarından dolayı dayanmaktadır. ayni anlık bir mesele, kişisel bir olay değildir.

    ancak bu durum, osmanlının son döneminde kelime hazinesinin neredeyse bir milyona dayanmış olduğunu, çok geniş bir edebi hayatın var olduğunu ve bu devrim ile bu kültür ile bağın kesildiği gerçeğini değiştirmez.

    şu anda bile ingilizce, kelime sayısı olarak bu rakama yaklaşamadığını düşünürsek harf devriminin kolaylaştırıcı etkilerinin yanında, götürdüğü bazı şeyleri de görebilmek mümkün olur.

    bir de bu nesil dedelerinin mezar taşlarını okuyabiliyor mu ona da bakmak gerekir.

    her konuya siyah veya beyaz bakacağımıza, renk kuşağını kullanırsak ve eldeki verileri, doğru yorumlarsak fena olmaz, kullanarak bir sonuca ulaşmayua çalışırsak daha mantıklı bir sonuca ulaşabiliriz. takım tutar gibi konuları tartışırsak bir yere varamayız haliyle.
    (tulkas 22.08.2008 09:12)
  11. Günümüzde arap kültürünün, din anlayışının, ülkeleri nerelere sürüklediğini gözönüne aldığımızda karanlıktan aydınlığa doğru yakılan mumlardan sadece biridir.
    (kandan adam 22.08.2008 11:42)
  12. arapça ve arap edebiyatı çokça büyük, çokça gelişmiş bir dildir. bu dilin getirdikleri türkçenin o ahenkli yapısı ile birleştiğinde inanılmaz bir harman oluşmuştur. arapça, osmanlıca vedahi türkçe bilmeyen pek çok kişi bu konuda ahkam kesmekteyken uzmanlar bir hata yaparım diye geri atmaktadır. zira osmanlıca yalnızca bir "harf" değildir. 600 yıl gibi uzunca bir süre kullanılmış, zirveye çıkmıştır. hatta o kadar gelişmiştir ki hazine dairesi ve mali işlerde "ayrı bir osmanlıca" dili kullanılırdı. hala çözülemiyor bu dil. ha çözmeye çalışan da elbette biz değiliz, amerikan ekonomi profesörleri yıllardır arşivlerde, osmanlı ekonomisini çözmeye çalışıyorlar.

    osmanlı mezar taşları ile ilgilenen bir ingiliz akademisyen, henüz devletin çökmesinin ardından 50 yıl geçmesine rağmen bu taşların üstünde yazılanların okunamadığını görünce kendini şaşkınlıktan alamamıştır. onun göremediği ve benim görüp kahrolduğum diğer bir olay da atalarının yapıtlarını, yazdıklarını okuyamayıp bir de onlarla "dalga" geçebilenlerdir. onlar sapasağlam bir medeniyet kurmuş, yüzyıllarca ayakta kalmayı başarmış ve tuğla üstüne tuğla koyabilmiş bir millet idi. ya biz? atalarımızla dalga geçmekten mi gurur duyuyoruz? her şeyi şekil ve sadece şekilden ibaret sanmaya başladık. aşkı bile amerikanın filmlerinden öğreniyor, televizyon karşısında olmayan şeylerin hayalini kurar hale geldik. bu mu tatmin etmeli bizi. üretememek mi? adamlar zaten zamanında üretmiş olanları unutturmak istiyorlar. biz de onlara engel olmak yerine destek oluyoruz, kendimizle dalga geçiyoruz. bu da "aslını inkar eden çingenedir" sözünü bana hatırlatıyor.

    kenan evren ziyaret ettiği bir mekandaki osmanlıca yazılmış bir kitabeyi görür ve yanındaki kurmayına dönüp, "oku bakayım ne yazıyor şurada" der. adam durur, bir şey söyleyemez. bunu gören evren adeta çılgına döner, "atalarının yazdıklarını bile okuyamayanlar ne okuyacak?" diye haykırır.

    batı harflerine geçilmekte yanlış anlaşılan bir konu da harflerden ziyade kelimelerin kaybıdır. şu gün birisi "binanaleyh" derse gülünüyor, oysa ki çok güçlü bir bağlayıcı. ya da şöyle anlatalım, televizyonu açıyorsunuz bir yorumcu var altında "gazeteci-yazar" yazıyor. iyi de bu adam ne yazarı? neci bu adam?

    eskiden kelime önüne getirilen "mu" eki ile fiiller isimlere dönüştürülerek kişinin uzmanlığı anlatılırdı. "muallim, mühendis, muhaddis, müfessir.." gibi pek çok örnek verebiliriz. osmanlıca bilenler daha da artırabilir.

    iş bu sebeple, şekilci olmayı bırakmak gerekli. bir de araştırmak gerekli. osmanlıca devrimden çok önceden, ikinci mahmud döneminde latin alfabesi ile yazılmaya başlandı. fakat kelimelere sahip çıkılıyordu. bu kelime kaybı hepimiz için üzücüdür. zira bir dilin gelişmişliği içindeki kelime sayısı ile alakalıdır. şu an en geniş türkçe sözlük yüz bin sayısını geçememektedir. oysa ki yine ingiliz dilbilimcilerin ikinci abdülhamid zamanında yaptıkları araştırmada osmanlıca'da dokuzyüz bin kelime olduğu görülmüş ve oldukça sansasyon yaratılmıştı, zira kendilerinin en gelişmiş sözlüğü beş yüz bin kelime içeriyordu, o da zorlaya zorlaya.

    osmanlıca bilenler dahi çoğu kitabeyi hala anlayamamaktadır arapça bilmiyorlarsa eğer. sonra millet çıkıyor osmanlı ne yaptı, tüh bize, biz ne iğrenç milletmişiz diyebiliyor. daha arşive girip adamların yazdığını bile anlayamayacak kadar dejenere olmuşsak, geçmiş ne yapsın. bu kadar mı utanır insan geçmişinden.
    (gilgalad 22.08.2008 12:08 ~ 02.03.2009 09:35)
  13. (bkz: türkçe sözlükteki kelime sayısı)
    (hazeyame 22.08.2008 12:32)
  14. dünyanın en gereksiz devrimidir! harfle gelişmişlik paralel olsaydı; japonlar şimdi taşdevrini yaşıyor olurlardı... harf devrimi yapılalı 80 yıl oldu; geldiğimiz nokta ortada!
    (gambito 22.08.2008 12:51)
  15. arapça'nın dünyada egemen bir kültürün dili olduğuna - abbasiler dönemini istisna tutarsak - inanmak zor. bunu net olarak değerlendirmenin yolu herhalde o dilde bugüne kadar üretilmiş orijinal bilimsel ve kültürel yayınları toplamak ve diğer dillerdekilerle karşılaştırmak olur. bu konuda net bilgisi olan varsa lütfen paylaşsın, örneğin latince ile arapça'yı veya osmanlıca'yı bu yönden karşılaştırmak buradaki tartışmayı net bir sonuca bağlamayı sağlayabilir. benim burada verebileceğim tek sayı, geçen yıl yapılan bir araştırmanın sonucu: unesco verilerine göre yalnızca geçen yıl ispanyolca'ya çevrilmiş kitap sayısı son bin yılda arapça'ya çevrilmiş kitap sayısından fazlaymış.
    osmanlıca'ya gelince... kelime hazinesi bir dilin değerinin ve öneminin ölçütlerinden biri olabilir. ama, çeşitli küçük nüanslarla birbirinden ayrılan, neredeyse hepsi aynı anlamı taşıyan onlarca devşirme kelimenin varlığı bir dili zenginleştirmez bence. ingilizce'yi bugün dünya çapında bir dil yapan teknik, bilimsel ve kültürel kelime zenginliğidir, yoksa onların da günlük hayatta kullandığı kelime sayısı birkaç yüzü geçmez. bu yüzden, bugün dünyanın neresinde olursanız olun, bilimsel bir konuda fikir beyan etmek isterseniz bu dili kullanırsınız. osmanlıca hiçbir zaman böyle bir fonksiyon üstlenememiştir, çünkü bahsettiğimiz alanlarda osmanlı zaten hiçbir zaman öne çıkmayı becerememiştir, yada belki hiç böyle bir amacı olmamıştır. tersini iddia eden varsa, aynı dönemlerde avrupa ülkeleri ile osmanlı devleti'ni karşılaştırsın, kaç bilimsel kitap yazılmış, kaç sanat eseri üretilmiş, kaç yeni buluş yapılmış, baksın...
    asıl sorun, dünya üzerinde askeri güç olarak egemen bir ülke olmanın yanında kültürel olarak da baskın olabilmeyi becerebilmekte. bir dilin önemini asıl belirleyen bu... kendimize asıl sormamız gereken soru, islam ülkeleri'nin içler acısı halinin sebebi olmalı, neden hintliler, çin, brezilya dünyada giderek baskın karakterler haline gelirken hiçbir islam ülkesinin bunu yapamadığı. sürekli dış mihraklar engelledi geyiğinin arkasına sığınmak bizi kurtarmaz, hiçbir dış mihrak bir halkın kaderini daima elinde tutamaz. belki de mustafa kemal'in amacı gerçekten de geçmişle bağlarımızı tümüyle kesip sıfırdan yeni bir başlangıç yapmaktı harf devrimi ile...
    (samjaza 22.08.2008 13:36 ~ 22.08.2008 13:40)
  16. Sanırım Kur'an Türkçe inse sorun teşkil etmeyecek,, hatta övülecek eylemdi.

    Üniversitede iki yıl Osmanlıca görmüştük. Bilmeyenler için söyleyeyim, Osmanlıca da arap harfleriyle yazılan bir dildir. İki senede öğrenip o dersten geçene kadar iliğimiz kurumuştu. Kuraldan çok kural vardı. Aynı harf üç beş farkllı şekilde okunuyordu yerine göre. Hepimiz aynı şeyi düşünüyorduk: Üniversite öğrencileri iki senede doğru dürüst öğrenemiyorsak bir de ilkokul çağındaki çocuklara gösterilse ne olurdu.

    Kimsenin zoruna gitmesin bu devrim. Sanki arap alfabesini kullansaydık, bütün millet arşivlere mi saldıracaktık. Arşivleri kullananlar araştırmacı ve akademisyenlerdir. Zaten onlar da üniversitede bunun eğitimini aldıklarına göre sorun yoktur. Ama illa ki öğrenmek isteyeni tutan da yoktur. Burası özgür bir ülke dostlar, Arapça öğrenme yasağı yok.
    (esrar dede 22.08.2008 13:46)
  17. * *
    kazım mirşan üstadın bir iddiası var ki her geçen gün o iddiayı ıspatlar nitelikte deliller ortaya çıkıyor. mirşan'ın çalışmalarına göre etrüsk alfabesi "ön türk" alfabesidir. o alfabe de bugün bizim kullandığımız latin harflerinin temelidir. örneğin, bizim "a b c d e f g ......" diye giden harfler, yine bu iddiaya göre "bir cümledir" ve o cümlede "tanrı adına elde edilen zaferleri halka anlatmayı olumlu kılan sesleri veren, eskiden gelen işaretler" yazmaktadır. zaten latin harflerini bizden çok önce benimseyen batılı dil bilimciler de alfabenin neden "a" harfiyle başladığına bir açıklama getirememekte ve ot yolmaktadır.

    mesele, sadece 80 yıl önce arap harflerinden (şimdilik öyle kabul edecek olursak) latin harflerine geçmek midir? burada bir bilim adamı ve ömrünü bu işleri araştırmaya adamış biri diyor ki, "latin harfleri diye bir şey yoktur, onlar ön türkler'in kullandığı işaretlerdir"

    ben dahil "camilerin, medreselerin kitabelerinde ne yazıyor, okuyamıyorum" diye sızlananlar aslında bir kez daha enine boyuna düşünmeli...
    (hazeyame 22.08.2008 15:51 ~ 22.08.2008 15:54)
  18. tarih belgelerle yazılır, zaten tarihin başlangıcı sayılan asur - akadlıların da başlangıç sayılmasının nedeni yazılı belgelerin varlığıdır. şayet kesin bir belge yoksa, varsayımlarla bir karara varmak, bu karara varırken de, bu böyleymiş şöyleymiş, esasında budur gibi söylemler, karşınızda inandırabileceğiniz kadar saf veya inanmaya meyilli insanlar olduğu vakit işe yarayabilir.

    ve tanıma, türk dili profesörü doğan hızlan'dan alıntıyla devam edeyim: ( türkiye türkçesinin dünü, bugünü, yarını, sf. 25)

    türklerle ilgili, en eskiye ait bilgilerimiz, sıkı ilişkilerinin bulunduğu çinlilerin bıraktıkları kaynaklara dayanmaktadır. kimi bilginlerin, kökenlerini i.ö. I. bine, hatta daha eskiye götürdükleri çin kaynaklarında (örneğin shu-king'in en eski bahislerinde) çin'in kuzeyinde göçebe olarak yaşayan ve i.s. V. yüzyıla kadar, kendileri için tehlike oluşturan yabancı bir halktan bahsedilmektedir. (bkz. a. von gabain, 1950-1955: 14-29)

    tarihçiler, genellikle elimizde türkçe belgeleri bulunan köktürklerin, çinlilerce hsing-nu (okunuşu: şungnu) diye anılan asya hunlarının soyundan geldiklerini benimsmektedirler. i.ö. III. yüzyıl kaynaklarında geçen bu kavim adının huntuk ya da hunnu biçiminde söylenmiş olabileceğini belirten a. von gobain, bunun da hun adına çok yakın olduğuna işaret etmektedir. (aynı yer, s.14-15)

    elimizde, belgelere dayanan bilgilerin bulunduğu köktürk (ya da göktürk) iççin i.s. 557-581 yıllarına ait, çinlilerin chou-shu ve i.s. 589-618 yıllarına ait sui-shu sülaleleri kroniklerinde de bilgi verilmektedir. bu kaynaklarda, çinlilerin t'u,chüeh adını verdikleri köktürklerin hun soyundan geldiklerinden, demir işlediklerinden söz edilmekte, doğuş efsaneleri (bir dişi kurdun beslediği çocuktan türeyişleri) kaydedilmektedir. (bkz. b. ögel, 1957: 84 ss.)

    neyse konunun daha fazla dağılmasını istemiyorum. kazım mirşah çeşitli varsayımlarda bulunmuş, elinden geldiğince de bunları desteklemeye çalışmış olabilir. ancak bu varsayım, türklerin arap harflerini bırakıp, latin harflerine dönüş yaptılarında özlerine dönmüş olduklarını haklı çıkartmaz. önemli olan öze dönmekse, göktürk harflerini benimsememiz, o günkü dil ile konuşmamız daha mantıklıdır.

    daha önce girdiğim tanımda, latin harflerinin cumhuriyet döneminden daha önce tartışılmaya başlandığını söylemiştim. latin harflerinin, yazımı kolaylaştırdığı, eğitimi daha kolaylaştırdığı bir gerçek. zaten bu devrimde de amaçlanmış olan şey de bundan başka bir şey değildi, en azından benim çıkarımım bu yönde ve şu anda kullandığım dilimi de seviyorum. ancak, olayı farklı boyutlara çekmek, latin harflerini türklere, türklüğe mal etmek gereksiz ve mantıksız. en azından bunu apaçık ortaya koyan belgeler ortaya konulmadan.

    bir de, şu var hem arapça, hem de latin harfleri kiril alfabesi kökenli. her iki dil, aynı dil ailesinde yer alıyor. nasıl oluyor da, bir dili yüceltip, diğer dili de yerin dibine sokmak mümkün oluyor.

    ve bir ekleme daha yapmakta fayda var, zamanında latinceden arapçaya çevrilmiş olan kitaplarla, günümüz medeniyeti olarak adlandırılan batı, kitaplarının eksik kısımlarını tamamladılar. dünyanın gelmiş geçmiş en büyük medeniyeti olarak kabul edilen eski yunan medeniyetinin filozoflarını, zamanın arap filozofları yorumladılar ve hala daha en başarılı yorumlayanlardan bazıları olarak kabul edilmekteler.

    neden batıya yüzümüzü çeviriyoruz derken, bir kalemle tüm geçmişimizi, tarihimizi silelim ki?

    arap harflerini kullanmış olmamız arapça yazıp okumuş olduğumuz manasına gelmez. elbette ki, arapça okumak yazmak yasak değil; ancak bu durumun, harf değişikliğiyle en ufak bir alakası bulunmamakta. şu anda latin harflerini kullanıyoruz diye, latince mi konuşuyoruz?

    neyse, çok laf ettim, çok konuştum, bir ihtimal boş da konuştum; zira bu konu hem dil, hem de tarih ile ilgili. ancak her konuyu uzmanına bırakmadığımız gibi, bu konuyu da kendi üzerimize aldık. ben bu konuda çok ciddi bilgiye sahip olmadığımı kabul ediyorum; ancak görüyorum ki, karşımda da, ufak bir iki cümle ile olayı özetlediğini düşünenler var. bu tarz konular, ciddi ve üzerinde akademik olarak konuşulması tartışılması gereken konular. umarım bir gün işi hakikaten bilene teslim etmeyi, işi bilenlerin de hakikaten hakikatleri söylemesi işini başarırız.


    son olarak, yüksek inşaat mühendisi, kazım mirşan'a göre :

    * Yazı, M.Ö. 16.000 yılında Türkler tarafından icat edildi.

    * Kürtçe; Ön Türkçe'den sözcükler barındırdığı gibi bu sözcükleri Arapça ve Farsça'ya da taşımıştır.

    * Anadolu'da da Ön Türkçe yazıtlar bulunmaktadır.

    * Roma'nın küllerinden kurulduğu medeniyet olan Etrüskler Türk'tür. (Etrüskçe yazıtlar ilk defa 2004 senesinde Kazım Mirşan tarafından çözümlenmiştir.)

    * Romalılardan önce İtalya Yarımadası'nda yaşayan Etrüsklerin konuştuğu dil olan Etrüskçe, Türkçe kökenlidir.

    * İskandinavya dahil, tüm Avrupa'da 5000'den fazla Türkçe yazıt bulunmaktadır.

    * Tüm dünya alfabelerinin kökeni Türk alfabesidir.

    * İlk Türk devleti Hun İmparatorluğu olmadığı, ilk Türk devletinin Bir Oy Bil olduğu görüşündedirler. Ardından At Oy Bil, Türükbil- (karşılığı:Göktürk) gelir.

    * Türk tarihinin çok eskilere dayanması gerektiğini gösteren en büyük delil ise; Orhun Yazıtlarıdır. Çünkü Orhun Yazıtları'nda kullanılan dil ve noktalama işaretleri bu dilin en gelişmiş hali olduğu sonucuna götürmektedir. Böyle bir dilin oluşabilmesi için en az 3000 yıl geriye gidilmesi gerekir.

    * Bugün Çin sınırları içerisinde 300 metre boyunda piramitler bulunduğu ve bu piramitlerin Mısır'dan çok önce inşa edildiği tespit edilmiştir. Mısır'ın dip kültüründe de Türkler olduğu iddia edilmektedir. Bknz.Çin Piramitleri.

    * Norveç, İsveç, Portekiz ve Fransa'daki mağaralardaki yazıların Türk damgaları (harfleri) ile okunduğunda anlamlaştığı ileri sürülmektedir.

    * İskitlerin yani Sakalar'ın Türk kökenli.

    * Etrüskler, Truvalılar, Sümerler, Hititler ve Friglerin dip kültüründe Türk uygarlığı olduğu görüşü de ileri sürülmektedir. Bu kavimler Türk olmasa bile dip kültüründe Türk etkisi vardır.

    * Japon ve Çin medeniyetinin de dip kültüründe M.Ö. 4000 yıllarında Orta Asya'dan Çin'e ve Japonya'ya göçen Türkler var.

    * Türkler Anadolu'ya 1071'de değil, M.Ö. 7000'li yıllarda gelmişlerdir. Çevresi denizle çevrili Anadolu'yu sürekli besleyen Türk göçleri buraya sıkışmışlar ve Türk varlığını tesis etmişlerdir. Oğuzlar Anadolu'ya geldiklerinde karşılarında aynı dili konuşan pekçok Türk grubu ile karşılaşmışlardır.

    * M.Ö. 10.000 yıllarında ılıman iklim ve büyük göllerin olduğu anlaşılan Orta Asya'nın kuruması ve çölleşmesiyle Türk gruplarının çevre ülkelere yayıldığı ve diğer kültürlere etki yaptıkları ileri sürülmektedir. Bering Boğazı'ndan geçerek Kızılderili ve Güney Amerika kültürlerinin diplerinde de Türk etkileşimi olduğu ileri sürülmektedir.

    * Yunanistan'ın Ön-Türkçe adının İç-Üy-Ök olduğu ileri sürülmektedir.Aynı zamanda yunan kitabelerindede anadolu'dan gelen ve demiri çok iyi işleyen bir topluluk olduğu yazılmaktadır.Ancak bu toplumun mevsimlik geldiği bilinmektedir.Bu toplumun ön türkler olabileceği ileri sürülmüştür.

    * Kazım Mirşan Mısır-Sina'da piramitlerdeki yazıtlarda Ön-Türkçe kartuşlar bulmuştur.

    * Kazım Mirşan Bizans'ın ilk kurulduğu dönemlerde Ön-Türkçe konuştuğunu ileri sürmektedir. Kanıtı ise;Trabzon'daki Rum Kilisesi'nde sadece Ön-Türkçe okunabilen yazılardır.Kazım Mirşan daha sonraları başka kültürlerden etkilenerek bizansın ön türk dilini kullanmamaya başladığını ileri sürmektedir.

    not: kazım mirşan ile olan kısım wikipedia'dan direk olarak alıntıdır.
    (tulkas 22.08.2008 16:45 ~ 22.08.2008 16:53)
  19. ''Her vasıtadan evvel büyük Türk milletine onun bütün emeklerini kısır bırakan çorak yol haricinde kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lazımdır. Büyük Türk milleti cehaletten az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak latin esasından alınan Türk alfabesidir.'' (Kemal Atatürk, Söylev ve Demeçler I, s. 359)
    ''Harf devrimi Mustafa Kemal'in en büyük zaferidir. Çünkü, dediğim gibi, harf devrimi yapılmadıkça okuma yazma oranını artırmak, düşünme alışkanlığını yaygınlaştırmak, kısacası aydınlanmayı başlatmak olanaksızdı.'' (Prof. Dr. Cem Eroğul, İkinci Cumhuriyet Tartışmaları, s. 202)
    SORU 20
    Harf devrimi, Türkiye'de okuryazarlığın yaygınlaşmasını sağlamış mıdır?
    1920'lerden bu yana Türkiye'de okuryazarlık oranının artmış olduğu doğrudur. Ancak artışı etkileyen faktörler o kadar çok ve çeşitlidir ki, Latin alfabesinin kabulünün bu sonuçta oynadığı rolü kestiremeyiz. Çeşitli dönemlerde uygulanan okuma-yazma kampanyalarının yanısıra, örneğin mecburi ilköğretim, mecburi askerlik, köylere yol ve okul yapılması, gelişen para ekonomisi, artan sosyal hareketlilik gibi faktörler bu çerçevede sayılabilir.
    Milli bir seferberlik olarak benimsenen ve olağanüstü bir ısrarla sürdürülen okuryazarlık kampanyasına rağmen, 1927-35 arasında yeni okuma-yazma öğrenenler resmi rakamlara göre Türkiye nüfusunun sadece % 10.3'ünü (1927'de okuryazar olmayan nüfusun % 11.2'sini) bulmuştur.1 Oysa, örneğin 1960-70 yılları arasında okuryazar sayısındaki artış, toplam nüfusun %27.2'si ve 1960'ta okuryazar olmayan nüfusun %40.1'idir. Bu rakamlar, okuryazarlık artışında belirleyici olan faktörün harf devrimi olmadığını düşündürmektedir.2
    Harf devrimini izleyen yıllarda gazete satışlarında görülen ve yaklaşık yirmi yıl boyunca telafi edilemeyen düşüş ise, harf devriminin, okuryazarlık oranını artırmak şöyle dursun, azaltmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir.3
    Devrimin gerekçeleri
    Arap alfabesinin Türkçe'nin yapısına uymadığı, dolayısıyla sistematik
    bir imlanın oluşmasına imkân vermediği ve okuma-yazmayı zorlaştırdığı görüşüne 1860'lardan itibaren rastlanır. 1863'te ünlü Azerbaycanlı yenilenmeci Feth Ali Ahundzade Osmanlı yazısında köklü bir reform projesini sadrazam Fuad Paşa'ya sunmuş, birkaç yıl sonra yine Ahundzade, bu kez Latin alfabesinin kabulü yönünde daha radikal bir öneriyi ortaya atmıştır. Aynı yıllarda, modern Türk eğitim sisteminin kurucularından Münif Paşa Arap alfabesine dayalı bir ayrık yazı (huruf-u munfasıla) sisteminin benimsenmesini savunmuştur.4
    1879'de Latin ve Yunan bazlı Arnavut alfabesini geliştiren Şemseddin Sami Bey, benzeri bir reformun Türkçe'ye de uygulanmasını önermiş; Arnavutların 1908'de tamamen Latin yazısına dayalı bir alfabeyi kabul etmeleri de, Meşrutiyet döneminin Türk reformcu çevrelerinde büyük yankı uyandırmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında orduda Enver Paşanın önayak olduğu bir ayrık yazı sistemi benimsenirken, yine aynı yıllarda Latin alfabesinin Türkçeye uyarlanması yönünde çeşitli önerilere tanık olunmuştur.
    Rum veya Ermeni yazısıyla basılı Türkçe kitapların, 19.cu yüzyıl sonlarında gayrımüslim Anadolu halkı arasında kazandığı yaygın okuyucu kitlesi de yazı reformu tartışmalarına hız veren bir unsur olmuştur.
    Gerek ayrık yazı gerek Latin alfabesi savunucularının ısrarla üzerinde durdukları nokta, "harflerimizin ve imlamızın bitmez tükenmez zorlukları" ile, harf ıslahatının "medenileşmeyi" mucizevi bir şekilde hızlandıracağı inancıdır.
    Gerekçenin geçerliği
    Eski yazının zorluklarına dair objektif ve kıyaslamalı bir değerlendirme, yazı reformcularının bu konudaki engin heyecanını paylaşmayı güçleştirmektedir.
    Eski yazı: Arap yazısı alfabesel bir sistemdir. Yani her harf – tıpkı Latin ve Yunan alfabelerindeki gibi – prensip olarak bir tek sesi ifade eder. Türkçe'de kullanılan biçimiyle alfabenin 31 harfi ve bellibaşlı 7-8 düzeltme işareti vardır. Bunları ezberlemenin, 29 harf ve bir düzeltme işareti içeren yeni Türk alfabesini ezberlemekten çok daha zor olacağını düşünmek için bir neden yoktur. Arap yazısındaki bazı harflerin sözcük başında, ortasında ve sonunda farklı biçimler almalarına karşılık, yeni yazıda da – Arap yazısında olmayan – küçük ve büyük harf ayrımı vardır.
    Asıl zorluk üç noktadan kaynaklanır. İlk önce, Arap dilinin özelliklerine göre oluşmuş olan alfabenin, Türkçenin bazı ses ve nüanslarını ifade etmekte zorlandığı bir gerçektir. Bellibaşlı zorluklar, dört ayrı değeri olan vav (v, u, ü, o), dört ayrı değeri olan kef (k, g, ğ, -in)
    ve iki ayrı değeri olan ye (i, y) harflerinden doğar. Türkçe'ye özgü 'ı' sesine tatmin edici bir çözüm bulunamamıştır. Arapça'da farklı sesleri ifade eden bazı harfler ise, Türkçe'de tek sese (ze, zal, za, zad, 'z'ye; se, sin, sad, 's'ye; ha, hı, he – İstanbul lehçesinde – bir tek 'h'ye) indirgenmiştir. Arapça kökenli kelimelerde rastlanan 'ayn harfi, Türkçe'de karşılığı olmadığı için, imlada belirsizlik yaratabilmektedir. Öbür harflerin telaffuzunda önemli bir sorun yoktur.
    İkinci zorluk, Arap yazısında bazı sesli harfleri yazmama veya düzeltme işaretleriyle (hereke) belirtme usulüdür. Arap diline mükemmelen uyan bu özellik, Türkçe'de okumayı zorlaştırmakta, buna karşılık yazı yazmayı, Latin alfabesiyle karşılaştırılmayacak ölçüde kolaylaştırmaktadır.
    Nihayet, Arap yazısında çoğu harfin birbirine bağlı olarak yazılması usulü de, yazmayı kolaylaştırıp okumayı zorlaştıran başka bir unsurdur.
    İngilizce: Arap alfabesinin Türkçe'nin bazı özelliklerine uymadığına dikkat çekilirken, aynı durumun çok daha şiddetli boyutlarda, Latin alfabesi ile örneğin Fransız ve İngiliz dilleri arasındaki ilişki için de geçerli olduğuna değinilmesi gerekir.
    Örnek olarak İngilizce'yi alalım. Bu dile özgü 22 veya 24 farklı sesli ve çift-sesliyi (vowels and diphthongs), Latin yazısındaki beş-altı harfle ifade etme çabasının nasıl içinden çıkılmaz bir imla kargaşası yarattığını, İngilizce öğrenmeye çalışanlar pek iyi bilirler. Klasik örnek, I, eye, aye, by, buy, bye, lie, right, write, rite, rhyme, Rhine, Thai, rind, isle örneklerindeki gibi, bir düzineden fazla farklı yazılışa sahip olan 'ay' sesidir. Benzer listeler, 'ey', 'ou', 'au' vb. sesleri için de verilebilir. Her, war, law, well sözcüklerinde rastlanan İngilizce seslilere ise, Latin alfabesinin geleneksel fonetik değerleriyle yaklaşmak bile mümkün değildir.
    Sessiz harflerde de durum farklı değildir. Örneğin 'k' sesi, yerine göre k, c, ck, ch, cq, cc, q veya kh şeklinde yazılabilir. C harfi, e veya i'den önce gelirse genellikle 's' okunursa da istisnaen 'k' (Celt) veya 'ş' (racial) okunabilir. Ch bileşiği çoğu zaman 'ç' okunmakla beraber, bazen 'k' (character), 'ş' (charade), hatta 'kh' (loch) değerlerini alabilir. Çift c, yerine göre 'k' (occur) veya 'ks' (access) sesini verir. Q harfini muhakkak u izlediği söylenirse de, yabancı kökenli sözcüklerde bu kural uygulanmayabilir (Qatar); ayrıca qu bileşiği, duruma göre 'kyu' (queue), 'ku' (queer) veya sadece 'k' (conquer) sesini belirtebilir.
    İngilizce yazımı sistemleştirme, hatta yeni bir fonetik alfabe oluşturma yönünde fikirler, özellikle Amerika'da, 19. yüzyıl sonlarında ortaya atılmışsa da, bu tür çabalar genellikle "kaçıklık" olarak değerlendirilmiş ve rağbet görmemiştir.
    Buna rağmen, İngilizce konuşulan ülkelerin birçoğunda yüzde yüze
    yaklaşan okuryazarlık oranlarına ulaşıldığı bilinmektedir.
    Japonca: Japon dili, 10.cu yüzyıldan bu yana, birbirinden farklı üç yazı sistemini bir arada kullanagelmiştir. Bunların en eskisi olan Çin resim-yazısı, bildiğimiz anlamda bir alfabe değildir. Her biri en az bir ve en çok yirmiüç fırça darbesinden oluşan karakterler (kanji), yerine göre Çince'den alınmış bir sözcüğü (Türkçe'deki Arapça ve Farsça deyimler gibi) veya anlamca buna yakın Japonca bir deyimi veya telaffuzu Çince sözcüğe benzeyen fakat anlamca ilgisiz bir Japonca heceyi ifade ederler. Üç yorumdan hangisinin geçerli olduğu, metinden anlaşılır. Japonca takı ve ekler ayrıca yazılır. Yakın dönemde yürürlüğe konan eğitim reformuyla, her Japon'un öğrenmesi gereken kanji adedi 1950 ile sınırlandırılmıştır. Yüksek öğrenim görmüş bir Japon'un kullandığı kanji sayısı 3-4,000 civarındadır; Japon dilinde teorik olarak mevcut kanji sayısının ise 40,000 kadar olduğu söylenmektedir.
    Ortaçağdan bu yana kullanımda olan hiragama yazısı, Japon dilinin hecelerini fonetik olarak ifade eden 48 harften oluşur ve kanji ile birlikte kullanılır. Japonca'yı sadece hiragama kullanarak yazmak mümkünse de, uygulamada cahillik sayılır. (Eski devirde kanji erkeklerin, hiragama ise sadece kadınların kullandığı bir yazı sistemi idi.) Yine 50 civarında işaretten oluşan katakama yazısı teknik terimleri, yabancı deyimleri ve anlamsız sesleri fonetik olarak ifade etmeye yarar.
    Yazıyı sadeleştirmeye yönelik bazı reformlar, eğitim bakanlığı tarafından 1950'lerde yürürlüğe konmuş; bu arada, eskiye oranla biraz daha çok hiragama kullanımı teşvik edilmiştir.
    Japonya'da okuryazarlık oranı halen yüzde yüz düzeyindedir. Ayrıca Japon dilinin Latin alfabesiyle yazılı şekli ilkokullarda zorunlu ders olarak okutulduğundan, Latin alfabesi bilgisi de genç kuşaklarda yüzde yüz dolayında bulunmaktadır.
    Başka gerekçeler
    Meşrutiyet aydınlarını yazı reformu düşüncesine sevkeden unsurları şöyle özetleyebiliriz:
    1. Alfabeyi kolaylaştırmakla cehaletin ortadan kalkacağı inancı.5
    2. Şarklılık kompleksi, ve şarklılığın görünür bazı belirtilerini ("eciş bücüş yazı", fes, sultan vb.) terketmekle kültürel değişimin sağlanabileceği hayali.
    3. 1910'lardan sonra, müfrit Türk milliyetçiliğiyle birlikte ortaya çıkan Arap düşmanlığı.
    Ancak asıl hareket noktaları bunlar olsa da, 1928 devrimini oluşturan tedbirler bütününü bu kadar masum gerekçelerle açıklamak zordur. Yazı reformunun okuryazarlığa etkisini, sembolik-ulusal değerini vb. bir an
    için kabul etsek bile, bu amaçları elde etmek için a) ilköğretimde yeni yazıyı esas almak, b) resmi yazışmalarda yeni yazı kullanımını zorunlu kılmak, ve c) yayıncılıkta yeni yazı kullanımını devlet eliyle teşvik etmek hiç şüphesiz yeterli olurdu.
    Oysa 1928 Harf Kanunu, bunlarla yetinmemiştir. Kanunun 4.cü maddesi, kanunun yayın tarihinden iki hafta sonra başlamak üzere eski yazıyla her türlü gazete ve mecmua yayınını yasaklamakta; 5.ci madde ise, ertesi yıl itibariyle, eski yazıyla kitap basılmasını suç haline getirmektedir. Daha radikali, 9.cu maddedir:
    "Bütün mekteplerin Türkçe tedrisatında Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat icrası memnudur."
    Bunun anlamı, eski yazı bilgisinin toplumdan silinmesidir. Devrim projesinin başarıya ulaşması halinde, ülkenin 900 yıllık kültür birikimini okumak ve yorumlamak imkânının yokedilmesi öngörülmüştür. 1929'da ilk ve orta dereceli okullardan Arapça ve Farsça dersleri kaldırılmıştır. 1930'da imam-hatip okullarının ve 1933'te İstanbul Darülfünununa bağlı İlahiyat Fakültesinin kapatılmasından sonra, Türkiye'de yaklaşık yirmi yıl boyunca hiçbir resmi ve özel yasal çerçevede eski yazıyla Türkçe eğitimi verilmediği anlaşılmaktadır. Sadece İstanbul Edebiyat Fakültesi ve Ankara DTC okulunda Arapça ve Farsça kürsüleri bulunmaya devam etmişse de, bu kürsülerde ders alan öğrenci sayısı hiçbir zaman üç-beşi aşmamıştır.
    İlk Çin imparatorluk hanedanının kurucusu Shih Huang Ti'nin (MÖ 221-210), kurduğu devlet düzeninin sorgulanacağı korkusuyla, ülkesinde geçmişte yazılmış tüm kitapların yakılmasını emredişinden bu yana geçen ikibinikiyüz yılda, devlet eliyle girişilmiş bu boyutta bir kültür katliamına yeryüzünün herhangi bir yerinde rastlamak mümkün değildir.
    Notlar
    1.
    1927'de Türkiye'de okuryazarlık oranını %8.1 olarak veren sayım rakamları doğrulanmaya muhtaçtır. 1895 yılına ait Osmanlı istatistiklerinde Anadolu ve Rumeli'nde 5-10 yaş kız ve erkek İslam çocuk nüfusunun %57'si ilkokul öğrencisi gözükür (Devlet-i Aliye-i Osmaniyenin 1313 Senesine Mahsus İstatistik-i Umumisi; ayrıca bak. Soru 26). Aynı düzey eğer 1914'e kadar korunmuşsa, 1927'de 20-42 yaş kuşağı Türk nüfusunun aşağı yukarı yarısının az çok ilkokul eğitimi görmüş, dolayısıyla eski yazıyla okuryazar olması gerekir. Bu da, 1914'ten sonra eğitim sisteminin iflas etmesi ve savaş telefatı gibi etkenler hesaba katılsa bile, toplam nüfusta en az %30 civarında okuryazarlık demektir. Dolayısıyla ya Osmanlı istatistiklerinin, ya 1927 sayımının gerçekleri tahrif ettiğini kabul etmek zorundayız.
    2.
    Resmi sayımlara göre nüfus ve okuryazar sayıları şöyledir:
    Nüfus (bin) Okuryazar (bin)
    1927 13,650 1,106
    1935 16,157 2,453
    1960 27,755 8,901
    1970 35,605 16,455
    İki zaman noktası arasında okuryazar oranının "kaç kat arttığı", anlamlı bir istatistik olmaktan uzaktır. Önemli olan, toplumda okuma-yazma bilmeyen insanların ne kadarının, belirli bir dönemde, okuma-yazma öğrenme ihtiyacını duymuş veya imkânını bulmuş olduklarıdır. Yukarıdaki sayılara göre (ölüm ve muhaceret faktörlerini hesaba katmazsak) 1927'de okuma-yazma bilmeyen 11,544,000 kişiden 1,347,000'i, bunu izleyen sekiz yılda okuma-yazma öğrenmişlerdir.
    Normal zekâya sahip insanlar azami üç ayda okuma-yazma öğrendiklerine ve aşağı yukarı her köyde okuryazar birkaç kişi 1920'lerde bile bulunacağına göre, okuryazarlık artışı bir imkân ve organizasyon (arz) sorunundan çok bir istek ve ihtiyaç (talep) sorunu olarak görünmektedir. Dolayısıyla, 1928'i izleyen alfabe seferberliğinin uğradığı başarısızlık, "kadro yetersizliği, olanak yokluğu" vb. gerekçelerle açıklanamaz. Anlaşılan memlekette 1928 itibariyle okuryazarlık isteği ve ihtiyacı yaygın değildir.
    3.
    1908-1914 döneminde Türkçe İstanbul basınının günlük tirajının – kesin rakamlar bilinmemekle beraber – 100,000'in epeyce üzerinde olduğu anlaşılıyor; ayrıca dönemin taşra basını da son derece canlıdır. İstanbul ve Ankara'da yayınlanan Türkçe gazetelerin toplam tirajı 1925'te 40,000'e (bin kişide 3.2), 1928 sonunda 19,700'e (bin kişide 1.4) düşecek ve 1940'ların sonuna kadar, mutlak sayıdaki tedrici artışa rağmen, binde 4-5 düzeyini aşamayacaktır.
    4.
    Ayrıntılı bilgi için bak. Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi.
    5.
    1928'de başlatılan alfabe seferberliğinde halkın tamamını bir-iki yılda okuryazar hale getirmenin hedeflendiği anlaşılıyor. Reisicumhurun 1929 sonbaharından itibaren 8-9 ay süreyle kamu işlerinden uzaklaşıp adeta inzivaya çekilmesinde, olağanüstü bir enerjiyle benimsemiş olduğu bu projenin uğradığı başarısızlığın da bir rolü olabilir.

    Sevan Nişanyan-Yanlış Cumhuriyet-20.Soru
    (hasuta 05.12.2008 00:23)
  20. ''Atatürk'ün bıraktığı rejimin en parlak yönlerinden birisi de milli dilimizdir. Dünyanın en güzel ve en zengin dili olan Türkçemiz, eski çağlarda Arap, Acem dillerinin etkisi altında kalmış, yeni uygarlık ve bilgi gelişmelerine ayak uyduramamıştı. Konuşma dilimizle yazı dilimiz arasında derin bir uçurum açılmıştı. Türk kültürü ilerliyemiyor, halk tabakaları arasına yayılamıyordu. Atatürk, 1932 yılında kurduğu Dil Kurumu ile bu ihtiyaca cevap verdi.'' (İbrahim Hakkı Konyalı, 1938)
    SORU 22
    Dil devriminin amacı, Türkçe yazı dilini konuşma diline uyarlamak mıdır?
    I.
    Cumhuriyet Halk Partisinin 1935 tarihli Programı, şu kavram ve deyimlere yer verir: "törütgen yetkiler", "irde kaynağı", "özgür ertik sahipleri", "kınavlar arasındaki uyum", "yoğaltmanlar arasında asığ kavgaları", "çıkat tecimi için kipleştirmek", "hayvan yeğritimi", "ciddiğ bir yasav", "ertik okulları", "taplamak", "yüret ve bildirge işleri", "tutaklar ile kapsıkları ayırmak", "ulusun yüksek asığı", "klas kavgası ergesi", "özel yönetgeler ve şarbaylıklar", "arsıulusal ergelerle cemiyet yapmak", "kıymetli izdeşler".
    Türkçe oldukları ileri sürülen bu ve benzeri deyimlerin Türk okuru tarafından anlaşılamayabileceği gözönünde tutularak, programa 170 kelimelik bir sözlük eklenmiştir.1 Bildiğimiz kadarıyla yeryüzünde sözlükle birlikte yayınlanan ilk ve tek siyasi parti deklarasyonu budur.
    Atatürk'ün 1934'te bir diplomatik davette yaptığı aşağıdaki konuşma da, dil devriminin Türkçeyi halk diline yaklaştırıcı katkılarına ilginç bir örnek sayılabilir:
    "Altes Ruvayal! [...] Süerdemliği, önü, bu iki ulus, ünlü sanlı sözlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini o denlü yaltırıklı yöndemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özençe değer değildir. Avrupanın iki ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak, baysak, önürme, uygunluk kıldacıları bulunuyorlar. Onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: baysal utkusu."2
    II.
    Türkçenin "öz" Türkçe sözcüklere indirgendiğinde halk diline daha yaklaşacağı şeklindeki yersiz inanışa ilişkin ilk hatırlatılması gereken şey, Türkçe konuşma dilinde Orta Asya kökenli (Kemalistlerin deyi-miyle, "öz" Türkçe) kelimelerin oldukça düşük bir oran tuttuklarıdır.
    Dilin en temel 300 ila 500 kelimesi ağırlıkla Orta Asya kökenlidir. Bunlara ("yemek", "içmek", "gitmek", "gelmek" gibi) basit fiiller, ("bu", "ben", "öbür", "aşağı", "yukarı" gibi) belirsiz sıfat ve zamirlerle edatlar, ve (birden bine kadar) sayılar dahildir. Ancak spesifik herhangi bir konuya ait söz hazineleri (örneğin meslek adları, sebze, meyva ve yemek çeşitleri, nalburiye ve bakkaliye maddeleri, futbol terimleri, tamircilik ve trafik terimleri, temel hukuk ve bürokrasi deyimleri, ay ve gün isimleri, küfürler vb.), ezici çoğunlukla, Arapça, Farsça, İtalyanca, Fransızca, İngilizce gibi farklı dillerden kaynaklanırlar. Günümüz konuşma Türkçesinin iskeletini oluşturan 5000 kelimenin sadece %30 kadarı Orta Asya kökenlidir.3 Bunun da %5-10 kadarı, dil devrimi sonucu konuşma diline giren yeni kelimeler olduklarına göre, bundan altmış yıl öncesinin Türkçe konuşma dilinde Orta Asya kökenli kelimelerin ancak %20 dolayında bir oran tuttuklarını tahmin edebiliriz.
    5-6 Kasım 1994 tarihli gazete ve dergilerden rastgele topladığımız aşağıdaki deyimlerde, italik olarak dizili olanlar dışında Orta Asya kökenli sözcük yoktur:
    Dükkanın elektrik faturası, patates salatası ve palamut ızgara, modern popun ilahı, domates fiyatları, merhaba moruk, sabahleyin hava berbattı, vapur bileti, telefona hemen cevap vermedi, çikolatalı pasta, fıstık fındık parası, cesetten bazı organlar, bedava tatil, ahlaksız, hayasız adamlar, ihbar, anında devlete yapılır, şampiyonlar liginde Galatasarayın hali, bomba gibi kaset, enfes bir kitabın sahibi, milyar değil, kuruş haram, merkez partiler tabanlarını kayb-ediyorlar, hafif sarhoş sofradan kalkmışlar, dünyada felaket çanları, elektrikli sandalye, müthiş minibüs, belediyede dozerli teftiş, motorundan şasisine kadar, kalite standardı, moda dünyasının kalbi, perşembe ve cuma, hazırladığı pembe ve gri renklerdeki çamaşır modelleri, polisler tarafından adli tıbba götürüldü, müzik grupları sayesinde, kaptan köşkü, lodos, poyraz, alt tarafı sabun canım.
    Sözlüğün rastgele bir bölümünden topladığımız Türkçe konuşma diline ait aşağıdaki sözcüklerin tümü, Farsçadan alınmadır:
    çabuk, çadır, çağla, çanak, çarçur, çardak, çare, çarık, çark, çarşaf, çarşamba, çavdar, çember, çene, çengel, çengi, çeşme, çeşni, çeyrek, çınar, çıra, çile, çini, çirkef, çirkin, çoban, çuval, çünkü
    Türkçede üç temel bağlacı ifade eden tüm deyimler (ve, veya, yahut, ama, fakat, lakin) Arapça kökenlidir.
    Konuşma dilinin hali böyleyken, dil devriminin Türkçe için koyduğu hedef, bilindiği gibi, bütünüyle Orta Asya kökenli sözcüklerden oluşan bir yazı dili üretmek olmuştur. Örneğin Atatürk'ün yukarıdaki söylevinde kullandığı "Altes Ruvayal" ve "Avrupa" dışındaki tüm sözcükler "öz" Türkçedir. Besim Atalay'dan aşağıda naklettiğimiz alıntıda "öz" Türkçe
    oranı %100'dür. 5 Kasım 1994 tarihli Cumhuriyet gazetesinde başyazı ile Kemalist köşe yazarları Mustafa Ekmekçi ve İlhan Selçuk'un kullandıkları Orta Asya kökenli sözcük ortalaması, sırasıyla % 88 ve 93'tür.
    Devrim öncesi Osmanlı yazı Türkçesine gelince, aşırı ağdalı bir biçimselliğe sahip olan eski saray ve bürokrasi dili ile, 1860'lardan sonra özellikle gazete ve roman dili çerçevesinde gelişen yeni uslubu birbirinden ayırmamız gerekir. Modern Osmanlıca yazı diline örnek olarak bunlardan ikincisini esas alıp, 1860 ile 1923 yılları arasına ait gazete makalesi, siyasi beyanname ve tiyatro eseri gibi yazıları gözden geçirdiğimizde % 20 ile 40 arasında değişen oranlarda "öz" Türkçe kelimeye rastlarız.4 Mustafa Kemal'in Nutuk'ta kullandığı oldukça ağdalı Osmanlı Türkçesinde "öz" Türkçe ortalaması % 22 civarındadır.
    Anlatılanları kısaca özetlemek gerekirse:
    Orta Asya kökenli sözcüklerin Türk dilindeki oranı
    Konuşma dilinde: %30 ila %35
    Osmanlı yazı dilinde: %20 ila %40
    "Arınmış" yazı dilinde: %88 ila %100
    Bu istatistiklerden, Osmanlı yazı dilinin konuşulan Türkçeye yakın olduğu sonucunu çıkaramayız. (İki sebeple: 1. Konuşma dili için verdiğimiz sayılar kelime hazinesi, yazı dili için verdiğimiz sayılar ise kullanım sayılarıdır; toplam Osmanlı yazı leksikonu içinde "öz" Türkçe kelimelerin oranı herhalde %5'i çok geçmez. 2. Osmanlı yazı dilinin Arapça terkip ve gramer kurallarına olan eğilimi, konuşma diline yabancıdır.)
    Buna karşılık, dil devrimi sonucu oluşturulan "arındırılmış" yazı dilinin konuşulan Türkçeyle pek alakası olmadığını, bu rakamlar – eğer kanıt gerekiyorsa – yeterli açıklıkla kanıtlamaktadır.
    Yeni türetilen "öz" Türkçe terimlerin, Türkçe köklerden türedikleri için daha kolay anlaşılır oldukları şeklindeki iddia ise, inandırıcı olmaktan uzaktır. Sözgelimi, herhalde "tükmek" fiilinden türeyen "tükel" sözcüğü ile Arapça kökenli "mükemmel" sözcüğünden hangisinin Türkçe bilen biri tarafından daha kolay anlaşılacağı, sanıyoruz ki tartışma gerektirmez.
    III.
    CHP'nin 1935 programı, dil devriminin amacını "Türk dilinin ulusal, tükel bir dil haline gelmesi" olarak tanımlamaktadır. İkinci amaca anlam vermek güçtür; çünkü devrim-öncesi Türkçenin ne kadar mükemmel ve
    kıvrak bir ifade aracı olabileceğini program yazarının bilmemesine ihtimal verilemez. 20.ci yüzyılda Türkçeyi kelime zenginliği, ifade berraklığı, renklilik, kudret ve ahenk bakımlarından Atatürk kadar ustaca kullanmış bir üslupçu azdır. Nutuk, öbür sorunları ne olursa olsun, Osmanlı Türkçesinin parlak yapıtlarından biri sayılmak durumundadır. Gazi'nin Gençliğe Hitabesinden daha "mükemmel" bir Türkçenin nasıl bir şey olabileceğini kavramak kolay değildir.
    Keza, "mektup", "hasta", "ticaret", "misal", "şehir", "ihtimal" gibi herkesin bildiği kelimelerin yerine "betik", "sayrı", "tecim" vb. koymakla bir dilin nasıl mükemmelleşeceğini anlamak da mümkün olamaz.
    Nitekim dil devrimine ilişkin literatüre göz attığımızda, asıl – hatta tek – vurgulanan amacın tükellik değil ulusallık olduğunu görürüz. Örneğin Sadri Maksudi (Arsal)'ın, dil devriminin başlangıç noktasını oluşturan Türk Dili İçin kitabına Atatürk'ün yazdığı sunuş yazısına göre,
    "Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."
    Türk Dil Kurumunun kurucu üyelerinden ve dil devrimi hareketinin önde gelen temsilcilerinden Besim Atalay'a göre,
    "Dil devriminin üç amacı vardır: Birincisi, güzel dilimizi yabancı sözlerden kurtarmak, dile kendi benliğini kazandırmaktır. İkincisi, dilin öz kökünden, kendi varlığından yeni sözler türeterek dili işlemektir. Türk'e öyle bir dil vermektir ki, o dil ile bütün düşüncelerini, bütün duygularını söyleyebilsin, yabancı dillerden söz aramaya kalkışmasın. Üçüncüsü, bilgi acununa Türk soyu gibi Türk dilinin de büyüklüğünü göstermektir."5
    Sayılan amaçların ilk ikisi, "dili yabancı kökenli sözlerden arındırmak" diye özetlenebilir. Dikkat edilirse, hedef "Türk'e, bütün duygu ve düşüncelerini söyleyebileceği bir dil vermek" değildir (çünkü Türk'ün zaten öyle bir dili vardır); "bütün duygu ve düşüncelerini yabancı dillerden söz aramaksızın söyleyebileceği bir dil vermek"tir. Üçüncü amaç olarak ifade edilen sözlere ise rasyonel bir anlam yüklemek güçtür.
    Yabancı dillerden söz almanın ne gibi bir sakıncası olduğuna ilişkin bir açıklama verilmemiştir. Aynı şekilde, dil devrimine ilişkin altmış yıllık literatürü taradığımızda, yabancı sözlerin neden dilden atılması gerektiğine dair tutarlı, etraflı, rasyonel hiçbir gerekçeye rastlayamayız. Yabancı kelimelerin, ulusal dava açısından zararlı, "düşman", hatta utanç verici oldukları konusunda genel bir anlaşma vardır. Örneğin Dr. Reşit Galip'in Birinci Türk Dil Kurultayını açış konuşmasına göre, "şaşkın, şuursuz, kozmopolit bir dalaletle [...] yabancı istilasına kapılarını ardına kadar açmış" olan Türkçe'ye "asli haşmet ve azametini tekrar
    kazandırmak" gereklidir. Ruşen Eşref'e göre "dilde türemiş yabancılıklara karşı" en iyi müdafaa, taarruzdur.6 Falih Rıfkı Atay'a göre, "ulusal Türkçe gayesinden ayrılmak için insan Türklüğünden uzaklaşmalıdır."7 Prof. Nimetullah Öztürk'e göre, "milli duygu ve düşünceden yoksun olanlar dil devriminin ne olduğunu anlayamazlar."8 Ali Püsküllüoğlu'na göre dil devriminin amacı, "Türk ulusuna Türklüğünü duyurmak"tır.9 Ancak beş yazarda da, yabancı kökenli sözcükleri neden atmak gerektiğine – ya da örneğin, kelime hazinesinin %60 kadarı yabancı kökenli olan İngilizce'nin neden makbul bir dil olmadığına – ilişkin, mantık miyarına vurulabilecek türde herhangi bir açıklama bulunmaz.
    "Yabancı" olanın kötü olduğu ve dolayısıyla atılması gerektiği, ayrıca herhangi bir ispat gerektirmeyen bir aksiyom – temel veri – olarak Kemalist literatürde varsayılmıştır.
    Yabancı düşmanlığı, bilindiği gibi, insan toplumlarının yabancısı olduğu bir hadise değildir: günümüzde en uygar toplumlarda bile bu ilkel içgüdünün yer yer taraftar kazandığı görülmektedir. Öte yandan, "yabancı" olanı dilden (ve sanayiden, tarihten, eğitim sisteminden, devlet memuriyetinden, toplumsal yapıdan) temizlenmesi gereken bir pislik olarak kavrayan mutaassıp zihniyet ile, kullandığı deyimin Arap, Fars, Rum yahut Frenk kökenli olduğuna bakmaksızın derdini ifade etmeyi yeğleyen geleneksel Türk ve Osmanlı pragmatizmini kıyaslamak, öğretici olabilir.

    Sevan Nişanyan-Yanlış Cumhuriyet-22.soru
    (hasuta 05.12.2008 00:24)
  21. ''Dil devriminin amacı, Türk dilinin kısırlaştırılması değil, genişletilmesidir.'' (Kemal Atatürk; aktaran Baydar, Atatürk Diyor Ki, s. 97)
    SORU 23
    Dil devrimi, Türk dilini geliştirmiş veya zenginleştirmiş midir?
    Türkçe yazı dilinin dil devriminden bu yana katastrofal bir fakirleşme içine girdiği, Osmanlı Türkçesine az çok aşina olan herkesin bildiği bir gerçektir. Fakirleşmenin objektif boyutlarını nasıl saptayabiliriz?
    Sözlükler bu konuda ipucu sağlayabilir. Örneğin Ferit Devellioğlu'nun Osmanlıca-Türkçe Sözlük'ü, yaklaşık 60,000 madde başlığı içermektedir. Bunlar, 20.ci yüzyıl başlarında kültürlü bir Türkün kelime hazinesine dahil oldukları halde bugünkü Türkçe kullanımdan hemen hemen bütünüyle düşmüş olan sözcük ve terkiplerdir. Daha eski divan edebiyatının uç örneklerine sözlükte genellikle yer verilmemiştir; örneğin Nefi'nin bir kasidesinde, bu satırların yazarının yabancısı olduğu sekiz deyimden üçünü sözlükte bulmak mümkün olmamıştır. Ayrıca -li, -siz, -lik, -lenmek, -leşmek gibi sontakılı kelimeler ile, bayraktar, emektar gibi, Türkçe köklerden Farsça ve Arapça kurallarla türetilmiş kelimeler de sözlükte yoktur. Arapça ve Farsça dışında, örneğin Türkçe veya Rumca, İtalyanca, Slavca gibi köklerden türeyip, yazı dilinden çok konuşma diline ait olan ve bugün unutulmuş bulunan kelimelere de sözlükte rastlanmamaktadır.
    Buna karşılık Ali Püsküllüoğlu'nun Öztürkçe Sözlük'ünün 1975'te yapılan dördüncü (Türk Dil Kurumu'nun hizmetlerine son verilmesinden önceki son) baskısının içerdiği kelime sayısı 4,600'dür. Bu sayıya, sabuklama, sağgörü, sağgörülü, sağgörüsüz, sağgörüsüzlük, sağın, sağistem ve benzerleri dahildir. Sözlüğün sunuş yazısında TDK başkanı Prof. Dr. Ömer Asım Aksoy, şu hususları, gerçek bir iftihar uslubuyla okurların dikkatine sunmaktadır: dil devrimin başlatıldığı 1932'den 1970'lere kadar 6500 yeni sözcük yaratılmıştır; bunlardan "tutan" ve Türk diline malolanlar bu sözlükte yer almaktadır. Yeni türetilmiş sözcükler, Prof. Aksoy'a göre, günümüzde Türkçe genel kullanımda bulunan toplam 28,000 sözcüğün sevindirici bir oranını temsil etmektedirler.
    Devellioğlu ve Aksoy'un verilerini aynen kabul eder ve Püsküllüoğlu'nun toplamından, sözlükte gereksiz bir yer kaplayan 1,500 kadar sontakılı türevi çıkarırsak, dil devriminin sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz: Türk dilinden yaklaşık 60,000 kelime atılmış, yerine
    3,100 kadar yeni kelime (atılanın % 5'i) konmuştur. Yüzyıl başında kültür dilinde bulunan 83,400 civarında kelime (60,000 atılan artı 23,400 kalan) yerine, bugünkü yazı Türkçesi en çok 26,500 kelimeye sahiptir. Bir başka deyimle, Türkçe yazı dili en az %68.2 oranında fakirleşmiştir.
    Fakirleşmenin örnekleri, özellikle soyut kavram ve sözcükler alanında son derece belirgindir. Yeni Türkçe'de kullanılan geniş kapsamlı soyut sözcüklerin hemen hemen her biri için, Osmanlıca'da, çoğu eşanlamlı olmayan, yani her biri farklı bir kavramı, nüansı veya mantıksal ilişkiyi ifade eden beş ila yirmi sözcük bulmak mümkündür. İngilizce, Almanca, Latince, Rusça veya benzeri bir kültür dilini tanıyanlar için bu ayrımların değerini kavramak güç değildir; yalnızca yeni Türkçe ile eğitim görmüş bir kimse ise, sanırız, bu konulara yabancı kalmak zorundadır.
    Gelişigüzel bir kelimeyi, örneğin bir önceki paragrafta geçen çıkarmak sözcüğünü ele alalım. Çıkarmak/çıkartmak/çıkarsamak sözcük grubuna karşılık olan Osmanlıca kelimelerin bazıları, yaklaşık İngilizce karşılıklarıyla birlikte, şunlardır: ihraç (evict), istihraç, istihlas, i'tisar (extract), azl, tard (expel, discharge), istintaç, istidlal (deduce, infer), ıskat (exclude), tarh (deduct, subtract), neşr, ısdar (issue), ifrağ, ifraz (excrete), istifrağ (vomit), istinbat (derive), hazf (delete, elide), hal' (undress, remove, dismantle), i'la, ref' (elevate). Bu listeye, daha, diş çıkarmak, hır çıkarmak, şapka çıkarmak, cıcığını çıkarmak gibi deyim şeklindeki kullanımlar dahil değildir. Birbirine iyice yakın anlamdaki karşılıklar arasında bile, türeyişten gelen nüans farkları vardır: istihraç, bir şeyi içeriden dışarı çıkarmayı; istihlas, bağlı olduğu yerden kurtarmayı; i'tisar, suyunu sıkıp çıkarmayı ima eder. İstintaçta neticeye varmak, istidlalde bir delilden yola çıkmak anlamları gizlidir. İfrağ ile istifrağ, ihraç ile istihraç arasındaki çaba ve derece farkını, İngilizce gibi olağanüstü zengin bir dil bile neredeyse ifade etmekten acizdir.
    Yeni Türkçe'deki saldırı/saldırmak deyimi, Osmanlıca'da birbirinden net bir biçimde ayrılan en az beş kavramın karşılığıdır: hücum (assault, charge), taarruz (offensive), tecavüz (violation, transgression), tasallut (molestation) ve taaddi (aggression).
    Benzer listeler, sayısız örnekte (amaç/erek, bağlı/bağımlı, belirlemek, dayanmak/dayandırmak, doğurmak, dönüşmek, gerekmek, karşılık, kaynak, sonuç, uyarlamak, uygulamak...) tekrarlanabilir. Soyut kavramlar alanında Arapçanın sağladığı olağanüstü zenginliğe karşılık, insani duyarlıklar ve betimleyici sıfatlar alanında Farsçanın dile getirdiği renkler de (perişan, mendebur, pejmürde...), üzerinde durulması gereken bir başka alandır.
    Öyle görülüyor ki Türk toplumunun son 60-70 yılda yazı dili alanında yaşadığı gerileme, örneğin müzik, mimari, şehircilik ve yemek alanlarındaki, çok yakından tanıdığımız fakirleşme ve yozlaşmadan daha
    hafif olmamıştır. Dildeki fakirleşmeyi ötekilerden bir bakıma daha korkunç ve anlaşılmaz kılan şey ise, bunun, devlet eliyle icra edilmiş ve Türk aydınlarının büyük bir kısmının şiddetli coşku ve tezahüratı arasında gerçekleşmiş bulunmasıdır.

    Sevan Nişanyan-Yanlış Cumhuriyet-23.Soru
    (hasuta 05.12.2008 00:25)
  22. Harf devrimi dili kısırlaştırdı mı, yoksa okuma-yazmayı kolaylaştırdığı gerçeği göz önüne alınarak artıları eksilerinden daha fazla mıdır, tartışılır. Yukarıda uzun uzun tartışılmış da zaten... O yüzden ben farklı bir yönden bakmak istiyorum bu devrime: Kabul etseniz de etmeseniz de, harf devrimi sayesinde Türkçe "yazıldığı gibi okunan dil" statüsüne ulaşmıştır! Bu aslında çok önemli, değeri fazla anlaşılamamış bir kavramdır: Eğer ki aynı şey şu anda İngilizce'de geçerli olsa idi, hâlâ üzerinde çalışılıp yaygın hale getirmek için uğraşılan "ses tanıma" ve "ses ile kontrol" gibi sistemler, çoktan piyasaya çıkmış, günlük hayatta sıkça kullanılmaya başlanmış olurdu. Bunun üzerinde IEEE'nin koca bir literatürü olduğu ve en büyük sorunun işitilen ses ile harfi bağdaştıran yapay zekâlar yaratmak olduğunu söylersem olay daha iyi anlaşılabilir sanırım. Çünkü İngilizce'de aynı sesi ifade eden bir çok yazım biçimi vardır. (Öte yandan, aksanlar, kişinin sesi ve tonlaması da önemlidir bu süreçte, fakat Türkçe'nin telaffuzdaki açıklığı bu konuda da kolaylaştırıcı bir etkendir; ne demek istediğimi değişik aksanlardan İngilizce konuşan insanlarla tanışmış olanlar anlayabilir: Bir Amerikalının bariz bir Türk aksanını anlaması, bir Çinli aksanından, bir Fransız aksanından, hatta inanmazsınız belki ama yine bir başka Amerikalıyı, örneğin bir Güneyliyi anlamasından çok çok daha kolaydır!) Aynı şey, o alfabelerini değiştirmediler diye çok beğendiğimiz Çinliler, Japonlar için de geçerlidir: Örneğin Çince'de bir kelimenin anlamını bilmiyorsanız onu yazıya dökmeniz mümkün değildir, çünkü sözcükler aynı ses ile ifade edilseler bile anlamlarına göre farklı işaretler ile yazılırlar Çince'de... Oysa bizde, Arapça veya Farsça kökenli de olsa, bilmediğiniz bir sözcüğü rahatça yazar, sözlüklerde anlamına ulaşabilirsiniz. Görülüyor ki, bu anlamda da "yazıldığı gibi okunan dil" olmak, dil öğrenme kavramını ve bu dili günlük hayatta kullanmayı çok kolaylaştırmakta.

    O yüzden asıl sorun, alfabeyi değiştirmek değil, eski kelimeleri kullanılan dilden (yerli veya yersiz) atmaktır kanımca. Yukarıdakilerin çoğu da bu konu üzerine yazılmış tanımlar zaten... Bu bir aşamaya kadar dilin kendi doğal sürecidir, bir aşamaya kadar da -istenmeyen bir durum da olsa- kültür açısından baskın olan dilin (ki günümüzde global baskın dil İngilizce'dir) dili dejenere etmesi ile oluşan süreçtir. Fakat bilerek ve isteyerek dili değiştirmek, Arapça ve Farsça kelimelerden arındırmak, harf devrimi kapsamı altında değil, "dil devrimi" başlığı altında incelenmesi gereken bir olaydır. Alfabeyi değiştirmek ise o günün modernizasyon çabaları içinde gerekli görülmüş ve gerçekten de hayatı kolaylaştırma açısından çok da haklı olan bir devrim olmuştur...
    (itaatsiz 05.03.2009 01:30)
  23. Türkiye'ye komşu olan ülkelerin hiçbirinde kullanılmayan bir alfabeyi kullanmamızı sağlayan devrimdir.
    (agopist 10.03.2009 11:02)


Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.