sevgi birikti yüreğimde bir alev
alevden bir küre
ellerimden gözlerimden akmak ister
birine,birilerine
sevgi birikti yüreğimde
bir coşku
coşkuyla bir buse
sormadan çekinmeden konmak ister
birine,birilerine
korkar olmuş insanlar sevmekten
ayıp olmuş sarılmak
utanç olmuş dile getirmek
kaçar olmuş insanlar sevilmekten
duvar örmüş kalplerine
yasak etmişler beni
duvar, yasak, duvar
ben bir duvarım hiç güneş görmedim
sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar
yüzümüz benek benek tahta kurusundan
ve sinemiz baştan başa ak üstünde karalar
- kelepçeden kahroldu kahroldu bileklerim
- sıyrılıp çıktım artık ölüm korkusundan
- dilim dilim sırtımdaki yaralar
ben demirbaşım sığır siniriyle dayak yedim
biz de duvarız dinliyen duyan düşünen duvarlar
bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar
yüzündeki deniz parlaklığıyla durur hatıramızda
o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
bir cumartesi akşamı girdi kapımızdan
gözlerinde kıpkızıl diken diken öfkesi
adeta birden bire aydınlandı zindan
onu böyle görünce nasıl da korkmuştuk
sapından fırlamış bir balta gibi çehresi
ve omuzlarında delikanlı gölgesi
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
o sırt üstü yatağında yatardı
sımsıcak gözleri şimdi bile aklımdadır
bir sana bakardı bir bana bakardı
dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır
toprak ana bütün zincirlerinden çözülmüş
sabahlar akşam üstleri manolya gibi parlak
tarlaların yüzü gülmüş
işte her akşam geçtiği denize çıkan sokak
ah işte annesi annesi sevgilisi
işte biz dinliyen duyan düşünen duvarlar
işte o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk
dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır
bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
o bir kaç defa kartal gibi gitti kartal gibi döndü
çığlıklarını değil kırbaç sesini duyduk
biz duvarız neyleyim gözlerimiz ağlamayı bilmez
onu bir gece sabaha karşı büsbütün götürdüler
kendi gitti ismi kaldı yadigâr bağrımızda
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler
onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık
temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık
öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil
getirirler vururlar biz öyle dururuz
yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil
elimizden ne geldi de yapmadık
ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz
onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık
bir mayıs sabahı toprak rezil gök rezil
yıldızlar küfür gibi yüzümüze tükürür gibi
şafak sancılarıyla iki büklümdü ufuk
ve simsiyah çamur gibi bir manga ortasında
siyaset meydanına geldi dev yumruklu çocuk
bulutlar eğilip alnının terini sildiler
ve mermiler birdenbire ölümü getirdiler
o düştü biz yine ayakta kaldık
halbuki ne kadar yorgunuz
öyle bakmayın bu yaralar şerefli yaralar değil
ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz
ayrıca adalet ağaoğlu nun yüksek gerilim kitabından bi hikaye.
bazen engel olur yaşamda soyut bakıldığında amaçlara bazen de aşılması için bulunur önümüzde çalışmamıza vesile gayemize ulaşmamıza mehenk taşı oluverir duvarlar. kimi zaman dertleri görür duyar ses etmez yalnızlıktır bir yerde yanındadır yine de yokluktur. duvarlar, taşlar ah görgü tanıkları, sessizlikler. duvarlar dilsiz yandaşlardır bazen karşıtlardır.
binalarda veya diğer çeşitli yapılarda oda boşluklarının dış şartlardan veya birbirlerinden etkilenmemesi için yapılmış her çeşit set. ses geçirmeyenleri de bulunmaktadır. genelde binaların dayanıklılığını etkilemez. yani duvara vurup da "sağlammış" demek çok da gerçekleri yansıtmaz.***
en yüksek duvarlar, en aşılmaz sınırlar için uzaklara gitmeye gerek yoktur, çünkü duvarlarınızı taşırsınız yanınızda. ses geçirmez, sıcaklık geçirmez, sevgi geçirmez bazen.
yalıtırsınız kendinizi. yapılacak şey yoktur, sadece, duvarlar vardır. fazlasıyla. sesleneni duymamanız, dokunanı hissetmemeniz, konuşanı anlamamanız, bakanı görmemeniz için. ne yaparsanız yapın kendi duvarlarınızı yıkamazsınız. onlar oraya, yıllarca biriktirdiğiniz tuğlalarla yapılmıştır. dikkatli bakarsanız son derece eski ve dayanıklıdırlar. son derece sizdendir renkleri; griye kaçar. bu derece uzaktan bakmanız, hayat karşısında bir kamera olmanızla ilgilidir, bilirsiniz.
çünkü yakınlar tehlikelidir ve duvarlarınızın sağlamlığı derecesinde de serttir. canınızı yakar.
ve bir de ev bulursunuz sonra, bir şehir, bir ülke, ve onun ötesinde binlerce sınır. sizinkiler yetmezmiş gibi, yeterince sağlam değilmiş gibi tuğlalar.
ve başka tuğlalar katılır duvarlarınıza, gitgide yükselirler çevrenizde, öyle ki duvarlarınızın içinde yaratmak zorunda kalırsınız dünyanızı. dışarıyla bağlantınız kesilir.
artık gerek kalmaz dışarıyı duymaya. içinizde sürekli bağırıp duran bir siz varken, ne gereği vardır zaten...
yılmaz güney in 1983 yapımı, o zamanların birçok yasaklı filminden biri, hatta en iyilerinden biri...
hapishanede yatan çocuklar üzerine kurulu film, o zamanlar gereği türkiye de değil fransa da çekilmiş...
filmde gardiyan rolündeki tuncay kurtiz dışında oyunculukla uğraşan hiçkimse yok... ve bu kadronun tamamı ortamı sindirsin, daha gerçekçi bir rol ortaya çıksın diye 3 ay hapishanede yaşamış...
sonuçta yılmaz güney imzalı nefis bir film... zamane türk sinemasının aval aval baktığı bir çıtadır aynı zamanda...
duvar (1936), sabahatin ali’nin diğer öyküleri ile mukayese edildiğinde, ilk olarak taşıdığı farklı kurgusu ile göze çarpar. Öyküde takip edilen üslup, düzenin çarpıklıklarını ön planda değerlendirmek için değil, daha ziyade, hayattaki bazı kararların yaşamı ne denli değiştirebileceğini çarpıcı bir şekilde okuyucuya aktarmak olduğu söylenebilir.
sabahattin ali, öykü içerisinde, “bir orospu kadın” yüzünden vukuat işleyerek on beş yıla mahkumiyetten hüküm giyen iki mahpusun firar denemesini kendi dilinden okuyucuya aktarır. aslında kendisi ile birlikte diğer iki mahkumun da sinop cezaevi’nde hüküm giyişleri eksik bir adaletin sonucu olduğu hissettirilse de, bu nokta kısa ve yalın ifadeler ile geçilir.
hapishane, özgürlük, ümit ve heyecan adına hiç bir şeye geçit sağlamayacak şekilde kurgulanır. mahpus hayatı, deniz, kuş ve bulut gibi zıtlık metaforları ile tam bir giriftlik içerisinde geçer. neredeyse her şey kıyıda yaşanır, ızdırabı daha da arttıran bir şekilde. bu giriftliklere son verecek de bir fırsat yakalanır, firar edilecektir. ancak yazarın yarattığı iki firar girişimcisi karakterden biri korkusuna yenilip firarı gerçekleştiremeyerek, ileride ölümü arzulamaya varacak kadar büyük bir pişmanlığa düşer. ve ömrünün her yeni gün ona ayrı bir ızdırap yükler. tıpkı her insanın bir şekilde verebileceği hatalı kararlar ile kendisini irrasyonel bir şekilde acımasızca suçlayabileceği gibi.
fakat bir gün yıkılan duvarların altında bulunan bir ceset her şeyi “korkak” mahpusun zihninden o anda siler: hayattadır ve “ölümden dönenlere mahsus bir hayata sarılış” yüz ifadesi ile ikinci firarinin yanı başında duran meşin torbaya bakar.
bu kurgu çerçevesinde, duvar, muhatap olarak kabul ettiği kesim ve anlattığı ögeler açısından ele alındığında, bence, sabahattin ali’nin diğer öyküleri arasında en hususi ve geniş yerlerden birine sahiptir. kimi zaman yitirilen, kimi zaman da peşi sıra canlı tanıklar bırakan bu adaletsiz düzen içerisinde, özgürlüğünü medenice yaşaması gerektiğine inanılan bir kalabalıktır aslında hitap edilen. bunun da, bu çeşit bir kurgu ile okuyucunun zihnine taşınması gerektiğine inanmış olmalı sabahattin ali.
bazen bir sığınak güven duyulan yıkılacağı ihtimalinden uzak,
bazen bir uçurum kenarı atlamak ve atlamamak arasında kalınan, yine ne yapıp edip, denizdekileri senden koruyan...
dekorasyon için en kolay ve görülebilir uygulamaların sergilenebildiği ev veya ofisin yapısıdır.
fuarlar da artık dekorasyon konusu ile ilgilenenleri oldukça bilgilendiriebilmektedir. moda stila ile dekorasyonun sınırlarına farklı bir bakış açısı getirilebilmektedir.
http://bitly.com/IVqNlX
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.