aldous huxleynin kaleme aldığı, yapay-seri bir üretimle dünyaya gelen insanların oluşturduğu modern ve sistematik bir uygarlıktan ve bu uygarlığın dışladığı belirli bir bölgede yaşamlarını süren kızılderililerden bahseden, günümüz bilimine siyasete ve toplumsal normlara bolca göndermelerde bulunan, tanrı kavramının olmadığı, bizdeki "allah aşkına" gibi söylemlerin yerini henry ford dan esinlenerek "ford aşkına"nın aldığı, mutluluğun ve dinginliğin uyuşturucu vari "bir gramı bin musibet savuşturan" bir sentetik ürün olan somada saklı olduğunu bildiren, okunması gereken bir bilim kurgu romanı.
öyle bir dünyadır ki bu dünya; evlilik, anne, baba, sadakat, doğum, ölüm acısı gibi kavramlar yoktur. ne vardır? sınıflandırma vardır: epsilonlar, gamalar, betalar, alfalar vardır. hipnopedya vardır, bolluk vardır.
"cesur yeni dünya" bizi "ford'dan sonra 632 yılına" götürür. bu dünyanın cesur insanları kapısında "cemaat, özdeşlik, istikrar" yazan londra merkezi kuluçka ve şartlandırma merkezi'nde üretilirler. kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, 'annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak görülür. toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "herkes herkes içindir."
"cesur yeni dünya"nın önemi yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda "birey yok edilse de süren macerasının" sağlam bir üslupla anlatılmasıyla da ilgili. huxley, yapıtını ütopya geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp 'iyi edebiyat' kategorisine yükseltiyor.
genellikle distopya olarak tanımlanan, ancak yazarın (bkz: aldous huxley) ortaya koyduğu dünyaya karşı olup olmadığı belli olmayan (önsözünde bile bu belirsizliği sezdirir) uçuk bilimkurgu romanı.
betalar, gamalardan daha üstün olduklarına ancak alfalar kadar çok çalışmadıklarından şanslı olduklarına şartlandırılırlar mesela *. yalandan da olsa herkes mutludur, toplum tıkır tıkır işler. birey ölmüştür, insanlık ölmüştür, ahlak ölmüştür (en azından tamamen zıt bir tanım kazanmıştır) ancak kimsenin (romandaki ismini hatırlayamadığım kaşınan* ve kendini vahşi doğaya veren kahramanımız hariç) insanlığı veya ahlakı sorgulamaya ihtiyacı da yoktur.
iron maiden'ın 2000 çıkışlı albümü, bence en iyi albümleri, hatta bence metal tarihinin en iyi albümlerinden biri (düşünüyorum, yarışabilecek sırf painkiller geliyor şu an, daha gelir düşünsem belki). blaze'li albümlerinde sordurttuğu "bu iron maiden'a bişiler olcak ama ne olcak acaba" sorusunun mucizevi yanıtıdır, keşke her yanıt böyle olsa. eskisinden çok daha olgun ve çok daha duygulu bir maiden vardı karşımızda. hayvanlar gibi 3 gitar arasından bas gitarın ağırlığını yine hissettirebilmesi ise takdire şayandır. bir de canlı kaydedildiği söylenir, ancak "yuh artık" diyebilirim sadece buna. doğruysa da taparım adamlara.
ha bir de bruce dickinson'ın gruba döndüğünde yaptığı ilk albümdür..
dying swans twisted wings
beauty not needed here
lost my love, lost my life
in this garden of fear
i have seen many things
in a lifetime alone
mother love is no more
bring this savage back home
wilderness house of pain
makes no sense of it all
close my mind dull this brain
messiah before his fall
what you see is not real
those who know will not tell
all is lost sold your soul
in this brave new world
a brave new world
in a brave new world
a brave new world
in a brave new world
dragon kings dying queens
where is salvation now
lost my life lost my dreams
rip the bones from my flesh
silent screams laughing here
dying to tell you the truth
you are planned you are damned
in this brave new world
a brave new world
in a brave new world
a brave new world
in a brave new world
aldous huxley'in kaleme aldığı yıllarda bugünün dünyasının afyonlu popüler kültürünü gördüğünü neredeyse ispat eden muazzam eseri. devlet kusursuz işleyebilmek adına devasa bir makinaya dönüşmüş ve "devlet halk içindir" ilkesini tam tersine çevirerek "insan sistem içindir" şekline getirmiştir. bu dünyada şiddete yer yoktur. makinelerde üretilen insanlar mutluluğa koşullandırılmış bir şekilde sistemin çarkları arasına sürülürler. bu dünyada devletin belirlediğinden başka bir farklılığa yer yoktur. her şey ve herkes standartlaştırılmıştır. bunun dışındakilerin hepsi uyuşturularak etkisiz hale getirilir ve sürülürler.
devlet dev bir devridaim makinesi, insanlar da bu makinenin dişli çarklarıdır. insanlar üretilir, kullanılır ve yakılarak fosfora çevrilir. daha sonra yeni insanlar üretilir ve yeniden sisteme arz edilir.
Gittikçe değişen ve garip(?)leşen değer yargılarının içinde kendimizi sadece birkaç yıllığına dondursak ve sonra tekrar çözülsek, "karmaşık yeni dünya" hakkındaki düşüncelerimiz ve bizim dünyamıza ait görüşlerimizin ikileminden başka bir şey değil "Bay Vahşi"nin beyninden geçenler. İnsanlığın robotlaşma ve hissizleşme sürecinden bir isyan fırlatıyor onu dışarı: Tutunamadığı yeni dünyasına baş kaldırıyor o, ikilemlere sahip birinin kafa karışıklığıyla. Tepkisizleşmiş toplumda tabii ki anlaşılmıyor, beğenilmemek bir yana garipseniyor bile. Ama sahip olduğu yargılarını -bir başına kalmak beklenen sonucuna karşı- bırakmıyor yine de.
Ütopik bir sistemde bile kişinin sahip olabileceği ikilemleri başarıyla yansıtan bu kitabın en kilit cümlelerinden biri de tam da bu konu üzerine şudur kanımca: "Hangisi daha onurludur usumuzca:acımasız kaderin sapan taşları ve oklarına katlanmak mı, yoksa silah kuşanıp karşı çıkarak son vermek mi dert yağmuruna?"
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.