kendi tabiriyle "türkçe işçisi" dir.. sbf mezunu olup sivas cumhuriyet üniversitesinde tarih-sosyoloji hocasıdır.. onu okuduktan sonra kullandığınız kelimelere bir başka dikkat edersiniz.. politika, tarih, futbol hangi mevzuda yazarsa yazsın o kadar ince, nüanslı ve hoş bir dil kullanır ki asıl mevzuya ait tadından yenmez yorumları kaçırıverirsiniz gözden..
tarafımızdan kendisine ilk defa, 1989 da yayınlanmakta olan polemik isimli dergide rastlanmış, üslubuna hayran kalınıp "kim ola ki bu zat-ı muhterem" merakıyla takibe alınmıştır.. bundan da pişmanlık duyulmamıştır..
tanışmamış olsak ta kal-u beladan aşinayızdır hocamıza.. elleri dert görmesin..
zaman gazetesi, pazar zaman ve aksiyon dergisi'de yazıları yayınlanan büyük üstad. demem odur yazılarını okuyabilmek maksadı ile o site benim bu site senin doşmaktayız. zannedersem zaman gazetesi yöneticileri bütün yayınlarımız okunsun diye her yayında kendisine köşe tahsis etmektedirler.
doğu anadolu’daki şirin ilçelerimizden birinde rus zulmünden kurtuluşun ..’nci yılı “parlak” törenlerle kutlanma hazırlığı yapılıyordu. kutlama töreninin odak noktasını, kurtarılan ilçeyi temsil edecek olacak genç bir kız teşkil edecekti; senaryoya göre işgalci rus kuvvetlerinin elinde esir olan genç kız (yani vatan), millî kuvvetlerin hücumu ile bağlı bulunduğu zincirlerden kurtarılacak, düşmanı temsilen rus askeri kılığına bürünmüş kuvvetleri teşkil eden garibanlar ise her yıl olduğu gibi ekser itibarla hücum esnasında telef olacaklar, ayakta kalanlar ise “kuzeydoğu” istikametinde tabana kuvvet kaçacaklardı.
senaryo kusursuzdu; kasabayı temsilen “kurtarılacak olan” genç kız rolünü kaymakam bey’in lisede okuyan güzel kızı canlandırmayı kabul etmişti. “millî kuvvetler” de hazırdı; ilçenin bütün çıtak delikanlıları, sırf memleket hizmetidir gerekçesiyle ve vatan aşkıyla milli kuvvetler safında kanlarının son damlasına kadar çarpışmaya razıydılar.
düşman kuvvetlere gelince... açıkçası koca kasabada kimse, hiç kimse bu gösteride düşman rolüne soyunmak niyetinde değildi.
duruma el koyan “resmî kuvvetler” çareyi, kasabanın tescilli ayyaşlarından “memo”ya bir kasa rakı mukabilinde düşmanlık ihâlesini üstlenmesi teklifinde buldular; sair vatan hainlerini memo, kendi âvânesinden teminetmeyi kabul etmişti!
(minik, önemsiz bir ayrıntı: memo, prova esnasında “aziz vatan” rolündeki kaymakamın kızını görünce bir tuhaf olmuştu!)
kasabaya saldıran millî kuvvetler, memo ve âvânesinin, “dağılın bre, bizde yabana kız kaptıracak göz var mı?” nârâsıyla şaşırıverdiler. düşman, “aziz vatan”ı canı ve kanı bahasına çiğnetmemeye kararlıydı. kalabalığa getirip, “kendine gel memo, biz vuracağız, siz düşeceksiniz” ihtarlarına o mâlum iki hecelik kestirme ile cevap veren memo, “milli kuvvetler”i önüne katarak, tribünlere kadar kovaladı vee milli kuvvetleri bir güzel püskürttükten sonra binlerce .......’linin önünde yabana kaptırmadığı “sevgili vatan” yanağından “şaap” diye öpüverdi.
Öfke, ıslık, çığlık, alkış, kahkaha, kıyâmet!
memo, kahramanlığının, nâmuskârlığının, cesâretinin ve cür’etinin ve aşkının bedelini günlerce nezarethanede inleyerek ödedi.
gene döktürmüştür sayın alkan. demirelin son zamanlarda ki hareketliliğini ince ince eleştirerek. eline diline sağlık.
---alıntı---
babanızın günlüğünden
sabah 8.30 sularında telefon çaldı. deniz randevu istiyormuş. "onda buyursun" dedim.
Özel doktorum günlük vitamin istihkakımı bir cam kâse içinde getirdi, geçenlerde merak edip saymıştım, 50 civarında hap. "yav doktor" dedim, "tek tek yutmak zaman alıyor; şöyle aşure gibi yapsanız da kaşıklayıversem". dedi ki, "aşure gibi kaynatırsak içindeki mineral değerler zayıflar; böyle almalısınız". gül gibi espri güme gitti!
bu vitaminler müthiş şeyler sevgili günlük; insanın içinde bin yıl daha yaşama aşkı uyandırıyor; barut, dinamit, tnt, jet benzini karışımı bir şey...
gazetelere şöyle bir göz attım; durum iyidir. hayli psikolojik üstünlük kaydettik. amerikan jetlerinin ihlâli de ilaç gibi geldi doğrusu. matbuat bir haftadır bununla meşgul.
dün t hanım ziyarete gelmişti. tekaüde ayrılıyormuş. "yıllardır elceğiziyle torunlarına bir hırka bile örememiş bahtsız bir nineyim, artık biraz hayatımı yaşamak istiyorum" diye yakındı. ben de saf saf emeklilik yaşını 65'ten 95'e çıkaracak bir değişikliğin lüzumundan kapı aralayacaktım. baktım ki başka bir telden çalıyor, "memleket hizmetlerinizi daima şükranla yadedecektir" filan dedim. duygulandı. Şapkalarımdan birini imzalayıp verdim, çok mutlu oldu.
deniz geldi. yahu bayağı yaşlanmış bu çocuk! zincirşaapan'da nasıl da masa tenisi, voleybol oynadığını hatırlayınca gözlerim yaşardı. japonya'dan getirttiğim vitaminlerden bir teneke de ona yollayım dedim ama sonra vazgeçtim; reçetesini vereyim, kendisi getirtsin; yor-yoksul değil ya canım.
tam hoş-beşe başlayacağız, memet telefon etti, "memetçiğim dönerim ben sana" dedim. deniz vaziyeti çaktı, "aşkolsun baba, rahat konuşun, yabancı mıyım ben" diye sitem edince mahcub oldum biraz; "nedir memetçiğim" dedim, "olmuyor baba" dedi. "olmaması olmasından, olması ile olabilmeme ihtimâlinin nısfından daha az evlâ mıdır evlâdım" dedim. memette ses soluk kesildi, belli ki düşünüyor. "sen cevap verene kadar ben biraz misafirimle meşgul olayım istersen" dedim. yine ses gelmedi.
"ee nasıl gidiyor tertip" diye takıldım deniz bey'e; "allah sizden razı olsun, başımızdan eksik etmesin, dua ve himmetinizle iyiye gidiyor çok şükür" dedi. "ey'olur ey'olur" dedim. ben sehpanın üstündeki yapma çiçekleri yana ittim, deniz de çekmeceden Şam işi sedef kakma tavlayı çıkardı. "neyine" diye işmar ettim, "beş artı beş çıkıyor; artık nereyi uygun görürseniz" diye tebessüm etti.
Çok anlayışlı çocuk bu deniz, fevkalâdenin fevkinde takdir etmişimdir bunu ben hep. bir ara "gazeteci çocuklara meşrubat filan göndertseniz, kapıda mağdur olmasınlar" diye hatırlatınca içimden bir aferin daha çektim. niçin; sorumluluk duygusu var çünkü adamda!
lâf arasında yeni transferlerden memnun olup olmadığını sordum. "vallahi çok vakit kaybetmişiz" dedi; bu arada sanki dalgınlığa getiriyormuş gibi pullarını kırayım diye açığa yatırıyor. "nasıl yani" dedim, "çok memnunum, güçlendik, zımba gibi olduk" dedi. bu arada o üç kırık vermiş, ben de altı kapıyı kapatmıştım. "mektepler tatiiil" diye takıldım. "bir gün o da olur inşallah" dedi, bunun ne mânâya geldiğini pek anlayamadım. İyi, hoş fakat bazen böyle kopup gidiyor. kurutulmuş ısırgan çaylarımızı bitirdikten sonra, "ben gideyim artık, gazetecileri bekletmek olmaz; çıkışta ne söyleyim" diye sordu. "hiçbir şey söyleme; onlar lazım geleni yakıştırırlar zaten" dedim. "büyüksün baba" dedi; elime sarıldı, vermedim. o çıkarken telefonu tekrar getirdiler, memetmiş, "Şimdi ben bu erkan'ı naapiim yani" diyor. deniz'e verdiğim cevabın benzerini ona da söyledim, "hiçbir şey yapma; o zaten gerekeni kendine yapar". karşıdan gevrek kahkahalar geldi. pencereye doğru yürüdüm.
deniz, kapıda gazetecilere, "türkiye'nin genel durumunu görüştük; faydalı bir fikir alışverişi oldu" diyordu.
kuşluk zamanında mutad edindiğim güzellik uykusuna yatmadan önce on dakika kadar "zombiler ölmez" adlı bilimkurgu eserini karıştırdım biraz, yüreğim kıpır kıpır oldu. "neyse ki tıp ilerliyor" diye mutlandım, uyumuşum."
zaman gazetesinin en edebi yazarlarından biri. türkiyede en begendigim yazar diyebilrim. yazıları edebiyat boyle yapılır dercesine nuktelerle dolu. fenerbahcenin sampiyonlugundan siyaset dersi cıkartabilecek duzeyde bilgili bir yazar.
"Nerde eski Ramazanlar" diye hayıflanmaya gerek yok aziz okuyucularım; yeni Ramazanlar da eğlenceli, renkli ve güzel. Evet, Karagöz, kukla, kanto, Direklerarası, Şehzadebaşı tiyatroları gibi renkli unsurlar belki kayboldu, fakat üzülmeyiniz; o var!
O kim? O bir yazar; o bir fikir adamı. O bir gazeteci, O bir naşir-i efkar, o bir yüce insan, o her bi şey...
Tahrif ediyorsam namerdim, işte üstadın dünkü köşesinden (ben demiyorum, okuyucu böyle yazıyor) makamında ramazaniyelik fikirler ve laik ilhamlarla dolu Radyum şuaları fışkıran satırlar;
"İslam dini, aklın ve bilimin rehberliğine her zaman öncelik vermiştir. Dünyanın 1400 yıl önceki toplumsal koşulları ile günümüz arasında; teknoloji, ulaşım, iletişim, çevre, iklim, vs. bakımından öylesine büyük farklar oluşmuştur ki, kimse geçim gailesiyle sabah karanlığı yollara düşüp gece yarıları evine dönebilen insanlardan dinin emri olarak beş vakit namazını kılmasını, orucunu tutmasını beklememeli, dayanılmaz sıcaklarda hacca giden yaşlıların ölümüne de şaşırmamalıdır."
Bunlar ağır fikirlerdir, anlamayan olur diye özetliyorum; "zaman geçiyor, tıp ilerliyor, hala namaz kılıp oruç tutacak mıyız, tavaf farz diye diye Hicaz güneşinin altında fırfır dönecek miyiz?" diyor üstadımız; belli ki dilinin altında bir bakla var ve bu bakla çıkmak üzere, o halde okumaya devam edelim:
"Ben her koşulda ibadetimi yaparım" diyenler, istisnalar dışında bunu ancak mesaiden zaman çalarak, verim düşüklüğüne yol açarak veya sağlığını bozarak sağlayabilirler. Çalışmayı, insanlığa yararlı olmayı en büyük ibadet olarak kabul eden dinimizin böyle bir ibadeti makbul sayması da düşünülemez."
Üstad diyor ki, sahtekarlık etmeyin, bugün oruç tutup namaz kılanların çoğu -Müslüman süpermanlar hariç diyor!-, verimsiz çalışıyor, ayıp oluyor. Peki öyleyse ne yapmalı?
Basit: Her sene Ramazan on bir gün beriye geldiğine göre, 36 yıllık periyotta en az 12 sene yaz mevsiminde oruç tutmak gerekiyor. Sen bunun üstüne küresel ısınmayı da koy! E kardeşim, bu Müslümanların şöyle ferah ferah püfür püfür (ve dahi lıkır lıkır) oruç tutmak hakkı yok mudur? Vardır. Zaten mübarek dinimiz "kolaylaştırınız" demiş.
Peki kim kolaylaştıracak?
Üstad bu hususta tecrübeli; "ben yaparım demiyor", evvela ağzını bir güzel bozup, mis gibi orucunu on paralık ederek reformu yapması gereken adresi tarif ediyor ki bu kısmına bayıldım:
Dini siyasete, siyaseti dine vıcık-vıcık bulaştıran, tarikat soytarılarına cehalet bataklığındaki toplumu teslim eden AKP... Diyanet İşleri Başkanlığı'nın çatısı altında yeterince mevcut olan İslam alimlerinden oluşturacağı bir kurulla kutsal günleri, ayları miladi takvime ve küresel iklim koşullarına göre sabitlemeli ve zamanı, sayısı, süresi Kuran'da belirtilmeyip sonradan belirlenmiş olan ibadetleri günün koşullarına göre yeniden düzenlemelidir.
Basit demiştim değil mi? Diyanet bir karar alıyor ve "nedir bu Ramazan'ın yıl içinde fırıl fırıl gezinmesi kardeşim; biz onu Şubat'a bağladık" diyor. "Olmaz" diyeceklere de tehdit: "Siz de kutlu doğum haftasını Nisan'a bağladınız ama?"
Eğer yanlış okumadıysam diğer ibadetlerde de tenzilat var; beş vakit namaz bire, dört rekatlık namazlar ikiye, otuz günlük ramazan üç güne... Hatta hepsini kaldırsak ne çıkar be? Oh!
Vesaire, vesaire... Bir okudum, bir daha okudum; ne gam kaldı ne kasavet; saldım gitti makaraları.
Her Ramazan mevsiminde bu büyük devrimci, laikçi, reformcu, çıplak ve yarı giyinik uyarıcı üstadları, yazar diye tutup üste bir ton para vererek bizi eğlendirdiği için bunların patronlarına ne kadar teşekkür etsek azdır. Hay Allah razı olsun be kardeşim; böyle güzel, ferah, eğlentili şeyler yazın, canımızı yiyin!
ismet özelle yaptığı programdan sonra tipik fg'ci topoğrafyası çıkarmış, kulakları sağır edercesine anlatılıp duran a.t.a. hoca efsanesi geri dönüşüm olmamak üzere ağız hışırtısına dönüşmüştür.. ismed'e galibiyetinin hatırına şimdilik bi şey demiyorum..
kelime dağarcığı, hiciv ustalığı, akıcı anlatımı ile hayranlık uyandıran köşe yazarı. fatma karabıyık barbarosoğlu ve a. turan alkan bu ülkede köşe yazısı yazdıkça başka hiç kimse yazmasa dahi eksiklik hissetmeyecek derecede beğenirim zat-ı şahanelerini.
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.