atilla atalay

  1. sıdıka, eray, sıkılhan'ın yaratıcısıdır. türkiye'nin en iyi mizah yazarıdır*. http://www.atillaatalay.netfirms.com adresli bir sitesi vardır.
    (marwe 03.05.2007 18:27)
  2. yıllarca gırgır dergisinin tam ortasında tam sayfa yazılarıyla mizah anlayışımızı şekillendiren yazar.

    Biyografi
    1963 yılında İstanbul'da doğdu. 1978'den başlayarak, on yıl boyunca Gırgır ve Fırt dergilerinde mizah öyküleri yazdı. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi'ni bitirdi. 1989'da, çalıştığı dergilerden ayrılarak Hıbır dergisinin kurucuları arasında yeraldı. Yazılarını halen Leman ve Lemanyak dergilerinde sürdürüyor. Atalay'ın yayımlanmış kitapları: Usulcacık (1990), Ebekulak (1993), Sıdıka (1994), Civciv Kutusu (1995), Uyuyamadığım / Düş Kovalayan (1996), Menekşe İstasyonu (1996), Yalnızlık Aletleri (1997), Dup Dup Çedene (1999), Eray (1999), Hayaller Kahyası (2000), Ağlama Dolabı (2003), Kişi Başına Bir Yalnız (2006).

    A. Atalay e-posta: erays@turk.net & slkhan@leman.com.tr
    web: http://www.atillaatalay.netfirms.com

    Kitaplar
    Yazar (12 Kitap)
    Ağlama Dolabı
    Civciv Kutusu
    Dup Dup Çedene
    Ebekulak
    Eray
    Hayaller Kahyası
    Kişi Başına Bir Yalnız
    Menekşe İstasyonu
    Sıdıka
    Usulcacık
    Uyuyamadığım / Düş Kovalayan
    Yalnızlık Aletleri




    (mantis 03.05.2007 19:03 ~ 03.05.2007 19:15)
  3. dünyayı "gidelim buralardan" ı okuyanlar ve okumayanlar, okuyanlarıysa, hikayenin değerini bilerek mütemadiyen "gidelim buralardan" diyenler ve hikayeden bi halt anlamayanlar olmak üzere ikiye ayırmış olan yazardır.
    ** *

    "hah, söle ne diycen?
    - gidelim burdan.
    - abi bu herifin hıçkırığı, h, ı, ç ,r ve k harflerinden oluşmuyo. alkolün tesiriyle burnu kızarıp hıçkırmaya başladığında habire “gidelim burdan” lafı çıkıyo ağzından. burnunu tıka arkadaşım. hiç nefes almadan bir bardak su iç geçer.
    - Çok iyi be güzelim, bak espirini de yaptın. hadi şimdi, gidelim burdan.
    - oğlum iyi güzel de, insanlara ayıp oluyo lan. kaçtır ordan oraya dolanıp duruyoruz zaten. hayır, “nereye gidelim” diye sorduklarında bi yer de söölemiyosun.
    - gidelim burdan...
    - hay ebenin yaa.

    bööle bi tane yeni huy edindim ben. belli saatte garson masaya papağan servisi yapıyo sanki, sürekli aynı şeyi yineliyorum; “ gidelim burdan”. gerçekten içimden öyle geliyo ama. gerçi nereye gidicez, noolucak, ben de bilmiyorum fakat oluyor işte. Önce çok çalışmaktan, yaş dönümümden, “alkolün tesiriyle” fian sandım ama diil. sabahın köründe içimde bir gitme duygusyla uyanıyorum. araba kullanırken trafik tıkandığında şehirlerarası otobüslere dalıp öle mel mel bakarken yakalıyorum kendimi. gökyüzündeki uçaklara, ufuk çizgisinin ordaki gemilere hatta aygaz’ın zeplinine...

    - trene baktığın da oluyo mu ööle boş boş.
    - yok, metro inşaatına bakıyorum uzun uzun. hakkaten büyük çukur açmış adamlar. ne insan gömülür o çukura biliyo musun.
    - hoyt, sinirlendi bizimkisi.
    - gidelim burdan.

    doğru dürüst hiç uzağa gidemediğimdendir belki. hiç yurt dışına falan çıkmadım ben. yok ama tam da öle bişii diil bu. gezegenin tümünde tur atsam yine çok farketmiycek. tgrt’de uzay yolu’nun yeni versiyonlarını pür dikkat izlemem bu yüzden olmalı.

    - gidelim burdan lala.
    - ferman sizindir padişahım, lakin bir türlü söylemezsiniz , hangi cenaha gidelim. mülkümüz içinde domestik bir seyahat mi emredersiniz, yoksa fetih midir arzunuz. acem mülküne girelim mi.
    - gidelim burdan lala.
    - bir koordinat verin be sultanım. hayır, ordu hümayun mütemadiyen alarm durumunda. yeniçeriler tedirgin, humbaracıbaşılarla sipahiler ikilem içinde, kimse nereye gideceğimizi bilmiyo.
    - gidelim burdan lala...

    meto kendi kendine tiyatro olayına girmiş, padişah – lala diyaloğuyla masaya komiklik yapıyo. burada da miki olduk ha. benim “ gidelim burdan” ımla yatıp kalkıyolar...

    - aman bunlar bir ne komikliktir meto yaa. nasıl esprilerdir. sitendap yapılan bi yere gidelim baari, seni de sahneye çıkarırlar belki.
    - olmaz ööle şey, ben padişahın şahsi stendapçısıyım, canı sıkılınca beni çaarttırıyo.
    - ya oğlum, git sen burdan meto yaa. harbi söölüyorum önce sen git. senin şu esprilerin dar ediyo ban şu nezih ortamı... döt lalası.

    Şaka filan, bunlara da ayıp oluyo hakkaten. benim böyle gecelerimde, “harbi arkadaşlarım” sıfatıyla peşimden ordan oraya gelip duruyorlar. yok yere sürükleyip duruyorum insanları. Öbür türlüsü daha saçma ama. “ deli selim hareketi” yaptığımda daha da ayıp oluyo..

    delim selim, edirne Çingenesi bir müzisyen. gınatacı. hani meşhur mastika’ nın bestecisi. hatta kaseti bile vardı: “deli selim ve arkadaşları”. 1995 yılında öldüğü zaman kendisiyle ilgili bir yazı okumuştum. netameli bir adammış deli selim. mahcup, az sıkılgan bir hali varmış. bir dost meclisinde oturuken aniden sıkılır, bir konuşma falan yapıyosa, nebiliim yemek falan söölediyse, hepsini yarım bırakıp, kimselere haber vermeden dışarı çıktığı gibi bir taksiye atlayıp gidermiş. gidiş o gidiş. saatlerce beklerlermiş ki deli selim dönsün. sonradan anlamışlar bööle bir huyu var deli selim’in... yazıyı okuduğum sırada çok dikkatimi çekmemişti. ama sonradan bana bu gitme halleri geldiğinde, yaşamım boyunca okuduğum milyon türlü metnin arasından zınk diye seçip hatırladı beynim. Çok keyifli bişeydi lan. hop, bırakıp, çıkıp gidiyordun. gereksiz vedalaşmalar, “kal” diye ısrarlar, katlanmak zorunda olduğun geyikler, sevmediğin müzikler, anlamsız ısrarengiz tatışmalar, fazladan içkiler, kalp kırmamak için izlemek zorunda kaldığım kötü filmler... bu deli selim hareketi hepsinin çözümü olabilirdi. Önce, bööle dilime vurmaya başladı: “gidelim burdan... gidelim burdan...”

    sonunda en kralından deli selim hareketi yaptım birkaç tane. kendim için bile beklenmedik anlarda pıt diye kalkıp gittim. ertesi günlerde “ iyi geceler dedim duymadınız... o kalabalıkta kaybettim sizi...” gibisinden yalan olduğu çok belli bahaneler uydurdum. meraklananlar oldu. hareketin “deli hareketi” olduğunu sezip bi süre rahat bırakmaya karar verenler oldu. ama onlar üzerindeki etkisi hiç önemli diildi. hareket o kadar özgürlük dolu bir şeydi ki, hepsine değerdi... metrelerce dipten suyun yüzüne çıkıp ilk nefesini almak gibi. bu duyguya alışmaktan korktum. sonra bunca delirmeye; o kalmaya alışmaların, ayak diremelerin, bir türlü koyamadığım noktaların sonundaki bir patlamanın neden olduğunu düşündüm. İçimdeki şey sonunda büyük bir gürültüyle infilak etmişti işte. tüm bunları düşünürken, engel olunamaz bir öksürük nöbeti gibi yine o sözcükler ağzımdan çıktı: gidelim burdan...

    - bak ne diycem hocam. sen hiç Çanakkale’ye gittin mi? gidelim mi burdan oraya. yoksa sesli harf mi satın almak istersin.
    - gidelim burdan.
    - tamam dur, kızların rakısı bi bitsin, kalkıcaz...
    - espri yapmayı bırakıp yardım edin memetali bey... gidelim burdan.

    İnflak... tabi ya, aynen öyle... gitmem gereken bir çok zamanda gidemedim ben. kimi zaman o gitsin diye bekledim. söylenecek son sözleri diyemediğimden yüzüne o türlü bakmayı beceremediğimden. bazıları hep yaralıydı, bir de ben bırakıp gidemedim. evvel zaman gitmişlerden, dönüşünün muhteşem olduğunu sanarak dönenler oldu. zaten bir yere gitmediğimden beni yine braktıkları yerde buladular, kapılarımı kilitleyip kaçamadım. onlarca kez atılma durumuna geldiğim bir okulda inatla okudum. beceremeyip de yenilip gidersem olmazdı. kimi zaman, batan bir gemiyi en son terketmenin acıklı artisliğine özendim. fareler önden tüydü, ben kendimi kamarama kilitleyip o gemiye öyküler yazdım. sonunda hayalet gemilerim oldu, ruhları çoktan gitmiş bir kaç tane de cesedim.
    -gidelim burdan lal... haydaa... lan kaşla göz arasında resmen gene tüymüş herif yaa. hepten cins oldu lan bu, yeni yeni huylar çıkarttı salak.”sıkılıyorum” diyo... lan sanki biz sıkılmıyoruz... biz sıkılmıyoruz sanki... verin şurdan da cebini arayalım. cidden çok saçma bi hareket..."
    (dawn 20.06.2007 16:09)
  4. öpücük balığı... pıt pıt pıt... *


    İşe telefon açıp, “gelirken buğday al?? dedi. “Naapıcan buğdayı kızım?? diye sormadım.. Söylemezdi ki.. Dünyanın en sevimli delisiydi.. O öyle biriydi işte. Küçücük giz dolu oyunlar başlatırdı. Ne buğdayı, naapıcak acaba, nereden alıcam ben şimdi..
    Merak etmeye başladığım anda kendimi çoktan oyunun içinde bulurdum.. Evet, oyun başlamıştı. Savaş’a “Buğday almam lazım, nerde satılır?? diye sordum..

    -Haa?
    -Buğday
    -Eee, nolucak buğday?
    -Hiç.. Tavuk buldum da bi tane.. Buğday veriyim diyorum..
    -Sittir lan..

    Ciddi miyim diye gözlerime baktı.. ben de çok ciddi baktım..

    -Gültepe’de bir civcivci var ama.. Buğday satar mı bilmem.. Daha çok suni yem olur onlarda..
    -Yok, suni yem olmaz, buğday lazım.. Yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyo o suni şeylerle.. Pis bi rengi oluyo.. En iyisi buğday..
    -Ha bi de yumurtluyo.. Harbi tavuk yani, ciddi bi tavuk kimliğine sahip.. Bir ara ben de besledim.. Spenç tavuğu diyorlar.. Tam yumurta tavuğuydu.. Bazıları et tavuğu oluyor ya, pek yumurtlamaz onlar.. Bak ne diycem, esas darı sever hayvan.. Çift sarı çıkarır.. Darı al sen ona..

    Oyun böyle bir şeydi işte.. O başlatırdı.. Hayatınıza aniden buğday, darı, tavuk, yumurta ve size “yedi kafayı?? diye bakan bir sürü insan girerdi.. Komik, sürükleyen, ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun..

    Büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan, buğday bulmak üzere çıktım. Buğday.. Noolcak acaba.. Kuruyemişçilerde var mıdır?

    -Keşkeklik mi? Aşureye falan mı katçaanız?
    -Ne?
    -Buğday sormadın mı?
    -Ha evet, olabilir..
    -Sonunu dün sattım..Yok..

    Hıyar kuruyemişçi! Lan madem yok, niye aşure mi keşkek mi car car ediyorsun.. sana ne.. Bu millet de bi tuhaf ha.. Buğday var mı, var.. Ya da yok. Bitti, bu kadar.. Sana ne ne olacağından. Az kaldı özel hayatıma giriyordu herif.. Hem bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar zor mu olur kardeşim.. Sinirleniyorum ama.. Hani lan bu ülke bir tahıl ambarıydı.. Adam başı buğday olması lazım.. Kendi kendime gülüyorum.. Biliyorum, o da gülecek.. Gülücez.. Öpücem sonra.. Sonra, sonra.. Noolcaksa o buğdaylar..

    Mısırçarşısı’na gidiyorum, oradaki baharatçılarda kesin vardır.. bu arada, kendimi gerçekten tavuk gibi hissetmeye başladım.. Buğday arayan acıkmış bir tavuk.. Bık bık bık. Bıdaaak.. Aslında içimde garip bir mutluluk var. Her şeyi birden unutup bir avuç buğday için İstanbul’u dolaşıyor olmak içten içe hoşuma gidiyor. Onu bu yüzden seviyorum galiba. Bana da sıçrayan bir tılsımı var.. Her şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. Onun yarattığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum.. Çocukmuşuz biz.. O, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. Dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz.

    Şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan.. Bir kilo yeter mi acaba? Evde tarım yapıcak diil ya, yeter herhalde.. Anlarmış gibi buğdayları karıştırırken yakaladım kendimi, iyisini seçicem sanki.. Neyse, aldık işte.. Bir kilo buğdayımız oldu. Yanında bir tane de ufak rakı. Manyağım lan ben.. Bariz manyağım..

    “Geldi mi buğday?? diye sordu. Gözleri ışık ışık.. Meraktan çatlıyorum ama, belli etmeden “ıhı?? diye torbayı uzattım. Cadı! Aldı torbayı masanın üstüne koydu. Ne olacak şimdi bu buğday? Sormayacağım ama.. ??Naaptın?? dedi.. Elinin körü.. Saatlerdir buğday arıyoruz herhalde.. “Toprak mahsülleri ofisine gittim canım. Taban fiyattan destekleme alımı yaptım..?? Gülüyor. Her şey o gülsün diye zaten.. Bence onun kadar güzel gülebilen yoktur. Ama bu gerçek yani. Çok gülen insan gördüm ben. İşim gereği. Hakkaten bakın, ben bu konuda otorite sayılırım. Ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu. Birazdan, elinde bembeyaz bir güvercin. “Bak şimdi “dedi; “Bu senin dilek güvercinin.. Ona avucundan buğday yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne bırakacaksın.??

    Dedim ya, tılsımı var onun. Aniden güvercin de çıkarır, tutup yaşamınızı bi saniyede masala çevirir.. Bitmesin istersiniz.. “Bitmesin?? diye dilek tutup güvercini gagasından öptüm. Balkona çıktık sonra. Pıt pıt kanat sesi.. Pıt pıt iki çocuğun yüreği.. Balkona yıldız tozları mı yağdı? Çok mu güldük.. peki çok gülmek iyi midir gerçekten.. Ağlar mı sonra insan.. Babaannem Deli Fadime’nin dediği gibi “Dünyanın düz murâdı yok?? mu.. “Çok muhabbet tez ayrılık“mı peki.. Noolur “öyle diilmiş?? olsun. Noolur bitmesin.. Pıt pıt.. Yüreğim.. Gece.. Yemin ederim, yıldız tozu yağıyor..

    Ertesi sabah Kadriye oldu.. Espiri olsun diye bahar temizliğine girişti. Kadriye.. Onun masal kahramanlarından biri. Söylediğim gibi, yaşam bir oyun onun için. Gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki.. İlk Kadriye olduğunda yeni tanışmıştık.. yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti. Buğday gibi değil, onları daha kolay buldum ve eve gittim. Kapıyı çaldığımda yeri siliyordu. “Ayağını çıkar kocacım?? dedi, “yeni sildim??. Çok güldüm. Yufkayla çökelekten “yanmaz tavada sana böreği?? yaptı, yedik. Sonra eline bir tığ alıp dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı. “Delirdi?? diye baktım. Saçlarına bigudi tuttururken “Naapıyosun yaa?? diye sordum. “Nooluyo kızım??.. Garfield gibi gözlerime baktı. “Yarın eltimgil gelecek?? dedi. Sonra güldü. Nasıl güldüğünü biliyorsunuz. O gün bana “annesi gibi?? olmuştu. Ya da benim annem gibi. Oynuyordu. Başka bir şey. Herkesin “gerçek?? diye bildiği şey, onun için sonuna kadar sahte ve saçmaydı. Komikti ama, ürkütücüydü. Yani hep oynanamazdı ki.. Eninde sonunda hayat “bööle bişeydi?? işte.Yoksa değil miydi.. O Kadriye olup “çekirdek aileyle?? dalga geçmeye başlayınca ben de rolümü aldım. “Fehmi?? diye bir herif oluyordum. Çizgili pijamamı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip televizyon karşısında pıt pıt zapping yapıyordum. Gülüyorduk sonra. Kadriye ve Fehmi çekirdek rolünden çıkıp biz oluyorduk. Pıt pıt, iki çocuk yüreği..

    Onun masal kahramanları bir tane değildi ki.. Bazen Müge ile Furkan olurduk. Aslında onlar bizim arkadaşımızdı. Ama o, onların ilişkisini sahte ve anlamsız bulurdu. “Kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar.?? Müge olduğu zaman “Eskeyp’e gidelim mi, Trafo’ya zıplayalım mı diye sorardı. Ama asla gitmezdik. Onun dünyasından çıkamazdım. Ben çıkmak ister miydim peki? O zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım. O, “dışarıdakiler??i öyle iyi biliyor ve anlatıyordu ki, ara sıra “dışarı kaçtığımda?? bile onunla oyun oynuyormuşuz, o bana “gerçeğin masalını anlatıyormuş?? gibi olurdum..

    Ha bir de, en önemlisi “öpücük balığı?? vardı.. Onun en yalın ve samimi hali. “Ben öpücük balığıymışım?? deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor, dakikalarca pıt pıt pıt öpüyordu. Öpücük balığı, öpücük balığı, pıt pıt pıt..

    Masallar biter mi, biter işte. Arasına reklam girecektir, güzellik maskesi takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.. Zehirlenecek denizler, ağlatılacak çocuklar.. İşiniz vardır yani, öyle önemli, öyle vazgeçilmezdir ki..

    Bir gün bana “gitme?? dedi.. Ama hep öyle derdi.. “Yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. Bu şarkıdan iki şarkı sonra..?? Hiçbir keresinde bırakmazdı beni. İyi, tamam, oynadık, bitti. Dönüşte yine oynarız.. Dinlemezdi.. ??Bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. Sayalım, o kadar sonra git..?? Pazarlık ederdim. “Fındık gün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam.?? “Peki?? derdi. Sonra aniden nereden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp “peki bu yılmış, yıl olsun“ derdi. “Yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış..??

    Üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. Tek şamfıstık, o yüzyıldı.. O ölümün geldiği zamandı. Onu pek tartışmazdık. Onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. Sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..

    “Ben gidiyim?? dedim.. Sesi boğuktu.. ??Gitme?? dedi.. Ama söyledim. Hep öyle derdi.. Giderdim sonra. Döndüğümde oradaydı, bilirdim. Yine “gitme?? derdi..

    “Gitme?? dedi.. Gözlerinde yaş tomurcukları, birazdan duracak dünyalar, sanki hepimiz ölücez. “Bu kez gitme??..

    Gitmesem olur sanki.. “Ama bunun sonu yok ki?? dedim.. “Yok işte salak “dedi.. ??Hep sonunu istiyorsun. Sonu, bittiği yer, tükendiğim zaman.. Yerine yenisini tüketmeye başlayacağın zaman.. Bu kez gitme işte.. Gitme..??

    Karşısında bir çocuk gibi duruyorum.. İçimden bir çocuk o duvarı tırmanıp aşmaya çalışıyor ama olmuyor.. Birileri yıllarca ördü o duvarı.. Annem koydu bir tuğla, sonra babam.. Dayım, öğretmenim, komutanım, patronum, radyom, televizyonum.. Gidicem ben, işim var işim.. Çıkıp sokak kedilerini tekmeliycem, yalan söyliycem, rakı içicem.. Hasan’a borcum var.. Tarık’la sözleştik, kaçıcaz hafta sonu, karı bulmuş.. İlknur iş arıyo sonra.. Resmen iş istiyo işte, aramıştır.. Onun yeri ayrı ama İlknur da fena değil şimdi.. İşim var.. İşim..

    “Gidiyim ben?? dedim.. Bu kez gözleriyle “Gitme?? dedi.. Ben de ona “gözlerim sana mı kaldı?? gibisinden baktım.. Tek mi sana kısmet olacak sanıyorsun benim “çivileyen bakışlarım??.. İşi var gözlerimin. Kritik pozisyonlara bakıcam, topa konsantre olucam, Top Secret’ı izliycem, günlük kuru yakından takip edicem.. İlknur’un kalçalarına bakıcam.. MTV’nin klipleri, savaşlar, siyah-beyaz yerli filmler.. İşi var gözlerimin..

    Sonra yıldırımlar çaktı.. Hiç susmadım.. “Hayat masal mıydı yani?.. Dışarıda millet birbirinin gözünü oyarken, biz burada yanak yanağa.. Noolcaktı yani.. Leblebiden saat olur mu.. “Vakit?? denen nanenin ne demeye geldiğini herkes biliyor artık.. İyi.. Pıt pıt pıt öpüşelim, sen beni seviyormuşsun, ben seni çok.. Ee, Anangil “Oturma odası takımını erkek tarafı alsın?? dediğinde ne bok yiyecez peki? Öpücük balığını mı satacağız..?? Nefes nefese sustum..

    “Dışarıdakiler?? dedi.. “Dışarıdakiler, bunu beceremez işte.. Öpücük balığını kimse alıp satamaz.. Sen bile.. Diyelim ki öyküsünü yazdın, beş para etmez..??

    ***

    Bir varmıştı, şimdi bir yokmuş..

    Nevizade Sokağı’ndayız, yol boyu meyhane.. Masanın altından İlknur’un elini tutuyorum.. Dördüncü kadehten sonra sayamaz oldum rakıları. Bir çingene, yanındaki masaya keman çalıp haykırıyor “Dönülmeyyz akşamıyyn ufuğuğun daiiz, vakiyyt çook geyç artık..?? Elini darbukaya röntgen filminde her patlattığında gözümün önünde bi dudağı gökte bi dudağı yerde masal devleri görüyorum.. Gümm! Dev.. Güm! Lamba cini.. Güm! Haramiler..

    Kocaman bir davulun üstünde küçük bir şey kırıntıları dökmüşler gibi, belki öpücük balığının yemleri onlar.. Hani onun en yalın ve sevimli hali gibi.. Gümm!.. Zıplıyor hepsi, gümm zıplıyor her şey.. İlknur’un göğüsleri kliplerdeki gibi havalanıp zıplıyor.. Uçuşup tekrar yerine düşüyor, tabaklar, yıldızlar, sigaram.. Canım yanıyor.. Sonra pıt pıt pıt.. darbukaya üç parmak darbesi vuruyor çingene.. Masalların sonunda gökten teklifsizce düşen üç elma bunlar.. Ben görüyorum, İlknur görmüyor, kimse görmüyor..

    Müzik bitti.. İlknur bir şeye gülüyor.. Masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bir kadın var.. O hep var Nevizade sokağında.. Elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avucundaki çay bardağını kavanoza daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor.. cebimden para bulup kadına uzatıyorum.. Aklımda zamanın en acı tadı.. ??Peki kaç leblebi var bunun içinde teyze?? diye soruyorum.. Kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde hırıl hırıl alaycı bir öfke; “Manyak mısın sen koçum??? diyor.. İlknur gülüyor, benim gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avucumdaki parayı yolarcasına kapıp yan masaya seğirtiyor..

    Az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. Öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor.. İlknur’un gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer.. Uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini sarsıp “Bana masal anlat?? diye ağlıyor..

    Diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor..
    (urserpens 03.05.2008 23:40)
  5. bağlanan her 100 kişiden 78'inde algı kaybına dayalı gerçeklik kayması görüldüğü söylenen, blogların amiral gemisine *sahip kişi.

    http://atillaatalay.blogspot.com/
    (ricochet 18.08.2008 02:04)


Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.